TÜRK’ÜN BAŞBUĞ’U: ALPARSLAN TÜRKEŞ*
Doç. Dr. Nasrullah UZMAN**
Milliyetçi Hareket Partisinin Kurucu Genel Başkanı Alparslan Türkeş, 1917 yılında Kıbrıs’ta dünyaya geldi. İlk ve ortaöğrenimini Kıbrıs’ta tamamladı. Kıbrıs o dönemde İngiliz sömürgesiydi. Küçük yaşlardan itibaren İngilizlerin ve Rumların Kıbrıs Türklerine yönelik tavır ve davranışları her Türk genci gibi Alparslan Türkeş’i de derinden etkiledi. Kalbi Türkiye sevgisi ile dolu Alparslan Türkeş, İngiliz esaretinde yaşamaya daha fazla dayanamadı ve ailesiyle birlikte Türkiye’ye göçtü. İstanbul’a geldiğinde henüz 16 yaşındaydı. Canından çok sevdiği ülkesine hizmet etmek için 19 yaşında Kuleli Askerî Lisesine yazıldı. 1938 yılında, henüz 21 yaşındayken piyade asteğmen olarak mezun oldu. 1942 yılında üsteğmen, 1946 yılında yüzbaşı, 1952 yılında binbaşı, 1960 yılında da albay rütbesine yükseldi. Askerî kariyeri boyunca Türk Silahlı Kuvvetleri’ni temsilen yurt içinde ve yurt dışında birçok görev üstlendi. Alparslan Türkeş, asker olması sebebiyle aktif siyasette yer almadı. Bununla birlikte güncel meselelere ve Türkiye’nin gündemine kayıtsız kalmadı. Bir entelektüel olarak Türkiye’nin siyasi, sosyal, kültürel ve ekonomik gündemini yakından takip etti.
Türk kamuoyu “Alparslan Türkeş” ismini ilk kez 3 Mayıs 1944 Irkçılık-Turancılık Davası ile duydu. “Alparslan Türkeş” isminin hafızalara kazınması ise 27 Mayıs 1960’ta oldu. Milli Birlik Komitesi adına Türk Silahlı Kuvvetlerinin yönetime el konulduğunu açıklayan bildiriyi radyodan okuyan oydu. 27 Mayıs’tan hemen sonra Başbakanlık Müsteşarlığına atandı. Fakat bu görevi uzun çok sürmedi. Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ın idamları da dâhil olmak üzere birçok konuda Millî Birlik Komitesi ile anlaşmazlığa düştüğü için beraberindeki 13 kişi ile birlikte önce emekliye sevk edildi. Daha sonra ise Yeni Delhi Büyükelçiliğine müşavir olarak görevlendirilmek suretiyle sürgün edildi.
Alparslan Türkeş’in sürgünü 1963 yılına kadar devam etti. 1963 yılında Türkiye’ye döndü. Huzur ve Yükseliş Derneğini kurdu. Burada birlikte siyaset yapacağı aydın, akademisyen, siyasetçi ve bürokratlarla istişarelerde bulundu ve siyasi parti hazırlıklarını tamamladı. Nihayet 1965 yılında Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisine (CKMP) katıldı. Alparslan Türkeş, bir liderdi. Bu yüzden sıradan bir parti üyesi olarak kalamazdı. Nitekim CKMP’ye katıldıktan yalnızca 4 ay gibi kısa bir süre sonra Genel Başkan oldu. Bu sırada sadece 48 yaşındaydı. Türk milliyetçilerini kısa sürede etrafında topladı. CKMP, Alparslan Türkeş’in Genel Başkanlığında girdiği ilk seçimlerde 11 milletvekili çıkardı. Alparslan Türkeş, kısa sürede Türkiye genelinde teşkilat sayısını artırdı; 1965’te yalnızca 25 ilde teşkilatlanan CKMP, 1967 yılı itibarıyla 61 ilde teşkilatlanmıştı.
