TÜRK DESTANLARINDA GEÇEN ANA KAHRAMANLARA BİR ÖRNEK: BAMSI BEYREK
Dr. Mürsel TEKİN
Türk destanları Türk kültürünün taşıyıcı unsurlarında birisidir. Millî duyguların çoşkulu bir şekilde işlendiği destanlar, milletlerin uzun yıllarca hafızasında yer etmiş kültürel mirası temsil ederler. Türk destanları, Türk milletinin tarihini, kahramanlarını, inançlarını, varlık ve darlıkta yaşadıklarını, toplum hafızasında biriktirerek yansıtan sözlü edebiyatın en saf ürünüdür. Destanlar, genellikle sözlü aktarımlarla nesiller arasında aktarılmış, zaman içerisinde çeşitli farklılıklara uğramış, yeni duygular eklenerek şekil değiştirmiş ve sonunda yazılı kayıtlara geçirilmiştir. Destanlar, oluşumları bakımından değerlendirildiklerinde doğal ve yapay destanlar olarak ikiye ayrılırlar. Doğal destanlar, oluşumları bakımından toplumun doğal olarak yaşadığı, acılardan, zorluklardan ve derin duygulardan ortaya çıkan destanlardır. Doğal destanlar, toplumun hafızasında derin kökleri olan yaşanmışlıkların bir yansımasıdır. Yapay destanlar ise genellikle bilinçli bir şekilde belli amaçlar doğrultusunda oluşturulan sözlü eserlerdir. Yapay destanların amacı, birliktelik duygusunu oluşturacak doğal destanlara sahip olmayan toplumları bir arada tutabilmektir. Yapay destanlar, tarihsel süreçte acı, kahramanlık vb. olayları doğal olarak yaşamamış toplumlarda, toplumsal hafızayı diri tutabilecek, millet ruhunu oluşturmaya yönelik yapay bir tarih anlayışının oluşturulmasıdır. Bu açıdan değerlendirildiğinde yapay destanlar ile Platon’un “güzel yalan” benzetmesi arasında bir bağın olduğunu görmek mümkündür. Platon'a göre, toplumu yönetenlerin toplumun düzeni, birlikteliği ve huzuru için doğru olmayan fakat işlevsel olan bazı zaruri/yapay yalanları söylemelerinde ahlaki açıdan bir beis yoktur. Bu bağlamda, Platon'un "güzel yalanı", yönetenlerin ya da tarih yazıcıların toplumu yönlendirmek ve korumak amacıyla söyledikleri, gerçek olmayan ancak gerekli olan yalanlardır. Yapay destanlar da benzer amaçlar doğrultusunda oluşturulmuş, doğal olmayan sözlü edebiyat ürünleridir. Bu açıdan bakıldığında tamamen doğal olarak oluşmuş Türk destanlarının önemi daha da ön plana çıkmaktadır. Dede Korkut Destanı, yüzyıllar boyunca Türk toplumunun tecrübelerini, inançlarını ve değerlerini yansıtan, sözlü olarak kuşaktan kuşağa aktarılarak günümüze ulaşmış bir eserdir. Dede Korkut Destanı, Türk halkının millî kimliğinin ve manevi haritasının en önemli yansıtıcılarından birisidir. Dede Korkut Destanı içerisinde yer alan hikâyeler, Türk milletinin efsanevi kahramanları ve mücadeleleri etrafında şekillenen, cesaret, adalet, millî ruh, insan ilişkileri ve yönetici ile halk arasındaki ilişkileri işleyen hikâyelerdir. Doğal bir destan olarak Dede Korkut Destanı, Türk toplumunun değerlerini, ahlak ilkelerini, kahramanlığını ve yaşam mücadelesini vurgular. Dede Korkut Destanı, içerisinde bulunan hikâyelerle Türk toplumunun geçmişine ve geleneklerine ışık tutarken; genç nesillerin kökleriyle olan bağlarını kuvvetlendirmelerine ve geleceklerine yön vermelerine imkân tanır.
