TÜRK’ÜN NİHAİ HEDEFİ “TURAN”
Doç. Dr. Mürsel TEKİN
Dilimize Farsça üzerinden geçen Turan, kadim Türk ırkının Orta Asya’da yaşadığı bölgeyi adlandırmak amacıyla Persler/İranlılar tarafından kullanılmış bir adlandırmadır. Daha sonraları Turan ırkının yaşadığı geniş bölgeyi tanımlamak için kullanılan Turan, özellikle XIX. yüzyılın ortalarından itibaren günümüzdeki anlamını kazanmaya başlamıştır. Bugün kullandığımız anlamıyla Turan ülküsü ya da Turancılık düşüncesi, en basit tanımıyla yeryüzündeki tüm Türk topluluklarının ideolojik ve siyasi olarak birleşmesi ve hareket etmesidir. 1973 yılında yazdığı “Turancılık” başlıklı makalesinde Nihâl ATSIZ Türkiye’de Turancılıktan anlaşılanın “Tarihî mirasları da dâhil olduğu hâlde bütün Türkleri tek devlet hâlinde birleştirmek ülküsüdür ve her ülkü gibi nesillere bakan, kan ve can vergisi isteyen, gönüllere heyecan katan bir inançtır.” şeklinde mükemmel tarifiyle aktarmaktadır.
1789 yılında Fransa’da yaşanan ihtilalin bir sonucu olarak Batı’da ortaya çıkan milliyetçilik akımının olumsuz sonuçları çok geçmeden Osmanlı topraklarına ulaşmış ve bünyesinde farklı toplumları barındıran Osmanlı Devleti’nde özellikle Balkanlar’da yaşanan ayrılıklara neden olmuştur. Burada kısa bir dipnot olarak belirtmek gerekir ki, Fransız İhtilali ile Batı’da ortaya çıkan milliyetçilik akımı ile Türk milliyetçiliği ve Turancılık düşüncesi arasında ortak bir ilişkiden bahsetmek mümkün değildir. Batı kaynaklı milliyetçilik düşüncesi özellikle Batı güdümündeki azınlıkların dış mihraklar tarafından maşa olarak kullanılması ve yüzyıllarca kendilerine yurt ve imkân sağlayan Türk topraklarına karşı isyan bayrağı kaldırmalarının önünü açan, emperyalist, sadakatsiz, ayrımcı ve alçakça politikalardan başka olumlu hiçbir sonucu olmayan ruhsuz bir ideolojidir. İhtilalin ardından Batı’da ortaya çıkan milliyetçilik kavramının Turancılık ve Türk milliyetçiliği kavramlarından farklı olmasının en temel sebebi Batı ile Türk toplumu arasındaki bariz sosyolojik ve beşerî farklardan kaynaklanmaktadır. Türk milletinin içsel dinamikleri Batı toplumlarından oldukça farklı; daha insani ve vicdan temellidir. Her ne kadar farklı olsalar da Batı kaynaklı milliyetçilik akımı ile Türk milliyetçiliği ve akabinde gelişen Turancılık fikri arasında zamansal bir ardıllık olduğunu belirtmek gerekir. Bunun sebebi ise Osmanlı topraklarında daha önce görülmeyen azınlık isyanları ve sadakatsiz azınlıkların topluma yaşattığı sorunlardır. Devletin ve toplumun bütüncül yapısının korunması, Türk milletinin hem Osmanlı coğrafyasında hem de tüm Turan coğrafyasında haklarının korunmak istenmesinden kaynaklı olarak Türk düşünürleri tarafından Turan ülküsü daha kuvvetli bir şekilde topluma aktarılmış, Turan ülküsü ve millet bilincinin toplumun tüm kesimlerine nüfus etmesi amaçlanmıştır.
