Suriye Uzmanı Dr. Cemil Doğaç İpek, Suriye İç Savaşını Değerlendirdi: "SAVAŞTA AĞIR BEDEL ÖDEYEN TÜRKMENLER TOPRAKLARINI KAHRAMANCA SAVUNUYOR"

21 Mart 2019 14:58 Evin GÖKTAŞ
Okunma
2941
Suriye Uzmanı Dr. Cemil Doğaç İpek, Suriye İç Savaşını Değerlendirdi: SAVAŞTA AĞIR BEDEL ÖDEYEN TÜRKMENLER TOPRAKLARINI KAHRAMANCA SAVUNUYOR

Suriye Uzmanı Dr. Cemil Doğaç İpek, Suriye İç Savaşını Değerlendirdi:
"SAVAŞTA AĞIR BEDEL ÖDEYEN TÜRKMENLER TOPRAKLARINI KAHRAMANCA SAVUNUYOR"

Hazırlayan: EVİN GÖKTAŞ 

Çankırı Karatekin Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Öğretim Üyesi Dr. Cemil Doğaç İpek, "Orta Doğu'da Tunus'la başlayıp Suriye'ye kadar uzanan süreç hiç şüphesiz Türkmenleri de çok etkiledi. Suriye iç savaşında en ağır bedeli Türkmenler ödedi." dedi.
İpek, "Türkmenler uzun bir süredir hem terör örgütleri hem de Esed rejimi ve müttefiklerinin saldırılarına karşı mücadele ediyor. Türkmenler şer odaklarına karşı topraklarını savunmak için kahramanca mücadele verdi ve vermeye de devam ediyor." diye konuştu.
Türk Ocakları Genel Merkezindeki her hafta düzenlenen Ocakbaşı Sohbetlerinin konuğu olan İpek, "Suriye İç Savaşı ve Türkmenler" konusunda konferans verdi.
Aynı zamanda Suriye Türkmen Meclisinin Dış Politika Danışmanlığını da yapan Dr. Cemil Doğaç İpek, Suriye konusunda uzman bir akademisyen.
Konuşmasının başında Suriye'deki hadiselerin nasıl başladığını hatırlatan İpek, "Hadiselerin nasıl başladığını üç aşağı beş yukarı hepimiz biliyoruz. Ama süreci hatırlatma babından kısaca özet yapmak istiyorum." diyerek şunları kaydetti:
"2011'in 15 Mart'ında komşu ülkelerdeki Arap Baharı'nın da etkisiyle barışçıl gösteriler başladı. Bu gösteriler demokratik talepler içeren seçim yapılması, kültürel hakların verilmesi talep ediliyordu. Lakin bu barışçıl gösterileri bastırmak için Beşer Esed rejimi çok ciddi güç kullandı. Bunun sonucunda da olaylar yayıldı. Esed rejimi dış destekli terör olarak niteleyip ve kimyasal silahlar da dâhil olmak üzere elindeki tüm imkânları bu talepleri bastırmak için kullandı. Şiddet ülke genelinde hızla arttı. Böylece ülke içinde bulunduğu noktaya gelmiş oldu. Suriye'de Mart 2018 verilerine göre 106 bin sivil olmak üzere toplam 353 bin 900 kişinin ölümü resmî olarak belgelenmiş vaziyette. Bu sayılara kaybolduğunu tahmin ettiğiniz 57 bin kişi dâhil değil. Bugün geldiğimiz noktada olay, Esed ve muhalifleri arasındaki meselenin çok ötesine geçti. Her biri kendi gündemlerine sahip örgütler ve burada bulunan devletler, hadiseyi çok daha karmaşıklaştırarak savaşın uzamasına sebep oluyor. Savaş bahsettiğim gibi yüz binlerce sivilin ölümüne sebep oldu ve bunun yanında 1,5 milyon kişiyi de sakat bıraktı. Buna uzuvlarını kaybeden 56 bin kişi de dâhil. En az 6 milyon Suriyeli ülke içerisinde evlerinden oldu. 5,5 milyon kişi de yurt dışına kaçmak durumunda kaldı. Ülke dışına kaçanların %92'sine Türkiye, Lübnan ve Ürdün ev sahipliği yapıyor. BM 2018 yılında 13 milyon Suriyelinin insani yardıma muhtaç olacağını duyuruyor. Esed rejimi ve müttefikleri yardımların bölgeye ulaşmasını engelliyor. Bu durum sorunu daha da kötüleştiriyor. 3,5 milyon Suriyeli kuşatma altında ve zor yerlerde yaşıyor. Suriyelilerin sağlık hizmetleri de oldukça kısıtlı. Aralık 2017 itibarıyla 330 sağlık kuruluşuna yapılan 492 saldırı belgelendi. Bu saldırılarda 847 sağlık görevlisi hayatını kaybetti. Suriye'nin zengin tarihî mirası da bu süreçte büyük ölçüde yağmalandı ve talan edildi. Ülkede UNESCO kültür mirası olarak tanımlanan bütün eserler ağır hasar gördü ve büyük kısmı da yok oldu."
