Prof. Dr. Murat Çetinkaya: ABD’NİN BAŞLATTIĞI TİCARET SAVAŞLARI EN ÇOK TÜRKİYE EKONİSİNİ ETKİLEDİ

03 Ağustos 2019 14:21 Evin GÖKTAŞ
Okunma
4085
Prof. Dr. Murat Çetinkaya: ABDNİN BAŞLATTIĞI TİCARET SAVAŞLARI EN ÇOK TÜRKİYE EKONİSİNİ ETKİLEDİ

Ankara Aydınlar Ocağından "Küresel Ticaret Savaşları" Konferansı

Prof. Dr. Murat Çetinkaya: ABD’NİN BAŞLATTIĞI TİCARET SAVAŞLARI EN ÇOK TÜRKİYE EKONİSİNİ ETKİLEDİ


EVİN GÖKTAŞ


Hacı Bayram Veli Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Murat Çetinkaya, 15 trilyon dolarlık bir gayrisafi millî hasılaya sahip olan Çin'in bugün dünyanın ikinci büyük ekonomisi hâline geldiğini belirterek, "Bu sebeple ABD'nin başlattığı ticaret savaşları Çin üzerinde yoğunlaşmaya başladı. Çin şu anda dünyanın ekonomik lokomotifi ve fabrikası konumuna gelmiş durumda. :Günümüzde savaşlar atık kılıç ve kalkanla olmuyor, üretimle oluyor. Onun için Türkiye'nin bir an önce millî ürün politikasına geçmesi gerekiyor.” dedi.
Çetinkaya, Ankara Aydınlar Ocağında "Küresel Ticaret Savaşları" konulu bir konferans verdi. Erol Güngör Konferans Salonu'nda kalabalık bir kitleye hitap eden Çetinkaya, küresel ve millî ekonominin durumu ile ilgili çarpıcı değerlendirmelerde bulundu.
Hatırlanacağı gibi ticaret savaşlarında görüşmelere yeniden başlama kararı alındı.ABD Başkanı Donald Trump yönetimi yetkilileri, ABD ve Çin'den üst düzey temsilcilerin ticaret savaşını çözüme kavuşturmak için önümüzdeki günlerde müzakerelere yeniden başlamaya hazırlandıklarını belirtti.
Beyaz Saray Ekonomik Danışmanı Larry Kudlow gazetecilere yaptığı açıklamada, “Bu müzakereler önümüzdeki hafta ciddiyetle devam edecek.” dedi.
ABD Ticaret Temsilciliğinden bir yetkili de iki tarafın Çinli yetkililerle gelecek hafta için üst düzey telefon görüşmesi ayarlama sürecinde olduğunu söyledi.
Prof. Dr. Murat Çetinkaya, konferansta küresel ticaret savaşlarından daha ziyade Türkiye’deki ekonominin nereye gideceği konusunda Türk milletinin birtakım kaygılar yaşadığını belirtti.
Çetinkaya, “Maalesef bugün yaşadığımız ticaret ve kur savaşlarından en çok Türkiye ekonomisi etkilenmektedir.” diye konuştu.
Son dönemlerde ortaya çıkan ticaret savaşlarının bu kaygının daha da artmasına sebebiyet verdiğini ifade eden Çetinkaya, "Bu geçmiş yıllara dayanan bir süreç. Özellikle korumacılık politikalarının son dört beş ay içerisindeki yoğunlaşması dünya konjonktüründe ticaret ve kur savaşlarını gündeme gelmesine sebebiyet verdi." ifadesine yer verdi.
Çetinkaya, şunları kaydetti:
"Tabii ki ticaret savaşlarının mantığındaki yapı göz önüne alındığında bir ülkenin ithal etmiş olduğu ham maddeye yönelik yüksek oranda vergi veya tarifenin uygulanması mevcut olan vergilerin üzerine ilave vergilerin konulması suretiyle birtakım gümrük duvarlarının yükseltilmesi olarak ifade ediyoruz. Bu süreç içinde özellikle ham madde ihraç eden ülkeler de aynı şekilde Amerika'nın uygulamış olduğu bu politikaya misilleme yaptılar. Kendi çerçevesi içerisinde birtakım vergileri veya tarifeleri artırınca ticaret ve kur savaşlarının başlangıcı ortaya çıktı. Aslında şöyle söylemek gerekir: Hepimiz biliyoruz ki dünyanın en büyük ekonomisi ve bu konuda en büyük ekonomik potansiyele sahip olan ülke Amerika. 18.5 trilyon dolarlık bir gayrisafi millî hasılaya sahip ama diğer taraftan da 20 trilyon dolar borcu olan bir ABD ekonomisinden bahsediyoruz. Amerika'nın başlatmış olduğu bu ticaret savaşları Çin üzerinde yoğunlaştı. Baktığımızda bugün dünyanın ikinci büyük ekonomi Çin ekonomisi. 15 trilyon dolarlık bir gayrisafi millî hasılaya sahip olarak ikinci en büyük ticaret yapan büyük ülke konumuna gelmiş durumda. Hatta rakamlarla şöyle ifade edeyim: Amerika 2.249 trilyon dolarla dünyanın en fazla ithalat yapan ekonomisi. Çin ise 2.97 trilyon dolarla en fazla ihracat yapan ekonomisi. Baktığımız zaman Çin şu anda dünyanın ekonomik lokomotifi, dünyanın fabrikası konumuna gelmiş durumda. Bu süreç ticaret savaşlarının başlamasındaki en önemli etken. Olay tamamen metalin ham maddesi olan çelik ve alüminyum üzerine yoğunlaşıyor. Çelik ve alüminyum, bütün sektörlerde yoğunlukla kullanılan bir ara girdi durumunda. Başlangıç noktası da ABD'de bu sektörün son dönemde ciddi bir kriz yaşamasından kaynaklanan bir savaş olduğunu ifade edebiliriz. Donald Trump'ın, Beyaz Saray'da bu sektörün temsilcileri ile yapmış olduğu bir toplantı sonucunda söz konusu olan bu alüminyum ve çelik ürünlerine hatırladığım kadarıyla alüminyuma %10, çelik ürünlerine de %20 oranında bir vergi koyulması ile birlikte bu süreç başlamış oluyor."

