MİLLÎ EĞİTİM VE ATATÜRK

05 Ağustos 2024 11:51 Dr.Nasrullah UZMAN
Okunma
72
MİLLÎ EĞİTİM VE ATATÜRK

MİLLÎ EĞİTİM VE ATATÜRK
Doç. Dr. Nasrullah UZMAN*

Yıl 1936… Behçet Kemal Çağlar, Mustafa Kemal Atatürk’ün zaferlerini, başarılarını, inkılâplarını, meziyetlerini vs. anlatan bir şiir yazar ve Atatürk’e sunar. Atatürk, takdir bekleyen Çağlar’a “Olmamış! Benim asıl niteliğim var ki onu hiç yazmamışsın... Benim asıl kişiliğimdir; ben milletimin öğretmeniyim, bunu yazmamışsın!” der.
“Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu”, “askerî deha”, “karizmatik devlet adamı” vs. gibi birçok vasıfla nitelendirilen Atatürk, her şeyden önce bir eğitimcidir, Başöğretmendir. Millî Mücadele devam ederken, savaşın en yoğun olduğu ve top seslerinin Ankara’dan duyulduğu sırada 16–21 Temmuz 1921’de Maarif Kongresi’ni toplaması da Atatürk’ün eğitime verdiği önemi göstermesi bakımından son derece önemidir. Hatta Atatürk, Maarif Kongresi’nde yaptığı konuşmasında da Osmanlı Devleti’nin, o günkü kötü şartlara düşmesinin sebebini eğitim sisteminin bozulmasına bağlamış, çağdaş bir eğitim sistemiyle Türk milletinin makûs talihinin değişeceğine olan inancını ifade etmiş ve bu doğrultuda millî eğitim programı hazırlanmasını istemiştir. Sayıca üstün düşman kuvvetlerini mağlup etmek, Anadolu’daki işgale son vermek, Millî Mücadele’yi kazanmak ve Cumhuriyet’e dayalı millî bir devlet kurmak şüphesiz muazzam bir başarıdır. Fakat bu başarı bile Atatürk için yeterli değildir. Çünkü o “Yüksel Türk, senin için yüksekliğin hududu yoktur.” sözlerini hayatı boyunca parola edinmiş ve hedefini de belirlemiştir: “…daha çok ve daha büyük işler yapmak mecburiyetinde ve azmindeyiz. Yurdumuzu dünyanın en mamur ve en medeni memleketleri seviyesine çıkaracağız. Milletimizi en geniş refah, vasıta ve kaynaklarına sahip kılacağız. Millî kültürümüzü, muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracağız.”
Atatürk, bu hedefe modern, çağdaş ve millî bir eğitim sistemiyle ulaşmanın mümkün olduğunun bilincindedir. Osmanlı Devleti’nden kalma eğitim kurumları, bu ihtiyacı karşılayabilecek kapasitede değildir. Zaten devletin yıkılma nedenlerinden biri de eğitim sisteminin bozulmasıdır. Atatürk’e göre, sağlıkta, ziraatta, iktisatta, sanatta, sporda kısaca nerede bir sorun varsa sebebi, eğitimsizliktir. Atatürk, bu konudaki hassasiyetini şu sözlerle ortaya koymaktadır: Memleketimizi, topluluğumuzu gerçek hedefe mutluluğa eriştirmek için iki orduya ihtiyaç vardır: Biri vatanın hayatını kurtaran asker ordusu, diğeri milletin istikbalini yoğuran kültür ordusu. Bu iki ordunun her ikisi de kıymetlidir, yücedir, verimlidir, saygıdeğerdir... Bu iki ordunun ikisi de hayatidir. Yalnız siz, kültür ordusu mensupları, sizlere bağlı olduğunuz ordunun kıymet ve kutsiyetini anlatmak için size şunu söyleyeyim ki, sizler ölen ve öldüren birinci orduya niçin öldürüp niçin öldüğünü öğreten bir ordunun fertlerisiniz… En mühim ve feyizli vazifelerimiz millî eğitim işleridir. Millî eğitim işlerinde mutlaka muzaffer olmak lazımdır. Bir milletin hakiki kurtuluşu ancak bu suretle olur.