ESED REJİMİNİN HAVA SALDIRILARINDAN TÜRKMENLER AĞIR YARA ALDI
Dr. Cemil Doğaç İpek, Suriye'deki krizin yakın vadede ortadan kalkacak ve sona erecek gibi gözükmediğini belirterek, "Ama bütün taraflar bir siyasi çözüm gerektiği noktasında hemfikir. BM Güvenlik Konseyi 2012'de Cenevre Bildirisi'nin yayımlanması çağrısında bulundu. Bu bildiride iki tarafın rızası olacak geçici bir hükûmetten bahsediliyor. Ama 2014'ten bu yana BM'nin öncülüğünde yapılan Cenevre 2 Süreci'nden bir sonuç çıkmadı." diye konuştu.
Beşer Esed ve yönetiminin giderek artan oranda muhalefetle müzakere etme noktasında gönülsüz davrandığını kaydeden İpek, Suriye'deki Türkmenlerin durumunu şöyle değerlendirdi:
"Öbür taraftan muhalifler de bir uzlaşmaya varılması için Esed'in yönetimi bırakmasını ön şart olarak koşuyor. Orta Doğu'da Tunus'la başlayıp Suriye'ye kadar uzanan süreç hiç şüphesiz Orta Doğu'da Suriye'de bulunan Türkmenleri de etkiledi. Suriye Türkmenleri 2011 yılından bu yana muhalefet hareketi içerisinde bulunuyor. Suriye'de Türkmenlerin mücadelesi 2011 yılında başladı. Halk ayaklanması sırasında Esed rejimine ve devlet terörüne karşı ayaklandılar. Bu sürecin en ağır bedelini Suriye'de Türkmenler ödedi. 2011'den bu yana Esed rejimi Halep, Humus ve Bayır Bucak başta olmak üzere Türkmen bölgelerini defalarca bombaladı. Saldırlar sonucu on binlerce Türkmen hayatını kaybetti. Suriye Türkmenlerinin ifadelerine göre kaybolan, gözaltında bulunan ve hakkında bilgi alınamayan binlerce Türkmen var. Türkmenler uzun bir süredir hem terör örgütleri IŞİD gibi hem de Esed Rejimi ve müttefiklerinin saldırılarına karşı mücadele ediyor. Dünya kamuoyuna bu pek fazla yansımadı ama bu şer odaklarına karşı topraklarını savunmak için gerçekten kahramanca mücadele verdiler ve vermeye devam ediyorlar. Esed rejiminin hava bombardımanlarında Türkmen bölgeleri çok ağır yaralar aldı. Ciddi anlamda katliama varan olaylarla karşı karşıya kaldılar. Esed rejiminin Türkmenlere karşı silahlı saldırıları ki bunun içerisinde kimyasal silahlar da var, açıkça insanlığa karşı suçlar kapsamı içerisinde bulunmaktadır."
SURİYE'DE TAHMİNEN 3,5 MİLYON CİVARINDA TÜRKMEN VAR
Dr. Cemil Doğaç İpek, Suriye'deki Türkmen varlığı ile ilgili olarak şu bilgileri verdi:
"Suriye'deki Türkmen varlığına bakıp değerlendirdiğimizde, Suriye'de Balkanlar'daki gibi Evlad-ı Fatihan bir yapı söz konusu değil. Osmanlı Dönemi'nde yerleşilen sonradan işgal edilen bir bölge ve yapı değil. Dolayısıyla Suriye Türkmenlerinin bazı demeçlerinde rastladığım 'Ana vatanımız Türkiye.' ifadesini doğru bir ifade olarak bulmuyorum. Kendilerini de uyardım ve sürekli olarak da uyarıyorum. Çünkü bu ifade hem tarihî gerçekliğe uygun değil hem de siz uluslararası bir toplantıda 'Anavatanımız Türkiye.' derseniz o zaman muhataplarınız da size 'O zaman Ana vatanınıza dönün burada işiniz nedir?' diyebilirler. Bu sebeple bu ifadenin kullanılmaması lazım. Anadolu coğrafyası henüz Türk-İslamlaşmamışken Suriye olarak bildiğimiz yerde Türk beyleri ve devletleri kurulmuştu. Anadolu'nun Türk-İslamlaşması sürecinde üs olarak kullanılan yerlerden biri de Halep'ti. 7. yüzyıldan itibaren Oğuz boylarının Irak ve Suriye'de varlık gösterdiğini biliyoruz. 