HÜRRİYET YOLUNDA BİR ÖMÜR: ZİYA GÖKALP’IN YAŞAMI VE DÜŞÜNCE YAPISI
Prof. Dr. İsmet TÜRKMEN
Tokat Gaziosmanpaşa Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, Tokat
(e-posta: iturkmentug@gmail.com)
Giriş
Türkiye'de Türk milliyetçiliği düşüncesinin önde gelen kuramcısı olan Ziya Gökalp, Diyarbakır doğumlu olup, babasının verdiği isimle Mehmet Ziya, yaygın kabule göre 23 Mart 1876 tarihinde Kanun-ı Esasi’nin ilanından kısa bir süre sonra çağının aydın bir ailesinin ferdi olarak dünyaya gözlerini açmıştır . Ali Nüzhet Göksel, Ziya Gökalp’ı şu şekilde tasvir etmektedir: “Gökalp; orta boylu, şişmanca yapılı, beyaz tenli, siyah saçlı, ela gözlü, dalgın ve rüya bakışlı idi. Yüzüne baktığınız zaman, çok defa başını sağa doğru eğilmiş görürdünüz. O daima düşünceli dururdu. Sesi tatlı, güler yüzlü, duruşu davranışlarıyla etrafındakilere emniyet verirdi… Fakat bu durum ve sakin duran adamın, sık sık iç dünyasından bir yanardağ gibi zaman zaman fikir lavları fışkırdı...”
Gökalp’ın babası, Vilayet Evrak Memuru Mehmet Tevfik Efendi (1851-1890), annesi Zeliha Hanım’dır (1856-1923). Mehmet Ziya Gökalp’ın yetişmesinde ailesinin büyük rolü vardır. Bu bakımdan ilk akla gelen isim, babası Mehmet Tevfik Efendi’dir. Anlaşılacağı üzere, Ziya Gökalp örgün eğitim kurum çatısı altında öğrenime başlamadan çok önce ciddi ve planlı bir öğrenimden geçmiştir. Kanaatimce, Ziya Gökalp’ın yetenekleriyle olduğu kadar, büyük ölçüde ailesinin birikimi ile ilişkilidir. Ziya Gökalp, öğreniminin hiçbir aşamasında yurt dışında bulunmamıştır. Bu tercihin gerçekleşmesinde Gökalp’ın babası Mehmet Tevfik Efendi anahtar rolündedir. Oğlunu Avrupa’ya öğrenim için göndermesi gerektiği tavsiyelerine Mehmet Tevfik Efendi her seferinde karşı çıkmıştır. Gökalp, ilköğrenimini 1883 yılında kaydolduğu Mercimekörtmesi Mahalle Mektebinde tamamlarken, hürriyetle ilgili ilk fikirlerini ise 1886 yılında kazandığı Mektebi Rüştiye-i Askeriyyede (Askerî Lise) hocası Kolağası İsmail Hakkı Bey’den edinmiştir. Esasında Ziya Gökalp’ın yetiştiği ilim sahası olan Diyarbakır için Anadolu’nun Selânik’i benzetmesi de yapılmıştır. Bununla birlikte aydınların sürgün yeri olmasının da payı vardır. Ayrıca erkek kardeşi emekli topçu albayı M. Nihat Bey, babalarının her yıl koleksiyon hâlinde ciltlettiği Diyarbakır gazetesini ve yine okuması için verdiği seçme kitapları, ağabeyi Ziya Gökalp’ın çok erken yaşlardan itibaren dikkatle okuduğunu diğer manada o yaşlarda küçük yaşta çocuğun anlamakta güçlük çekeceği metinleri ağabeyinin rahatlıkla okuduğunu belirtir.
