Çin'in ‘Cin Şişeden Çıktı’ Dedirten Küresel Güç Çıkışları

23 Haziran 2023 11:49 Prof. Dr.Celalettin YAVUZ
Okunma
617
Çinin ‘Cin Şişeden Çıktı Dedirten Küresel Güç Çıkışları

Çin'in ‘Cin Şişeden Çıktı’Dedirten Küresel Güç Çıkışları

Prof.Dr. Celalettin Yavuz– Güvenlik Politikaları Uzmanı-30 Mart 2023

 

Çin Halk Cumhuriyeti (ÇHC)ya da kısa adıyla Çin, 1979’da başlattığı reformları hergün bir adım ileri taşırken, küresel rekabette ABD’nin uykularını kaçıracakhamlelerine ara vermeksizin devam etmektedir. Özellikle elektronik cihazlar vemakine sanayiinde yakaladığı üstünlüğü son yıllarda sağlık-ilaç sektörü, kimya,silah ve gemi inşa sanayii, uzay teknolojisi ile yapay zekâ gibi aklagelebilecek hemen her sahaya yaymaktadır.

Dış ticaretini ve yurt içindeki üretimini sürekli arttıran Çin’in,Suudi Arabistan ile İran arasındaki ilişkilerin düzeltilmesindeki aracılığıyla “küreseldüzen kurucu” role de soyunmaya başladığı görüldü. Üstelik hâlâ tek başına“küresel güç” kalmak için akla hayale gelmedik siyasi manevraları sahneleyenABD’nin sayısız askerî üslerle yerleşerek âdeta “arka bahçesi” hâline getirdiğiOrta Doğu’da… Bu yazıda Çin’in masal kahramanı Alaaddin’in lambasındaki gibi“Cin şişeden çıktı.” dedirten küresel düzen kuruculuğa evrilmesine değinildi.

ÇİN’İN YENİDEN HAYATBULUŞU

Tarihin en eski yerleşikdüzene geçen ve Türk tarihinin aydınlanmasına da katkı veren ülkelerinden Çin,Orta Çağ’dan önce başlayan Batı istilasını II. Dünya Harbi sonuna kadar yaşadı.1937’de Japonya’nın Çin’e saldırması üzerine bu müşterek tehlikeye karşı Çinli liderlerdenChiang Kai-shek’in milliyetçileri ile Mao Tse-tung’un komünistleri bir iş birliğiiçine girdiler. Savaş boyunca komünistler Çinin kuzey eyaletlerinde,milliyetçiler ise Çin’in güney eyaletlerinde ülkelerini savundular. 1945’te Japonya’nınteslimi üzerine komünistlerin kuzey Çin’e hâkim olmasından endişe eden ABD, 80bin kişilik bir milliyetçi kuvveti Shanghai, Nanking ve Peiping bölgelerine kaydırsada 1949’da Mao Zetung Çin Halk Cumhuriyeti’nin kuruluşunu ilan etti. Şan KayÇek ise Formoza Adası’na (Tayvan) çekildi. ÇHC’nin 1956’da Banduk Konferansıile başlayan “Bağlantısızlar” hareketi üzerindeki etkinliği ve Sovyetlerleilişkilerindeki uyuşmazlıkları ABD çıkarlarıyla örtüştü. Bunun üzerine 1971yılında, BM Genel Kurulunun çoğunluğunun kararıyla Milliyetçi Çin’in (Tayvan)yerine, Güvenlik Konseyi’nin beş üyesinden biri olarak Çin’i temsil etmeyebaşladı.

1977’de ÇHC liderliğineDeng Xiaoping’in atanmasıyla birlikte yurt içinde ve uluslararası alanda büyükaçılım hamlelerine girişen Çin’in âdeta makûs talihi değişmeye başladı. 1978’dekiÇin Komünist Partisinin (ÇKP) 11. Merkez Komite toplantısı, Çin’e “çağ atlatan”reformlara kapıyı açtı. Bir diğer büyük komünist ülke Sovyetlerde reformun adıanılmaz iken, “önce ekonomi” temalı büyük bir reform ve dış dünyaya açılmapolitikasını başlatan Deng Xiaoping, 1992’ye kadar güçlü bir liderlikle “Çinmucizesi”nin mimarı olarak iz bıraktı.

