NECMETTİNHACIEMİNOĞLU
VahitTÜRK
Yılların ötesinden bir Türk kocası türküde“İnsan kısım kısım, yer damar damar.” diye seslenir. İnsanlar elbette,insanlığın başlangıcından beri kısım kısım insanı gördüler ve insanlıkyaşadıkça da görmeye devam edecekler. Bizlere de hayat, yaşadığımız kısa süreiçerisinde çeşit çeşit insanı gösterdi ve göstermeye de devam etmekte… Buelbette takdiriilahi… Her şey zıddıyla kaim… Yüce Tanrı, belki de en büyükmucizesini insanda gösterdi. Milyarlarca insan ne şekil olarak ne de düşünmebiçimi bakımından biri birine benzedi. Bu kadar büyük benzemezliğe rağmen,insanları genel özelliklerine bakarak zaman zaman tasnife tabi tutar ve şuşöyledir, bu böyledir diye hükümler veririz. Hâlbuki insan, yaratılışı icabıher durum ve şartta farklı bir kişilik sergileyebilir, beklenmedik bir tavırortaya koyabilir… İnsanlar, diğer bütün canlılarda olduğu gibi, en azındantemel ihtiyaçlarını karşılayabilmek için çaba gösterirler. Temel ihtiyaçlarkarşılandıktan sonra da insan çoğunluğu yine yaratılışı gereği (dinin nefisdediği olgudan dolayı) hep “daha”sını ister. Ve bu “daha”nın sağlanması için dekendine göre yollar bulmaya çalışır, ideolojiler üretir… Büyük çoğunluk“daha”nın peşinde koşarken, genele göre sayı bakımından hiç mesabesinde birkısım insan ise o kalabalıklara başka şeylerin de olduğunu hatırlatmaya veonların dikkatlerini bu başka şeylere çekmeye çalışırlar. İnsanlar bu başkaşeyleri fark edip, ona göre yaşamaya başladıklarında da Tanrı’nın istediği,dinlerin arzuladığı, insanların da aradığı birer “insan” olma yolundailerlerler. Yüce Tanrı da herhâlde peygamberleri esas olarak bunun içingöndermiştir… Peygamberler kendilerine tayin edilen süre boyunca insanlarısüflilikten kurtarmaya, haysiyet ve şeref sahibi ahlaklı varlıklar hâlinegetirmeye çalışırlar. Peygamberlerin yolunda ısrarlı bir samimiyetle giden birkısım şeref ve haysiyet sahibi ahlaklı insanları, biz sıradan insanlar veliolarak görür ve hürmet ederiz. Bizim velilik sıfatını yakıştırdığımız insantipine her din kendine göre bir sıfat yakıştırır. Peygamberlere ve velileregöre daha dünyevi görülen, ancak hemen bütün hayatlarını birtakım ülkülereadayan ve büyük insan çoğunluğunun pek çok fedakârlık yaparak ulaşmayaçalıştığı dünyalıkları elinin tersiyle itmeyi başarabilen, ancak çok fazlaörneği olmadığı için kalabalıklar tarafından çoğunlukla “iş bilmemekle”suçlanan “Ülkücü insanlar” da bir başka insan “kısmı”nı oluştururlar. Buinsanlar da aynen velilerin yaşadığı gibi bir hayat yaşarlar, dünya nimetlerineiltifat etmezler, dünyanın bütün servetleri ancak ve ancak düşüncelerinigerçekleştirmek için kullanılacak bir “araç”tır. Bu insanlar bilirler kiisimlerinin önüne getirilen her unvan onların yükünü artırır, o yüzden resmîmakamların verdiği unvanlardan çok ailelerinin kendilerine verdiği isimleriseverler. Bir dünyalık teklif edildiğinde önce başkalarının daha layık olduğunudüşünür ve kabul etmemenin yollarını ararlar. Makamı kabul etmeye mecburkaldıklarında da