TRUMP'IN "TİCARET SAVAŞLARI İYİDİR KOLAY KAZANILIR" TWİTTERİ

Çetinkaya, "Hatta Trump'ın kendisi 'Ticaret savaşları iyidir ve kolay kazanılır.' diye attığı bir Twitter ile bu süreç başlamış oldu." dedi.
Bu sürecin küresel bazda etkilerinin sadece Çin üzerinde kalmadığını, globalleşmenin yarattığı küreselleşmenin etkisiyle birçok ekonomiye de hızlı bir şekilde yayıldığını anlatan Çetinkaya, şu değerlendirmelerde bulundu:
"En çok etkilenen ülke açısından baktığımızda ABD'nin en fazla ticari ilişkilerinin olduğu başta Çin olmak üzere Kanada, Güney Kore, Rusya gibi ülkelerde ciddi anlamda bizim gibi gelişmekte olan ve kırılgan ekonomiye sahip ülkelerde bu ticaret savaşlarının olumsuz etkileri hemen yansımaya başladı. Hatta şöyle bir ifade kullanabiliriz burada: Şu anda ABD'nin 2.2 trilyon dolarlık bir ithalatı var, buna karşılık da 1.42 trilyon dolarlık da bir ihracatı söz konusu. Dünyanın en fazla dış ticaret açığı veren ekonomisi. 783 milyar dolarlık bir dış ticaret açığı var. Bu açığın 375 milyar dolarını Çin'e veriyor. Diğer taraftan 70 milyar dolarını Meksika, 60 milyar dolarını da Kanada'ya açık veriyor. Aslında buradaki ticaret savaşlarının başlamasındaki temel etken ABD diyor ki, 'Bizim ülkemizden gittiniz yabancı ülkelerde yatırım yaptınız, oranın gayrisafi millî hasılasını artırdınız, oranın kişi başına düşen millî gelirini yükselttiniz, oranın işsizliğini azalttınız, artık bu süreçten sonra ben ithal ürünlerine ciddi anlamda vergiler koyacağım, ben artık orada yatırım yapmanızı istemiyorum, kendi ülkenize dönüp buradaki istihdama katkı sağlayın, millî hasılasını artırın.'
ABD böyle bir politika tercihinde bulundu. Aslında baktığımızda bu küresel bazda ortaya çıkan ticaret savaşların mantığının altında yatan temel etken bu. ABD burada korumacı ve millî politikalar ortaya koyuyor.

TRUMP'IN EN BÜYÜK HAYALİ AMERİKA'YI YENİDEN EN BÜYÜK YAPMAK

Prof. Dr. Murat Çetinkaya, Donalt Trump'ın en büyük hayalinin Amerika'yı yeniden en büyük ülke yapmak olduğunu hatırlatarak, şunları söyledi:
"Bu açıdan bakıldığında ABD'nin Çin ve Meksika gibi ülkelere kaptırdığı üretim ve istihdam tesislerini tekrar kendi ülkesine kazandırma noktasında tercih ettiği bir politika. ABD yüksek dış açık veriyor. Ama diğer taraftan yüksek dış ticaret açığı verirken Uzak Doğu ve Avrupa ülkeleri de cari fazla veriyor. Baktığınız zaman avro bölgesi %3 buçuk oranında, Çin %1.6, Japonya %3.7 seviyesinde bir dış ticaret fazlası verirken, ABD'nin yüksek miktarda bir cari açık veya dış ticaret açığı vermesi ekonomide birtakım ciddi zorluklar ortaya çıkardı. 783 milyar dolarlık bir cari açığı Trump, bundan önceki yönetimlerin hatalarından kaynaklanan bir açık olduğunu ifade ediyor. 'Bundan önceki yöneticiler hata yaptı ama ben bundan sonra bu tür bir hata yapmayacağım. Bugün başlatmış olduğumuz ticaret ve kur savaşları ile birtakım mallar üzerine konulan ithal, gümrük ve tarife vergileri, kota miktarlarının artırılması doğal olarak bu olguyu ortaya çıkartıyor.' Tabii uluslararası ekonomide ya da global anlamda ne gibi sonuçlar ortaya çıkarıyor? Merak edilen en önemli noktalardan bir tanesi bu. Vergi oranlarının yükseltilmesi dünya ticaretini bir daralma sürecine sokması muhtemel bir etki. Bakıldığı zaman önümüzdeki dönem derecelendirme kuruluşlarının yaptığı açıklamada global bazda bir daralma süreci özellikle 2019'un ilk yarısından itibaren başlıyor. Ki Türkiye'de de aynı şekilde başlıyor. Hatta Türkiye'de 2019'da %2'lik negatif anlamda bir daralma ve küçülmeden bahsediliyor. Bunun önümüzdeki dönemde ne kadar gerçekçi olacağını hep birlikte yaşayacağız. Diğer bir önemli nokta da bu tür bir korumacı politikanın uygulanması ile birlikte milliyetçilik akımlarında ciddi bir artış var. Milliyetçilik akımlarındaki özellikle siyasette aşırı sağ hareketlerin güçlenmesini beraberinde getiriyor. Diğer taraftan en fazla etkinin ortaya çıkaracağı ABD ile en fazla ticari ilişkileri olan ülkeler Kanada, Brezilya, Meksika, Rusya üzerinde daha da fazla etkinin önümüzdeki dönem içinde yaşanacağı söylenebilir. Aslında, şunu da ifade etmek lazım: Bu ticaret ve kur savaşlarından en çok etkilenen ekonomi bizim Türkiye ekonomisi oldu."

