ZAFERİN ÖNÜNDEKİ ENGEL: SİVAS KONGRESİ’NDE MANDA VE HİMAYE TARTIŞMALARI
İsmet TÜRKMEN
Prof. Dr., Tokat Gaziosmanpaşa Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü
Giriş
Batılı devletlerin emperyalist ve sömürgeci amaçlarla başlatmış oldukları Birinci Dünya Savaşı’ndan müttefikleriyle birlikte mağlup ayrılan Osmanlı Devleti, topraklarının paylaşılması gibi bir durumla karşı karşıya kalmıştı. Osmanlı Devleti’nin kaderini önemli ölçüde etkilemiş olan bu savaş ile devlet, siyasi ömrünü tamamlamıştır. 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesi ile başlamış olan mücadelenin Mondros Mütarekesi görüşmeleri ayağında, Türk delegasyonu Başkanı Rauf (Orbay) Bey vasıtasıyla yapılan girişimler, ustaca yürütülen İngiliz siyaseti ile sonuçsuz bırakılmış ve mütarekenin imzalanmasından hemen bir gün sonra Anadolu’da işgaller başlamıştır. Mücadelenin bu sürecinde emperyalist güçler, işgallerin önünün açılması, kendi ülkelerinin kamuoyunun tepkisini çekmeme gibi daha birçok sebepten hareketle, manda ve himayeyi bir çıkış yolu olmak üzere telakki etmişlerdir. Hatırlanacağı üzere, Fransa’nın Türk topraklarına dair istekleri, savaş sırasında yapılan gizli antlaşmalarda açıklanmıştı. 26 Nisan 1915 tarihli gizli Londra Antlaşması’nda Fransa, İngiltere ve Rusya, Anadolu’da toprak elde edecek olurlarsa İtalya‘ya da belirli bir pay verilmesi öngörülmüştü. Fransa’nın böyle bir ihtimali daha Türkiye’ye karşı savaş başladıktan altı ay sonra hesaplamaya başladığı anlaşılmaktadır. Ayrıca aynı hükme ertesi yıl zuhur eden Sykes-Picot Antlaşması’nda da rastlanmaktadır. Bu antlaşmaya göre, Suriye kıyıları, Kilikya, Sivas, Elâzığ, Maraş, Antep Fransa’nın olacak; Halep, Şam ve Musul da Fransız nüfuz alanı olarak tanınacaktı . Geri kalan topraklarda bağımsız bir Arap devleti veya Arap devletleri konfederasyonu kurulacaktı. Ancak, bu bölgenin de Akka-Kerkük hattının kuzeyi Fransa, güneyi de İngiliz nüfuz alanı olarak belirlenmişti. Filistin’e uluslararası bir statü tasarlanırken, İskenderun’un da serbest liman olması karar¬laştırılmıştı . Böylece, İngiltere’den farklı olarak Fransa’nın istekleri Anadolu içlerindeki topraklara kadar uzanıyordu. Ancak savaş ilerledikçe ve özellikle savaş sonrasında Batılıların talepleri, Anadolu toprakları dışındaki bölgelerde ve Suriye mandatı üzerinde toplanacaktır . Osmanlı ülkesinden herhangi bir toprak parçası istemeyen ve mandat kabulüne yanaşmayan Amerika’ya göre, Türkiye’den Mezopotamya, Suriye ve Ermenistan gibi yerlerin derhâl ayrılması gerekliydi. The Times yazarlarından Frank H. Simonds 11 Haziran 1919 tarihli yazısında, bölgede büyük güçlerin emellerine ilişkin özetle şu ifadelere yer vermiştir:
“Anadolu’ya gelince, önceki anlaşmalar da bu soruyu zorlaştırdı. Bir Fransız-İngiliz anlaşması uyarınca, Fransızlar, Alexandretta (İskenderun) Körfezi’ne ve Toroslar ile Amanus arasındaki Ermeni topraklarına ve Adana ile ilgilenecekti. Bu, Ermenileri Akdeniz’deki bir çıkıştan mahrum bırakacak ve Amerikan dürtüsü altında Fransa, iddialarının bu bölümünü terk etmeye ikna olmuştur. Gerçek Ermenistan sınırları Fırat Nehri ile Anadolu arası ve Eski Rus sınırlarına dayanmaktadır. Bu sınırlar Ermeni devletinin bir parçası olarak uzun zamandır gösterilmiştir. Fakat bu bölgenin çok geniş bir kısmında katliamların bir sonucu olarak Ermeniler azınlıkta kalmıştır. Başka bir deyişle Rusya’nın çöküşü hem nüfus hem de ekonomik koşullar bakımından daha iyi durumda olan Rus-Ermeni bölgelerinin Türk Ermenileriyle birliğini mümkün kılmıştır. Eğer Rusya, gücünü tamamen ele alırsa büyük bir ihtimalle yalnızca sınır talep etmeyecek; kendisine bağlı Ermeni bölgelerinin geri alıp aynı zamanda başka Ermeni bölgeleri ve Büyük Britanya ve Fransa ile 1915’te İstanbul için söz verilen bölgeler de buna dahil olacaktır.”
Esasen Türklerin Avrupa’daki varlıklarına son verilmesi gerektiği kanaatine sahip olan Cumhurbaşkanı Wilson, Türklerin Boğazlar bölgesinden de atılmalarını savunmaktaydı. Wilson Prensipleri’nin 12. maddesi de Amerika’nın Osmanlı politikasında oynayacağı rolü göstermekteydi. Amerika’nın 12. madde ile üzerinde durduğu husus, Osmanlı Devleti ne şekilde parçalanırsa parçalansın, kim “mandater” olursa olsun bu topraklarda ekonomik ve ticari bakımdan “açık kapı” veya “fırsat eşitliği” ilkesinin uygulanmasını planlamış olmasıdır . Ayrıca Amerika’nın Türkiye toprakları üzerinde iktisadi hesaplar yaptığının da gözden uzak tutulmaması gerekir. Görüldüğü gibi Amerika, 12. madde ile Osmanlı Devleti’nin parçalanmasını peşinen kabul etmiş oluyordu.
Tarihî Arka Plan
Millî Mücadele’nin başladığı sıralarda, savaşta başarı kazanmış olan Batılı güçler, savaşa son anda giren ve önceden planladıkları gizli antlaşmaların dışında kalmış olan ABD’ye kendi emperyalist gayelerini engellememesi için Türk toprakları üzerinde “mandater devlet” olma teklifinde bulunmuşlardır . Batılı resmî kaynaklarda ise bu düşünceden daha farklı olarak bir algı yaratılmaya çalışılmaktadır. İsviçre Sanat Konseyi katkıları ile yayımlanmış ve Hans-Lukas Kieser tarafından hazırlanmış olan “Iskalanmış Barış” adlı çalışmada, “Amerika Başkanı Wilson’un ilan ettiği pragmatik On Dört Madde, içerdiği ulusların kendi kaderlerini tayin hakkıyla, Küçük Asya savaşının tüm taraflarınca ideolojik olarak talep edilen bir temel teşkil ediyordu. Kemalistler de bu temelin peşindeydiler. ABD, diğer müttefiklerden farklı olarak Türkiye’ye karşı daima tarafsız kaldığı için Kemalistler ABD diplomasisine belli bir saygıyla yaklaşıyor, hatta geçici bir Amerikan mandasını bile kabul ediyorlardı. Bütün mesele Ermeniler, Rumlar, Süryaniler, Kürtler ve Kemalistler tarafından aynı anda kendileri için talep edilen 12. maddenin nasıl yorumlanacağıydı?”