makamın gücünü kendi gücü olarak görmek yerine makamın yükünükendi yükleri olarak görür ve “araç”ı nasıl daha verimli hâlegetirebileceklerinin hesabını yaparlar… Bu tip insanların dostu da düşmanı daçok olur, ancak dostları da düşmanları da bunlara güvenirler, bilirler ki buinsanlar haksızlık yapmazlar, başları sıkıştığında mutlaka yanlarında olurlar,bunlardan umulmadık işler sadır olmaz. Herkes bu tip insanların nerede neyapacağını aşağı yukarı bilir. Çevrelerindeki çok kimse bu tip insanların özelsorunları olabileceğini düşünmez. Rahat zamanlarda çok hatırlanmayan bu tipadamlar, ancak dar zamanlarda akla gelirler ve onların bir şeyler yapmasıbeklenir, onlardan yardım istenir, onlar da yardım etmekle ve iyilik yapmaklagörevli olduklarından bekleneni yaparlar… Ve Türkler bu tip adamları “Atıniyisine doru, yiğidin iyisine deli derler.” şeklinde tarif ederler… Bu tipadamlar, içinde yaşadıkları toplumlar için Kutup Yıldızı görevi yaparlar,aydınlatır ve yol gösterirler…
Necmettin Hacıeminoğlu denildiğinde, onutanıyan hemen herkesin zihninde bu tarif edilen insan tipi canlanacaktır. Dostuda düşmanı da çok olan, ancak dostlarının da düşmanlarının da emin olduğu,yakından tanıdıkça büyüyebilen nadir insanlardan, “güzel ahlak” sahibi bir erkişi… Hacıeminoğlu, ölümünden sonra çeşitli vesilelerle anıldı, eşinin onunadını yaşatmak düşüncesiyle tertip ettiği dil ödülü dolayısıyla toplantılaryapıldı. TDK, Türk Ocağı, Türk Edebiyatı Vakfı, Marmara Üniversitesi gibikurumlar ona ithaf edilen toplantılar yaptılar. Gazi Üniversitesindekiöğrencileri, adına hatıra sayısı çıkararak eşinin ve dostlarının hatıraları ilebilim adamlarının makalelerini yayımladılar. Dostlarının ve öğrencilerinin birinsanı bu şekilde hatırlaması, ölümün o kişiyi dostlarından ayıramadığınıngöstergesi değil midir? İnsanlar, yıllar önce ölüp gitmiş bir kişiyi anmagereğini niçin duyarlar? Acaba insanoğlu hangi ihtiyacından dolayı bunu yapar?Bir insan ile ırsi yakınlığınız vardır, hatırlar, yâd edersiniz. Onun kaybıylahayatınızda oluşan boşluk sizi onu anmaya zorlar ve anarsınız… Kaybedilenkişinin ekonomik veya siyasi gücü vardır, insanlar bu güçlerden yararlanmasaikiyle ölen kişiyi anar görünme gereği duyabilirler… İnsan tabiatı dikkatealındığında bu ve benzeri durumlar her zaman karşılaşabileceğimiz şeylerdir.Bir de insanların kendilerine bile izahta güçlük çektikleri saiklerle anmaihtiyacı hissettikleri kişiler vardır ki bu insanların asıl değerleri, bütüntoplum için de özel çevreleri için de uzaktan tanıyanlar için dekaybedilmelerinden sonra belirgin olarak görülür, hatta kayıplarının üzerindenzaman geçtikçe eksiklikleri daha çok hissedilmeye başlanır ve insanlariçlerindeki boşluğu onlarla ilgili hatıraları yâd ederek doldurmaya çalışırlar.Belki biz de onun kaybıyla oluşan boşluktan dolayı ve belki de kendimizi yalnızhissettiğimiz için, onunla kendimizi daha güçlü hissettiğimiz için, yanikısacası kendimiz için Necmettin Bey’i anma ihtiyacı duyuyoruz.
PEKİAMA KİMDİR HACIEMİNOĞLU?
