TÜRKİYE’NİN DOĞUYA AÇILAN KAPISI KAFKASYA-NAHÇİVAN-KARABAĞ
Prof. Dr. Hasan OKTAY (Makedonya'da Uluslararası Vizyon Üniversitesinde Rektör Yardımcısı)
Kafkasya ve Enver Paşa
Türk dünyasının arasındaki o çetin kapıyı Kafkasya’yı açmak için Enver Paşa ve binlerce şehidimiz gayret etti, olmadı Türk dünyası için can verdiler. Bugün şehitlerimizin ismi anıldığında hâlâ gözyaşlarımızın damla damla aktığı, ciğerlerimizin yandığı bir geçiş kapısı Kafkasya, Nahçivan, Karabağ; Enver Paşa’nın, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün, Alparslan Türkeş’in ve Devlet Bahçeli’nin hayali.
Şu anda Makedonya'da Uluslararası Vizyon Üniversitesinde Rektör Yardımcılığı yapıyorum. Şehitler diyarı Kafkasya çalışıyorduk. Kafkasya çalışırken bir fırtına tutup bizi Balkanlar'a attı. Bu güzel bir fırtına oldu bizim için. Çünkü Kafkaslar’da edindiğimiz tecrübeyi Balkanlar'a taşıdık ve orada bir üniversite kurduk. Bu üniversite şu anda yedinci yılına girdi. Türkçe eğitim yapan Makedonya Türklerinin kurduğu bir üniversite olarak Balkanlar'da Türkiye'nin âdeta ileri kültür köprüsü gibi faaliyetlerimizi sürdürüyoruz.
Kafkasya, Türk dünyası için vazgeçilmez bir coğrafya. Kafkasya bizim için Doğu Türklüğü ile Batı Türklüğünü birbirinden ayıran bir kangren, Berlin duvarı gibi bir coğrafyadır. Üzerinde müthiş mücadeleler verilen bir coğrafya. Bugün Türk kamuoyunun oldukça çok gündeminde Türk dünyasının sağlıklı bir vücuda kavuşabilmesi için Kafkasya problemini acilen çözülmesi gerekmektedir.
Türkler İki İmparatorluk Kaybediyor
Rusya, Osmanlı Türkiye’si diğer taraftan da İran’da 1925’e kadar iktidarda kalan Türk devletleri Kafkasya'da müthiş bir hâkimiyet mücadelesi verdiler. 1827-1828 Osmanlı-Rus Savaşı ile Kafkasya'daki hâkimiyet mücadelemizi Türkler olarak kaybettik. Hem İran Türkleri hem de Anadolu Türkeri bu mücadeleyi kaybetti. 1827-1828'den 1923'e kadar saydığımız zaman üzerinden 95 yıl geçmiş. Bu süreçte hem biz Anadolu Türkleri hem de İran coğrafyasındaki Türkler imparatorluklarını kaybettiler. Rusya ise imparatorluktan, Çarlık Rusya’sından Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) sistemine geçti. Ruslar, Çarlık Dönemi’nde hem tüm Kafkasya'da hem de Türkistan coğrafyasında Güney Kafkasya'yı ele geçirdikten sonra hâkim oldular. Yani Kafkasya bir anlamda Türkistan coğrafyasının en önemli hâkimiyet mücadelesi alanı hâline gelmiş oldu. Anadolu Türkleri yani Osmanlı İmparatorluğu bu mücadeleyi 1827-1828'de kaybetti ve peşinden Türkistan coğrafyası ile irtibatları koptu. 1827-1828'de Ruslar, Erzurum'a kadar işgal etmişti sonra geri çekildiler ve daha sonra 1877-1878'de meşhur 93 Harbi ile Osmanlı Türkleri, yine Erzurum'a kadar bölgeyi Ruslarla teslim etmek zorunda kaldı. Tekrar geri püskürtüldü ama Kars ve Ardahan 1923'e kadar sürekli Rus tesiri altında bulundu.