ÖNCE “SINIRLARIN GÜVENLİĞİVE EKONOMİK KALKINMA” DİYEN ÇİN’İN GELİŞME SERÜVENİ

Aslında bir komünist ülkeolmasına rağmen reformun ilk ayağına tarım sektörünün özelleştirilmesiylebaşlandı. Bu sahada önce küçük çaplı başlayan özelleştirme yanında yurt çapındaserbest girişimciliği destekleyen hukuki düzenlemeler de başlatıldı. Ülkeninkendi kaynaklarının yetersizliği dikkate alınarak, diğer komünist ülkelerinaksine çoğunlukla Batılı ülkelerin ilgi gösterdiği yabancı yatırımlar serbestbırakıldı. 1980’li yılların sonlarına doğru devlet tarafından işletilmeyeçalışılan büyük sanayi kuruluşlarından bazıları da özelleştirilmeye başlanırken,sanayi sektörlerinin ihtiyaçları için dışarıdan tedarik sistemi uygulamasına dageçildi. Buraya kadar özetlenenlere bakıldığında yurt içindeki üretim için korumacısanayi politikalarından vazgeçildiği görülse de bankacılık ve enerji gibistratejik önemdeki sektörlerin devlet denetiminde kalmalarına devam edildi.İşte 1980’lerden itibaren başlanılan bu “nevi şahsına münhasır” ekonomikyapılanma sonucunda ekonomik büyümesini âdeta kesintisiz sürdürmesinigerçekleştiren bu ekonomik reformlara “Çin özgünlüğünde sosyalizm” adı daverilmektedir.

Çin özgünlüğünde sosyalizmsonucunda 2000’li yıllara gelindiğinde, Çin’in millî gelirinin üçte ikisinden dahafazlası özel sektörce üretilmeye başlanmıştı. Reformların başlangıcından 2013 yılınakadar geçen dönemde millî gelir artışı neredeyse her yıl dünyada ilk sırayı alarak%9.5 yıllık ortalamayı yakalamış, alım gücü açısından ABD’nin hemen ardındandünyanın en büyük ikinci ekonomisi haline gelmişti.   

Bu dönemde uluslararasıanlaşmazlıklara karışmamaya özellikle özen gösteren Çin’de temel öncelik toprakbütünlüğünü ve siyasi istikrarı korumaktı. Tayvan da dâhil Çin’in doğu vegüneyindeki bölgelerde mevcut bulunan toprak ihtilafları birincil önemesahiptir.

Çin mucizesi kapsamındabelirlenen millî hedeflerine ulaşmada öncelikler; “ekonomik kalkınma,teknolojik gelişim, askerî kapasitenin en üst düzeyde tutulması, toplumsalkalkınma ve istikrarın önemi”, şeklinde sıralanmaktaydı. Dış politikasınıbelirleyen en ve etkileyen önemli parametre ülkenin iç istikrarı olup, kenditoprağı olarak gördüğü Tayvan başta olmak üzere Tibet, İç Moğolistan ve DoğuTürkistan Uygur Özerk Bölgesi ile ilgili güvenlik yaklaşımları ÇHC’nin enhassas sinir uçlarıdır. Bu konulara dokunanlara en seri ve sert bir şekildebeyanat vermektedir.

Bu hassas çizgidekigüvenlik stratejisinin birinci ve açık ara en önemli halkası ülke içi huzur veistikrardır. İkinci halkada, Çin’in sınırdaş olduğu yirmi ülke ile ilişkileryer almakta olup, özellikle güçlü komşularından Rusya, Hindistan ve Japonya iledengeli ve ihtiyatlı bir dış politika izleme gayreti içerisindedir.