HER ŞEYE RAĞMEN ABD EKONOMİSİ BUGÜN EN İYİ DÖNEMİNİ YAŞIYOR

Prof. Dr. Murat Çetinkaya, "Bugün baktığımızda dolar konusunda özellikle global piyasalarda bir ticaretin daralması ile birlikte bir baskılanma süreci değer açısından ortaya çıkabilir. Ancak önümüzdeki dönem içinde bu ticaret savaşları dolar kurunun biraz daha yukarı yönde olmasına sebebiyet verecek." görüşüne yer verdi.
Çok basit bir ifade ile uluslararası yatırımcıların artık ABD'ye gelip kendi ülkelerine mal ve hizmet üretmeye başlayacağını kaydeden Çetinkaya, bunun da doğal olarak Amerikan ekonomisinin daha da güçlenmesine ve parasının da değerinin artmasına sebep olacağını anlattı.
Çetinkaya, değerlendirmelerine şöyle devam etti:
"Diğer önemli bir nokta da uygulanan bu politika açısından baktığınızda bir mali politika tercihi. Başarılı olabilmesi için de bunun mutlaka bir para politikası ile desteklenmesi gerekiyor. Para politikası da bizden biraz daha farklı. FET bağımsız bir kurum olmasından dolayı aslında ortaya çıkan bu mali politikalarındaki gelişmelere çok da fazla tepki göstermiyor. Bu süreçle birlikte, ticaret savaşları ile birlikte acaba FET kaç defa faiz artıracak? Üç defa mı, dört defa mı, beş defa mı faiz artıracağı konusu biraz daha gündeme gelmeye başlıyor. İthalatın azalması ile birlikte Amerikan ekonomisinde bir enflasyonist baskı ortaya çıkarması söz konusu. Ama burada şunu özellikle belirtmek istiyorum. Ticaret savaşlarının uzun uzadıya ne zaman biteceği noktasında yani. Bunun çok fazla devam edeceğini düşünmüyorum. Hangi açıdan?  Çünkü ABD doları, 1944'ten bu yana rezerv yani uluslararası para birimi olarak kullanılıyor. Burada ABD'nin özellikle ekonomik anlamda sağlamış olduğu önemli avantajlardan bir tanesi de bu ticaret savaşları ile birlikte uluslararası ekonomide ABD'nin kullanmış olduğu dolar kurunun uluslararası ticarette kullanılması yavaş yavaş sorgulanmaya başladı. Son dönemlerde sıklıkla dillendiriliyor bu konu. Ülkelerin uluslararası ticaret yaparken kendi para birimlerinin kullanılmasının daha avantalı olacağı. O yüzden ben bu şekilde katı bir ticaret savaşları veya vergi politikaları uygulayarak ABD'nin uzun süreli ticaret savaşlarını sürdüreceğine ihtimal vermiyorum. Çünkü rezerv para özelliğinin sorgulanmaya başladığı andan itibaren Amerikan ekonomisinin yavaş yavaş zayıflama sürecine gireceğini düşünüyorum. Mesela ben hep şu ifadeyi kullanırım: ABD'de bir kriz yaşandığında bu krizden en kolay kurtulacak olan ülke ABD'dir. Bunu biz 2008 küresel krizinde çok iyi bir şekilde yaşadık. Hatta 2008 küresel krizinin bir an önce atlatılması noktasında ABD'nin uygulamış olduğu politika ülke içindeki faiz oranlarını aşağı doğru çekmekti. İç talebi canlandırarak ekonomide bir rahatlama ve genişleme sürecine girilmesini istiyordu ama başaralı olamadı. Ama 2010 yılından sonra politikasını tamamen değiştirdi ve bu sefer de dış talebe yönlendi. Bunun sonucu bizim gibi gelişmekte olan ülkelerin tahvil ve bonolarını almak suretiyle dış talep yaratarak kendi ekonomisini istenilen seviyeye çekti. Baktığınız zaman Amerikan ekonomisini 2008 küresel krizinden sonra bugün belki de en iyi dönemini yaşadığı dönem olarak ifade edebiliriz. Trump'ın bazen saçma sapan konuşmaları oluyor, kimsenin beklemediği yerde farklı çıkışlar yapıyor, doğal olarak bunun ekonominin üzerinde olumsuz etkisinin olduğunu düşünebiliriz ama değil. Şu anda ABD'nin Trump'la birlikte en yüksek zirve yani en iyi noktalarda olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz."