Alparslan Türkeş, yalnızca bir siyasi partinin genel başkanı değildi. Türk kamuoyunun özellikle de Türk gençliğinin yakından takip ettiği, açıklamalarıyla gündem belirleyen, kitleleri peşinden sürükleyen karizmatik bir liderdi. Nitekim CKMP’nin 1967 yılında yapılan kongresinde Alparslan Türkeş “Başbuğ” ilan edildi. Milliyet gazetesi bu tarihî günü “Çoğu eski Harbiyeli olan büyük kongre üyeleri ‘başbuğ, başbuğ!’ diye tezahürat yaptı.” diye sütunlarına taşıdı. Alparslan Türkeş, artık Adriyatik’ten Çin Seddi’ne Türk dünyasının, Türk milliyetçilerinin Başbuğ’u idi.
Başbuğ Türkeş’in liderliğindeki CKMP, 1965-1969 döneminde ciddi bir yapılanmaya gitti. Bu yapılanma partide değişim ve dönüşümü beraberinde getirdi. 1969 yılında Adana’da düzenlenen olağanüstü kongrede yalnızca CKMP açısından değil, Türk siyaseti açısından da bir dönüm noktasıydı. Turhan Feyzioğlu’nun ifadesiyle kongrenin ilk günü Türkiye’nin dört bir yanından gelen Ülkücü gençler, Adana’da bir yürüyüş düzenlediler. Kuruköprü Meydanı’ndan başlayan yürüyüşe en önde 9 Işık’ı temsilen 9 motosikletli genç öncülük etti. Üç hilalli büyük bir bayrağın arkasında mehter takımının çaldığı marşlarla mavi gömlek giymiş gençlerden oluşan yürüyüşçüler, CKMP kongresinin yapılacağı salona doğru yürüdüler. Yürüyüşte 16 genç, 16 Türk devletinin bayraklarının yer aldığı flamaları taşıdılar. “Tanrı Türk’ü Korusun” yazılı büyük bez bir afişin de yer aldığı yürüyüşe katılan gençler, Adana caddelerinde tur attıktan sonra, CKMP kongresinin yapılacağı salonun önüne geldiler. “Bozkurtların Türküsü Başbuğ Türkeş” marşını söyleyerek salona giren gençler, salonda kendilerine ayrılan bölüme geçtiler.
Bu kongrede CKMP’nin adı “Milliyetçi Hareket Partisi”, amblemi ise kırmızı zemin üzerine “üç hilal” oldu. “Hilal içerisindeki bozkurt” da gençlik kollarının amblemi olarak belirlendi. MHP’nin Genel Başkanlığına, -CKMP Genel Başkanı- Başbuğ Alparslan Türkeş seçildi. Böylece Türk siyasetinde yeni bir sayfa açıldı. CKMP’nin MHP’ye dönüşümü Türk milliyetçiliği açısından da önemli bir dönüm noktasıydı. Çünkü bu sayede Türk milliyetçiliğinin bir siyasi parti çatısı altında temsil edilmesinin gerekliliğine dair tartışmalara bir anlamda nokta konuldu. 1965-69 dönemini ifade eden 4 yıllık bir geçiş döneminden sonra 1969 yılında Başbuğ Türkeş’in Genel Başkanı olduğu CKMP, “Milliyetçi Hareket Partisi” adını aldı. Böylece, ortanın solu hareketiyle birlikte sağ ve sol partilerin ayrışmaya başladığı, siyasetin sokaklara taştığı, popülizmin ve gelir adaletsizliğinin, yolsuzluğun ve yoksulluğun belirginleşmeye başladığı bir dönemde siyasi arenada Türk milliyetçileri/MHP de yerini aldı. İdeolojik kutuplaşmaların ve çatışmaların yoğun olarak yaşandığı bu dönemde MHP, komünizmi ve kapitalizmi reddeden, sermayenin ve mülkiyetin tabana yayıldığı, nimetlerinden bütün toplum kesimlerinin adil bir şekilde faydalanacağı bir kalkınma programını öngören hürriyetçi bir demokrasiyi savundu. MHP, sosyal hareketliliğin ve kitle iletişim araçlarının etkilerinin artmaya başladığı bu dönemde elitist bir bürokratik zihniyet ile “Batıcı yaklaşımlar” karşısında “toplumsal merkezin” dilek ve isteklerinin taşıyıcısı rolünü üstlendi; “Türk-İslam kültürü” ve “millî devlet” fikrinin geliştirilmesi ve yeni nesillere aktarılması konusunda hassasiyet gösterdi.