Kanaatimizce bu yaklaşım doğru olmamakla birlikte yazar bu ifadelerine herhangi bir dayanak gösterememiştir. Mustafa Kemal Paşa‘nın Nutuk‘ta belirttiği görüşleri manda meselesinin arkasındaki gerçekliği yansıtması bakımından aşağıya aynen alınmıştır: Görülüyor ki Efendiler! İtilaf Devletleri iki noktada haris bulunuyorlar. Birincisi; Wilson Prensiplerini Versay Konferansında kabul ve ilan ettiler. Buna nazaran Onikinci maddeyi ve bunun hükmünce bizim hukukumuzu kabul ettiler. Hâlbuki fiilî hareketleriyle Wilson Prensiplerini, Türkiye’nin hayat ve mukadderatını zamin ve kafil olan Onikinci maddeyi nazar-ı dikkatten dûr tuttular. İkincisi, şeref ve namusları üzerine imza etmiş oldukları mütarekenamenin hiçbir noktasına riayet etmedikten başka Onikinci maddenin ahkâmına muhalif olmak üzere devletimizi manda altına almak ve hatta büsbütün inkısama uğratmak kararlarına kadar ileri gittiler.” ifadelerden de hareketle Mustafa Kemal Paşanın manda yanlısı bir duruşunun olduğu iddiası hayalden öte bir şey değildir. Nihayet, savaş sonunda meydana gelen durumu görüşmek ve barışı imzalamak üzere savaşın galipleri 18 Ocak 1919’da Paris‘te toplanmıştır. Paris toplantılarına otuz iki devlet katılmakla birlikte, asıl söz sahibi olanlar İngiltere, Fransa, İtalya, ABD ve Japonya‘nın cumhurbaşkanları ve başbakanlarından oluşan “Onlar Komitesi”dir. Barış konferansında, sırasıyla Almanya (Versailles), Avusturya (St. Saint), Bulgaristan (Neuilly) ve Macaristan (Trianon) ile antlaşmalar imzalanmış, Osmanlı Devleti ile yapılacak antlaşma en sona kalmıştı. Osmanlı Devleti mirasının büyüklüğü, pek çok ihtirası üzerine çekiyor ve bu yüzden büyük çekişmeler meydana geliyordu. Barış konferansında Asya’da yeni kurulacak bir Türk devleti ve ayrı ayrı ortaya çıkacak; Ermeni, Kürt, Mezopotamya, Suriye ve Hicaz devletleri meseleleri görüşülecekti. Barış konferansı, bir taraftan Türkiye’yi, Fransa, İngiltere, Rusya ve İtalya arasında bölen gizli antlaşmalar; diğer taraftan da İngilizlerin Araplara verdiği taahhütlerle karşı karşıyaydı. Barış konferansı toplandığı zaman Rusya hariç, bütün devletler Türkiye’nin parçalanmasında hemfikirdirler. Boğazlar uluslararası bir yapıya kavuşturulacak, Ermenistan, Suriye, Filistin ve Mezopotamya; Osmanlı Devleti’nden ayrılacaktı . Bu sırada barış konferansına Osmanlı Ermenilerini temsilen katılan Boghos Nubar’ın The Times Editörü Frank Simonds’un “Türkiye’nin geleceği” 11 Haziran 1919 tarihli makalesine ilişkin cevabi yazısında, “Simonds’ın belirttiği gibi, özverili insani hizmetler için Ermenistan’da Amerikan mandası kadar daha büyük bir şans olamazdı ve bunun ABD’yi teşvik etmek için en iyi ve en güçlü argüman olacağını varsaymakta yanılmadım. Bunun Amerika Birleşik Devletleri’ni kabul etmeye teşvik etmek için en iyi ve en güçlü argüman olacağını düşünüyorum.” ifadelerine yer vererek memnuniyetinin açık bir şekilde ifade etmiştir .
Görüşmeler sırasında Amerika Cumhurbaşkanı Wilson, İtilaf Devletleri’nin menfaatlerini altüst eden birtakım prensipler ortaya atmıştı. Bu prensipler, menfaatleri için çarpışan ve savaşı kazandıktan sonra en büyük kazanımları elde etmek isteyen İtilaf Devletleri’nin işine gelmiyordu. Zira bu prensipler hem mağlup devletleri yeniden ayağa kaldırmış hem de müstemlekelerde tepkilere sebep olmuştu. Diğer yandan ABD’nin, bu tekliflerin ülkesine sağlayacağı birtakım çıkarların yanında, pek çok yük getireceğinin de farkında olduğuna işaret edilmektedir. Bu sebeple Amerikan kamuoyu ile kongresinin bu tasarıyı benimseyerek manda taleplerinin kabulünü onaylaması göz ardı edilemeyecek bir zorunluluk olarak ortaya çıkmıştır. Bu karara ışık tutabilmesi ve dayanak teşkil edebilmesi için Wilson’un önerisiyle ve Paris Barış Konferansı kararıyla teşkil olunan bir “King-Crane Komisyonu” ve daha sonra yine Wilson tarafından bizzat görevlendirilen “General Harbord Heyeti” Osmanlı topraklarında incelemelerde bulunmak üzere İstanbul, Suriye, Filistin ve Anadolu’ya gönderilmiştir. Bu sırada; vaktiyle kendilerinden istifade etmek için istiklâl vadedilmiş milletlerin (Arap, Yahudi, Ermeni, Kürt, Rum) ileri gelenleri Paris‘e gelmişlerdi . İngiliz diplomatlar, konferans boyunca Yunan ve Ermenilerin bütün iddialarını sorgulamadan doğru kabul etmişler ve onlara destek vermekten geri durmamışlardır. Bu doğrultuda; Harbord Heyeti, Doğu Anadolu’nun durumunu inceleyerek, burada gerek bağımsız bir Ermenistan’ın kurulması gerekse Amerika’nın mandaterliği kabul etmesi konusunda tarafsız bir rapor hazırlamakla görevlendirilmiştir. King-Crane Komisyonu ise özellikle Suriye’de manda meselesini incelemek üzere Orta Doğu’ya gönderilmiş, ancak komisyon önce İstanbul’a uğrayıp burada manda konusunda çalışmalar yapmıştır. Bu bilgiler dâhilinde, manda meselesinin ilk kez müttefiklerin gündemine alınmasına dair Salâhi R. Sonyel, Dörtler Konseyi’nin Mayıs 1919 tarihli toplantısına gönderme yapmaktadır. Sonyel’e göre; Amerika, Fransa, İngiltere ve İtalya devlet başkanları, kurulacak olan Ermenistan sınırının bizzat kendileri tarafından tespit edilmesini ve manda altına alınmasını kararlaştırmışlardır . Bu sırada demografik açıdan sağlam bir gerekçeye dayanmayan Ermeni isteklerinin aşırılığı Batılı devletler tarafından da anlaşılmıştır. Dörtler Konseyi aşırı taleplerde bulunan Ermenistan’ı da kontrol altına almaya gayret göstermiştir. Büyük devletlerin Ermeniler lehine takındığı bu korumacı tavır esasında yapmacıktı. The Times’da yer verilen makalede durum diplomatik bir dille ifade edilmeye çalışılmıştır:
“Ermenistan’daki görünümün ağırlığı tartışılmasa da, İngiliz Hükûmeti zaten sahip olduğu tüm sorumlu görevlerle Ermenistan’ı garnizon görevini üstlenemediğini düşünüyor. Ermenilerin ateşli bir ümidi, Birleşik Devletlerin nihayet ülkeleri için bir yetki almaya ikna edilmeleridir. Ermenistan’ı koruma görevi politikası görevi doğal olarak…Amerika Birleşik Devletleri’ne düşecekti.”