Kafkasya Coğrafyası
Kafkasya'yı biz coğrafya olarak tarif ettiğimiz zaman kuzeyden güneye Basra Körfezi'nden Van Gölü ile Karadeniz ve Hazar Denizi arasında sıkışmış ince bir coğrafya olarak ifade ediyoruz. Modern anlamda Kuzey ve Güney Kafkasya diye de ikiye bölüyoruz. Bugünkü Gürcistan ile Rusya sınırını kuzeyden düşündüğünüz zaman o sıra dağların kuzeyine Kuzey Kafkasya güneyine ise Güney Kafkasya diyoruz. Ruslar 1801 yılında o aşılmaz dağları geçip Tiflis'e indiklerinde İstanbul hükûmeti şaşkın vaziyette idi. Yani Rusların Kuzey Kafkasya Dağları'nı aşarak Tiflis'e inmesi hayal bile edilemiyordu. Rusların Tiflis'e indiği ile ilgili istihbarat raporları İstanbul'a ulaştığında Saray bunu teyit etmek için o bölgedeki diğer bilgi kaynaklarına başvuruyor ve onlar da diyor ki “Mümkün değil.” Ancak o bölgeden gelen bazı istihbarat bilgilerinde Rusların Tiflis'e indiği ifade ediliyor ve 1804 yılında Osmanlı olaya müdahale etmeye çalışıyor. Ancak başaramıyor. 1810'da da başaramıyor, 1816'da da başaramıyor. 1827 ve 1828'deki müthiş bir savaşta biz Kafkasya'yı tamamen Rus ve İran Türk Kaçar hanedanına teslim ediyoruz. Onlar da 1828'de kendi aralarında Türkmençay Antlaşması imzalıyor. Bugünkü Azerbaycan, Ermenistan ve İran sınırı o zaman Rusya ile İran Türkleri arasında sınır kabul ediliyor. İran Türkleri, Osmanlıya karşı bir galebe kazandıklarını zannediyor. Oysa 1828'den 1925'e kadar geçen zaman zarfında İran Türklerinin imparatorluklarını Farslara kaptırdığı bir zaman dilimidir. 1923'te biz Osmanlı yönetiminden Cumhuriyet’e geçen süreci yaşadık. Yani hem İran Türklüğü hem de Anadolu Türklüğü o dönemde Ruslara karşılı bir ittifak yapıp daha sonra kendi aralarında bir hesaplaşmaya gitselerdi belki dünya tarihi Türkiye ve İran Türklüğü açısından çok daha farklı cereyan edecekti. O zaman İran Türkeri ile Ruslar Anadolu Türklerine karşı Osmanlıya karşı ittifak gerçekleştirmiş oldular. Bu ittifak iki tane Türk gücüne imparatorluklarını kaybettirdi. Türk dünyası, tarihinin en karanlık dönemlerini yaşamaya başladı.
Türk Dünyası Hâkimiyeti Kaybediyor
Türk dünyası 17 ve 18. yüzyıla kadar dünyada başat bir imparatorluklar dönemi yaşadı ve dünya tarihinde çok önemli yerlere sahipti. Kafkasya'daki mücadeleyi kaybettikten sonra Türkler artık âdeta kabuklarına çekilmek zorunda kaldılar. 1917'de Bolşevik Devrimi ile beraber Çarlık yönetiminden Bolşevik Devrimi'ne geçen Rusların Türkistan coğrafyasını ele geçirmesi ile Türkler âdeta dünya tarihinin kaderinin dışına itilmiş oldular. İkinci Dünya Savaşı en fazla Türkleri vuran bir savaş olarak tarihe geçti. Her ne kadar Türkiye İkinci Dünya Savaşı'na girmemiş olsa da bu savaşta 3 buçuk 4 milyon Türk şehit oldu. Oysa Türkiye Cumhuriyeti Devleti bu savaşa girmemişti. Bu konuyu üniversitede öğrencilere ders olarak anlatınca şaşkınlık içinde kalıyorlar. Konuyu kavrayamıyorlar.
