ATATÜRK’ÜN TÜRK DÜNYASINA YÖNELİK STRATEJİK YAKLAŞIMLARI

16 Nisan 2019 13:37 Prof. Dr.Salim GÖKÇEN
Okunma
3119
ATATÜRKÜN TÜRK DÜNYASINA YÖNELİK STRATEJİK YAKLAŞIMLARI


Giriş
Türkiye gerek stratejik konumu gerekse değişen dünya değerleri açısından bir sınırlar ülkesidir. Anadolu coğrafyası, Asya’nın Avrupa sınırını, Trakya ise Avrupa’nın Asya sınırını ifade etmektedir. Türkiye, İslamiyet ve Hristiyanlığın, ideolojilerin, yakın tarihe kadar NATO ile Varşova Paktı’nın, çok partili sistemler ile tek partili sistemlerin, doğu kültürü ile Batı kültürünün uç noktasında, sınırında bulunmaktadır. Türkiye bu konumu ile jeopolitik durumunun bütün özellikleri ile bir sınırlar ülkesidir (İlhan 1997:1031). Bu durum Türkiye açısından birçok sorunu beraberinde getirdiği gibi doğru stratejiler ile bunun bir fırsata dönüştürülmesi de mümkündür.
Tarihsel süreç içinde milletlerin ayakta kalabilmeleri; tarihî derinlik, köklü bir kültür ve oturmuş bir devlet geleneğinin olup olmadığı ile doğru orantılıdır. Söz konusu millet bu üç unsuru bir arada taşıyamıyorsa, gelecek projeksiyonunda, süreklilik kırılmasına uğraması muhtemel görülmektedir. Türk dünyası, sahip olduğu tarihî derinlik, kültür birliği ve binlerce yıllık devlet geleneğinin yanında toplam dünya nüfusunun %5’ini meydana getirmiş olması ile önemli bir demografik avantajı da elinde bulundurmaktadır
Günümüzde, fikirleri ve öngörüleri ile hemen hemen her alanda Türk milletinin yolunu aydınlatan Atatürk’ün gözden kaçan birkaç yönünden biri onun Türklük ve Türk dünyası hakkındaki düşünceleri ve stratejik yaklaşımlarıdır. Bu çalışma ile Atatürk’ün bu konudaki düşünce, uygulama ve projeleri incelenmeye çalışılacaktır. 
A. Kavramsal ve Tarihsel Arka Plan
Türkler, dünyanın en eski ve köklü kavimlerinden biridir. Tarihleri boyunca Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarına yayılmış bir millettir. Bugün böylesine geniş bir coğrafyada ve dağınık bir şekilde yaşayan Türklerin tarihini de belirli bir zaman diliminde bir bütün hâlinde ele almak mümkün olmamaktadır. Türkler diğer milletlerin aksine asırlar boyunca yeni topraklar, yeni iklimler arayarak tarihlerini değişik bölgelerde yaşamışlardır. Bu sebeple geçmişin herhangi bir döneminde aynı coğrafyada Türk topluluk, idare ve devletlerini izlemek takip etmek mümkün olduğundan Türk tarihi denilince belirli bir topluluğun belirli bölgedeki tarihi değil, Türk adını taşıyan ve kendisine özgü adlarla anılan akraba toplulukların çeşitli bölgelerde yaşadığı tarihin bütünü anlaşılmalıdır (Saray 1996:3).
Yaşadığımız dünyada yaşam sahası açısından dünyanın hemen her ülkesinde Türklerin hayat sürdüğü tespit edilmiştir. Ancak dünya tarihi açısından baktığımızda Türklerin hâkimiyet sahasını coğrafi olarak, Adriyatik Denizi’nden Çin Seddi’ne kadar olan bölge olarak sınırlandırmak gerekir.
Türk tarihi ve bu tarihin coğrafi tabanı, jeopolitik kuramlara iyi bir örnek oluşturmaktadır. Bu durum aynı zamanda bugünün konjonktürel değerlendirmelerine de yardımcı olacak unsurları içermektedir. Orta Asya’da kurulan Türk devletleri, daima tehdit altında bulunmalarının gerektirdiği güvenlik ihtiyacı nedeni ile askerî unsura öncelik vermişlerdir. Türklerin büyük göçleri, devamlı dalgalanma içerisinde olmaları, bir ölçüde güvenle yaşanacak siyasi bütünlük arayışıdır. Türk birliği en sağlam coğrafi bütünlüğe Anadolu’ya geldikten sonra kavuşmuştur.
1990’lı yıllarda Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla, Türkiye’nin gündemine tekrar giren “dış Türkler” kavramı, 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra ortaya çıkmıştır. Dış Türkler günümüzde, hem Osmanlı Devleti’nin dağılması sonucu Türkiye sınırları dışında kalan, dili, tarihi, kültürü bir olan Türkleri hem de Türkistan başta olmak üzere kadim Türk yurtlarında yaşayan Türkleri ifade etmektedir (Yılmazçelik 1994:35).