ÇİN’İN DIŞ POLİTİKA VEKÜRESEL ALANDA DEĞİŞİK YAKLAŞIMLARI VE KONFÜÇYÜS GELENEĞİ

Çin’in dış politika veküresel siyasi yaklaşımı şu 4 ana etkenle açıklanmaktadır:

· Bu etkenlerden ilki Konfüçyüsgeleneği olup, Çinliler iç işlerine müdahale konusunda son derece rahatsızolmakta, kendilerini yönetmenin erdemine inanmaktadırlar.

· Bir diğer etken, Çin’inpek çok dış politika davranışında da görülebilen kolektivist anlayış, yanisosyalizmdir.

· Üçüncü etken, yüzlerce yılyoksulluk ve az gelişmişlikle mücadele eden Çinlilerin ortak hâletiruhiyelerindesaklıdır.

· Sonuncu etken ise ABD’nin;önce II. Dünya Savaşı sonrasında, ardından Soğuk Savaş sonrası dönemle başlayanküresel siyasette çifte standartlı uygulamalarına karşı antipatidir.

ÇHC tarafından kurulduğuandan itibaren savunduğu “Barış İçinde Bir Arada Yaşamanın Beş İlkesi” deüzerinde durulmasında yarar görülen hususlar olup bunlar da şöyledir:

Egemenlik ve toprakbütünlüğüne karşılıklı saygı

Karşılıklı saldırmazlık

İçişlerine karışmama

Eşitlik

Karşılıklı yarar ilkeleriile hareket

Uzun yıllar dünyadagerçekleşen çatışmalara ve sorunlara müdahale konusunda çekingen bir tutumizleyen Çin, bu durumu “Dünya Siyasi Ahengi” şeklinde nitelemekte olup şu dörthususu öne çıkarmaktadır:

Uluslararası kolektifgüvenlikte çok taraflılık

Her bir devletinçıkarlarını göz önünde bulunduran ve karşılıklı faydaya dayalı uluslararası işbirliği

Dışlayıcı olmayan ve tümmedeniyetlere uyum içinde bir arada yaşama imkânı veren dünya düzeni

BM’nin yeni tehditler ve zorluklarkarşısında etkinliğinin sağlanması için rasyonel reformlar.

Çin’in, Güvenlik Konseyioylamalarında gelişmekte olan ülkelerden yana tavır sergilemesinin belli bir ilkedenhareket etmekten ziyade, bu yönde bir algı yaratmak istediği de ileri sürülmektedir.Öte yandan Rusya gibi Çin’in de BM kanalıyla güç kullanımının, ilgili ülkeyönetimlerinden talep gelmesi hâlinde müdahale taraftarıdır.

ÇİN’İN “YUMUŞAK GÜCÜ” VEGEREKTİĞİNDE ORTAYA ÇIKAN SERT GÜCÜ

ABD 2000’li yıllarınbaşlarından itibaren Çin’i küresel gücüne karşı en önemli tehditlerden biriolarak sınıflandırmaya başlarken, Çin mümkün olduğunca tepki göstermedenekonomik gelişimini küresel ölçekte yatırım ve ticaret kolonileriylegerçekleştirmeye çalıştı. Özellikle giderek gelişen ekonomik gücünün lokomotifolduğu bu sahada, ulaştığı her ülkede açtığı Konfüçyüs Enstitülerinin dedesteğini aldı. Türkiye’de ODTÜ ve Boğaziçi Üniversiteleri dâhil küreselölçekte 500’ün üzerindeki bu enstitüleriyle Çin’in yumuşak gücü Afrika vemerkezi Asya’da yerleşme imkânı buldu. 