1969 yılına gelininceye kadar yaşanan süreci değerlendiren Fatih Kirişçioğlu, özellikle tarihî arka plana dikkat çeker ve şu değerlendirmede bulunur: “1969’da Adana’da yapılan genel kurulda parti, adını Milliyetçi Hareket Partisi olarak değiştirmiştir. MHP, bu tarihten itibaren o zamana kadar ağırlık olarak fikrî ve kültürel faaliyetler şeklinde devam edegelen Milliyetçi Hareketin temel değerlerinin ve amaçlarının siyasi hayatta aktif bir şekilde savunulması rolünü üstlenmiştir. MHP ideolojisinin iki önemli bileşeni vardır. Bunlardan birincisi, daha önce Ziya Gökalp tarafından ‘Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak’ şeklinde formüle edilen Türk milletinin kültürel ve millî değerlerini koruma ülküsünün Türk-İslam ülküsü şeklinde sembolize edilmesidir. Böylece MHP, dinin toplum içindeki önemini belirterek bu sentezi Ziya Gökalp’tan sonra teori alanından eylem planı içinde aktarmıştır. İkincisini ise sosyal, siyasi ve ekonomik yapıya ve problemlere ait bakış açısını belirleyen 9 temel prensipten müteşekkil ‘Milli Doktrin-9 Işık’ oluşturur.” Yani Başbuğ Türkeş’in, Genel Başkan olarak görev yaptığı dönemde CKMP, vizyon ve misyon itibarıyla büyük değişikliklere uğradı; milliyetçi/Türkçü/Ülkücü bir hüviyet kazandı. 1969 yılında da CKMP’nin kazandığı hüviyete uygun bir değişiklik yapıldı ve fiilî durumun hukuki prosedürü tamamlandı. Böylece Başbuğ Türkeş liderliğindeki MHP, Türk siyasetindeki yerini aldı. Türk milliyetçilerinin partisi oldu.
MHP’nin üç hilalli bayrak ile girdiği ilk seçim, 1969 yılında yapılan Milletvekili Genel Seçimleri oldu. 1969-1973 Döneminde MHP’yi TBMM’de Adana Milletvekili ve Genel Başkan olarak Başbuğ Türkeş temsil etti. Başbuğ Türkeş, 1973 yılında yapılan milletvekili genel seçimlerinde yine Adana’dan milletvekili seçildi. 1975-1977 Döneminde MHP, koalisyon ortağı olarak hükûmette yer aldı; Başbuğ Türkeş de 39. Demirel Hükûmeti Dönemi’nde Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı oldu. Başbuğ Türkeş 1977 yılında yapılan Milletvekili Genel Seçimlerinde de MHP Adana milletvekili olarak TBMM’ye girdi. 41. Demirel hükûmeti döneminde de Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı olarak görevine devam etti.
12 Eylül 1980 Askerî Darbesi ile tutuklanan Başbuğ Türkeş, 2.168 gün süren 587 sanıklı MHP ve Yan/Ülkücü Kuruluşlar Davası’nın 7 Nisan 1987 tarihli duruşmasında 144 kişi ile birlikte beraat etti. Beraat ettikten sonra siyasi yasakların da kaldırılmasıyla birlikte Başbuğ Türkeş de 4 Ekim 1987’de Milliyetçi Çalışma Partisi Genel Başkanlığı’na seçildi. 1991 yılında yapılan Milletvekili Genel Seçimlerinde Milliyetçi Çalışma Partisi, Refah Partisi ve Islahatçı Demokrasi Partisi ile seçim ittifakı yaptı; bu ittifak neticesinde Başbuğ Türkeş de Yozgat milletvekili olarak TBMM’ye girdi.