10 ve 11. yüzyıllarda da bölgeye yoğun bir Türk göçünün başladığını yine biliyoruz. Suriye'nin hemen hemen her bölgesinde özellikle stratejik noktalarda Suriye Türkmenleri yaşıyor idi. Halep, Lazkiye, İdlip, Hama, Humus, Tartus ve Rakka'da ciddi bir Türkmen nüfusu vardı iç savaş başlamadan önce. Ama şimdi bu nüfus büyük oranda komşu ülkelere göç etmek zorunda kaldı. Suriye Türkmenlerinin büyük bir bölümü Hanefi mezhebine mensup. Aralarında az sayıda Alevi Türkmen toplulukları var. Suriye Türkmenlerinin konuştukları Türkçe Antep, Kilis, Urfa, Diyarbakır yöresine çok yakın bir Türkçe. Türkmenler yüzyıllardır Suriye'de ayrı bir halk olarak varlık gösteriyor. Suriye'de Türkçe konuşan yaklaşık 1, 5 milyon civarında Türkmen var bizim yaptığımız araştırmalara göre. Türkçeyi unutmuş Türkmenlerle birlikte de Suriye'deki Türkmen sayısının 3, 5 milyon civarında olduğunu tahmin ediyoruz. Ama elimizde kesin bir kayıt yok. Rejimin de bu konuda elinde bir veri yok. Buradaki temel nüans şu:  Türkmenler Türkiye sınırına yakın bölgelerde Türkçeyi de koruyarak büyük topluluklar hâlinde yaşıyorlar. Ama sınırımızdan uzak daha küçük topluluklar hâlinde yaşadıkları bölgelerde ise Türkçeyi unutmuşlar. Dolayısıyla bu küçük gruplar hâlinde yaşayan Türkmenler ya Araplaşmış ya da Afrin ve Kobani'de olduğu gibi Kürtleşmişler."
REJİMİN TÜRKLMENLERE YAPTIĞI İNSANLIK SUÇU TÜM DÜNYAYA DUYURULMALI
İpek, Suriye'deki Türkmen varlığına uluslararası arşiv kayıtlarında da rastlandığını ifade ederek, Türkmenlerin Suriye'deki durumu ile ilgili şunları kaydetti:
"Sadece 2011'de başlayan bir süreç değil 2015'te de Baas Rejiminin insan hakları ihlalleri ve katliamlarına uğradılar. Türkmenlerin kültürel hakları da verilmiyor. Bu duruma uluslararası kamuoyunun dikkatinin çekilmesi lazım. Konuyla ilgili olarak bu farkındalığı sağlamak için konunun biraz daha uluslararasılaştırılması gerektiğini düşünüyorum. Dünya kamuoyu burada Suriye halkından başka bir halkın da yaşadığını bilmedi. Çünkü Suriye'de bugün ayrı bir halk olarak Türkmenler katliamlara uğruyor. İnsan hakları ihlallerini hem de kültürel haklarının verilmediğini tüm dünyaya duyurmalıyız. Bu noktada insan hakları sözleşmelerini, bu alanla ilgili mekanizmaları ve yine bu alanda faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşları ile irtibata geçilmeli. AB bünyesi ile de temaslarda bulunulmalı. Esed rejimi ile müttefiklerinin de bölgede Türkmenlere karşı işlediği insanlık suçları uluslararası hukuk açısından çok önemli. Bunlar mutlaka raporlanıp dünya kamuoyuna sunulmalı. Bununla alakalı olarak yine farkındalık oluşturabilmek için Suriye Türkmenlerine ufak çapta protesto eylemler düzenlemelerini tavsiye etmiştim. Konuyu uluslararası hukuk açısından değerlendirirsek eğer, bakacağımız antlaşmalar 1921 Ankara Antlaşması, 1923 Lozan Antlaşması ve 1939 Türkiye - Fransa Antlaşması. Türkiye kamuoyunda zaman zaman şu dile getiriliyor: '1921 Ankara Antlaşması Türkiye'ye Suriye'deki Türkmenlere yönelik bir garantörlük hakkı veriyor.' diye. Bu husus zaman zaman gündeme geliyor. Maalesef böyle bir şey yok. Bu iddiaların doğruluk payı yok. Lozan'da Türkiye'nin gayrimüslimlere yönelik çeşitli haklar verdiğini biliyoruz. Ama Türkiye mütekabiliyet olarak sınır dışındaki Türklere yönelik herhangi bir talepte bulunmamıştır. Lozan'da da Türkmenlere yönelik herhangi bir verilmiş hak yoktur. Tabii bu biraz azınlık anlayışının etnik temelli değil de dinî temelde yorumlanması ile alakalı. Çünkü Suriye Türkmenleri de o dönem için ağırlıklı olarak Müslüman bir ülkenin içerisinde. Dolayısıyla ayrı bir azınlık olarak görülmemiştir. Suriye Türkmenlerinin bugün Suriye içerisinde ayrı bir hukuksal statüsü yok.