Aslen Darendeli, Kahramanmaraş’ta doğmuş. Biryaşında yetim kalmış ve Darende’ye dönmüş, ilkokulu köyde bitirmiş, her gün 14km yürümek suretiyle köyden Darende’ye ortaokula devam etmiş, sonra Osmaniye’yegöçmüşler. Ortaokulu Osmaniye’de, liseyi Adana’da okumuş ve 1954’te İstanbul’agitmiş. Çapa Yüksek Öğretmen Okulu ve Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve EdebiyatıBölümü’nü bitirmiş. Kısa süre Bitlis’te ve Osmaniye’de öğretmenlik yapmış.Çapa’dan tanıştığı Meral Hanım ile evlenmiş. 1963 yılında doktorasınıtamamlamış, 1970’te doçent olmuş ve 1972 yılında Bağdat Üniversitesi TürkolojiBölümü’ne misafir öğretim üyesi olarak girmiş, ancak orada bölüm yok. Daha önceoraya hocalık yapmak için gidenler olmuştur ancak T.C. Devleti’nden maaşalmanın ötesinde herhangi bir iş yapmayan bu anlı şanlı hocaların aksineHacıeminoğlu orada bölümü kurmuş ve ilk hocası olmuştur. 1983 yılına kadarİstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde hocalığa devam eden Hacıeminoğlu,iki yıl süreyle işsiz bırakılır ve 1985 yılında Trakya Üniversitesinde yenidenişe başlar. 1995 yılına kadar bu üniversitede çalışan Hacıeminoğlu,hastalığının ilerlemesi üzerine tekrar İstanbul Üniversitesine döner ve 1996yılında Hakk’ın “dön” buyruğuyla, “ancak rükû için eğilen baş” eğilir ve Yaratıcı’sınadöner. Bu hayat hikâyesi, herhangi bir insanın hayat hikâyesidir veansiklopedilerde Hacıeminoğlu’nun hayat hikâyesi yaklaşık böyle olacaktır.Mütevazı yapısıyla herhangi bir insan olan Hacıeminoğlu, yaşadığı hayat ve ortayakoyduğu mücadeleci, yılmaz, geri adım atmayı bilmez tavrıyla farklı birinsandır. Farklı bir insan olmak, elbette ki farklı yaşamakla mümkündür. Bufarklı insanı hayatından birkaç örnekle analım. İlkokul yılları, yoksul vebabasız ailenin elif cüzü almaya imkânı yoktur, ama Kur’an okumayı öğrenmekgerekli. Komşudan elif cüzü alınır ve sabaha kadar baştan sona ezberlenereksabah iade edilir. Köyden Darende’ye her gün 7 km gidiş, 7 km dönüş yolyürünerek okula gidilir ve bu bir yıl böyle sürer. Bu süre zarfında öğle yemeğifırından alınan yarım sıcak somun ekmeği ile bazı günlerde içine konulabilirse50 g tahin helvasıdır. Merhum mide hastalığını bu beslenme şekline bağlardı…Ağabeyi Nihat, Necmettin’deki cevheri gördüğü için ne yapıp yapıp onu okutmakistemektedir. Adana’da lise biter ve yükseköğrenim için İstanbul’a gidilir.Kayıt için Çapa’ya giden Hacıeminoğlu valizini buraya bırakır ve lisede ikentakip ettiği Türk Düşüncesi dergisinin sahibini görmeye gider. Bu dergiyiçıkaran zamanın en büyük ve meşhur yazarı Peyami Safa’dır. Peyami Safa, durupdururken büyük olunamayacağını gösterircesine, taşradan gelmiş bu liselidelikanlıyı kabul eder ve daha sonra nikâh şahitliğine kadar gidecek olandostlukları başlar. Bu olay bize iki büyük ruhu haber verir. Birincisi, taşralıbir liseliyi hiç gocunmadan kabul eden Türkiye’nin en meşhur yazarı, diğeri debu şöhret karşısında ezilme duygusuna kapılmayan bir karakterin ve cesaretinsahibi olan Anadolu delikanlısı… Peyami Safa’nın büyük ruhunu yansıtan birörnek de Necmettin Bey’in bir hatırasıdır. Mehmet Kaplan, öğrencisiHacıeminoğlu’ya