Çünkü biz 1923'te Cumhuriyet'i kurduktan sonra artık yorgun asker ve yorgun demokrat olarak kabuğumuza çekildik. Ankara ulusalcılığı ile dünyayı okumaya başladık. Bu da bizim Türkiye dışındaki Türkleri görmemezlikten gelme süreci olarak karşımıza çıktı. Bunu bir uyuma süreci olarak görüyorum. Niçin uyuma süreci? Çünkü Atatürk hep şunu söylüyordu: “Bizim nüfusumuz 13 milyon hele bir 80 milyon olalım. (Bunu ben söylüyorum.) Biz tekrar eski defterleri açar ve gelecek kurgulaması yaparız.” Bu anlamda Atatürk'ün bu kehaneti gerçekleşti ve 1990'lı yıllarda Sovyetler Birliği dağılma sürecine girdi.
Karabağ Bir Müdahale Aracı mı?
SSCB dağıldıktan sonra eski Rusya coğrafyasında tek çatışma alanı Güney Kafkasya'da Karabağ'da oldu. Bu bir tesadüf değil. Bu tamamen Rusların Çarlık Dönemi'nde Sovyetler Dönemi’nde ve daha sonra geçecekleri Federasyon Dönemi'nde dünya hâkimiyetine elinde tutabilmek için Kafkasya'yı kesinlikle ellerinde bir ileri karakol olarak tutmak arzusundan kaynaklanan bir strateji kurguladılar. Karabağ'da Azerbaycan ile Ermenistan arasında bir çatışma çıkartarak buradaki olaylar üzerinden diğer Türk dünyasına Özbekistan'a, Kazakistan'a, Kırgızistan'a hatta Tacikistan'a ki o da her ne kadar Türk olmasa bile Türkiye Türkleri ile birlikte hareket eden bir devlet olması sebebiyle “Sovyetlere başkaldırmasın, Sovyetlerin postmodern olarak federasyona geçmiş olmasına rağmen orada varlıklarını sürdürmesinin önünde engel olmasın, oradaki devletler Moskova'ya bağlı kalsın.” diye Karabağ'da akıllara ve vicdanlara muazzam tesir edecek bilinçaltını tahrip edecek bir katliam gerçekleştirdiler.
Hocalı Bir Bilinçaltı İnşası mı?
Hocalı Katliamı’nı hepimiz biliyoruz. Hocalı’da Ruslar özellikle ve özellikle korkunç katliamlar yaptırmasının ana sebebi örnek olsun ve bizim eski coğrafyamızdaki Türkler, Ruslara karşı bu tür bir harekete kalkışmasınlar diye. Eğe o zaman biz Karabağ problemini uluslararası sistemi devreye sokarak çözebilseydik bugün Türk dünyası çok daha farklı bir konumda olacaktı. 25 yıldır Türk dünyasının Türkiye'ye mesafeli kalmasının ana sebebi bizim Güney Kafkasya'da Sovyetler dağıldıktan sonra ortaya çıkan imkânı iyi değerlendiremeyişimizdir. Yani Rusları eğer biz ikna edip Karabağ'ın Azerbaycan toprağı olduğunu Ermenistan'ın da Erivan civarında yaşayabilmesine ikna edebilseydik o zaman Özbekistan da Kazakistan da Kırgızistan da çok daha üst düzeyde Türkiye ile irtibata geçerdi. Ne zaman ki Elçibey "Üç helikopter göndermediniz." cümlesini kullandı işte o gün Türk dünyasının Türkiye'ye olan umutları yeniden yeşerme ihtimalinin üzeri küllendi. Tabii o zaman Soğuk Savaş'ın korkusu söz konusu. Türkiye'de Süleyman Demirel iktidarı var ve Cumhurbaşkanı da Turgut Özal. Hatta Özal'ın meşhur bir sözü var. “Onlar Şii biz Sünni’yiz.” Özal'ın bu cümlesi bizim Güney Kafkasya'yı kaybetmemizin önünü açtı. O zaman İran Ermenistan'ı desteklemişti. Çünkü İran, Safeviler Kaçar Hanedanı Dönemi’nde hem de Farsların eline geçtikten sonra Pehlevi Dönemi’nde Şii propagandasını ve Şiiliği hep ön planda tuttuğu için Özal'ın bu sözü Türk dünyasında özellikle bizim Şii Türk dünyasında korkunç bir şekilde Türkiye'ye karşı bir tepkiye dönüştü. Ne zamanki Tahran hükûmeti Karabağ Savaşı'nda Ermenistan'dan yana tavır koyunca bizim Azerbaycan'daki Türklük anlayışı ve Türkiye'deki bu açıklamadan sonra körelip Şia’ya doğru dönme sürecinin önüne geçilmiş oldu.