BİR AKTÖR OLARAK TÜRKMENLER İÇİN SURİYE'DE MASAYA OTURMALIYIZ
Dr. Cemil Doğaç İpek, "Suriye içerisinde ayrı bir hukuki statüsü olmadığı için Suriye Türkmenlerinin önümüzdeki süreçte en önemli boyutu bir kere hukuki bir statü kazanmak olmaları. Onun için de Suriye'yi dönüştüren unsurlardan birisi olarak, bir aktör olarak masaya oturmalıyız. Bu Irak Türkmenlerine de model olabilir. Ama şu aşamada Türkiye'nin garantörlüğü gibi aşarı olur, o açıdan mütevazı taleplerde bulunmak ama hukuki statünün üzerinde yoğunlaşmak bence daha rasyonel bir tercih şu aşamada." görüşüne yer verdi.
İpek, değerlendirmelerine şöyle devam etti:
"Suriye Türkmenlerinin uluslararası alanda görünür olmalarını sağlamak lazım. Türkiye'nin eliyle de olabilir, eğer imkânlar sunulursa kendi elleriyle de olabilir. Bu noktada ben üç ayrı ülke üzerinde yoğunlaşmalarını tavsiye ediyorum. Türkiye, Katar ve Fransa. Bu eksende Suriye ve Türkmen hususu biraz daha diğer ülkelere göre daha açılıma daha müsait. Suriye Türkmenlerinin çatı örgütü olarak Ankara'da bir ofisleri var. Doha'da, Strazburg'da ve Paris'te de ofis açmaları lazım. Yine Türkmenlerin uluslararası alanda ön plana çıkmasını sağlayacak görsel ve yazılı yayınların yapılması lazım. Bu gerekirse sponsorlar aracılığı ile olabilir. Yine uluslararası medya için Suriye Türkmenlerinin Esed ve IŞİD'e karşı mücadelesini gösteren özgürlük savaşçıları tarzında belgeseller hazırlanmalı. Uluslararası medyada 'Suriye Türkmenleri.' denildiğinde akla gelebilecek bir kaç isim ön plana çıkartılmalı. Suriye Türkmenleri genel olarak Suriye'deki diğer aktörlere göre daha demokrat, daha laik ve Batı ile bir sorunu olmayan, bölgedeki bütün etnik ve dinî unsurlara saygılı bir yapı. Bunu uluslararası kamuoyuna en kısa zamanda duyurmak lazım. Suriye'deki diğer gruplara göre Batı'nın değerlerine daha yakın bir yapı olarak görüyorum. Suriye Türkmenleri ile atılacak bütün adımların uzun vadede bize bir kazanım getirmesi için hukuksal statü olmazsa olmaz. Bu noktada 2014 yılında Kırım Tatar Türklerine Ukrayna'da anayasal hak olarak verilenleri örnek olarak alabiliriz. Ya da Sırbistan içinde özerk bölge iken Kosova'nın statüsünü örnek alabiliriz. Batı Trakya'daki Türklerin statüsünü örnek olarak alabiliriz. Türkiye'deki gayrimüslimlerin statüsünü örnek olarak alabiliriz. Hukuki statü Türkmenlere bir nesnellik kazandıracaktır. Şu anda Suriye'de Türkmenlerin mevcut durumu subjektivite öznellik hali."
SURİYE'DE IŞİD'İ ORTAYA ÇIKARAN BİR NUMARALI ETMEN ESED REJİMİ
Hukuki statü kazanmamaları durumunda Suriye'deki Türkmenlerle Türklerden başka kimsenin ilgilenmeyeceğini vurgulayan İpek, "Yurt dışında görüştüğümüz muhataplar hukuki statüleri olmadığı için Türkmenleri muhatap almıyorlar." diye konuştu.