Sonuç olarak dış Türkleri şu şekilde sınıflandırabiliriz:
1. Türkiye sınırları dışında yaşayan Türk vatandaşları: Bu gruba, Türkiye’den çalışma, eğitim gibi amaçlarla yurt dışına giden göçmen Türkler (Avrupalı Türkler) ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı ile birlikte yaşadıkları ülkenin vatandaşlığına sahip olan Türkler dâhildir.
2. Türkiye sınırları dışında yaşayan etnik Türkler: “Soydaş” olarak da nitelendirilen genellikle azınlık konumunda olan Türkler.
3. Türkiye sınırları dışında “akraba topluluklar” olarak nitelendirilen Türk kültürüne bağlı gruplar: Türki olarak da ifade edilen Türkler ve Müslüman olan ancak farklı dil özelliklerine sahip, Türk kültürüne bağlı kabul edilen Türkler.
Osmanlıdaki gelişimi, çöküşe bağlı bir tutunma ideolojisi olan Türkçülük, Rusya’daki Panislavizm ve Batı’da gelişen Türkolojiden kaynaklanan Türkçülük ile hem beslendi hem de sonunda uzaktaki kardeşleri ile buluştuğu bir ortak payda oldu (Heyd 2002:66). 
Osmanlı Devleti çatısı altındaki gayrimüslim unsurlar birer birer ayrılmaya başlayınca, Osmanlı aydınları Türk kimliği ve varlığı ile daha fazla ilgilenmeye başladılar. Türk kimliği ve varlığı üzerine yapılan çalışmalar, zamanla “Türkçülük” fikrinin ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. Başlangıçta sadece dil, tarih ve kültür anlayışı üzerinde duran Türkçülük fikri, Ahmed Vefik, Ali Suavi, Ziya Gökalp, Zeki Velidi Togan, Şemseddin Sami gibi aydınların eserlerine yansımıştır. Türkçülük fikrinin siyasi alanda en önemli temsilcileri ise Yusuf Akçura, Hüseyinzâde Ali ve Tunalı Hilmi olmuşlardır (Akçura 2001:158). Osmanlı aydınları tarafından Türkçülüğün felsefî ve siyasi temelleri ortaya atılırken, Osmanlı toprakları dışında da Türklerin yaşadığı hususu gündeme geldi. “Üç Tarz-ı Siyaset” ile Türkçülüğü siyasi bir ideolojiye dönüştüren Yusuf Akçura, Osmanlı Devleti dışında yaşayan Türkleri bir çatı altında toplamayı hedeflemişti (Yılmazçelik 1994:36). Yusuf Akçura ile teorize edilen “Türkçülük” veya “Türk birliği” fikri, daha sonra diğer aydınlar tarafından da tartışılmış, geliştirilmiş ve farklı tezler ileri sürülmüştür. Yusuf Akçura’nın siyasi “Türk birliği” fikrine karşılık Ziya Gökalp, Türklerin yayıldıkları coğrafyayı göz önünde bulundurarak, sadece “kültür birliği” üzerinde durmuştur (Gökalp 1967: 41, Saray 1995:VII).
Ziya Gökalp, Turancılık ve Türkçülük fikirlerini aynı anlamda kullanan ve anlayan bir fikir adamı idi. “Türkçülüğün Esasları” isimli eserinde Türkçülük ve Turancılığı şöyle tarif etmektedir: “Türklerin uzak mefkûresi, Turan namı altında birleşen Oğuz, Tatar, Özbek, Kazak, Kırgız, Yakut ve diğer Türk topluluklarını lisanda, edebiyatta, kültürde birleştirmektir” (Gökalp 1967:22-23). Gökalp, hiçbir zaman siyaseten ve askerî yönden bütün Türklerin tek bir çatı altında birleşmesini ne söylemiş ne de yazmıştır.
Bilindiği üzere, Türklerin fikrî uyanışını sağlayan ve Türk dünyasında eğitim sistemini ıslah ederek modern öğrenme metotları ile Türklerin cehaletten kurtulmasına en çok yardımı dokunan fikir adamlarından biri de Kırımlı Gaspıralı İsmail Bey’dir. 1851-1914 yılları arasında yaşayan Gaspıralı İsmail Bey (Saray 1987),  Türk dünyasının birlik hâlinde kalkınması için yapılacak mücadelenin “Dil’de, fikirde ve işte birlik” ilkesi doğrultusunda olması gerektiğine inanıyordu. Osmanlı Türkiye’sinde Türkçülük hareketini savunan aydınlar, Gaspıralı İsmail Bey’in takip ettiği sadeleştirilmiş müşterek dil, ıslah edilmiş okullar ve modern bir Türk-İslam anlayışını benimseyerek hareket etmişler fakat bu hareketi yürütürken değişik metotlar kullanmışlardır.
Türk milliyetçiliğinin sistematik bir zemine oturmasında 20 Ocak 1911’de kurulan Türk Ocaklarının önemli bir fonksiyonu bulunmaktadır (Sarınay 1994:36-37). Mustafa Kemal ve Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran kadrolar, Türk milliyetçiliğinin bu gelişim sürecinde, Türk Ocakları atmosferi içinde yetişmişlerdir. Türk milliyetçiliğinin geçirdiği bu önemli süreç, aynı zamanda Osmanlı Devleti’nin yerine kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne de fikrî açıdan temel teşkil etmiştir.