Bunun en iyi örneği Sevr metninde yer almakta olup, Ermeniler lehine birçok hüküm olmasına rağmen Lozan Antlaşması’nda bu konuların hiçbirine değinilmemiştir. Laurence Evans, manda meselesinin müttefiklerin gündemini belirlemesine ilişkin aynı döneme işaret etmektedir. Wilson, görüşmeler sırasında, daha önce kendi Dışişleri Bakanı Robert Lansing’in 18 Şubat 1919 tarihinde bölgeye bir müttefik heyetinin gönderilmesiyle ilgili resmî teklifini yenilemiştir. Bu teklif, “Dörtler Konseyi” tarafından kabul edilmiş, Clemenceau‘nun isteği üzerine “komisyonun seçiminde titiz davranılması ve Türkiye mandası hakkında incelemelerde bulunması” hususunda görüş birliğine varılmıştır. Batılı devletlerin Orta Doğu’ya ilişkin politikalarında petrol itici bir güç olarak daima önemli bir rol oynamıştır. Osmanlı Devleti’nin topraklarını parçalama amacına yönelik son dönemin en önemli malzemesi Hıristiyan tebaadan Ermeniler, Müslüman tebaadan ise Kürtler olmuştur . Böylece İngiltere, kendi gözetiminde bağımsız bir Kürt devleti kurdurmak suretiyle Türkiye’nin Ermenistan ve Mezopotamya arasındaki bölgeyi kontrol etmesini önlemiş olacaktı . Salahi Sonyel’in de belirttiği gibi büyük devletlerin Ermeniler lehine takındığı bu korumacı tavır esasında yapmacıktı. Bunun en iyi örneği Sevr metninde Ermeniler lehine birçok hüküm olmasına rağmen Lozan Antlaşması’nda bu konuların hiçbirine değinilmemiş olmasıdır.
Manda ve Himayeyi Kurtuluş Çaresi Olarak Görenler ve Mustafa Kemal Paşa
ABD Başkanı Wilson‘un önerisiyle ve Paris Barış Konferansı kararıyla teşkil olunan bir “King-Crane Komisyonu” İstanbul’da manda konusunda birtakım çalışmalar yapmak üzere hareket etmiştir. Bu sürecin altyapı hazırlıkları da esasında Batı kamuoyunda aynı dönemde yapılmaya başlanmıştır:
“Özetle, Türkiye sorunu, yalnızca etkilenen bölgenin ırkları, en azından şu anda bağımsız bir durumda bulunmadığı için Avustralya-Macaristan’daki sorundan farklıdır. Kendilerini yönetemezler…Batılı güçler ticari ve politik özlemlerini bir kenara bırakmaya hazır olsaydı, bu uluslar varlığını sürdürebilirdi. Yakın Doğu’nun yenilenmesi ile ilgili her türlü umudu yerine getirin. Bu bölgelerde misyonerlerimiz ve kolejlerimiz, halkların kendi karanlıklarından eğitim ve kurtuluşuna büyük katkı sağlamıştır. Amerika çok gerçek bir güç ve çok gerçek bir umut temeli…Paris’te pek çok kişinin inandığı gibi, yeniden inşa etme görevini üstlenme yükümlülüğümüz olabilir.”
Komisyon 26 mayısta hareket etmiş ve 3 haziranda İstanbul‘a ulaşmıştır. 31 temmuz günü saat l0.00’da başlayan görüşmelerde Millî Ahrar Fırkası ve İzmir Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nden Câmi ve Kemal Mücahid beylerin Osmanlı Devleti üzerindeki yabancı dış baskıyı kabullenmiş bir tavır içerisinde olduklarını, Osmanlı Devleti’nin devamını istemediklerini buna karşılık Türkiye’nin millî bütünlüğünü Wilson prensiplerine uygun bir şekilde savunduklarını yazmaktadır. Yaptıkları çalışmalar sırasında daha başlangıçta bütün partilerin komisyona beyan etmeyi kararlaştırdıkları iki temel nokta üzerinde birleştiklerini görmekteyiz. Bu iki temel mesele şu şekilde tespit edilmiştir:
1. Hukuk-ı hilafetin tamamen mahfuziyesi,
2. Manda ve himaye şekillerinden azade olarak millî istiklalin temini.
Siyasî partilerin başlangıçta millî istiklâlin temini hususundaki bu tür karar ve çabaları Amerikan komisyonuyla temaslar sonucunda giderek zayıflamış, değişik düşünceler ortaya atılmış ve “istiklâl-i tam” fikri geri planda kalmıştır . Kara Vasıf‘ın Mustafa Kemal Paşa‘ya yazdığı 10 Ağustos l920 tarihli gizli mektupta yer alan ifadelerden çok farklı değildir. Kara Vasıf, İstanbul’da bulunan aydınların ekseriyetini Amerikan mandası taraftarı olarak göstermekte ve bu suretle Anadolu’da kongreler vasıtasıyla millî hâkimiyetin ve millî birliğin tesisi için gayret sarf eden Mustafa Kemal Paşa’yı manda fikrini kabullen¬me¬ye zorlamaktadır. Ancak Mustafa Kemal Paşa’nın bu tür fikirlere sıcak bakmadığı ve itibar etmediği bilinmektedir. Ali Fuat Paşa ile yapmış olduğu yazışmalarda manda meselesinin ayrıntılı şekilde incelenmeye muhtaç bir konu olduğuna dikkat çekmektedir. Bu görüşmeler sırasında Amerika yönetimi adına ortaya çıkan en şaşırtıcı sonuç; İstanbul aydınının Türkiye’nin Amerikan mandası altına alınması konusundaki anlaşılmaz nitelikteki aşırı isteği olmuştur. Tarihte istiklâli için yaşamış ve değişik milletleri idare etmiş bir kavmin temsilcilerinin bu tarz bir teslimiyet içinde olması ve müstemlekeci bir yönetim tarzını talep etmesi Amerikalılar tarafından hayretle karşılanmıştır. Diğer yandan Millî Mücadele’nin ilk dönemlerinden itibaren Wilson Prensipleri ve millîyet esası, hemen hemen bütün mahallî ve bölgesel hareketlerin tezlerini dayandırdıkları ortak gerekçelerdir. Bu yaklaşımın Mustafa Kemal Atatürk döneminde okutulan resmî ders kitabında da yer aldığını görmekteyiz: “…Ordu dağılmış; kumandan ve zabitler, Umumî Harbin mihnet ve meşekkatlerile yorgun, yürekleri vatanın parçalanmakta olduğunu görmekten ezgin, gözleri önünde derinleşen karanlık felaket uçurumu kenarında dimağları kurtuluş çareleri aramakla meşgul…” şeklinde Nutuk’a atıf yapılmakla birlikte özetle şu yorum yapılmaktadır: “Bu sırada kurtulmak için, çare olarak halka üç veçhe (direktif) gösteriliyordu: 1. İngilterenin himayesini istemek; 2.Amerika mandasını istemek (bu iki veçheyi gösterenler Osmanlı Devletinin bir kül halinde muhafazasını düşünenlerdi); 3. üncü veçhe, Osmanlı İmparatorluğunun tamamlığını muhafaza kabil olamıyacağına göre, muayyen mıntakaların istiklâl ve hürriyetlerini temin veya muayyen mıntakaları Osmanlı vahdetinden ayırmak suretile onun uğrıyacağı akıbetten kurtarmıya matuftu. Mustafa Kemal, bu fikirlerin hiçbirinde isabet görmüyordu.”
Bu iki kaynakta özetle manda taraftarlarına ilişkin şu sonuca varılmaktadır: İstanbul’da aydınlar arasında Amerikan mandası altında yaşamak fikriyatı hâkimdir. Bu aydınlara göre, İngiltere ile geçmişte yaşanan pek çok siyasî anlaşmazlık ve harpler yaşanmıştır. İngilizlerin Türkleri “affetmeleri ve korumaları” kolay bir iş olmayacaktır. Fakat Amerika ile Türkler arasında herhangi bir ihtilaf yaşanmamıştır. Osmanlı yönetimi artık egemen bir devlet halinde yaşayamaz; varlığını koruması, ancak himaye altına girmesiyle mümkündür. Osmanlı’nın manda altına girmesi halinde Amerika’nın Filipinlere sağladığı yardımla gelişmesi gibi Türkler de medeniyet sahasında hızla ilerletilecektir.
Kongreler Döneminde Manda Tartışmaları
Bilindiği gibi Erzurum ve Sivas Kongrelerinde en çok tartışılan konulardan birisi de “manda meselesi” olmuştur . Meselenin ders kitaplarındaki anlatımına geçmeden önce yerli ve yabancı kaynaklarda kongreler özelinde meselenin nasıl işlendiğine bakmak gerekmektedir. Erzurum Kongresi’nde her türlü mandanın kabul edilemeyeceği hususunda alınan karara rağmen, Sivas Kongresi’nde manda yanlıları, Millî Mücâdele’yi, daha başlangıçta sonuçsuz bırakacak girişimlerde bulunmuşlardır. Sivas Kongresi öncesi özellikle Amerikan mandası taraftarlarının müthiş bir propaganda faaliyeti yürüttükleri anlaşılmaktadır. Millî Mücadele’nin önemli sîmâlarından Kara Vasıf ve Halide Edip Hanımın Mustafa Kemal Paşa‘ya yazdıkları mektuplar dikkati çekmektedir. Kara Vasıf Bey, mektubun bir yerinde özetle şu ifadelere yer vermektedir: “…Elbette istiklâlimize en çok mahzuru dokunmakla beraber, Amerika bizi, Avrupa boyunduruğundan, dâhili imtiyaz ve keşmekeşlerden kurtaracak, memlekete para sarf edecek, iş çıkaracak, bizi asrî bir inkişâfa mazhâr edecek yegâne hükümettir... Amerika’yı kazanmak. Bir defa evet derse âh bir evet derse, konferansa bizim dava vekilimiz sıfatıyla gözlerini beletirse, zannederim ki vatan kurtulmakla hiç teahhur etmeyecek.”
Halide Edip Adıvar da, 10 Ağustos 1919 tarihli yazısında; “...Sivas Kongresi in’ikat edinceye kadar Amerikan Komisyonu’nu alıkoymağa çalışıyoruz. İşte bütün bunlar karşısında, davamızda zâhir olabilmesi için, bu fırsat dakikalarını kaybetmeden taksim ve izmihlâl korkusu karşısında, kendimizi Amerika’ya müracaate mecbur görüyoruz.” Anlaşılacağı üzere; Adıvar, geçici Amerikan mandasının Türk milletinin haklı davasını kazanmasında, daha az zararlı bir yol olduğuna inanmaktadır. Rauf Bey, yaşanan bu gelişmeleri şu şekilde izah etmiştir: “İstanbul‘daki, asker sivil münevverlerin büyük bir ümitsizlik içinde, memleketin bundan böyle bir İngiliz veya Amerika murakebesi, yani mandası olmadan yaşayamayacağını, bilhassa mali sıkıntılardan kurtulmak için behemehâl İngiltere ve Amerika gibi büyük bir milletin mandası altına girilmesini zaruri gördüklerini ve bunu temin için teşebbüslere hatta bazılarının bu hususta İstanbul’daki Amerikan Tetkik Heyetiyle temasa geçtikleri bildiriliyordu.”
Rauf Bey’in kongrede manda hususuna ilişkin şu noktalara değinmiştir:
“İktisadî, malî ve sınaî ihtiyaçlarımızı taktir ile devlet ve milletimizin iç ve dış istiklâli ve vatanımızın tamamiyeti mahfuz kalmak şartıyla, memleketimize karşı istila emeli beslemeyen herhangi bir devletin fennî, sınaî ve iktisadî yardımını memnuniyetle karşılayacağımızı ve bu insanca adil şartları havi bir sulhu, beşerin selameti ve alemin sükûnu adına, yapmaya hazır olduğumuzu ilan etmiştik. Şimdi bu yardımı Amerika’dan istememiz muvafık görülüyor, Amerika da buna talip oluyorsa, kanaatimce, bunun açıkça ifadesinde bir mahzur olamaz… Zayıf kaldığımız müddetçe, taksim tehlikesi de baki kalacaktır. Bu sebeple, bir an evvel kuvvetlenmenin çaresini bulmamız lazımdır. Kanaatime göre bu da ancak, tarafsızlığı malûm olan Amerika’nın yardımını kabulle kabil olabilir.”