İpek, şunları belirtti:
"O yüzden de Rus uçağı düşürülünceye kadar kimse Türkmenlerden haberdar değildi. Uçak hadisesinden sonra 'İşte bunlar Türkiye'nin buradaki uzantıları.' denildi uluslararası kamuoyunda. Hukuki statüleri kazanmaları için ileriki yıllar bizim için tapudur. Bugün Suriye krizine taraf olan ülkeler sorunun artık siyasi olarak çözümlenmesi gerektiğini söylüyorlar. Diğer taraftan Esed rejimi ve müttefiklerinin gizli bir gündemlerinin olduğunu biliyoruz. Esed'in koltuğunu sağlamlaştırana kadar bu mücadelenin devam etmesini istiyorlar. Uluslararası toplumda zaman zaman seslendirilen bir şey var. 'DEAŞ veya IŞİD gibi örgütler karşısında Esed yönetiminin bir ehvenişer olarak devam etmesi.' Bu rasyonel bir tercih değil. Suriye'de IŞİD ve onun gibi diğer örgütleri ortaya çıkaran sebep bizzat Esed rejimidir. 2012'de ve daha evvelki yıllarda Amerika'nın Afganistan'da yakaladığı aşırı unsurları teslim etme projesi vardı. Irak vatandaşlarını Irak'a, Suriye vatandaşlarını da Suriye'ye teslim ettiler 2005, 2006 ve 2007 yıllarında. 2012'de savaşın seyri Esed'in aleyhine gelişirken burada Irak'la beraber bir hamle yaptılar. Afganistan'dan gelen bu militanların eşzamanlı olarak Irak'tan ve Suriye'den kaçtığı söylendi. Yani Amerika serbest bıraktırdı. Ki o güvenlikli cezaevlerinden kaçmaları mümkün değil. Bu bırakılan ekip hem IŞİD'i hem de El Nusra'yı kurdu. Bu da Esed rejimine bir haklılık zemini oluşturdu. IŞİD, saldırılarını rejimden çok muhaliflerin bölgelerine yaptı. Bu durumda Türkmenler çok ciddi zarar gördü. IŞİD'i ortaya çıkaran bir numaralı etmen Esed rejimidir. Türkiye başta olmak üzere muhalefeti destekleyen ülkelerin, muhalefetin merkezi bir sisteme bağlanması için Suriye'de hukuki ve siyasi olarak inisiyatif alması lazım. Çünkü kriz başladığından bu yana çok ciddi bir zaman geçti. Çok ciddi bir mağdur kitle göçmen hareketliliği oluştu. Bu hareketlilik devam etme eğiliminde."
FIRAT KALKANI VE ZEYTİN DALI GİBİ HAREKÂTLARIN DEVAM ETMESİ LAZIM
Dr. Cemil Doğaç İpek, AB açısından bu durumun sürdürülebilir olmaktan çıkmakta tığını ifade ederken, "Bu krizin Avrupa için de olumsuz yansımaları var göçmen ve mülteci akını açısından. Bu durumun Avrupa içerisinde Rusya tarafından finanse edildiği çeşitle kereler kamuoyuna yansıdı. Rusya'nın Ukrayna'ya yönelik saldırgan tutumu da hesaba kattığımızda AB için uzun vadede ciddi bir tehdit olduğunu görüyoruz." ifadesine yer verdi.
İpek, Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekâtları ile ilgili şu değerlendirmelerde bulundu:
"Bugün Türkiye bölgede iç savaş başladığından beri ciddi bir meydan okuma ile karşı karşıya bulunmakta. 'Bu meydan okumaya karşı bir meydan okumayla bir hamleyle karşılık verilmesi lazım.' diye düşünüyorum. Çok şükür geç de olsa hem Fırat Kalkanı Harekâtı hem Zeytin Dalı Harekâtı ile doğru hamleler, doğru açılımlar, doğru düzen kurucu hamleler yapılmaya başlandı. Bunların devamının gelmesi lazım. Türkiye'nin hamleleri, operasyonları, uluslararası hukuk açısından bakarsak 1991 yılında Güvenlik Konseyinin Irak'a yönelik bir kararı söz konusu. 688 sayılı bir Karar. Bu karar insani amaçla müdahaleyi içeriyordu. Bu daha sonra genelleşti ve meşru bir hâl aldı. Buna göre eğer bir rejim vatandaşlarını eziyor ve haklarını vermiyorsa, katliama varan saldırılar yapıyorsa diğer devletlerin o rejime karşı o ülke vatandaşlarını koruma hakkı vardır. Eğer iş iç savaş boyutuna döndü ise bu hakkın meşrulaştığını görüyoruz. Yine Türkiye üzerinden bakarsak Türkiye'de terör faaliyetleri yürüten IŞİD ve PKK gibi yapıların Irak ve Suriye'yi üs tuttuğunu görüyoruz. Irak ve Suriye'nin bu ülke içinde bunların varlığını ortadan kaldırma noktasında gücünün olmadığını görüyoruz. Bu noktadan hareketle Türkiye'nin bu bölgeye yönelik hem Fırat Kalkanı Operasyonu hem Zeytin Dalı Operasyonu uluslararası hukuk açısından terörizmle mücadele ve meşru müdafaa noktasından değerlendirilmesi gerekiyor. Bunlar meşru hamlelerdir. Bugün geldiğimiz noktada uluslararası toplum destek verirse eğer Türkmenler hem Orta Doğu'da hem Suriye özelinde demokratik bir düzen kurmak için önemli bir rol oynayabilir. Bu noktada Türkmenler eğer güç kazanırsa silahlı mücadelede değil, fikrî mücadelede de bu selefi ve tekfirci örgütleri mağlup edebilir. Bu noktada Avrupa için de bir kazanç olur."