AMERİKA'NIN YÜZÜ SUYU HÜRMETİNE BİZ AMBARGONUN DIŞINDA TUTULDUK

Prof. Dr. Murat Çetinkaya, Türkiye ekonomisini değerlendirmeye başlamadan önce birkaç farklı noktaya değindi.
"Burada şunu belirtmek istiyorum: Sadece Meksika, Kanada, Çin üzerinde yoğunlaştık ama önemli bir faktör de İran faktöre ve bu çok önemli bir faktör. Çünkü bizim ticari ilişkiler bazında en fazla ticari ilişkimizin olduğu ülkelerden birisi İran." dedi.
İran'a 4 Kasım 2018 tarihinde ABD yaptırım ve ambargo uygulamaya başladığını hatırlatan Çetinkaya, daha sonra yaşanan gelişmeleri şöyle anlattı:
"Amerika'nın yüzü suyu hürmetine biz ambargonun dışında tutulduk. Allah korusun bu ambargo uygulanmış olsaydı Türkiye ekonomisi şu anda çok kötü bir dönem yaşayabilirdi. Çünkü bizim 2017 itibarıyla 2 milyar dolar bir ihracatımız, 7 buçuk milyar dolar da bir ithalatımız söz konusu. Bu ciddi bir rakam. Bunun yanında biz petrol %99 oranında, %100 oranında da doğal gaza bağımlı bir ülkeyiz. Petrolün %46'sını İran'dan ithal ediyoruz, %18 de doğal gazı İran'dan ithal ediyoruz. Bu ambargonun 4 Kasım'dan itibaren Türkiye'yi de kapsayacak bir şekilde uygulandığını düşündüğümüzde bizim çok kısa bir sürede bunu tedarik etmemiz çok zor olacaktı. Yani bu ekonomik anlamda çok ciddi riskleri de birlikte getirecekti. Ama Allah'tan ABD'nin eşref saatine denk gelmesi Türkiye ekonomisi açısından olumlu bir tablonun ortaya çıkmasına yol açtı. Dünya ekonomisinde kur ve ticaret savaşları ile birlikte dalgalanmalar ve belirsizliklerin artması Türkiye'de durgunluk ve endişeye yol açtı. Özellikle Türkiye'nin yüksek faiz, yüksek kur ve yüksek cari açık pozisyonunda uluslararası piyasalardan ne yazık ki sürekli olarak bir sermaye transferi yapma zorunluluğu söz konusu. Bu açıdan baktığımızda son zamanlarda ekonomi çevreleri şunu tartışıyor: Türkiye bir geçici durumla mı karşı karşıya?  Türkiye bir buhran içerisinde mi? Sürekli olarak konuşuluyor ve biz bunun bir türlü adını koyamadık. Şu anda Türkiye ekonomisinin yaşamış olduğu olgu nedir? Aslında ben şöyle bir ifade kullanmak istiyorum: İktisat literatürüne baktığınızda bu bir 'kur krizi.' Şu anda bir kur krizi ile karşı karşıyayız. Bir ülkenin bir önceki yılda %10'luk parası yabancı para karşısında değer kaybediyor, bu yılda %20'nin üzerinde bir değer kaybı yaşıyorsa bu ülkenin bir kur krizi ile karşı karşıya kaldığını ifade edebiliyoruz. Yaşadığımız kur krizi süreci içerisinde şöyle bir ifade kullanacağım: Ben Türkiye ekonomisi açısından geleceğinden ciddi anlamda kaygılıyım. Hatta şu ifadeyi de kullanabilirim: Umarım yanılırım. Bir krizle karşı karşıya kalacaksak bu krizin 2018 krizi değil, 2019 krizi olacağını düşünüyorum. Çünkü birtakım makro ekonomik değişkenleri göz önüne aldığımızda gerçekten de özellikle reel sektörde çok ciddi sıkıntıların yavaş yavaş su yüzüne çıktığını görüyoruz. Örneğin şu anda Türkiye'de en fazla basında yer tutan olay konkordato. Benim en büyük korkum burada bir domine etkisinin ortaya çıkması. Ki bu domine etkisinin firmaların iflaslarını erteleme noktasında ortaya koydukları bu tavrın daha da derinleşerek ileriye doğru gitmesi yaşanan bu kur krizinin arkasından bunun bir finansal krize dönüşmesi Türkiye ekonomisinin içinden çıkılmaz bir hâle dönüşmesine sebebiyet verecektir. Tabii buradaki yapısal sorunları göz önüne aldığımızda aslında ben şu ifadeyi de kullanmak istiyorum. biz ne yazık ki son dönemlerde ortaya konulan politikalara baktığımızda piyasa kuralları çerçevesindeki sorunları ne yazık ki çözümleyemiyoruz. İktisat ve ekonomi literatürünün ortaya koyduğu gerçekliklerden uzak bir ekonomi politikası üretiyoruz şu anda."

TÜRKİYE'NİN EN ÖNEMLİ MAKRO EKONOMİK SORUNLARINDAN BİRİ ENFLASYON

Çetinkaya, Türkiye ekonomisi ile ilgili analizler yaparken, "Öncelikle bizim şunu kabullenmemiz lazım. Biz ne yaşıyoruz? Yaşamış olduğumuz birtakım gerçeklikleri mutlaka bizim artık kabullenme zorunluluğumuz var." ifadesine yer vererek şöyle devam etti:
"Kabullendikten sonra arkasından bir teşhis ortaya konulması gerekiyor. O teşhis de hastaya nasıl ki ilaç tedavisi uygulanıyorsa Türkiye ekonomisi açısından da bu uygulamaların bir an önce yürürlüğe girmesi gerekiyor. Ama diğer yandan da baktığımızda şu anda biz Türkiye ekonomisinde bir kriz var mı diye kullanırken bile olumsuz tavırla karşılaşıyor ve geri vites duruma ile karşı karşıya kalıyoruz. Şu anda Türkiye'nin en önemli makro ekonomik sorunlarından bir tanesi enflasyon sorunu. Enflasyon sorunu çok ciddi anlamda bir artış ortaya çıkardı. Baktığımızda biraz önce ifade ettiğimiz birtakım yapısal sorunların ya da gerekli olan politikaların hem zamanında uygulanmaması ya da çoğunluğunun gecikmeli olarak uygulanması yapısal sorunların Türkiye'de yavaş yavaş derinleşmesini sorununu ortaya çıkarmaya başladı. Türkiye'nin fotoğrafını daha iyi görebilmek açısından biraz daha geriye götürmek istiyorum. 2002 yılında küresel kriz yaşandıktan sonra güçlü ekonomiye geçişle birlikte 2002-2008 yılları arasında Türkiye ekonomisinin en iyi dönemleri olduğunu hepimiz biliyoruz. Dolar ne kadar oldu diye bir soru sorsam belki şaşıracaksınız ama 2002 yıllarında 1.11 seviyesinde idi. Hatta o dönemde ekonomi politika yapıcıları çıkıp dediler ki 'Yakında 1 dolar 1 liraya eşit olacak. Bu bizim başarımız.' ifadesini kullandılar. Bunun altında yatan temel etken faizlerin %17'nin altında olması idi. Uluslararası piyasalara baktığınızda dünyanın en yüksek faizini veren ülke konumundaydı. Düşünün ki bir ülkede dolar kuru sürekli olarak artıyor, diğer taraftan da yüksek faiz özellikle uluslararası yatırımcı açısından müthiş para kazanabileceği bir ortam. Doğal olarak yüksek faiz ortamında yabancı yatırımcının teveccühünün Türkiye ekonomisi veya Türk tahvil ve bonolarına karşı talebinin artması otomatikman olarak ciddi anlamda bir döviz girişine, döviz bolluğuna sebep oldu. Bu durum dövizin sürekli olarak baskılanması ve Türkiye'nin sanal bir zenginlik yaşamasını beraberinde getirdi. Biz ne yazık ki 14-15 yıldır başkalarının parası ile Türk parasının değerini yükselttik. Bunun da sürekli olarak devam edeceği beklentisi içerisine girdik. Bu beklenti doğal olarak Türkiye'nin bu dönemde yaşadığı olguların da ortaya çıkmasına sebebiyet verdi." 