1890 yılında henüz çocuk denebilecek yaşta 14 yaşındayken Gökalp, babasını kaybetmesine rağmen, öğrenimine devam etmeden etmekten vazgeçmemiştir. Mehmet Tevfik Efendi’nin ölümünden birkaç ay sonra erkek kardeşi Hacı Hüseyin Hasip Efendi, Malatya mahkemesi ceza reisliğinden emekliye ayrılarak yeğenleriyle ilgilenmek üzere yanlarına gelmiştir. Gökalp, 1890 yılında amcası Müderris Hacı Hasip Bey’den dersler almış, 1891 yılında ikinci sınıftan kayıt yaptırarak İdadi-i Mülkiyeye başlamıştır. Gökalp, 1893 yılında öğretmeni Doktor Yogi’den felsefe dersleri, Maarif Müdürlüğü ve idadide (ortaöğretim) tarih öğretmenliği yapan Mehmet Ali Ayni’den ise tarih dersleri almıştır. Bu dönemde amcasından Şark İlimleri ve İslam Felsefesi dersleri almış, Arapça ve Fransızcasını ilerletmiştir. Buradaki öğrenimi özellikle Fransızcasını geliştirmesine katkıda bulunmuştur. Özellikle Okul Müdürü Halil Bey Fransızcasını ilerletmesi maksadıyla, Gökalp’ı dersten ikmale bırakmıştır. İkmale bırakılması neticesinde Fransızcayı büyük ölçüde kendi çabasıyla geliştirmiştir. Hiçbir yardım almadan yabancı dili bu ölçüde geliştirilmiş olması aynı zamanda Gökalp’ın mücadeleci kişiliğinin emaresidir . Ziya Gökalp, idadinin 7 yıla çıkartılması üzerine, buradan ayrılmıştır . Bu sırada genç yaşta siyasi birtakım oluşumlar içinde yer alması üzerine özellikle amcası okuldaki bu hareketliliğinden sonra, Ziya Gökalp’ın çok da gözünün önünden ayırmak istemez. Özellikle ekonomik olanaksızlıklar yüzünden İstanbul’da öğrenimine devam edememesi ve ailesinin evlilik baskıları gibi nedenler Ziya Gökalp’ı bunalıma sürükleyince, 1894 yılında intihar girişiminde bulunmuştur. Yaşam öyküsünü konu alan çalışmalarda en sık bahsi geçen olaylardan biri de bu intihar teşebbüsüdür. Bu hadise ile ilgili türlü çeşitli açıklamalar mevcuttur: İmparatorluğun içinde bulunduğu durumun üzerinde yarattığı baskıdan amcasının kızıyla evlenmek istemesine kadar çok çeşitli sebepler ileri sürülmüştür. Kendisi Küçük Mecmua’ya yazdığı makalesinde olayı şöyle anlatmaktadır: “İdadide bir taraftan tabii ilimler okumaya, diğer taraftan kelam dersleri almaya başladık, biri müspet diğeri menfi elektriğe sahip olan bu iki ters cereyan, ruhun boşluğunda her çarpışma olduğu oldukça hakikat şimşekleri yerine şüphecilik yıldırımları fırlatmaya başladı… Bütün emelim bin türlü tehlikelerle tehdit olunan fakat istibdadın uyuşturucu macunuyla vaziyetinden habersiz olan milletimin mucize mucizeli bir hamleyle kurtulmasının mümkün olup olmadığını bilmekti... Ne kelam ne tasavvuf bana böyle bir ümit felsefesi, bir kurtuluş nazariyesi veremedi.”
Ziya Ülken, Gökalp’ın intihar sebebi olarak, Hocası Dr. Yorgi Efendi’den aldığı felsefe eğitimi ile ailesinden aldığı dini muhafazakâr eğitim arasında yaşadığı çatışmayı göstermektedir. İntihar hadisesinden hemen sonra Gökalp, kendisini tekrar okumaya ve bilime vermiş, öğrenimine devam etme gayretiyle 1895 yılında kardeşi ile tekrardan İstanbul’a hareket etmiştir. Ancak Gökalp, İstanbul’a gelişi sırasında ailesinin rızasını almadığı için, büyük ölçüde maddi imkânsızlıklar yüzünden, ücretsiz olan Baytar Mektebine kayıt yaptırabilmiştir. Ziya Gökalp, bu okuldaki öğrenciliği sırasında, meşrutiyet için mücadele verenlerle ilişkiye temas kurmuş ve çok geçmeden de İstanbul’da tıbbiyelilerin kurmuş olduğu gizli cemiyet içinde çalışmaya başlamıştır. Hatta Ali Şefkati Bey’in bu sırada Londra’da çıkardığı İstikbal gazetesinin 23 Eylül 1895 tarihli 31. sayısında “İhtilal Şarkısı” başlıklı bir manzumesi de yayımlanmıştır. Gökalp, Baytar Mektebinin 1. sınıfında İstanbul’da bulunan, Diyarbakır İdadisinden hocası olan ve hayatında önemli bir yere sahip olduğunu düşündüğümüz Doktor Yorgi’ye sosyolojiye ilişkin kurduğu bağ dikkat çekicidir: “Türkiye’de inkılâp, Türk milletinin içtimâ’i hayatına, millî ruhuna uygun olmalı! Yapılan Kanûn-ı Esâsi Türk milletinin rûhundan kopmalı! İçtimâî bünyesinde tevafuk etmeli…Türk milletinin psikolojisini, sosyolojisini tedkik etmek lazım.” yolundaki öğütlerini düstur edinen Mehmet Ziya diyor ki: “O günden itibaren Türk milletinin sosyolojisiyle psikolojisini tedkik edebilmek için, evvelemirde, bu ilimlerin umumî esaslarını öğrenmeye başladım.”