ŞARTLAR DEĞİŞTİĞİ İÇİN TÜRKMEN MECLİSİ ANKARA'DAN SURİYE'YE TAŞINMALI
İpek, bundan sonra Türkmenlerin Suriye'de ne yapmaları ve nasıl bir politika izlemesi gerektiğini konusunda görüşlerini anlatırken, şunları söyledi:
"Bununla alakalı olarak bir kaç somut önerim var. Suriye Türkmenlerinin resmî temsil organı çatı organı Suriye Temsil Meclisidir. Bu Meclis şu ana kadar kısıtlı imkânlarla elinden geleni yapmaya çalıştı. Ama şu anda Suriye'de ortam ve koşullar değişti. Artık bazı revizyonlara gidilmesi lazım Suriye Türkmen Meclisi'nde. Halep, Lazkiye, Hama, Humus, Şam ve Rakka bölgelerinden üç siyasi partiden müteşekkil delegelerle elinden geleni yapmaya çalıştı. Ama şu an Suriye'de koşullar değişti artık. Suriye Türkmen Meclisinde de bazı revizyonlara gidilmesi lazım. Meclis toplam 360 Türkmen delegeden müteşekkil. Bu delegeler seçim yoluyla değil dar bir heyetin ataması yoluyla işbaşına geliyor. 360 delegede 42 üye seçiyoruz Meclise. Meclis bu şekilde oluşuyor. Meclisin kurulduğu ilk yıllarda belki bu yönetim şekli gerekliydi. Ama şimdi şartlar değişti. Bugün Suriye'de içinde bulunulan şartlar ve durum ortada. Bu şartların durumunu yerine getirmek için Türkmenlerin hak ve taleplerini gür bir sesle dünyaya duyurmak, her türlü baskı ve kontrolden uzak bir millî meclis yapısına ihtiyaç var. Bunun için de delegelerin atama yoluyla değil seçimle gelmesini öneriyorum. Fırat Kalkanı bölgesinde, Zeytin Dalı bölgesinde Türkiye'de Türkmenlerin yaşadığı kamplarda bir seçim yapılmasını öneriyorum. Meclis içerisinde hem kadınlara hem de gençlere yönelik bir kota konulmasının yararlı olacağını düşünüyorum. Bir diğer tavsiyem, Suriye Türkmen Meclisinin Suriye'ye taşınması hususu. Suriye Türkmen Meclisinin şu anda merkezi ve ofisi Ankara'da. Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın çeşitli defalar söyledi. 'Derdimiz üç buçuk dört milyon Suriyeli kardeşimizin evlerine dönmelerini sağlamak.' Türkmenler de vatanlarında şerefli bir şekilde yaşamak istiyor. Bunun için Suriye Türkmen Meclisinin Ankara'da olması tam bir tezat oluşturuyor. Suriye Türkmen Meclisinin artık Ankara'dan yönetilen diaspora meclisi hâlinde gitmemesi lazım. Dolayısıyla Meclisin bir an önce Suriye'ye taşınması gerekir. Bu noktada kısa vadede coğrafi olarak demokratik konum açısından en müsait olan yer Çobanbeyli. Orada şimdilik bir ofis açıldı bu da önemli bir gelişme. Ama artık önümüzdeki süreçte Suriye Türkmen Meclisinin tamamen Suriye'ye taşınması lazım. Yeni oluşturulacak olan Suriye Türkmen Meclisinde askerî kanadın da temsilcilerinin bulunması lazım. Bu süreç Ankara'daki Türkmenlerin yürüteceği bir süreç değil. Yerelde ve sahada mücadele eden, bölgenin gerçeklerini iyi bilen Türkmenlerin yürütmesi şart bu meclisin taşınma işlemini."