BU POLİTİKALARIN YANLIŞLIĞINI ESKİ BAKAN NACİ AĞBAL DA İFADE ETTİLER

Prof. Dr. Murat Çetinkaya, "Yüksek faiz ortamında Japonya'daki ev hanımları bile %1, %2 ile kendi bankalarından kredi çekip %17 ile Türk bonoları ve Türk tahvillerini satın aldılar. Bu dönem içerisinde Japonya'daki ev hanımları bile oturdukları yerden para kazanırken biz ne yazık ki sermayenin bol olarak geldiği dönemler içerisinde verimli anlamda kullanamadık. Nerede kullandık? Cari açığımızı kapattık. Diğer taraftan da lüks rezidanslar yaptık. Duble duble yollar yaptık." diye konuştu.
Çetinkaya, şunları anlattı:
"Ben bu politikaların yanlış oyduğunu Eski Bakan Naci Ağbal'a da söyledim ve yanlış olduğunu kendileri de kabul ettiler. 'Biz keşke yol yapmasaydık. Keşke ticaret merkezlerini limanlara bağlayan yolları yapsaydık, onun dışındaki yatırımlarımızın büyük kısmını da fabrikalara aktarmış olsaydık belki bugün yaşadığımız bu kötü günleri hiçbir şekilde yaşamayacaktık.' dedi. Bakıldığında çok önemli bir tespit bu. Benim en büyük korkum tarihin tekrar tekerrür etmesi. Şu anda faizler %24 seviyesinde Venezuella ve Arjantin'den sonra dünyanın en yüksek faizini uygulayan ülke konumundayız. Faizler çok ciddi anlamda yükseldi. Ama diğer taraftan da baktığımızda kurlarda da ciddi bir düşüş söz konusu. Bu yabancı yatırımcı açısından mükemmel bir ortam yine yaratılmış oldu. Yüksek faiz düşük kur. Doğal olarak yabancı yatırımcı yüksek faizden para kazanacak hem de kurdan ciddi anlamda para kazanacak. Bu süreç göz önüne alındığında yine başlayacak gelmeye yabancı yatırımcıların Türkiye'ye. Ciddi anlamda siyasi bir kriz yaşamadığımız sürece uluslararası piyasalardan Türkiye ekonomisine ciddi bir sermaye akışının olacağını düşünüyorum. Bundan sonraki süreçte biz aynı hataları yapmaya devam edersek ki artık alışkanlık hâline geldi Türkiye her on yılda bir kriz olgusuyla karşı karşıya geliyor. Önümüzdeki süreç içinde Türkiye'nin yeni krizlerle karşı karşıya kalacağını düşünüyorum. Hepinizin aklında enflasyon rakamları var. Enflasyon artışını kur geçişgenliğine bağladık. Kurun aşırı derecede yükselmesinin enflasyon üzerinde ciddi bir artış çıkardığını gördük. Ama şu anda baktığımızda 7.47-50 seviyesine kadar yükselen dolar 5.39 seviyesine kadar inmiş ama enflasyon rakamlarında herhangi bir azalma ortaya çıkmıyor. İktisat literatüründe biz bunu fiyat kıtlığı olarak açıklıyoruz. Herhangi bir şekilde bir mal veya hizmetin fiyatının yükseldiği zaman geri dönüşü çok zordur. Aslında enflasyonun mantığı açısından baktığınızda da kurdaki yükselmeler enflasyonu çok kolay bir şekilde yukarıya doğru tırmandırırken geriye doğru dönmesi çok zordur. Yaşadığımız olaylar da bunları ortaya koyuyor. Biz enflasyonu yüzde yüz yaşamış olduğumuz dönemlerde dahi TÜFE ile ÜFE arasındaki bu kadar çok makas farkını hiçbir şekilde hatırlamıyorum. ÜFE %20 seviyesinde bir fark var, %25 seviyesinde de bir TÜFE rakamı ile karşı karşıyayız. Bunun göstergesi önümüzdeki dönem içerisinde enflasyon rakamlarının hiç de düşecek gibi gözükmemesi anlamına geliyor."