Bu ifadelerin yanında Ziya Gökalp’ın bu yıllarda toplumsal meselelere ilişkin yoğunlaştığına ilişkin dikkat çeken diğer bir gelişme de o sıralarda okul arkadaşı olduğu belirtilen Mehmet Âkif Bey arasında geçmiştir. Mehmet Âkif Bey, arkadaşı Mithat Memal’e konuşması sırasında, “Sen bizde felsefeyi hazmetmiş adam arama… Ben Baytar Mektebinde talebe iken bir Diyarbekirli Ziya vardı, yalnız o, felsefeden okuduklarını anlardı.” İstanbul’daki bu ilk yıllarında bu nedenle pek çok kez sıkıntı yaşamış, bu sırada genç bir subay olan Mülazim Nihat Bey, abisini bizzat korumaya mecbur kalmıştır. Fakat okulda yasak yayınları okuması ve farklı çıkışları ile dikkati çeken Gökalp ve arkadaşları, “düzeni yıkıcı çalışmalarda bulundukları ve yasaklanmış yayınları bulundurdukları gerekçesiyle” 14 Temmuz 1898 tarihinde tutuklanmışlardır. Soruşturmanın ardından “yasak kitapları okuma ve zararlı derneklere üye olma” suçuyla cezaevine gönderilmiştir. 12 aylık cezaevi yaşamından sonra, okuldan da uzaklaştırılarak Diyarbakır’a sürülmüştür. Bu gelişme üzerine 29 Aralık 1900’de amcasının kızı Vecihe Hanım’la evlenerek Diyarbakır’a yerleşmiştir. Bu evliliğinden Gökalp’ın, yedi çocuğu dünyaya gelmiştir, fakat hayatta kalanların sayısı üçtür: Senihe (Göksel), Hürriyet (Gökalp), Türkân (Yurtcanlı). Gökalp, küçük memuriyetlerde çalışmaya başlamıştır. Gökalp, yine burada hürriyet çalışmalarını sürdürmeye devam etmiştir. 1903 yılından sonra Diyarbakır Ticaret Odasında çeşitli görevlerde bulunmuş; bu sırada, Vilayet Gazetesi Başyazarlığı görevini de yürütmüştür. 13 Temmuz 1905 tarihinde, halka yönelik hukuksuz uygulamaları dolayısıyla aşiret reisi İbrahim Paşa’ya karşı çıkarak halkı ona karşı ayaklandırmıştır . Arkadaşlarıyla halkı direnişe teşvik ettiği sırada telgrafhaneyi işgal etmişlerdir. Bu teşebbüs esasında son derece mühimdir. Zira, Avrupa ile Asya arasında haberleşme Diyarbakır Telgrafhanesinden geçtiğinden bu çok stratejik bir harekettir. Bu sayede hedeflerine de ulaşmışlardır. Hamidiye Alaylarının halk üzerinde baskılarını arttırması üzerine telgrafhane Ziya Gökalp ve beraberindekilerce 14 Ekim 1907 tarihinde tekrar işgal edilmiştir.