Atatürk, bu sözlerinin gereğini de hayatı boyunca yerine getirmiştir. İnkılapları halka bizzat anlatmak ve tanıtmak üzere çıktığı bir yurt gezisinde bir köy okuluna uğramış, kendisine kürsüyü bırakan öğretmene “Hayır, yerinizde oturunuz ve dersinize devam ediniz, Eğer izin verirseniz, bizde sizden faydalanmak isteriz. Sınıfa girdiği zaman, Cumhurbaşkanı bile öğretmenden sonra gelir.” demiştir. Bu olay da Atatürk’ün öğretmene verdiği önemi göstermektedir. Çünkü Atatürk’e göre öğretmenler dünyanın her tarafında, insan topluluğunun en fedakâr ve muhterem unsurlarıdır.
Atatürk; “Bu millet ve memleket ilme ve irfana çok muhtaç; eğitim ve öğretim görmek için, ilim ve fen almak için Avrupa’ya Amerika’ya ve her tarafa çocuklarımızı göndermeye mecburuz. İlim ve fen ve ihtisas nerede varsa, sanat nerede varsa gidip öğrenmeye mecburuz. Çok çalışmaya mecburuz. Çalışmak demek ise boşuna yorulmak terlemek değildir. Zamanın gereklerine göre bilim ve teknik ve her türlü medeni buluşlardan azami derecede yararlanmak zorunludur.” sözleriyle bilim, fen ve uygarlığın insanlığın ortak değerleri olduğunu belirtmiştir. Fakat bu durumun, taklitçiliğe, kopyacılığa, millî eğitim sisteminden sapmaya dönüşmemesi gerektiğini de “İlim ve fen nerede ise oradan alacağız ve milletin kafasına sokacağız. İlim ve fen için kayıt ve şart yoktur. Eğitimin çağdaş kültüre dayanması; eğitimdeki millîlik esasını bozmaz.” sözleriyle ortaya koymuştur.
“Yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize öğrenim sınırı ne olursa olsun önce Türkiye’nin bağımsızlığına, kendi benliğine, millî geleneklerine düşman olan bütün unsurlarla mücadele etmek gereği öğretilmelidir. Dünyada uluslararası duruma göre böyle bir mücadelenin gerektirdiği manevi unsurlara sahip olmayan kişilerden oluşan toplumlara hayat ve bağımsızlık hakkı yoktur.” diyen Atatürk, Türk eğitim sisteminin kesinlikle millî, modern ve bilimsel olması gerektiğini vurgulamıştır. Nitekim Eğitim Bakanlığını, Millî Eğitim Bakanlığı olarak düzenlemesi de eğitim millî olması gerektiğini düşündüğü içindir.
Atatürk’e göre eğitim-öğretimde birlik sağlanmalı, eğitim belirli bir grubun ya da zümrenin tekelinde kalmamalı, tüm vatandaşlar okuma yazma bilmeli, böylelikle ülke kalkınmalıydı. Fakat Osmanlı Devleti’nden miras kalan eğitim sisteminde eğitim ve öğretim medreseler, mahallî mektepler, askerî okullar, yabancı okullar ve bakanlık okulları arasında bölünmüştü. Azınlık ve yabancı okulları bölücülük yapmakta, ayrılıkçı faaliyetlerde bulunmakta, devletin bütünlüğü için açıkça tehdit oluşturmaktaydı. Atatürk, bu durumu düzeltmek için 3 Mart 1924’te Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nu çıkartmış ve eğitimde birlik-beraberliği sağlamıştır. Medrese ve okulları Maarif Bakanlığına bağlamış; tekkeleri, türbeleri, zaviyeleri kapattırmıştır. Yabancı ve azınlık okullarını devlet kontrolüne almıştır.
Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile eğitimle büyük bir hamle yapan Türkiye Cumhuriyeti, Harf İnkılabı ile bu hamleyi tamamlamıştır. Harf İnkılabı, Türk eğitim sisteminin âdeta dönüm noktasıdır. “Büyük Türk milleti cahillikten, az emekle, kısa yoldan ancak kendi güzel ve asil diline kolay uyan bir vasıta ile sıyrılabilir. Bu okuma, yazma anahtarı, ancak Latin esasından alınan Türk alfabesidir.” diyen Atatürk’ün direktifleriyle 1927 yılından itibaren ciddi bir hazırlık dönemi başlamış, 1 Kasım 1928 tarihli Yasa ile de Arap alfabesi terk edilmiş ve Latin harfleri kullanılmaya başlanmıştır. Bu sürece bizzat liderlik eden Atatürk vatandaşları da teşvik etmiştir: “Vatandaşlar, yeni Türk harflerini çabuk öğreniniz... Bütün millete, köylüye, çobana, hamala, sandalcıya öğretiniz. Bunu bir yurtseverlik ve milliyetçilik görevi biliniz. Bu vazifeyi yaparken düşününüz ki, bir milletin, bir heyet-i içtimaiyenin yüzde onu, yirmisi okuma yazma bilir, yüzde sekseni, doksanı bilmezse bu ayıptır. Bundan insan olanların utanması lazımdır. Bu millet utanmak için yaratılmış bir millet değildir. İftihar etmek için yaratılmış, tarihini iftiharla doldurmuş bir millettir. Fakat milletin yüzde sekseni okuma yazma bilmiyorsa, bu hata bizim değildir. Türk’ün seciyesini anlamayarak kafasını birtakım zincirlerle saranlarındır. Artık mazinin hatalarını kökünden temizlemek zamanındayız. Hataları tashih edeceğiz. Bu hataların tashih olunmasında bütün vatandaşların faaliyetini isterim. En nihayet bir sene içinde bütün Türk heyet-i içtimaiyesi yeni harfleri öğrenecektir. Milletimiz yazısıyla, kafasıyla, bütün medeni dünyanın yanında olduğunu gösterecektir.”
Atatürk, Harf İnkılabı konusundaki gelişmeleri görmek için yurt gezilerine çıkmış, halkın yeni harfleri öğrenmesi için, bir öğretmen olarak onlara öncülük etmiştir. Atatürk’ün de bizzat içinde bulunduğu eğitim seferberliğinde çok kısa sürede önemli gelişmeler sağlanmış, halkın okuma-yazma seviyesini yükseltmek ve halka yeni harfleri öğretmek için “Millet Mektepleri” açılmıştır. Millet Mektepleri ile ilgili; “İlim ve fenle ilgili teşebbüslerin faaliyet merkezi ise mekteptir. Bu sebeple mektep lazımdır. Mektep adını hep beraber hürmetle, saygıyla analım! Mektep genç beyinlere, insanlığa hürmeti, millet ve memlekete sevgiyi, şerefi bağımsızlığı öğretir... Bağımsızlık tehlikeye düştüğü zaman onu kurtarmak için izlenmesi uygun olan en doğru yolu belletir... Memleket ve milleti kurtarmaya çalışanların aynı zamanda mesleklerinde birer namuslu uzman ve birer çalışkan bilgin olmaları lazımdır. Bunu temin eden mekteptir. Ancak bu şekilde her türlü teşebbüslerin mantıki neticelere erişmesi mümkün olur.” diyen Atatürk, Türk eğitim sisteminde okula yüklenen misyonu da belirtmiştir. Nitekim Harf İnkılabı da başarılı olmuştur.