ELİT BİR KADRO İÇİN SURİYE'DE ORTA DOĞU TÜRKMEN AKADEMİSİ KURULMALI
Dr. Cemil Doğaç İpek, bir diğer problemin de Suriye'de Türkmen hareketini temsil edecek kadroların eksikliği olduğuna dikkat çekerek, şöyle konuştu:
"Suriye Türkmenlerinin ciddi bir elit problemi var. Bu biraz da Baas rejiminin uygulamalarından kaynaklanmaktadır. Eğer Türkmen’seniz orduda ve bürokraside bir yere gelemezsiniz, iyi okullarda okuyamazsınız. Dolayısıyla elit bir kadronuzun olmaması normal. Bu sebepten dolayı Suriye Türkmenlerini şu anda uluslararası platformlarda temsil edebilecek ciddi bir kadro eksikliği var. Bu noktada ben şunu öneriyorum. Bir Suriye Türkmen Akademisi kurulmalı. Türkmen toplumundan potansiyeli olan kişiler Türkiye'nin desteği ile orada yetiştirilmeli. Hatta bu Orta Doğu Türkmen Akademisine de dönüştürülebilir Irak ve Lübnan Türkmenleri için. Burada elit kadrolar yetiştirilebilir. Türkmenler için öğretmen ve din adamı yetiştirilmesi hususu. Hem Zeytin Dalı bölgesi, hem Fırat Kalkanı bölgesinde hem de Türkiye'deki Türkmen kamplarında görev yapan öğretmenlerin, din adamlarının iyi bir şekilde eğitilmesi ve programlarının da olgunlaştırılması lazım. Ben bölgede dolaştığımda Selefiliğin burada güç kazanmaya ve ciddi bir taban bulmaya başladığını görüyorum.  Bu ileride Haricilik ve Maturidiliğin muhafaza edilmesi, millî güvenliğimiz için gerekli elzem bir husus. Bu noktada en büyük görev bölgedeki din adamlarına ve öğretmenlere düşüyor. Bu iki meslek grubunu konu ile alakalı ciddi bir eğitimden geçirmek ve bunların çalışmalarını takip etmek gerekiyor. Bir diğer husus hukuki statü problemi. Mevcut durumda Türkmenlere dair siyasi, askerî ve hukuki hedef tayini, bu hedeflerin organizasyonu noktasında ciddi eksiklikler var.  Yani şu anda Suriye Türkmenlerinin siyasi, askerî, hukuki hedeflerinin ne olduğunu kendileri de dâhil kimse bilmiyor. Çünkü böyle bir hedef tayini yok. Bu noktada acilen bir çalışma yapılması lazım. Bu alandaki hedeflerin Türkmen toplumuna tabandan tavana acilen benimsetilmesi lazım. Bu noktada en önemli husus hukuki statü konusu. Sizin bir hukuki statünüz yoksa diğer kazanımların ve diğer gelişmelerin hiçbir anlamı yok. Hukuki statünüz yoksa Türkiye'den başka kimse Türkmenlerle ilgilenmez, Türkiye'den başka onları kimse kale almaz."
SURİYE TÜRKMENLERİNİN GELECEĞİ BU DÖNEMDE BELİRLENMELİ
Dr. İpek, Suriye Türkmenlerinin öncelikle hukuki statülerini kazanmaları gerektiğini vurgulayarak, konuşmasını şu sözlerle tamamladı:
"Çünkü ilerleyen yıllar için bu bir tapudur. Bu noktada izlenecek model aslında belli. Yeniden bir keşif yapmaya ve yeniden bir şey icat etmeye gerek yok. Kıbrıs'ta ne yaptıysak aynısını yapmamız lazım. Kıbrıs'ta ne yapmıştık? Önce 1960 Londra ve Zürih Antlaşmaları ile oradaki Türklerin uluslararası hukuk açısından haklarını garanti altına aldık. Sonra gelişen koşullar karşısında bir Türk Mukavemet Teşkilatı kurduk. Sonrasında ciddi bir yeraltı mücadelesi verdik. Daha sonra uluslararası hukuktan ve 1960 Antlaşması'ndan kaynaklanan haklarımızı kullanarak Ada'ya müdahale ettik. Bu iki ana akstan biri olmasaydı bu müdahaleyi yapamazdık. Türk Mukavemet Teşkilatını kurmasaydık, yeraltı faaliyetlerini yürütmeseydik sadece uluslararası hukuktan kaynaklanan haklar bir anlam ifade etmeyecekti. Uluslararası hukuktan kaynaklanan haklarımız olmasaydı bu faaliyetleri yapma imkânımız olmayacaktı ve Türklerin haklarını koruyamayacaktık. Bugün Türkmenler açısından çok kritik noktada bulunduğumuzu düşünüyorum. Suriye Türkmenlerinin geleceği şu dönemde belirlenecek artık. Suriye Türkmenlerinin geleceği şu dönemde belirlenecek artık. 'Ya olacağız ya öleceğiz.' sözü Suriye Türkmenleri için tam oturuyor. Ya bu bölgeden silinip gideceğiz ya da burada ciddi bir varlık göstereceğiz Suriye Türkmenleri olarak. Bunun için de bir taraftan hukuki haklarımızı garanti altına almak için mücadele edeceğiz. Türkmen Meclisi ile ilgili yeni yapı kurulurken yapılacak olan,  uluslararası antlaşmaların Suriye'nin içerisindeki Türkmenlerin haklarını garanti altına almak için maddeler konulması lazım. Hem yeni Anayasa’da olmalı hem de taraf olacak olan ülkeler olursa onlarla alakalı maddeler konulmalı. Benim Suriye'de edindiğim tecrübe şu: Bir taraftan uluslararası alanla ilgili haklarınızı garanti altına alacaksın, ama kesinlikle de silahı elden bırakmayacaksınız. Çünkü emperyalizm silahtan anlıyor. Benim edindiğim tecrübe bu. Bayır Bucak'tan Mendeli'ye kadar müreffeh bir Türkmeneli arzu ve niyetiyle konuşmamı burada bitiriyorum."