İkinci Meşrutiyet’in 23 Temmuz 1908 tarihinde ilan edilmesiyle birlikte, İttihat ve Terakki Cemiyetinin Diyarbakır merkezinde resmen kurulmasının önünde hiçbir engel kalmamıştır. Bu bağlamda 14 Kasım 1908 tarihinde dünyaya gelen kızına Hürriyet ismini vermiş olması da son derece anlamlıdır. Ziya Gökalp, 1908’de İttihat ve Terakkinin Diyarbakır, Van ve Bitlis heyetlerinin müfettişliğine atanmıştır. Bu görevini devam ettirdiği sırada, Diyarbakır’da meşrutiyet idaresi aleyhtarı gelişmelerin yoğunlaşması üzerine kısa süren bir İstanbul tecrübesi de olmuştur. Bu süreçte 1909 Mayısı’nda Maarif Nazırı Emrullah Efendi’nin daveti üzerine Darülfünun Edebiyat Şubesi İlm-i Ruh ve ‘Ulûm-i Dîniyye-i Âliyye’ muallimliği vekâletine tayin edilen Ziya Gökalp’ın bu girişimi maddi imkânsızlıklar ve eşinin rahatsızlığı sebebiyle oldukça kısa sürmüştür. Gökalp, Diyarbakır’a dönerek, “Peyman” gazetesini çıkarmaya başlamıştır. Bu ilk özel gazetede şiirleri ve makaleleri yayımlanmıştır. 18 Temmuz 1910’da Diyarbakır İl Millî Eğitim Müfettişliğine atanmıştır. Kısa bir süre sonra fırkanın Selânik’teki toplantısına katılabilmek için buradan da istifa etmiş ve bu kongrede fırkanın Merkez-i Umumî Üyeliğine seçilmiştir. Selânik’te bulunduğu dönemde Genç Kalemler ve Yeni Felsefe gibi dergilerde; Rumeli gibi gazetelerde yazılar kaleme almıştır. Bu döneme ilişkin Ziya Gökalp’ın aynı zamanda akrabalarından ve Diyarbakır ve Tekirdağ milletvekillikleri de yapmış olan Ferid Alpiskender şu ifadelere yer vermiştir: “…bundan yarım asır Osmanlı topraklarında bir fikir buhranı vardı, birtakım siyasetler çarpışıyordu. Reval Mülâkatı yapıldığı sıralarda imparatorluk içerisinde çarpışan fikirler, birleştirici değil, ayırıcı idi. Ziya Gökalp’ın derin Şark ve Garp kültürü ile mücehhez olarak 1909’da Selanik’te Genç Kalemler mecmuasında fikirlerini yaymaya başlaması, dağınık sürülere gösteren bir Çobanyıldızı oldu…”
Bu ifadeleri destekler mahiyetteki gerçeklik, Ziya Bey’in yayın yoluyla yakaladığı etkinliktir. Bu bağlamda Türk düşüncesinde gazeteciliğin edindiği yeri ve önemi göstermesi bakımından, Ziya Gökalp, en çarpıcı örneklerden birisi olarak kabul görmektedir. Meşrutiyet süreci örneğinden de hareketle fikir ve eğilimlerin özellikle gazetecilik ve dergicilik yoluyla yaygınlaştırılmış olması, Türk düşünce hayatının hâkim geleneklerinden biridir. Zira Ziya Gökalp, 20. yüzyılın en önemli kurumu olarak gördüğü gazeteye ilişkin, “Gazete, her gün her ferdin ayağına giden ve herkesin anlayabileceği dersleri okutan canlı bir mekteptir.” yorumunu tapmıştır. Ziya Bey, Selânik’te bulunduğu dönemde 1900 Aralık sonunda, Selânik Sultanî Mektebinde sosyoloji dersi vermeye başlamıştır. 1911 yılında ailesini de Selânik’e aldırmıştır. Bu sırada, 1911’de Soyadı Kanunu çıkmadan çok önce, Altun Destan’da ilk kez Gökalp mahlasını kullanmıştır. 1912’de İttihat ve Terakki Fırkası Genel Merkezi’nin İstanbul’a taşınması üzerine Gökalp de ailesiyle İstanbul’a taşınmıştır. Gökalp Bey, Ergani Maden’den milletvekili seçilmiş fakat, Meclisin 18 Ağustos 1912 tarihinde feshedilmesiyle bu görevi kısa sürmüştür. İstanbul’da bulunduğu bu süreçte Türk Yurdu’nda çalışmaya da başlamıştır.