ABD mandası konusunda kongre sürecinde en önemli adım 8 Eylül pazartesi günü yapılan dördüncü birleşimin ilk oturumunda gerçekleşmiştir. İsmail Fâzıl Paşa’nın İhzari Encüme’ninden daha önceden, Teklif Encümeni’ne havale edilmiş olan muhtırayı gündeme taşımıştır. Gündeme alınan bu muhtıra hakkında İsmail Fâzıl Paşa özetle şu ifadelere yer vermiştir. “...Yolda gelirken Hami Beyle teati-i efkâr etmiş ve birtakım esasat hazırlamıştık. Hami Bey bu esasatı İhzarı Encümene izah etti; bil-müzâkere bunlar kabul edildi ve encümen namına kongre heyet-i umumiyesine teklif edilmek üzere bir muhtıra şeklinde kaleme alınmasını encümen Hami Bey’e tevdi etti. Hami Bey bunu kaleme alarak muhtırayı vücuda getirdi.” Muhtıranın okunmasının ardından, söz alan Mustafa Kemal Paşa, muhtıranın içeriği hakkında görüşmelere geçilmeden önce bazı noktalara dikkat çekmek istediğini ifade etmiştir. Bu noktalardan ilki, Mr. Braun ve beraberinde getireceği elli bin kişilik amele ordusudur . Söz alan Kara Vasıf Bey (Gaziantep Delegesi) mandanın içeriği hakkında uzun bir beyanatta bulunmuştur. Vasıf Bey’e Manda’yı “…Üç türlü manda icat edilmiştir. Bunların birincisi akvam-ı bedeviye ve müstemlekât üzerine vaz edilecek manda; ikinci Harb-i Umumi’den sonra kesb-i istiklâl etmiş milletler ve mesela Ermeniler üzerine vaz olunacak manda ve üçüncüsü de harb-i umumiden evvel de müstakil olan devletler hakkında mevzu-ı bahis olan manda! İşte bizimki bu üçüncü kısma dahildir ve hatta biz bu üçüncü kısma dahil olabilecek yegâne devletiz...” şeklinde tarif etmiştir.
Daha sonra söz alan Osman Nuri Bey, Hami Bey’le yaptıkları görüşme neticesinde, Hami Bey’in “Manda’nın muhilli istiklâl (bağımsızlığı zedeleyen) olmadığını” söylediğini ifade etmiştir. Daha sonra 20 maddeden oluşan bazı noktaların kaydedildiğini ve devletler hukukunda kabul edilen bağımsızlığın korunması halinde mandanın teklif edilebileceğini ifade etmiştir. İsmail Fâzıl Paşa’nın da bu öneriyi kabul ettiğini ilâve etmiştir . Bu ifadelere ilişkin söz alan Şükrü Bey hangi devletin mandasının kabul edildiğini şu şekilde îzâh eder: “Memlekette ne fen, ne sanat, ne para var; binaenaleyh elbet bir muavenete ihtiyacımız var. Bu itibar ile müzaheret lüzumuna kani olduk; bu müzahirin en muvafıkı kim olacağını düşündük. Mevcut dört devletin hangisinin muvafık olacağını hesap ettik. İngiltere‘yi kabul edecek olursak, arabamızı sürükler. Fransa mali itibarıyla müsait vaziyette değil, kendisi muhtac-ı himmet. İtalya‘nın Anadolu‘daki ihtirasatı manidir dedik ve binaenaleyh en muvafık devlet olarak Şarkta istila politikası düşünmeyen Amerika’yı kabul ettik.”.
Kongrenin ilerleyen saatlerinde manda meselesi hakkında tartışmaların şiddetinin biraz daha arttığı dikkati çekmektedir. Bununla birlikte Mustafa Kemal Paşa, verilen raporda; vurgulanan “devletin iç ve dış bağımsızlığından vazgeçmemesi ve devlet ve ulusun zararlı dış baskılara karşı bir yardım ve desteğine gereksinmesi” noktalarına temas ederek bu hususun Teklif Encüme’ne havalesini istemiştir. Buna karşın, Bekir Sami Bey ve İsmail Fâzıl Paşa bu öneriye karşı çıkmışlardır. İsmail Fâzıl Paşa özellikle şu noktalara temas ederek: “Kaybedecek zamanımız yoktur; esasen mesele de basitleşmiştir: Tam istiklâl mi, yoksa manda mı kabul edeceğiz? Tespit edeceğimiz karar budur. Böyle mühim ve ehem olan bir meseleyi tekrar encümene ve ondan sonra tekrar heyet-i umumiyeye havale ile vakit geçirmeyelim. İş uzar. Zamanımız kıymettardır. Buna bugün, yarın, yahut öbür gün herhalde heyet-i umumiyede bir karar verelim. Encümende vakit geçirmeyelim, çünkü pek ruhu bir meseledir”. diyerek bir an evvel kongrenin manda hususunda karar vermesini istemiştir. Bundan sonra Hami Bey de söz almış öncelikli olarak İsmail Fâzıl Paşa’ya ve Bekir Sami Bey’e katıldığını ifade ederek şunu eklemiştir: “…Herhalde bir müzaherete muhtacız ve bunun en iptidai dahili de varidat-ı devletin ancak borcumuzun faizine tekabül edebilmesidir!” Bu ifadelere karşın, manda aleyhine atıfta bulunan Rauf Bey “…manda tabirini kullandığımız zaman artık istiklâliyat tâbirini kullanamayacaksak, mandayı kabul etmemeye burada karar verelim.” diyerek, tartışmanın daha da sertleşmesine sebep olmuştur. İsmail Fâzıl Paşa, Rauf Bey’in bu ifadelerine karşılık uzun bir konuşma yapmıştır. Bu konuşmasının bir yerinde aynen şu ifadeye yer vermiştir: “…Biz (Bekir Sami, Hami Bey) mandayı kabul ediyoruz da, istiklali istemiyoruz demedik! Eğer maksadımız bu ise, her üçümüzü de hain-i vatan telakki ederim! Manda demek, siyaseten olmaktan ziyade iktisaden memleketin imar ve i’lâsı için lazım gelen muavenet ve müzaheret demektir.” ifadelerinden de anlaşılacağı üzere, İsmail Fâzıl Paşa ve diğer mandayı savunan kongre delegeleri, Türk milletinin yaşanan büyük felaketlerin ardından tek çıkar yolunun güçlü bir devletin manda ve himayesine girmesinin gerekli olduğunu düşünmekle beraber daha ileri giderek böyle bir uygulamaya mahkûm ve mecbur olduklarını düşünmektedirler. Bu fikri savunanlar Türk milletini sevip çaresizliğine inanıp, manda ve himayeyi tek kurtuluş yolu olarak gören Türk aydın ve idarecileridir. Bu açıdan bahsi geçen bu kimseleri, Türk milletinin aşaması veya kurtuluşu pek umurlarında olmayan kimselerden kalın çizgilerle ayırmak gerekir. Daha sonra tekrar söz alan İsmail Fâzıl Paşa, yanlış anlaşılmaya yol açtıklarını ifade ederek, Bekir Sami Bey ve Hami Bey’in bu muhtırayı geri aldıklarını belirtmişlerdir .