SÜLEYMAN ŞAH ATA’MIZIN KABRİNİN ESAS YERİNE TAŞINMASI GEREKİR
Dr. Cemil Doğaç İpek, konuşmasını tamamladıktan sonra soru yağmuruna tutuldu. Olası yeni operasyonlar ve Türkiye'ye taşınan Süleyman Şah Türbesi ile ilgili yöneltilen sorulara karşılık İpek, şunları söyledi:
"Fırat'ın doğusunda da bu operasyonların devam etmesi olmazsa olmaz. Ama Fırat'ın doğusunda şöyle bir durum var: Orada ABD ve Fransa var. Amerika orada iken Münbiç'e yönelik olarak nasıl bir operasyon yapabilirsiniz? Operasyon yaparsanız eğer orada bir Amerikan askeri öldüğünde gelecek müdahaleler karşısında nasıl ayakta durabilirsiniz? Bunların değerlendirilmesi lazım. O bölgede Amerika ve Fransa aleyhine yapılabilecek işler sadece askerî operasyonlarla sınırlı değil. Yapılabilecek bir sürü madde var. Ama Suriye'nin genel itibarıyla mevcut durumunda olmazsa olmaz Türkiye için Fırat'ın diğer tarafı. İlk etapta Münbiç'ten başlayarak Süleyman Şah Atamızın da kabrinin esas yerine taşınması ile adım atılacak bir mücadele ve ardından bütün Suriye'nin kuzeyinde terör yapısının temizlenip orada bir güvenli bölge kurulması Türkiye'nin millî güvenliği açısından şarttır. Ama dediğim gibi bir ABD faktörü var Fransa faktöründen de önce. Bu da ayrıca değerlendirilmelidir."
İpek, İstanbul'da öldürülen Suudi Arabistanlı Gazeteci Cemal Kaşıkçı cinayeti ile ilgili bir soruyu şöyle cevapladı:
"Cemal Kaşıkçı cinayetinde kesin olarak hadisenin çerçevesi ortaya çıkmadı ama benim düşüncem şu: Suudi Arabistan'daki bir ekibe ve anlayışa yönelik yapılmış olan bir operasyon. Muhammed Bin Selman ve ekibine yönelik yapılmış bir operasyon. Bu ekip ve bu ekibi yönlendiren Amerika'daki ekolün Türkiyesiz olarak Mısır, İsrail ve Suudi Arabistan üzerinden şekillenen bir Orta Doğu tahayyülü vardı. Tabii ki bu ekibin yara alması Türkiye açısından ve Katar açısından hatta İran açısından daha avantajlı bir durum ortaya çıkaracak eğer bu şekilde seyrederse. Eğer bu ekol yara alırsa."
Dr. İpek, ABD'nin İran'a yönelik uygulanan ambargonun bölgeyi nasıl şekillendireceği ile ilgili bir soruya karşılık şunları ifade etti:
"İran uzmanı değilim ama Suriye özelinde şunu söyleyebilirim: 2011'de hadiseler başladığından beri Türkmenler olarak sahada en fazla zarar gördüğümüz yapılardan biri İran'ın yönettiği paramiliter gruplar. Dolayısıyla iran'ın sahada güç kaybetmesi, bu paramiliter grupların güç kaybetmesi bizim açımızdan bence iyi bir gelişme olur. Türkmenler açısından sahaya yönelik olumlu bir gelişmesi olur. Biz en ciddi zararı İran'ın yönettiği paramiliter gruplardan gördük Türkmenler olarak.
Türk devleti Türkmen konusuna eski dönemlere göre daha fazla olumlu bakıyor ve daha yakından alakadar oluyor. Yapılması gerekenler noktasında da kısa vadede bir sonuç getirebilecek önerilerin uygulanması lazım."
DR. CEMİL DOĞAÇ İPEK'İN ÖZ GEÇMİŞİ
Öz geçmişi ile ilgili olarak kısaca bilgi veren İpek, "Suriye'de mücadele başladığından bugüne kadar Türk Ocaklarının maddi ve manevi olarak Suriye Türkmenlerine çok büyük katkıları oldu. Bu konuda Suriye Türkmenlerinin Türk Ocakları'na bir teşekkür borcu var. Prof. Dr. Mehmet Öz Başkan’ımızın şahsında bütün Türk Ocakları camiasına ve bu sürecin kahramanlarına teşekkür ediyorum." dedi.
İpek, kendisini kısaca şöyle tanıttı:
"Çankırı Karatekin Üniversitesinde Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesiyim. Suriye Türkmen Meclisinin Dış Politika Danışmanıyım. Diyarbakır Türkmenlerindenim. 2011'den beri Suriye Türkmen meselesini ve Suriye iç savaşını yakından takip ediyorum. 2015'ten beri de fiilî olarak bu işin içerisindeyim. Cerablus, Elbab, Azez, Çobanbey, Afrin gibi Türkmen yerleşim alanlarını gezerek oralarda yaşayan Türkmenlerle birlikte vakit geçirmeye çalışıyor ve bir yandan da incelemeler yapıyorum."