1965 yılında aktif siyasete atılan Başbuğ Türkeş; 1965, 1969, 1973, 1977 ve 1991 yıllarında yapılan Milletvekili Genel Seçimlerinde TBMM’ye girme hakkı elde etti ve toplam 19 yıl milletvekili olarak görev yaptı. Birbirinin devamı niteliğinde olan CKMP (1965), MHP (1969), MÇP (1987) ve yeniden MHP’de (1992) Genel Başkan olarak görev üstlendi.
Başbuğ Türkeş, 1965 yılından vefat ettiği 1997 yılına kadar, cezaevinde geçirdiği günler de dâhil olmak üzere kesintisiz 32 yıl aktif siyasetin merkezinde yer aldı. Toplam 80 yıllık ömrünün 22 yılını asker, 32 yılını da siyasetçi olarak tamamladı. Asker, siyaset, devlet, fikir ve dava adamı olarak yakın dönem Türk siyasi hayatına derin izler bırakan Başbuğ Türkeş, eylemleri ve söylemleriyle yalnızca Türkiye Türklüğünü değil dünya Türklüğünü de etkiledi, milyonlarca taraftar edindi, kitleleri peşinden sürükledi, Başbuğ sıfatıyla özdeşleşti. Milliyetçi Hareket Partisi Lideri Sayın Devlet Bahçeli’nin, Başbuğ Türkeş’in vefatının birinci yıl dönümünde Beştepe’deki kabri başında sarf ettiği şu cümleler, Alparslan Türkeş’in neden “Türk’ün Başbuğu” olduğu sorusunun cevabı niteliğindedir: “1944 yılında çileyle başlayıp, 1997 Nisan’da Hakk’a teslim olduğu ana kadar uzanan mücadele tarihi, çileli ama vakur, zorlu ama kutsal bir mücadele tarihiydi. Bu zorlu ama güzel yolculuk, emperyalizmin hesaplar yaptığı, kardeşi kardeşe kırdırma oyunlarının sahnelenmeye çalışıldığı dönemlerde Türk gençliğine kendi öz değerlerini hatırlatıp sevdiren, Türkiye’nin bir Afganistan olmasını engelleyen mücadelenin adıydı. Bu yolculuk, Türk milliyetçiliğine damgasını vuran, Türk dünyasının ihtiyaç hissettiği anlarda onun yanında olan, uzlaşma ve sevginin en önemli örneklerini sergileyen, Türk demokrasisine sıkıştığı anda rahat nefes aldıran bir yolculuktu. Kısacası, onun mücadelesi, büyük Türk milletinin birlik ve dirlik içinde kalkınma mücadelesinin bir varoluş ve yükseliş destanının adıydı. Böyle bir destan, ancak ve ancak azimli ve ilkeli bir liderin, bir tarihî şahsiyetin önderliğinde yazılabilecek bir destandı. Başbuğluk unvanı, işte bu destanın başkahramanının, başmimarının ilmik ilmik dokuyarak, hak ederek kazandığı bir unvandı. Sadece hak ettiği değil, aynı zamanda ona çok yakışan bir unvandı. Çünkü o, dirayet ve metanet timsaliydi, uzağı gören ve düşünen bir liderdi. Çünkü o büyük bir vatansever, gerçek bir milliyetçi, usta bir teşkilatçıydı. Bütün Türk milliyetçileri, bütün Ülkücüler, her zaman böyle bir lidere sahip olmanın önemini ve değerini bileceklerdir. Bizler için en büyük teselli kaynağı, Başbuğ Alparslan Türkeş gibi bir lidere sahip olmanın verdiği öz güvendir, ayrıcalıktır. Onun hayat felsefesi, prensipleri ve hedefleri bizlere hep yol gösterecek, kutsal yolculuğumuzu sürekli aydınlatacaktır. Onun manevi evlatları olan bütün Türk milliyetçileri bu zamana kadar olduğu gibi bundan sonra dabBüyük Türk milletinin birlik, dirlik ve yükselme davasından hiç şaşmayacaklardır. Başbuğlarından aldıkları ülkü ve hizmet bayrağını göklerde tertemiz bir şekilde şerefle dalgalandırmaya devam edeceklerdir.”