Bu doğrultuda, İhzari Encümen’de hazırlanan muhtıra çerçevesinde manda meselesi dördüncü birleşimin birinci, ikinci ve üçüncü oturumlarında uzun uzadıya tartışılmış ve sonuçta, 7. Maddenin Erzurum Kongresi Beyannamesi’nde düzenlendiği biçimde kalması kabul edilmiştir . Mustafa Kemal Paşa, manda meselesinin kongrede karara bağlanmasını şu şekilde ifade eder: “… pek uzun ve münakaşalı devam eden bu manda müzakeresi, taraflarını iskat edecek mütesassıt bir çare ile hitam buldu”.
Manda ve himaye fikrinin neredeyse tüm boyutları ile tartışılmış olduğu Erzurum ve Sivas kongrelerinde yukarıda da işaret edildiği üzere akademik çalışmalara paralel olarak ayrıntılı bir şekilde anlatım sergilendiği görülmektedir. Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti’nce hazırlanan 1931’den itibaren uzunca bir süre liselerde okutulan Türkiye Cumhuriyeti Tarihi ders kitabında, kongrelerde alınan kararlara ayrıntılarıyla işaret edilirken, manda taraftarlarının isimlerine herhangi bir şekilde yer verilmemiştir. Ayrıca, “İstanbul’dan gelen bazı mektuplarla, kongreye gelen bazı kimselerin sözleri üzerine, bir Amerikan mandası meselesi konuşuldu. Anadolu murahhaslarının çoğu mandanın şiddetle aleyhinde idi. Zaten Erzurum Kongresi sarahatle manda aleyhinde karar vermişti. Sivas Kongresinin büyük ekseriyeti de mandanın kabulü aleyhine rey verdi; Türk Milleti tam bir istiklâl istiyordu ve kendi işlerini millî kuvvetile başarabileceğine kani idi”. kongre süreci ifadeleri ile de özetlenmiştir. Karal ise kongreler bahsinden ayrıntıları ile bahsetmiştir. Erzurum Kongresi’nde manda meselesi özelinde, “istiklâlden anlaşılan mânanın tam istiklâl olduğu, yabancı unsurlara hâkimiyetimizi ihlâl edecek imtiyazların verilmiyeceği ve herhangi bir devletin himayesi kabul edilmeyeceği…” açıklanmıştır. Karal, Sivas Kongresi’nde manda meselesinin “üyelerden bir grup” tarafından tartışıldığını ifade ederken kongre çalışmaları sırasında, Mustafa Kemal Paşa’ya “Anadolu’da müstakil bir devlet kurulmasının” da teklif edildiğine işaret edilmiştir. Manda taraftarlarının, Sivas halkı tarafından alaya alındığını ifade ederken, “Kongre; gündemine almış olduğu, bir önergeyi de uzun boylu münakaşa etti. Konu, Türkiye’nin Amerikan mandası altına konulması idi. Manda taraftarları memleketimizin içinde bulunduğu maddi şartları ileri sürerek, bu fikri savunmaya çalıştılar. Fakat kabul ettirmeye muvaffak olamadılar. Millî iradenin meydana getirdiği Kuva-yı Millîye ruhu böyle bir tedbirle elbette ulaşamazdı.”
Kongrenin hemen sonrasında The Times’da, Sivas Kongresi’nin İstanbul Hükümeti üzerindeki tesirine ilişkin, “Türk Hükümeti’ne Baskı” başlıklı yazıda özetle şu ifadelere yer verilmiştir:
“Hükümet, Erzurum ve Sivas kongrelerinin kararlarına saygı duyacaktır.
Türklerin Barış Konferansı delegeleri, milletin güvenini kazanmış kişiler arasından seçilecektir.
Merkezi Hükümet bu kararları kabul ederse, diğer sorunlar Mustafa Kemal’e göre kolayca çözülebilir. Söylentilere göre, birçok kaynakta, Paşa’nın ifade ettiği diğer sorunların, siyasî suçlulara genel bir af verilmesi, -bittabi katliamlardan, sürgünlerden ve katliamlardan suçlu kişilere verilecek olursa-, itilaf Yetkilileri tarafından itiraz edilecektir. Savaş esirlerine işkence yapanlar ve Damad Ferid Paşa’nın, tutuklanması da bunlara dahil olacaktır.”
Sivas Kongresi’nin hemen sonrasında Müttefik güçlerden İstanbul Hükümeti’ne uyarı gecikmemiş, The Times’ın 29 Ekim 1919 tarihli haberinde, kongreler sürecinde yaşananların ilk kez İstanbul Hükümeti’ne yönelik bir “darbe” etkisi yarattığı imasında bulunulmuştur:
“Sivas’tan Sultan’a mesaj gönderen 200’e yakın eşrafın, Mustafa Kemal Paşa tarafından aldatıldığına dair rapor doğrulanmadıysa da, millîyetçi hareketin, özellikle Kürt ilçelerinde, bazı bölgelerde kayda değer bir muhalefet kazandığı şüphesi doğmuyor. Kürt olan kişilerin tutuklanması, Kürt ile Türk arasında her zaman gizli düşmanlığı canlandırdı. Mustafa Kemal Paşa’ya katılmış olan generaller hakkında sağlam temelli söylentiler, iddialar var…Saray’ın, Müttefik Güçlerden, Millî Mücadele konusunda bir nota aldığına dair ifade yanlıştır. Ancak Müttefik Güçlerin Yüksek Komiserlerinin resmi olmayan bir şekilde Türk makamlarına, siyasî muhaliflerin zulmüne kayıtsız kalmayacakları konusunda uyarıda bulundukları anlaşılmaktadır. Başkentte teşvik edici, kışkırtıcı bir hava hâkim.”
Bu ifadelerden de anlaşılacağı üzere, işgalci devletler Anadolu’daki millî direnişi yakından takip etmekle birlikte Anadolu’da etnik mahiyette ayrıştırma hevesini diri tutmakta hiçbir zaman geri durmamıştır.
Sivas Kongresi Sırasında Amerikalı Gazeteci Edgar Louis Browne’nın Temasları
Sivas Kongresi sırasında da bir Amerikalı gazetecinin Sivas’ta bazı temaslarda bulunduğu bilin-mektedir. Browne, İstanbul’daki Amerikan mandası taraftarları ve Türkiye’deki Amerikalıların isteği üzerine Sivas’a gelmişti. Hiçbir resmî sıfatı bulunmayan gazeteci E. L. Browne’a âdeta Amerikan temsilcisi sıfatıyla bakılmış ve kendisine büyük ilgi gösterilmiştir . Gazeteci Browne’nun da tesiriyle Amerikan senatosuna bir telgraf çekilmek suretiyle “Amerikan azasından mürekkep bir komitenin Osmanlı Devleti’nin her köşesine gönderilmesi” talep edilmişti.