Dede Korkut hikâyelerinde geçen ana karakterlerden birisi olarak karşımıza çıkan Bamsı Beyrek, sözlü gelenekte Türklerin karakter yaratma hususundaki becerilerine en iyi örneklerden birisidir. Bamsı Beyrek, Dede Korkut Destanı’nın üçüncü ve on ikinci hikâyelerinin başkahramanı olarak karşımıza çıkmaktadır. Mertlik, kahramanlık ve cesurluk gibi erdemlerin kendisinde vücut bulduğu Bamsı Beyrek, Dede Korkut Kitabı’nda Bamsı, Bamsı Beyrek, Beyrek, Beyrek Han, Boz Oğlan, Han Beyrek, Kam Büre Beg-oğlu Bamsı Begrek adlarıyla anılmaktadır. Annesinin ismi hikâyelerde geçmemekle birlikte babası ve eşi hakkında daha detaylı bilgiler vardır. Bay Böri’nin oğlu olan Bamsı, hikâyelerde kahramanlıkları ve mertliğiyle anılmasına karşılık, eşi Banu Çiçek’le olan tanışma ve yaşam hikâyesi itibarıyla Türklerde kadın erkek ilişkileri, aşk ve sadakat gibi erdemlerin sözlü edebiyattaki yansımasının karakterize edilmiş hâlidir. Bamsı Beyrek, Dede Korkut Kitabı’nda, Dede Korkut’un bizzat gelip ad verdiği üç kahramandan (Boğaç Han, Bamsı Beyrek, Basat) birisi olması bakımından destanın güçlü karakterlerinin başında gelmektedir.
Bamsı Beyrek, cesareti, gücü ve adalet anlayışıyla Dede Korkut Destanı’nın ön plana çıkan karakteridir. Türk kültüründe önemli bir erdem olan savaşçılık özelliğini kendisinde barındıran bu kahraman hem fiziksel hem de zihinsel gücü ön plana çıkarması bakımından Türk gençlerinin bir yansıması olarak kabul edilebilir. Bamsı Beyrek'in hikâyeleri, Türk gençleri için cesaret ve adalet duygularını pekiştirirken, sadakat ve kahramanlık duygusunu vurgulayan bir idealdir. Bamsı Beyrek’in hikâyelerinde geçen yaşam mücadelesi, çocukluğu, kaçırılması, kahramanlığı ve Banu Çiçekle beşik kertmesi olması ve evlenmesi gibi olgular, Türk millî kültüründe önemli yer tutan unsurların karakterize edilmesini temsil eder. Onun, Dede Korkut Destanı’nın bir diğer önemli karakteri olan Banu Çiçek’le eşleştirilmesi, Türk toplumunda kadın erkek ilişkileri ve kadının toplum içerisindeki sosyal statüsüne örnek olması bakımından oldukça önemlidir. Türk toplumunda Bey’in hemen yanı başında olan, yönetimde her daim söz sahibi olan kadın figürünü temsil eden Banu Çiçek, kahramanlık, sadakat, yönetme kabiliyeti gibi özelliklerin sadece erkek de değil; Türk kadınında da bulunan güçlü erdemlerden olduğunu göstermesi bakımından, diğer toplumların aksine Türk toplumunda kadının konumunun ne kadar ön planda olduğunun en güzel ve değerli kanıtlarından birisidir. Bu açıdan değerlendirildiğinde Türk kadını, tarihin her döneminde toplumun her alanında söz sahibi olmuş, asla geri planda görülmemiştir. Tıpkı Dede Korkut Destanı’nda eşi Bamsı Beyrek ile olan ilişkisinde olduğu gibi, kadın figürü her zaman hem fiziksel olarak hem de zihinsel olarak erkek kahramanlardan ayrı görülmemiştir. Evin toplayıcısı ve yürütücüsü olma özelliğine ek olarak gerektiğinde savaş meydanında gerektiğinde ise yönetimde söz sahibi olan Türk kadını bu özelliğiyle aslında erkek unsurlardan daha ön planda olma başarısını göstermiştir. Dede Korkut’tan asırlar sonra;
“Değildir kahraman yalnız er kişi,
Bir aslan aslandır olsa da dişi.
Ne için kızlara diyelim ceylan?
Ceylanlar içinde yok mudur oğlan?
Benim gibi yüksek olmazsa karım,
Milletin gövdesi kalmaz mı yarım?..
diyen Ziya Gökalp da aslında Türk kadınının toplum içerisindeki sosyal statüsünü en güzel şekilde açıklamıştır.