Ekonomik gücünün artışıylaorantılı şekilde küresel sorunlarda sesini daha fazla çıkartan Çin, ABD’nin2003 yılında Irak işgali sırasında bu hareketi bloke edici bir tavır sergiledi.Ardından Irak’a karşı ABD’nin başlattığı ambargonun beklenenden daha öncesonlandırılması için Rusya ile birlikte etkili oldu. Bölgesindeki ekonomik vesiyasi etkinliğini arttırabilmek maksadıyla Rusya’yı da ortak ederek Şanghay İşBirliği Örgütünü (ŞİÖ) kurdu. Büyük ölçüde ekonomik ağırlıklı olsa da zamanzaman askerî ve siyasi etkinliklerde de bulunan bu örgüte ara sıra sorunyaşadığı Hindistan’ın bile üye olmasına göz yumdu.

Son dönemlerde ABD’nin âdeta“Kuvvetliyim, o hâlde haklıyım!” şeklindeki uluslararası hukuka aykırısaldırgan tutumunu sıkça eleştiren Çin, bu alanda da genellikle Rusya ilebirlikte hareket ederek ABD’yi frenlemeye çalıştı. Bu bağlamda BM nezdindekioylamalarda bilhassa İran, Burma, Kuzey Kore ve Sudan gibi ülkeler konusundaABD karşıtı görüşleri dikkat çekti.  

Çin’in ABD’yi frenlemeyeyönelik çabalarına karşılık, merkezî Asya’da ve Afrika’da yatırımları yanında,bu ülkelerin ekonomik değerlerine de ortak olmaya başladığı görüldü. HattaAfrika’da, borçlarını belirlenen tarihte ödeyemeyen bazı ülkelerin ekonomikdeğeri bulunan varlıklarına (havaalanı, demir yolu vb.) el koydu. Bunun üzerineİngiliz basını Çin’in davranışını XIX’uncu yüzyılın son çeyreğinde başlayanAvrupa ülkelerinin Afrika’daki “vahşi kapitalizm”i andıran sömürgeciliğinebenzetti.

Aslında bu benzetim çok dayanlış sayılamazdı. Türkistan ülkelerinden Kazakistan, Türkmenistan veÖzbekistan’ın petrolünü ithal eden Çin firmaları, bu ülkelerden Çin’e uzananboru hatlarını inşa ederken, bu ülkelerin enerji sektörüne de büyük ölçüdeortak olmak suretiyle, aynı zamanda siyasi açıdan da güç hâline geldiler. Busebepledir ki, Çin’in doğusundaki “Doğu Türkistan Uygur Özerk Bölgesi”ndekiasimilasyon ve nüfusu seyrekleştirme hareketi karşısında bu Türk devletleriönemli bir tepki verememektedirler.

ÇİN’İN ERİŞTİĞİ “EN”LER YADA ZİRVELER

Dünyanın en büyük üreticidevleti olan Çin, aynı zamanda en büyük ihracatçı ülkesidir de. 1.4 milyarcivarındaki sayıyla dünyanın en kalabalık nüfusuna sahip olduğu gibi, dışticaret hacminde ikinci sıradadır. Daha 2014 yılında üç trilyon dolarlıkyabancı para rezervi ile dünyanın ilk sırasını alırken, doğrudan yatırımlaraçısından da ikinci sıradadır. Savunma sanayiindeki atılımlarıyla son yıllardasilah ihracatında 4’üncü sıraya yükselmiştir. 2040 yılında 123 trilyon dolaraulaşacak ekonomik gücüyle açık ara ilk sırada yer alacağı beklenmektedir. Çin’inuzun bir süredir büyük ölçüde dış ticaret fazlası vermesi üzerine ABD, 2018’de“Ticaret Savaşı”nı dahi açtı. Ancak sonucunda Çin’den daha çok ABD zararlıçıktı.

Ekonomik ve yumuşak gücünüsiyasi ve askerî güce de taşıyan Çin, Güney Çin Denizi’ndeki deniz yollarınıngüvenliği bahanesiyle tesisler inşa ederken, Japonya ile de deniz yetkialanları üzerindeki anlaşmazlıklarda geri adım atmamaktadır.