Browne Sivas‘ta bulunduğu süre içinde Mustafa Kemal Paşa, Rauf Bey ve diğer kongre azaları ile görüşmelerde bulunmuş ve 20 Eylül’de Sivas’tan ayrılarak Amerika’ya dönmüştür. Sivas’tan çekilen telgrafın İngilizce metnini hazırlayan Browne mektubun orijinalini yanına almış ve bir suretini de Paris‘te C.R. Crane’e sunmuştu. Sivas’taki temasları sonucunda Browne’nun şahsi görüşü; Türkiye ve İran Azerbaycanı’nı birleştirmek suretiyle bir devlet hâline getirerek Erzurum ve Trabzon‘u Ermenistan‘a vermek şeklindeydi. Ayrıca Türkiye ve Ermenistan’a Amerikan mandasının uygulanması sağlanacak ve Ermenistan müstakil sayılmayıp Türkiye’ye bağlı muhtar bir hükûmet olacaktı. Bu fikirleri Browne’nun şahsi görüşleri olarak kabul etmek mümkün olmakla birlikte yakın doğuda yaşayan Amerikalıların da aynı görüşleri paylaştıklarını söylemek imkân dâhilindedir.
Amerikalı gazeteci Browne’nun Sivas’ı terk ettiği gün General James G. Harbord başkanlığında gelen heyet, Heyet-i Temsiliye döneminde cereyan eden Türk-Amerikan ilişkilerindeki üçüncü önemli gelişmedir. Harbord Heyeti’nin vazifesi doğuda bir Erme¬nistan‘ın kurulmasının mümkün olup olmadığını araştırmaktı.
Sivas‘ta Mustafa Kemal Paşa ile 24 Eylül 1919’da görüşen General Harbord, Millî Mücadele liderine kendi görüşünü kabul ettirmeye çalışmıştır. Mustafa Kemal Paşa çeşitli konular üzerinde soruları bizzat cevaplandırmış, “Millî Mücadele hareketinin ortaya çıkış sebepleri” , “İslam dini ve gelenekleriyle bağdaşmayan Bolşevikliğin Türkiye’de yeri olmadığı” hususunda “Damat Ferit’in içine düştüğü yanlışlığın” ve “İngilizlerin Türkiye’ye uyguladıkları politikanın haksızlığı” üzerinde durmuştur. Mustafa Kemal Paşa görüşmede ayrıca General Harbord’a bir muhtıra vermiştir. Muhtırada yer alan görüşler Millî Mücadele’nin ana fikrini ortaya koyması bakımından önemli olduğu gibi Heyet-i Temsiliye’nin Amerika ile ilişkilere bakış açısını şu ifadelerle ortaya koymaktadır:
“Türk milleti bin yıldan fazla bir zamandır bu topraklarda yaşama hakkına sahiptir. Bu, eskiye ait kalıntılarla tespit edilmiştir. Osmanlı Devleti’ne gelince, bu devlet yedi asırdır yaşamaktadır ve muhteşem mazisi ve tarihiyle övünebilir. Biz kudreti ve haşmeti bütün dünyada, Asya ve Afrika kıt’alarında tanınan bir milletiz. Savaşçılığımız ve ticaret gemilerimiz okyanusları aşmış ve bayrağımızı Hindistan’a kadar götürmüşlerdir. Kabiliyetlerimiz bir zamanlar sahip olduğumuz ve bütün dünyada bilenen hâkimiyeti¬mizle ispat edilmiştir... Eğer memleketimiz yabancıların entrika ve müdahale kâbusundan kurtarılırsa ve memleket meseleleri millî irade ve arzulara saygı duyan muktedir bir hükûmet tarafından idare edilirse memleketin bütün dünya için memnuniyet kaynağı olacak bir duruma geleceğine dair kat’i teminatları verebiliriz. Bizi kurbanı olduğumuz haksız baskıdan kurtarmak ve kalkınmamızı hızlandırmak yolunda kudretli ve tarafsız bir yabancı milletin yardımının bizim için çok kıymetli olacağını ayrıca belirtmek isteriz” .
Sivas Kongresi sırasında gelişmeleri yakından takip eden ve burada lider kadro ile yakın temasta sağlamış olan Amerikalı gazeteci E. L. Browne, The Times’ta haber yapılmıştır. “Türklerin Büyük Britanya’ya Düşmanlığı ve Mustafa Kemal’in Suçlamaları” başlıklı yazıda aynen şu ifadelere yer verilmiştir: “Kısa bir süre önce Sivas’tan dönen ve millîyetçi liderlerle çok sayıda görüşme yapan bir Amerikan gazetesi muhabiri, millî direnişin liderinin güçlü bir şekilde İngiliz karşıtı duygularını açığa vurmuştur... Mustafa Kemal’in İngiltere’nin Türkiye’yi yıkmak istediğini söylemesi, gülünçtür. Ancak onlara ilham veren acılar açıktır. Yayınları, Türk köylülerin veya ılımlı partilerin görüşleri ne olursa olsun, direnişin İttihat ve Terakki Partisi’nin mücadele örgütü olabileceği inancını doğrular.”
Sonuç
Birinci Dünya Savaşı bitiminde Paris Barış Konferansı ile başlayan ve ardından Londra ve San Remo’da devam eden süreçte işgalci devletler, Osmanlı Devleti ile barış yapılandırılması kapsamında Ermenistan çözümlemesini tam olarak netleştirememiş ve nihayet Türk‐Ermeni sınırının hakemliğini Başkan Wilson’a havale ederek, Birleşik Devletleri de Ermenistan mandaterliğine davet etmiştir. Bu sayede, Müttefik unsurların ülkelerinin çıkarları doğrultusunda ortaya koydukları gayretleri Orta Doğu başta olmak üzere stratejik mevkilerde kısa vadede çözüme kavuşturulmaya çalışılmıştır. Bu gayretin arkasındaki sorumlunun ABD Başkanı Wilson olduğunu söylemek yanlış da olmaz. Millî Mücadele’nin başlarından itibaren Anadolu’daki direnişe kayıtsız kalamayan The Times gazetesi idarecileri Osmanlı mirası olan topraklar üzerinde tesis edilmeye çalışılan manda ve himaye gayretlerini çoğunlukla abartılı bir biçimde İngiltere’nin emelleri doğrultusunda kullanma gayretinde olmuştur. Gazetede genel hatları ile işaret edilen husus ise; Müttefiklerin, Türkiye’den alınacak topraklar konusunda anlaşarak, Türk devletinden Ermenistan, Suriye, Mezopotamya, Kürdistan, Filistin ve Arabistan‘ın tamamen ayrılması konusunda görüş birliğine varmış olmaları gerçekliğidir. Fakat gizlenmeye çalışılan gerçek çok geçmeden açığa çıkmıştır: İngiltere, Kürtlerin mandaterliğini üzerine almak suretiyle, onları Mezopotamya ve İran‘da Ruslara, Türklere hatta Araplara ve İran’a karşı kullanmak düşüncesindeydi. Bu düşüncelere karşı Mustafa Kemal Paşa, manda ve himaye arasında sıkışan gerek siyasî gerekse sözde aydınların zihin bulanıklığını giderdikten sonra ortaya koyduğu millî andın temel esaslarını, Türk milletinin bağımsızlık ruhuna dayandırmıştır. Mücadelenin lider kadrosu bu sayede Millî Mücadele hareketinin millî sınırlara dayalı ve tam anlamı ile bağımsız bir devlet olmaktan başka bir amaç taşımadığını açıkça ortaya koymuştur.