Atatürk’ün, çağını aşan eğitim anlayışı ezberden uzak, gereksiz bilgileri içermeyen, faydalı ve pratik bilgilerle çağdaş bireyler yetiştirmeyi amaçlamaktadır. “Bir millî eğitim programından bahsederken, eski devrin hurafelerinden ve fıtri niteliklerimizle hiç de münasebeti olmayan yabancı fikirlerden, Doğu’dan ve Batı’dan gelebilen bütün tesirlerden tamamen uzak, millî ve tarihî seciyemize uygun bir kültür kastediyorum.” diyen Atatürk milletin hakiki kurtuluş yolunu da göstermiştir: En mühim ve feyizli vazifelerimiz millî eğitim işleridir. Millî eğitim işlerinde mutlaka muzaffer olmak lazımdır. Bir milletin hakiki kurtuluşu ancak bu suretle olur. Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra “Ordularımızın kazandığı zafer, sizin ve sizin ordularınızın zaferi için yalnız zemin hazırladı. Hakiki zaferi siz kazanacak ve sürdüreceksiniz ve mutlaka muvaffak olacaksınız. Ben ve arkadaşlarım sizi takip edeceğiz ve önünüze çıkan engelleri kıracağız.” sözleriyle öğretmenlere seslenen Atatürk, yine başka bir konuşmasında; “Öğretmenler; Cumhuriyet’in fedakâr öğretmen ve eğitimcileri, yeni nesli sizler yetiştireceksiniz. Ve yeni nesil sizin eseriniz olacaktır...” demiştir. “Bir millet savaş meydanlarında ne kadar parlak zaferler elde ederse etsin o zaferlerin kalıcı sonuçlar vermesi ancak irfan ordusuyla mümkündür.” diyen Atatürk, eğitimcilerden beklentilerini de “Hiçbir zaman hatırınızdan çıkmasın ki, Cumhuriyet sizden fikri hür, vicdani hür, irfanı hür nesiller istiyor.” sözleriyle ortaya koymuştur.
Atatürk “Öğretmene ülkenin en ağır yükünü yükledik, ona en ağır sorumluluğu verdik. Türk milletinin geleceğini emanet ettik. Bu vazifeyi kendine hem bir meslek hem de bir ideal sayacak öğretmenler tarafından yapılmasını sağlamak için biz de bu meslekle ilgili istek ve ihtiyaçları diğer bütün mesleklerden önce sağlamalı ve öncelik sırasını bu mesleğe vermeliyiz. Bu mesleği refah seviyesi yüksek bir meslek hâline getirmeli, güvence altına almalı, saygı değer mevkiine oturtmalıyız. Bizlerin yapacağı bu fedakârlık onların yaptıklarının yanında bir hiçtir.” sözleriyle de eğitim ve öğretmenlik konusunun bir meslek kanunu ile anayasal güvenceye alınmasını, öğretmenlerin talep ve ihtiyaçlarının karşılanmasını işaret etmiştir.
Bizatihi Cumhuriyet’in kurucusu, Türk milletinin başöğretmeni Atatürk’ün görüşleri böyleyken hâlen eğitimde şiddet ve hatta cinayet hadiselerinin yaşanması ülkemiz açısından son derece üzüntü vericidir. Türkler, sadece siyasi ve askeri başarılara değil eğitim ve kültür alanlarında da gurur duyulacak işlere imza atmışlardır. Bu durum Türk devlet geleneğinin temel felsefelerindendir. Hepimizin bildiği gibi bir milletin millî, ahlaki ve kültürel yönden güçlü ve medeniyet bakımından kalkınmış olması öğretmenlerinin üstün çalışmalarına bağlıdır. Millî birlik ve beraberliğimizin teminatı öğretmenlerdir. Türk yüzyılını inşa edecek nesilleri yetirecek olanlar öğretmenlerimiz ve eğitimcilerimizdir. Bu anlamda eğitime ve öğretmenlik mesleğine önem verilmesi, öğretmenlerin ve eğitimcilerin toplum içerisindeki statülerinin yükseltilmesi Türk yüzyılının öncelikli meselesi olmalıdır. Türk eğitim sisteminin bu anlamda iyileşmesi, Türk yüzyılını inşa edecek bireylerin de yetişmesini sağlayacaktır.