Yalnızız romanının tahlilini ödev olarak verir, Necmettin Bey,ödevini yapar ve Hocasına teslim eder. Hoca ödevi çok beğenir ve “–Bunu PeyamiBey’e ver dergisinde yayımlasın.” der. Hoca yazıyı götürür ancak Peyami Safa,kendi romanı ile ilgili bir yazıyı kendi dergisinde yayımlamayı uygun bulmaz veyazı Türk Yurdu dergisinde yayımlanır. Akademik hayat, yukarıda anlatıldığıüzere devam ederken, aslında iyi bir “İsmet Paşacı” ve “inkılapçı” olanNecmettin Bey, hocalarıyla da sürekli tartışma ve çatışma hâlindedir. Butartışmaların birinde Kaplan Bey; “-Necmi, Mümtaz Bey’in Kültür Değişmelerikitabını oku sonra konuşalım.” der ve Necmettin Bey’deki köklü değişikliğe deyol açılmış olur. Türkiye 1960’lı yılların sonlarından itibaren yoğun veörgütlü bir komünist saldırının hedefi durumuna gelir. Bu saldırılar, komünistolmayan herkesi hedef alır ve işgaller, boykotlar derken canlara kastedilmeyebaşlanır. 1970 yılında doçent olanHacıeminoğlu’nu artık akademik çalışmalardan daha çok, saldırıları püskürtmeyeçalışan ve bütün Türk dünyasını yutan komünizmin ve Rus emperyalizmininTürkiye’yi de yutma tehlikesi karşısında Türk milletini uyarma çabasıiçerisinde görürüz. Bu mücadele içerisinde Hacıeminoğlu, yerine göre kılıçtandaha keskin, kurşundan daha etkili bir kalemin sahibi, memleketin her tarafındakonferanslar veren ve gözünü budaktan, sözünü dudaktan sakınmayan bir erkişidir. Mücadelenin temel konularından biri dil, yani Türkçedir. İmparatorlukbakiyesi bir kültür dili olan Türkçe, doğal gelişme seyrinden saptırılıp, aynenOsmanlı aydınının ağdalı dili gibi, yapay bir dil hâline getirilmekistenmektedir. Bu konunun uzmanı olan Hacıeminoğlu, elbette ki sessiz kalamazdıve kalmadı da… Pek çok gazete ve dergide konuyla ilgili yazılar yazdı vebunların bir kısmı “Türkçenin Karanlık Günleri” adıyla kitaplaştı. Türkiye’ninve Türk milletinin en temel meselesinin eğitim olduğunu bildiği için konuyusohbetlerle sınırlı tutmayıp kitaplaştırdı ve “Milliyetçi Eğitim Sistemi”niyayımladı. Sosyal ve siyasi konularla ilgili yazılarının bir kısmınıTürkiye’nin Çıkmazları adıyla, bir kısmını da “Milliyetçilik-Ülkücülük-Aydınlar”adıyla kitap hâlinde yayımlattı. Son kitap Türk Edebiyatı Vakfı tarafından “Milletve Aydınlar” adıyla tekrar yayımlandı. Hoca, bilim ve fikir adamlığı yanındabir sanatkârdı da. Hikâyelerini muhtevi kitabının adı “Yeni Bir Dünya”dır. Hacıeminoğlu ile ilgili bir yazı onun şiir,musiki ve çay tutkusundan bahsetmezse eksik kalır. Gerçi bir insanı, birbaşkasının anlatması her hâlükârda eksik olacaktır. Türk edebiyatından pek çokşairin hemen bütün şiirleri hafızasında olan Hacıeminoğlu, Nevai’yi veFuzuli’yi hayranlık derecesinde sever, Safahat’ı baştan sona ezbere okurdu.Musiki ile ilgili olarak da hangi şarkının güftesi kime ait, bestekârı kim,makamı nedir bilen, türkülerin hangi yöreye ait olduğunu bilip bütün ruhuylahaz alarak dinleyen Hacıeminoğlu’nun çaya düşkünlüğü de bütün dostlarıncabilinirdi. Necmettin Bey’in hatırasına armağan olarak çıkarılan son yayın GaziÜniversitesi Türkiyat Araştırma ve Uygulama Merkezi’nin çıkardığı “Türkiyat”dergisidir. Bu dergide