Kaynakça
“Allied Warning to Turkey Anti-Committee Politicians in Better Heart”, The Times (London), (29 Oct. 1919).
“British Troops Leaving Armenia”, The Times (London), 12 Aug. 1919).
“Mr. Wilson’s Warning to Turkey”, The Times (London), (5 Sep. 1919).
“Pressure on Turkish Government”, The Times (London), (15 Oct. 1919).
“Turkish Hostility to Britain Mustapha Kemal Accusations”, The Times (London), (25 Oct. 1919).
“US and a Mandate”, The Times (London), (5 Apr. 1920).
AKBULUT, Dursun Ali, “Sivas Kongresi’nin Gündemi”, Sivas Kongresi I. Uluslararası Sempozyumu, Sivas İli, Sanat, Kültür ve Araştırma Vakfı yayını, Sivas, 2002.
AKGÜL, Suat, “Paris Konferansı’ndan Sevr‘e Türkiye’nin Paylaşılması Meselesi”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Cilt VIII, Sayı 23 (Mart 1992).
AKGÜN, Seçil, “Ankara Anlaşması-Hazırlanış ve Önemi”, Prof Dr. Şükrü Esmer’e Armağan, AÜ Siyasal Bilgiler Fakültesi Yay., Ankara 1981.
ARMAOĞLU, Fahir, “Atatürk Döneminde Türk-Amerikan İlişkileri”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Cilt XIII, Sayı 38 (Temmuz 1997).
ATATÜRK, Mustafa Kemal , Nutuk 1919-1927, (Yay. hzl. Zeynep Korkmaz), Atatürk Araştırma Merkezi Yay., Ankara 2000.
BAYUR, Yusuf Hikmet, “Kuva-yı Millîye Devrinde Atatürk’ün Dış Siyasa ile İlgili Bazı Görüş ve Davranışları”, Belleten, Cilt XX, Sayı 80 (Ekim 1956).
CEBESOY, Ali Fuat, Millî Mücadele Hatıraları, Temel Yayınları, İstanbul, 2000.
ÇELİK, Edip F., Milletler Arası Hukuk, Cilt: I, İstanbul, 1975.
EDEN, Şükrü Nuri, “Şark Meselesinin Dış Boyutu”, EÜ Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı 4 (Kayseri 1990).
EVANS, Laurence, Türkiye’nin Paylaşılması 1914-1924, (çev.Tevfik Alanay), Millîyet Yayınları, 1972.
HELMREICH, Paul C., Sevr Entrikaları, (çev. Şerif Erol), İstanbul, 1996.
HOWARD, Harry, The Partition Of Turkey, A Diplomatic History 1913-1923, New York l966.
İĞDEMİR, Uluğ, Sivas Kongresi Tutanakları, 3. Baskı, TTK Yay., Ankara 1999.
KANSU, Mazhar Müfit, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, 1. Cilt, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 2009.
KARABEKİR, Kâzım, İstiklâl Harbimiz, Cilt I, (Yay. hzl. Faruk Özerengin), Cilt I-III, İstanbul 1995.
KARAL, Enver Ziya, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi (1918-1960), Millî Eğitim Basımevi, İstanbul, 1960.
KASALAK, Kadir, Millî Mücadelede Manda ve Himaye Meselesi, Ankara 1993.
KIESEE, Hans-Lukas, Iskalanmış Barış (Doğu Vilayetleri’nde Misyonerlik, Etnik Kimlik ve Devlet 1839-1938), (çev. Atilla Dirim), İletişim Yay., İstanbul, 2005.
KIRZIOĞLU, Fahrettin, “Amerikan Mandasını Kimler İstiyordu ve Nasıl Öneriyorlardı”, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, Sayı: 67’den ayrı basım, (İstanbul 1973).
NUBAR, Boghos, “Avenue du President Wilson”, The Times (London), (25 Jun. 1919).
Nutuk, Vesikalar, Cilt III, s.1178-1190(Belge 220).
ORBAY, Rauf, Cehennem Değirmeni, Siyasî Hatıralarım, Cilt I, İstanbul 1993.
ÖZTÜRK, Ayhan, Millî Mücadelede Gaziantep, Kayseri 1994.
SIMONDS, Frank H., “ The Future of Turkey”, The Times (London), (11 Jun. 1919).
SONYEL, Salâhi R., Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika, Cilt I, Ankara 1987.
TANSEL, Selahattin, Mondros’tan Mudanya’ya Kadar, Cilt I, MEB Yay., İstanbul 1991.
Tarih IV (Türkiye Cumhuriyeti) , Devlet Matbaası, İstanbul 1931.
Tevfik Bıyıklıoğlu, Atatürk Anadolu’da 1919-1921, Ankara 1959.
TTTC, Tarih IV (Türkiye Cumhuriyeti) , Devlet Matbaası, İstanbul 1931.
TUNÇ, Salih, “Mütareke Dönemi Aydınlarından Müderris Ahmet Selahattin Bey’in İstiklâlci Fikirleri”, Askeri Tarih Bülteni, Y.26, S.50, (Şubat 2001).
TURAN, Mustafa, Millî Mücadelede Siyasî Çözüm Arayışları, Afyon 1999.
TURAN, Şerafettin, Türk Devrim Tarihi I, İmparatorluğun Çöküşünden Ulusal Direnişe, Ankara 1991, s.94.; Tuncer Baykara, Türk İnkılâp Tarihi ve Atatürk İlkeleri, İzmir 1993.
ÜNAL, Tahsin, 1700’den 1958’e Kadar Türk Siyasî Tarihi, Ankara 1974.
YALÇIN, E. Semih, “Millî Mücadele Dönemi Türk-Amerikan İlişkileri Çerçevesinde King-Crane Komisyonu ve General Harbord Heyetleri”, Atatürk 4. Uluslararası Kongresi, 25-29 Ekim 1999, Türkistan- Kazakistan.
YALÇIN, E. Semih, “Mütareke Döneminde King-Crane Komisyonunun İstanbul‘daki Faaliyetleri”, Prof. Dr. Abdulhalûk Çay Armağanı, Cilt II, Ankara 1998.