Atsız’ın özellikle belirttiği üzere Turancılık fikri dünya devletleri tarafından sürekli engellenmeye çalışılmakta; büyük bir direnişle karşılanmaktadır. Tarihi, başarıları ve fetihleri dolayısıyla tüm dünyayı karşısına alan Türk milletinin yeniden şahlanması, güçlenmesi ve Turan ülküsünde birleşmesi hemen hemen tüm dünyayı endişelendirmektedir. Bu antipatinin ya da endişenin bir sonucu olarak Turan ülküsünü gütmenin bir bedeli mutlaka olacaktır. Merhum Atsız’ın tabiriyle bu ülkü kan ve can vergisi isteyen, gönüllere heyecan katan bir inançtır. Türk milleti bu ülküsü uğrunda gerektiğinde canını da kanını da seve seve verebilecek ahlaki ve vicdani duyarlılığın yanında doğuştan getirdiği savaşçı ruhuna ve millet bilincine sahiptir. Bu bilinç Kürşat’ın narasında Çin’e, Alparslan’ın askeriyle Bizans’a, Fatih’le İstanbul’a Atatürk ile yedi düvele gösterilmiş; son olarak yeri gelmiş Karabağ’da Ermenilere ve Batı’ya tekrar hatırlatılmıştır.
Turancılık düşüncesi son dönem Türk düşünürleri arasında özellikle Yusuf Akçura, Mehmet Emin Yurdakul, Hüseyinzade Ali Turan, Ziya Gökalp, İsmail Gaspıralı ve Nihâl Atsız gibi isimler tarafından savunulmuş ve Türk milletinin damarlarındaki asil kanda mevcut olan millet ruhunun daha kuvvetli bir şekilde canlandırılması amaçlanmıştır. Bu düşünürlerin ortaya koyduğu temel tez, Turan coğrafyasının tamamındaki Türklerin birleştirilmesidir. Fakat bu yalnızca coğrafi ya da siyasi bir bütünlüğe işaret etmekten öte; dilde, kültürde, siyasette ve en önemlisi gönül birliğinde sağlanacak bir birliği ifade etmektedir. Bu nedenle Turan ülküsünün savunulması boş bir macera arayışından öte, Türklük bilincinin tamamen içselleştirilmesi ve tüm Turan coğrafyasına yayılmasında geçmektedir. Türk’ün yaşadığı tüm coğrafyalarda, bir tek Türk’ün bile yaşadığı hem sevinci hem üzüntüyü paylaşabilmek bu ruhun ya da asil kanın bir parçasını oluşturmaktadır. Kıbrıs’ta, Doğu Türkistan’da, Kırım’da ya da Karabağ’da ağlayan bir Türk balasının çığlığını Malazgirt’te, Antalya’da ya da Ankara’da aynı ölçüde hissedebildiğimiz ölçüde Turan ülküsüne yaklaşmış olacağımızı unutmamalıyız. Turancılık fikrinin gelişmesi ve toplumda daha fazla karşılık bulmasında en önemli isimlerden birisi şüphesiz Ziya Gökalp’tır. Gökalp’ın fikirleri hem yaşadığı dönemde hem de günümüzde tüm Turan coğrafyasında karşılık bulan, her manada Türk ülküsünü ön planda tutan fikirler olarak Turancılığın temel taşları arasında yer almaktadır. Hemen bütün eserlerinde vurguladığı Turancılık düşüncesi özellikle “Turan” adlı şiirinde hat safhada hissedilmek ve toplumun büyük bir kesimi tarafından da bilinmektedir. Şiirin son kısmında yer alan şu mısralar Turan ülküsü hayaliyle yanıp tutuşan Türk milliyetçileri için bir yol haritası niteliğindedir:
Vatan ne Türkiye’dir Türklere ne Türkistan
Vatan, büyük ve müebbet bir ülkedir: Turan…
Yukarıdaki dizelerde Gökalp’ın belirttiği üzere Türk milletinin nihai hedefi her zaman için Turan olmalı; bu uğurda Atsız’ın dediği gibi gerektiğinde kan ve can ile bedel ödemekten asla kaçınılmamalıdır. Yüce Türk milleti ve özellikle onun asil evlatları hiçbir zaman millî ülkülerinden ve Turan hayalinden vazgeçmemelidir.