CUMHURBAŞKANI, FAİZLERİN DÜŞÜRÜLMESİNİ İSTEMEKTE ÇOK HAKLI

"Bu da önümüzdeki dönemde birçok fabrika ve firmanın kapanmasına sebep olacak." ifadesine yer veren Çetinkaya, şunları kaydetti:
"Maliyetlerde ortaya çıkan artış tüketici üzerine yansıtılacak. Taleplerde görülen ciddi anlamdaki daralma sonucu tüketicinin üzerine yansıtması zor gibi gözüküyor ve muhtemelen kendi üzerine yansıtmak zorunda kalacak. Kendi üzerine yansıttığı zaman da birçok firmanın kapanmasına yol açacak. Enflasyonun da böyle bir özelliği var. Bazı öz sermayesi sağlam olmayan ve kredi mekanizması ile hareket eden firmaların birçoğunun kapanmasına sebep olacak. Geçen seneye göre % 24 oranında firmalarda kapanma noktasında bir artış ortaya çıkmış durumda. Bu çok ciddi oranda bir artış. Bugün işsizlik rakamları açıklandı ve rakamlara baktığınızda %11.1 seviyesine kadar gelmiş olan bir işsizlik söz konusu. Hatta bu daralma süreci henüz işsizliğe yansımamış durumda. Bu daralmanın yansıması muhtemelen önümüzdeki aylarda yansıyacak. %2'lik oranda bir artış işsizlikte 35 milyonluk bir iş gücünü düşündüğümüzde 700 bin kişinin önümüzdeki dönem içinde işsiz kalması anlamına geliyor ki bu da çok ciddi rakam olarak ifade edebiliriz. Yapısal problemlerin aşılması noktasında etkin ve yetkin ekonomi politikaların devreye girmesi gerekiyor ama şu anda Türkiye'de en önemli sorun enflasyon. Enflasyon sorununun çözülebilmesi için tercih edilecek olan politika da daraltıcı para politikasıdır. Bu daraltıcı para politikasının yarattığı enflasyon rakamlarında iyileşmenin yaşanabilmesi için de bunun daraltıcı maliye politikası ile desteklenmesi gerekiyor. Ama diğer taraftan baktığımızda hiç beklemediğimiz bir anda ÖTV ve KDV'de meydana gelen indirimler artık genişletici maliye politikası değil de genişlemeci maliye politikasının uygulanmasını zorunlu olarak ortaya çıkarıyor. Enflasyonu düşürme noktasında daraltıcı para politikası uygulayacaksınız. Diğer taraftan aynı şekilde daraltıcı maliye politikası yerine genişletici maliye politikası uygulamanız burada tek bir etkisi olur kısmen gayrisafi millî hasılada küçük de olsa bir artış ortaya çıkartır. Ama bunun en yüksek maliyeti faiz artışıdır. Şu andaki faiz artışına baktığınızda %24 seviyesindeki artışın Türkiye ekonomisi içindeki en büyük etkisi sürekli olarak devletin borçlanma ihtiyacının artması sonucu piyasada faiz oranlarını sürekli olarak yukarıya çekiyor. Bu da iç piyasada doğal olarak yatırımcıların yatırım yapma imkânlarını ortadan kaldırıyor. Ama tabii ki bunun önünde de engeller var. Mesela Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan sürekli olarak ifade ediyor. Faizleri düşürün diye. Sonuna kadar haklı. Hangi açıdan haklı? Çünkü biz faizleri düşürmediğimiz sürece yatırım yapamıyoruz. Yatırım maliyeti aşırı derecede yüksek oluyor. Ama diğer taraftan da Cumhurbaşkanı'mızın unutmuş olduğu bir durum var. Bu da nedir? Cari açık problemi. Cari açık sorunsalı hâlâ sürekli olarak devam ediyor. Son aylarda bir rahatlama süreci içine girdi ama cari açığın finansmanı noktasında uluslararası piyasalardan yabancı sermayeyi çekme zorunluluğu otomatik olarak faizleri yüksek seviyeye çıkartmamıza sebebiyet veriyor."

2002'DE NELERİ DOĞRU NELERİ YANLIŞ YAPTIK, BUGÜN NE YAPILMALI?

Prof. Dr. Murat Çetinkaya, "Türkiye'nin 2002'de küresel krizin aşılası konusunda neleri doğru, nelerin yanlış ve bugün nelerin yapılması gerektiği" konusundaki görüşlerini şöyle dile getirdi:
"Bizim 2001 küresel krizden kurtulmamızdaki en önemli etken güçlü ekonomiye geçiş programını sıkı sıkıya bağlı bir şekilde uygulanması idi. Hiçbir sapma olmadan uygulandı ve o uygulamada zaten Türkiye ekonomisinde ciddi bir başarı ortaya çıkardı. Benim burada eleştirdiğim nokta şu: Evet Türkiye'de birtakım problemler var. Bunun adı kriz olabilir ya da farklı bir şey olabilir ama krizin çözümlenmesi veya ekonomik sorunların bertaraf edilebilmesi noktasında belirlenmiş olan bir politika yok Türkiye'de şu anda. 2001 krizini aşmamızdaki temel etken buradan kaynaklanıyor. Yani orada politika belirlendi. IMF'nin belirlemiş olduğu politikalara sıkı sıkıya bağlı kalındı. O politikaların neticesinde Türkiye ekonomisinde bir iyileşme gerçekleşti. Yüksek bir büyüme performansı yakaladı. Ama şu anda yaşadığımız olgulardan hareket edersek eğer biz kabullenmedik daha krizin olduğunu. 2001 krizi çıktığında biz bunu kabullenmiştik. Krizin olduğunu kabullenmiştik. Bir süreç başladı arkasından gelen süreç içerisinde Anayasa kitapçığının fırlatılması ile birlikte kriz belirginleşti ve Türkiye ekonomisi kriz yaşıyor denildi. Hükûmet kendi iç dinamikleri ile bu krizi çözemeyince IMF ile bir stand-by anlaşması imzalandı. O stand-by anlaşmasına katı bir şekilde sıkı sıkıya bağlı kalınarak Türkiye ekonomisi bir noktaya geldi. Ama şu andaki ekonomi politikalar göz önüne alındığında bizim hangi politikayı uyguladığımız dahi belli değil şu anda. Bir karmaşıklık söz konusu. Hükûmetin uyguladığı 100 günlük politika açıklanıyor. Arkasından yeni ekonomiye geçiş programı açıklanıyor. Ben iktisat literatüründe süreli veya kısa süreli maliye veya para politikasını tercih edildiğini hiçbir yerde okumadım. İki veya üç aylık bir maliye politikası. Bu süreç böyle devam ettiği sürece belirsizlik ortamı yaşandığı bir dönemde ekonomik açıdan Türkiye'nin bu yapısal krizi aşabileceği noktasında ciddi kaygılarım var. Yapısal reformlar yapmamız gerekiyor deniliyor. Nasıl bir yapısal reform yapacağız? Tamamen ithalata dayalı bir büyüme söz konusu. Bunu nasıl kırabiliriz? Ne yazık ki biz daha önce tüketimde ithalata bağımlı bir ülke iken şu anda sanayide de ithalata bağımlı bir ülke konumuna geldik. Bugün baktığımız zaman son aylarda cari fazla veriyoruz. Cari fazlayı verirken diğer taraftan da Türkiye ekonomisi ciddi anlamda küçülme sürecine giriyor. Biz kendi iç dinamiklerimizden yaratmış olduğumuz sermaye ile tasarruflar ile cari fazla vermiyoruz. Neden kaynaklanıyor? İthalattaki daralmadan kaynaklanıyor. İthalat talebi çok ciddi anlamda düşmüş durumda. İthalat talebinin düşmesi ekonomideki üretim seviyesinin önümüzdeki dönemde azalacağını gösteriyor. Şu anda Türkiye ekonomisi açısından baktığınızda ihracat rekorları kırıyoruz. Ama şu anda sanayici stoklarını satıyor. Daha önce kenara koymuş olduğu stokları şu anda piyasaya çıkartıp satıyor. Önümüzdeki dönem içerisinde yüksek maliyetten doğal olarak biz ithalat talebini yeniden yaratmaya başlamayacak mıyız? İthalat talebi yeniden artmaya başladığı andan itibaren biz tekrar cari açık vereceğiz. Cari açık problemi ile Türkiye'nin önümüzdeki dönemde karşı karşıya kalacağını düşünüyorum. Hatta şunu da düşünüyorum. Ne güzel biz cari fazla vermişiz. İnşallah önümüzdeki dönem içerisinde bu cari fazla devam eder. Geçmiş yıllarda Türkiye ekonomisi cari açık verdiğinde uluslararası piyasalardan çok kolay bir şekilde yabancı sermaye çekebiliyordu. Şimdi ise bırakın Türkiye ekonomisine yabancı sermayenin girmesini ciddi anlamda çıkış olmuş. Sadece yabancı sermayeci ve yatırımcı değil, yerli yatırımcı da yabancı ülkeleri tercih eder duruma geldi."