Balkan Harpleri yıllarında daha çok fikirlerini ve çalışmalarını Türkçülük ekseninde şekillendiren Gökalp, bu süreçte yaşamının en yaratıcı dönemini de yaşamıştır. Gökalp, 1913 ve 1914 yıllarında ise teklif edilen Maarif Nazırlığı (Millî Eğitim Bakanlığı) görevini kabul etmeyerek, Edebiyat Fakültesinde İçtimaiyyat Müderrisliği (Sosyoloji hocalığı) görevini sürdürmüştür. Bu görevinin yanında Gökalp, İstanbul Üniversitesinde ilk sosyoloji profesörü olmuştur. Gökalp’ın Kızılelma adlı eseri 1914’te yayımlanmıştır. 1917’de “Yeni Mecmua” yayın hayatına başlamıştır. 1918’de ise Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak adlı eseri ile Yeni Hayat isimli şiir kitabını yayımlamıştır. Gökalp, 1919 yılının Ocak ayında, “asayişi bozma ve Ermenilere zor kullanma” iddiasıyla Divan-ı Harpte (askerî mahkeme) idam cezası ile yargılanmış, idam cezası almamış, ancak Malta’ya sürülmüştür. Gökalp, Malta’da sürgün döneminde çalışmalarına da istemeyerek de olsa bir süre ara vermek zorunda kalmıştır. Gökalp’ın Malta’daki sürgün günleri 30 Nisan 1921’de Kars Savaşı’nda esir alınan İngilizlerin karşılığında esir Türklerin serbest bırakılması sonrasında bitmiştir. Sürgün günleri sonrasında ülkeye dönerek Diyarbakır’a yerleşmiştir. 1922’de Muallim Mektebinde (Eğitim Fakültesi) felsefe dersleri vermeye başlayan Gökalp, bir taraftan da dergi çıkarma çalışmalarına devam etmiştir. Bu süreçte Gökalp, Ahmet Ağaoğlu’nun verdiği destek sayesinde “Küçük Mecmua” dergisini çıkarmıştır. Bu derginin ilk sayısında son derece mühim bir konuyu kaleme almıştır; tarihî, kültürel, dinsel ve coğrafi birliktelikleri nedeniyle Türkler ve Kürtlerin birbirlerini sevmelerini bir zorunluluk olarak kabul ettiği “Türkler ve Kürtler” adlı çalışmasını tamamlamıştır. 1923 yılında Telif ve Tercüme Encümeni Reisliğine (Kültürel Yayınlar Dairesi Müdürlüğü) getirilen Ziya Gökalp; aynı yıl, Türkçülüğün Esasları isimli ünlü eserini yayımlamıştır.
İlmî çalışmaları sonrasında Gökalp; bilimsel, kültürel ve eğitim çalışmalarına kısa bir süre ara vermiş; 11 Ağustos 1923 tarihinde Diyarbakır’dan milletvekili seçilmiştir. Siyasi çalışmalarını takip eden dönemde kültürel ve düşünsel çalışmalarına tekrar devam eden Gökalp, “Yeni Türkiye” dergisini çıkarmıştır. Yeni Anayasa’nın hazırlanması sırasında yoğun mesai harcamış ve Türk Medeniyeti Tarihi’ni tamamlamaya çalışmıştır. Gökalp, millî edebiyatın geliştirilmesi doğrultusunda Türk dili çalışmalarına katkılarda bulunmuştur. Yeni Türkiye’nin Hedefleri isimli eserini de bu dönemde tamamlayarak ilim dünyasına kazandırmıştır. Hastalandığı dönemde de Türk Medeniyeti Tarihi ve Çınaraltı isimli çalışmalarını sürdürmüş; Millî Mücadele Dönemi’nin yokluk günleri sırasında sağlığı bozulan Gökalp, tedavi için İstanbul’a, Maarif Vekâletinden (Millî Eğitim Bakanlığı) Türk Medeniyeti Tarihi’nin basımı için aldığı avansla gidebilmiştir. 1924 yılı başlarında rahatsızlanan Gökalp, 25 Ekim 1924 tarihinde vefat etmiştir.