Hoca’nın hemen hemen tam bir bibliyografyasıverilmiştir. Bu dergideki kayıtlara göre Hoca; 13 kitap ile 25 farklı gazete vedergide yayımlanmış 543 yazının yazarıdır. Buradaki dergi ve gazete adlarınabakıldığında, mesleki yayınlar hariç tutulursa, milliyetçilik düşüncesiyle uzakyakın ilişkisi olan her dergi ve gazetede Hacıeminoğlu imzası vardır. Hacıeminoğlu’nunyazılarının yalnızca başlıklarını okuyarak bile onun nasıl bir hayatyaşadığını, hayatını dolduran şeylerin neler olduğunu, hayat karşısında durduğuyeri ve sağlam, sarsılmaz duruşunu anlamak mümkündür. Türkiye’nin ve Türkmilletinin her meselesi karşısında lafı-sözü dolaştırmadan kesin ve keskin birtavır ortaya koymuş ve her konuda millî bakış geliştirmiştir. Mücadeleliyıllarda yaptığı çalışmalar meslek hayatını etkilemiş ve 10 yıl süreyleprofesörlüğü yalnızca siyasi sebeplerle engellenmiştir. Türkiye’ye huzur ve sükûngetiren (!) 12 Eylül Darbesi, Hoca’ya bu huzuru ve sükûnu çok görmüş, onuişinden etmiştir. 12 Eylül’den önce “Eşgüdüm Komutanları” başlıklı yazısındandolayı hapse atılan Hacıeminoğlu’ya bu ceza yetersiz görülmüş olmalı ki Türkmilliyetçilerinin siyasi kanadını çökerten anlı şanlı Türk (!) generalleri,milliyetçilik düşüncesinin bilim kanadına da el atmışlar ve işe deHacıeminoğlu’dan başlamışlardır. 2 yıl işsiz bırakılan Hacıeminoğlu, merhumDoğramacı’nın çabaları sonucu Trakya Üniversitesinde yeniden mesleğinedönebilmiştir. “İbnü’l-Emin Mahmut Kemal, Son Asır Türk Şairleri” adlı eserindeAtsız Bey’i anlatırken yaşadığı sıkıntılardan bahsediyor ve şu hükmü veriyor;“Bu durum, ezkıyanın ekserine nasib-i ezelidir.”. Hacıeminoğlu da şüphesiz kiezkıyadan idi. Allah vergisi müthiş zekâ, onu hiç rahat bırakmadı. Millîmeselelerde hiçbir zaman tarafsız ve çekimser olmadı, taraf oldu ve çok açıkbir tavır ortaya koydu. Özel hayatında, dostları arasında, öğrencileri içindeson derece mütevazı ve hoş görülü bir insanken, millî meseleler söz konusuolduğunda tavizsiz, son derece sert ve hatta kırıcı olmaktan geri durmayan birer kişi… Hastalığı ilerleyince Ankara’ya taşındılar ve son görüşmemiz Oran Sitesi’ndekievlerinde oldu. Konuşmaları ve yazılarıyla Türkiye’yi etkileyen Necmettin Bey,neredeyse konuşma yeteneğini kaybetmişti, cümle kuramıyor, kelimeleri tek tektelaffuz ederek konuşabiliyordu. Televizyondaki asker görüntüsünden etkilendive yazdım dedi (Bu yazdım dediği, Bağdat’tan trenle dönerken Irak askerlerininpejmürdeliğini ve bizim askerlerin disiplinini ve vakarını yan yana gördüktensonra Genelkurmaya yazdığı ve bütün birliklere dağıtılan mektubu idi.). Dahasonra zihninde kurduğu cümleler ağzından kelime olarak döküldü ve bütünhayatını dolduran ve özetleyen dört kelime söyledi: “…devlet…, … millet…, …Başbuğ…, metinler… “ Ve Hoca 26 Haziran 1996 tarihinde vefat etti. Cenazesindedostları, öğrencileri, arkadaşları vardı ve bir de Edirne’de çalıştığı süreboyunca odasının temizliğini yapan müstahdem vardı… Çünkü namazı kılınan kişiHacıeminoğlu idi. Üniversitenin rektörüyle müstahdemi aynı safta buluşturmakiçin de herhâlde Hacıeminoğlu olmak gerekirdi...
Ruhunşad, durağın cennet olsun aziz Hocam…