TÜRKİYE'DE SOSYAL YARDIM SİSTEMİ BİR AN ÖNCE KALDIRILMALI

Bu süreç göz önüne alındığında Türkiye'nin çok hızlı bir şekilde yapısal politikalarda bir tercihte bulunması gerektiğini vurgulayan Çetinkaya, mevcut durumu şöyle değerlendirdi:
"Geçmiş yıllarda yaşanmış oyan bir tecrübe var. 2001 krizinden bahsettim. IMF'yi şu anda öcü olarak gösterilmesi bana biraz tuhaf geliyor. Türkiye'deki yapısal sorunlar ne yazık ki oraya doğru itmek zorunda kalıyor. İnşallah dileğimiz IMF ile yeni bir stand-by anlaşması yapmayız. En son 19’cusunu ve sonuncusu yaptık ve bir daha da inşallah yapmak nasip olmaz. Yapmayız diyoruz ama şu andaki birtakım makro ekonomik değişkenleri ve Türkiye ekonomisinin gidişatını göz önüne aldığımızda sanki o tarafa doğru bir süreç gidiyor gibi gözüküyor. Şu andaki borç sorunu özel söktürün borcu. 466 milyar dolarlık bir dış borcumuz var şu anda. Bunun 317 milyar doları özel sektörün 139 milyar doları da kamunun borcu var. Ama tabii büyük projeler özel sektör tarafından yapıldı ve bunların devlet garantisi olduğu için, özel sektörün borcu imiş gibi gözüküyor ama aslında devlet borcu. Örtülenmiş bir devlet borcu söz konusu. Biz ne yazık ki tüketim toplumu olduk. Gelirimizin %88'ini tüketiyoruz. Bu tüketmiş olduğumuz malların da büyük bir kısmı ithal malı. En büyük handikabımız da bu. Tüketimin artması iyi bir olgudur. Tüketim arttıkça ekonomi büyüme trendine girer ama dışarıdan ithal mal kullanmamız ekonominin önündeki en büyük engellerden birisi. Ama ben şunu özellikle ifade etmek istiyorum. Benim en rahatsız olduğum nokta şu: Türkiye'deki uygulanan en fazla rahatsız olduğum sosyal politikalardan birisi şu: Sosyal yardım sisteminin Türkiye'den bir an önce kaldırılması lazım. Bu bizim halkımızı tembelliğe itti.
Halkımız artık üretmiyor. Üretmeden sosyal yardımlar vesilesiyle kendi hayatını idame ettirmeye çalışıyor. Bundan sonra hangi parti gelirse gelsin iktidara, bunu da çok kolay kolay kaldıramayacak. Türkiye'nin önemli sorunlarından bir tanesi bu. Çünkü burada çok ciddi oranda bir oy potansiyeli var. Bunun bir taraftan oy kazandırması, birilerinin iktidara gelmesini ve iktidarda kalmasını sağlarken diğer taraftan da Türkiye ekonomisinin altını sürekli olarak kazmaya devam ediyor. 15 yıl önce Türkiye'de gelirin %25'i tasarruf ediliyordu. Şu anda bu oran %12 seviyesine kadar düşmüş vaziyette. İnsanlara soruyorlar niçin tasarruf yapamıyorsunuz diye? Tasarruf Araştırma Vakfı bununla ilgili araştırma yapıyor.
Ancak yetiyor ve borcum var cevaplarını alıyorlar. Böyle bir ortamda tasarruf yapabilir misiniz? Tasarruf yapamadığınız için yatırımlar için finansman kaynağı oluşturabilir misiniz? Hayır. O zaman yatırımlar için ne yapmanız gerekiyor? Uluslararası piyasalardan sermaye çekme zorunluluğunuz oluyor. Bunun kırılması lazım. Bunu nerede ve nasıl kıracağız?  En büyük sorun da bu."