Başlıca Eserleri
Ziya Gökalp, bilim çevrelerinde hakkında en fazla çalışma üretilen isimlerin başında yer almaktadır. Eserlerinin çok sayıda yeni baskı yapmasının yanında belli çevreler tarafından da yaşamını esas alan çok sayıda çalışmanın da mevcudiyeti dikkat çekmektedir. Esasında bu ilgi aynı zamanda içinde çelişkiler de barındırır. Çalışmalarının belli yönleriyle öne çıkarılan Gökalp, kendisinin düşünce dünyasına muhaliflerce, yine bu yönleri nedeniyle eleştirilmektedir. Bu bağlamda bir külliyat oluşturulacak kadar çok sayıda eser dizisine haiz olan Ziya Gökalp, farklı görüşlerce eserlerinin belli kalıplar içine hapsedilmesi nedeniyle okuyucunun karşısına âdeta anonim bir şahsiyet olarak çıkarılır. Bu doğrultuda gerek yaşamı gerekse eserleri üzerinde tartışmaların mevcudiyeti bugün de Gökalp’a yönelik fevkalade bir ilginin göstergesi olduğu kadar onun düşüncelerinin mevcut toplumsal referanslar da hâlen bir karşılığı olduğu anlamına gelmektedir. Ziya Gökalp’ın vefatının üzerinden yaklaşık bir asır geçmiş olmasına onun eserlerinin güncelliğini koruyor olması gerçeği, toplumumuzun yaşadığı problemlerinde ciddi ve köklü bir değişme olmadığını işaret etmektedir. Kanaatimce, Ziya Gökalp’ın yaşam öyküsünün ve eserlerinin her yeni kuşakla yeniden gündeme getiriliyor oluşu sonraki kuşakların izlemelerine imkân verecek eserler bırakmış olmasından kaynaklanmaktadır.
Ziya Gökalp, 48 yıllık kısa yaşam serüveninde çok sayıda kitap ve makale yayımlamış, bazı gazete ve dergilerin yayımlanmasına öncülük etmiş ve yazılarıyla katkıda bulunmuştur. Onun başlıca eserleri şunlardır: Kızıl Elma, İstanbul, 1914–1915; Türkleşmek İslamlaşmak Muasırlaşmak, İstanbul, 1918; Yeni Hayat, İstanbul, 1918; Altın Işık, İstanbul, 1923; Türkçülüğün Esasları, Ankara, 1923; Türk Töresi, İstanbul, 1923; Doğru Yol, Ankara, 1923; Kürt Aşiretleri Hakkında Sosyolojik Tetkikler (Gökalp, bu incelemesini, İttihat ve Terakki Partisinin isteğiyle 1909 yılında yapmıştır. Kitabın sonunda “Diyarbakır, Haziran 1909” notu vardır (s. 166), ancak çalışma ölümünden sonra yayınlanmıştır. Yine ölümünden sonra değişik gazete ve dergilerde yayımlanmış yazılarıyla mektupları çeşitli kitaplarda derlenmiştir. Bunlar; Türk Medeniyeti Tarihi, (1926), Çınaraltı (1939), Fırka Nedir? (1947), Ziya Gökalp Diyor ki (1950). Ziya Gökalp’ın Neşredilmemiş Yedi Eseri ve Aile Mektupları (1956), Ziya Gökalp’ın Yazarlık Hayatı (1956), Ziya Gökalp Külliyatı (1. Kitap Şiirler ve Halk Masalları, 1952; 2. Kitap Limni ve Malta Mektupları, 1965), Turkish Nationalism and Western Civilization: Selected Essays, (Çeviri ve giriş yazısı: Niyazi Berkes), New York: Columbia Univ. Press, (1959), Ziya Gökalp’ın Ilk Yazı Hayatı, 1894–1909: Doğumunun 80. Yıldönümü Münasebetiyle (1956), Terbiyenin Sosyal ve Kültürel Temelleri (1973) şeklinde sıralanabilir. Ziya Gökalp’ın yazılarıyla katkıda bulunduğu ya da yayımlanmasına öncülük ettiği dergiler; Yeni Mecmua, Genç Kalemler, Küçük Mecmua, Türk Yurdu, İçtimaiyat Mecmuası, İslam Mecmuası, Edebiyat Fakültesi Mecmuası, İlim, Felsefe, Fen Tetebbuatı Mecmuası, Halka Doğru Mecmuası, Muallim Mecmuası, Şair Mecmuası ve Millî Tetebbular Mecmuası’dır. Gökalp’ın yazılarını yayınladığı başlıca gazeteler ise şunlardır: Dicle, Diyarbakır, Şurayı Ümmet, Tanin, Peyman, Cumhuriyet, Akşam, Yeni Türkiye, Rumeli, Yeni Gün, Hâkimiyet-i Milliye ve Donanma. Bunların dışında Gökalp, yukarıda da işaret edildiği üzere, değişik takma adlar kullandığı yazılar da yayımlamıştır.