Çin; Türkiye’nin,Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından sıkça dile getirilen, hatta Eylül2022’de BM Genel Kurulunda da son kez ifade edilen “Dünya beşten büyüktür!”sözüne doğrudan veya dolaylı olarak destek vermese de kendisini uzun birsüredir “gelişmekte olan ülkelerin hamisi ve lideri” gibi nitelendirerek,uluslararası sistemde bu ülkelere daha çok söz hakkı ve yetki verilmesigerektiğini sıkça tekrarlamaktadır.

İcraatlarına sondönemlerde “sorun çözücü” ülke özelliğini de eklemeye başlayan Çin, SuudiArabistan ile İran arasındaki diplomatik ilişkilerin başlatılmasını sağladı. Bukonuda bazı spekülatörlerce perde arkasında “Umman Sultanlığı”nın bulunduğusöylense de aslında her iki ülkeyle petrol alanında önemli ticari ortaklığıbulunan küresel ekonomik güç Çin’in garantörlüğü olmaksızın bu tür biryakınlaşmanın sağlıklı olamayacağı da bir gerçektir. ABD’nin canını sıkan İran-SuudiArabistan yakınlaşması yanında, Çin’in Rusya-Ukrayna Savaşı’nın yıl dönümünde12 maddelik bir ateşkes önerisi de getirmesi de küresel çapta bir ses getirdi.ABD Dışişleri Bakanlığı her ne kadar “Çin’in tarafsızlığı tartışılır.” dese de Çin’inbu “barış” önerisinin kabul edilmemesi hâlinde, sadece Ukrayna değil, daha daçok ABD’yi “uzlaşmayan taraf” olarak niteleyebilecektir.

ABD’nin son yıllardaAfganistan’da, Irak’ta, Suriye’de, Libya’da, Yemen’de ve hatta dolaylı olarakUkrayna’da sadece sert gücü ile sorun çözmeye çalıştığı, ancak pek de başarılıolamadığı görülürken, Çin’in kuvvet gösterisinde bulunmaksızın çözümönerileriyle sorunlara çare araması ve bulması dikkat çekmektedir. Kuşkusuz kiküresel ölçekte planlanıp yürürlüğe sokulan “kuşak-yol” projesi Çin’in bukonuda işini kolaylaştırmaktadır. Zaman Çin’in lehine çalışırken ABD gündengüne küresel gücünü yitirmekte, bu esnada daha da hırçınlaşırken, dost ülkeleride ürküterek uzaklaştırmaktadır. Ancak artık “Çin, şişeden çıktı!” ve küreseloyuncuların sergilediği yeni rolüne de bürünmeye başladı. Bundan sonra ikiküresel kutup denildiğinde, ekonomik-siyasi ve askeri anlamda ABD ve Çin aklagelecektir.

SONUÇ

Çin’in devam etmesibeklenen düzen kurucu rolü ile birlikte dünya çapında küreselleşme daha dabelirgin hâle gelecek, ülkeler yeni saflarını alacaklardır. Burada en önemlisoru, “Türkiye’nin hangi kutupta saf tutacağı”dır. Hâlen NATO üyeliği ve bunugerektiren demokratik hukuk düzeni ile ABD merkezli “Batı” dünyasında tutunmayaçalışan Türkiye’nin, özellikle Soğuk Savaş sona erdikten sonra en önemliekonomik ve siyasi darbeleri müttefiki ABD’den yediği de bilinmektedir.Rusya-Ukrayna Savaşı ile kutuplaşmanın iyice derinleştiği yerkürede Türkiye’yiyönetenler için önemli ancak zor bir karar beklemektedir. Ya her türlübaskılarına ve haksızlıklarına rağmen Batı dünyası içerisinde kalmak ya da“Demokratik hukuk kurallarının önemli olmadığı” Çin merkezli bir kutbunşemsiyesi altına girmek! Bu konuda kuşkusuz ki başlamış olan tartışmalarartarak devam edecektir. Ancak son sözü gene yüce Türk milleti verecektir.