ŞU ANDA TÜRKİYE EKONOMİSİNDE BÜYÜK BİR BELİRSİZLİK SÖZ KONUSU

Prof. Dr. Murat Çetinkaya, "Şu anda Türkiye ekonomisinin altı ay sonrasını dâhi göremiyoruz. Çok büyük bir belirsizlik söz konusu." tespitinde bulunurken, bunun sebeplerini şöyle açıkladı:
"Bu özellikle sadece Türkiye ekonomisinden kaynaklanan bir durum değil. Dünya konjonktüründe ortaya çıkan belirsizlik. Ticaret ve kur savaşları 2023 ile ilgili hedeflerin tutmayacağı noktasında soru işretlerini ortaya çıkartıyor. Aslında mevcut iktidarın belirlediği hedeflere ulaşmak imkânsız şu anda. Bunu net olarak söyleyebilirim. Çünkü kişi başına düşen millî gelir seviyesinin 20 bin dolar olarak tahmini ortaya konuluyor.  Biz orta düzey gelir tuzağından kurtulalım derken şu anda düşük gelir tuzağına sürüklenmeye başladık. Özellikle ekonomi politikaları açısından bakıldığında, hedeflerden bir tanesi de orta düzey gelir tuzağının atlatılması idi. 20 bin dolar kişi başına millî gelir düzeyi söz konusu idi. Burada da şu devreye giriyor. Büyümenin gerçekçi olup olmaması. Reel anlamda ülke ekonomisine katkısını en önemli göstergesi kişi başına düşen millî gelir seviyesidir. Demek ki biz bu 12-13 yıldır sürekli büyüyen bir ekonomiyiz. Sadece 2009 yılında sadece 4.7'lik bir küçülme performansı ortaya koyduk ama sürekli olarak büyüdük. Diğer taraftan kişi başına düşen millî gelir seviyesinin artması gerekiyor. Ne yazık ki biz orta düzey gelir tuzağından kurtulamaz hâle geldik. Diğer taraftan üretim ve gayrisafi millî hasılamızda bir artışımız var ama  yeteri düzeyde üretim yapamamamız, doğal olarak ülke paramızın da değerli bir hâle gelememesi, doların Türk parası karşısında yüksek değer ortaya koyması bizim orta gelir tuzağını da aşmamızın artık bir hayal olduğunu ortaya çıkartıyor.  Şu anda 9 bin 200 dolar 10 bin dolara biraz daha yaklaştı. Oysa biz on bin dolar seviyesine ta 2007 yılında ulaştık. Şu anda 2018 yılındayız ve hâlâ 10 bin dolar seviyesinde git gel yapıyoruz. 1960'lı yıllarda Güney Kore'nin kişi başına düşen millî gelir seviyesi 60 dolarmış. Türkiye'nin ise 160 dolarmış. Şimdi baktığınızda Güney Kore'nin 30 bin dolar seviyesine ulaşan kişi başına düşen millî geliri düzeyi var iken 10 bin dolar seviyesinde 17 yıldır aynı seviyede kalmışım ve hâlâ devam ediyorum. 2023 hedefi tutar mı tutmaz mı? Buradaki önemli noktalardan bir tanesi de şu: Savaşlar artık kılıç ve kalkanla olmuyor. Yukarıdan bir düğmeye basıyorsunuz bomba gidiyor bir yeri vuruyor. Şu anda ona bile gerek kalmadı. Savaşlar tamamen ticarete döndü. Bir ülkenin ekonomisini hiçbir insan öldürmeden tamamen bertaraf edebiliyorsun. Burada önemli olan en büyük silah şu anda üretim. Dünyanın en büyük silahı üretim. Üretim üretim üretim. Biz üretmediğimiz sürece, ne yazık ki hep tüketen bir toplum olduk. Üretim yapmak da o kadar cazip değil, yüksek teknolojiyi üretmemiz lazım. Bugün toplam ihracatımız içerisinde sadece  %3'ü yüksek teknolojik ürün satıyoruz ama düşük teknolojik ürün sattığımız ürün oranı % 30-35 seviyesinde. Peki nedir bu yüksek teknolojik ürün? Bence bundan ziyade Türkiye'nin millî ürün politikasına geçmesi gerekiyor Türkiye'nin. Kısmi bir ithal ikameci rejimin Türkiye'de acilen ivedi bir şekilde devreye sokulması lazım. Oradan başlanması gerekir. O süreç başladığı andan itibaren gelecek dönemler içerisinde yüksek teknolojik ürün üreten devlet hâline gelebileceğimizi düşünüyorum. Şu anda baktığınız zaman nedir bu diye düşünecek olursanız eğer telefondur, televizyondur. Telefon mu üreteyim, çimento mu üreteyim? Baktığınız zaman bu telefonun bütün parçalarını yurt dışından alıyorum. Burada üretsem ne olur ki? Yüksek teknolojik ürün olsa ne işime yarar? Ama ben çimentoyu veya tuğlayı kendi değerlerimle üretip satıyorsam odur benim için yüksek teknolojik ürün. Kendi iç dinamiklerimizle ya da ana ham maddesi Türkiye'de olan. 1934 yılındaki birinci beş yıllık sanayi planında ortaya çıkmış olan olgu iç dinamiklerle ana ham maddesi yurt içinden olan mal ve hizmetlerin üretimine yönelsek belki Türkiye ekonomisi açısından daha güzel sonuçların ortaya çıkacağını düşünüyorum. Kendi ürettiğimizi satmamız gerekiyor."