Türklük Bilinci ve Şia
Yani Azerbaycan'da şu anda %60'ı Şii olmasına rağmen Türklük bilinci üst düzeydedir. Yani öncelikle Türklük gelir ondan sonra mezhep konuşulacaksa konuşulur. Bu 1991-1992 sürecinde Onlar Şii demesi Azerbaycan Türklüğünü kısmen İran’a itmişti. Bu tarihî stratejik bir hatadır. Ama o dönemdeki Soğuk Savaş şartlarında Süleyman Demirel'in Ruslardan çok korkması ki o zaman eğer biz helikopter gönderebilseydik veya askerî birlikler gönderebilseydik bugün Libya ve Suriye'ye yaptığımız gibi, Karabağ’da yaptığımız gibi. Ama o zamanki siyasi yöneticiler Soğuk Savaş Dönemi'nin baskılarından korkarak Kızıl Orduyu karşımıza almamak adına, Güney Kafkasya'yı kaybedersem Türkistan'ı kaybederim korkusuyla Güney Kafkasya'da dönemsel olarak çıkarmış olduğu krize müdahale edemedik. Güney ve Kuzey Kafkasya’nın birleşmesi ile ilgili önümüzde iyi bir fırsat doğmuştu ama bu fırsatı kaçırmış olduk.
Türk Dünyasına Açılan Üç Kapı
Türk dünyası ile Türkiye arasında Kafkasya, Rusya tarafından oluşturulmuş tabii bir engeldir ve bu engeli aşmak gerekir. Eğer bu engeli Türkiye aşamazsa süper güç olma şansı yok olur. Bugün Türkiye'yi Türk dünyasına açan tek kapımız Gürcistan'dır. Gürcistan'da Batum'dan bir de Posof'tan iki tane kapımız var. Gürcistan'a geçmek için bir de demir yolu olmak üzere üç tane kapımız var. Fakat Posof'tan giden yol daha çok Ermenistan'a çalıştığı için bizim devlet yetkilileri Posof Kapısı'nın çok fazla kullanılmasına gayriresmî olarak müsaade etmiyor. Gürcistan tarafına geçtiğiniz zaman yollar âdeta patates tarlası gibi ve o bakımdan o yolları sağlıklı bir şekilde kullanma şansımız olmuyor. Batum yolu çok daha kullanışlı. Batum'dan Tiflis'e giden yol Türk dünyasına açılan en sağlıklı ve tek kapıdır. Yani biz Batum, Tiflis ve Bakü yolunu şu anda Türk dünyasının nefes alabileceği bir koridor olarak görüyoruz. Ermenistan'la diplomatik ilişkimiz olmadığı için sınır kapılarımız kapalı.
İran ise şu anda Doğu Beyazıt'tan ve Esendere'den geçişler olmasına rağmen zaman zaman Doğu Beyazıt'la bu kapı arasında tahminen 16-17 kilometre sürekli olarak orada kamyon kuyruklarını görürsünüz. İran, Türkiye'den Türkmenistan'a, Kazakistan'a ve Özbekistan'a giden bizim her türlü aracımızı engellemek için bütün bahanelerin arkasına sığınıyor. Dolayısıyla bizim Türk dünyası ile sağlıklı bir ilişki kurabilmek adına şu anda Gürcistan'dan başka bir kapımız yok. Bu kapıyı en az 5'e çıkarmamız lazım. Birincisi Ermenistan. Rusya bize bunu suni bir problem olarak hâlâ dayatıyor.
Türklerin İran’ı
Bunun yanında İran coğrafyasında şu anda ciddi bir kriz var. Kafkasya'yı konuşurken İran'ı kısaca da olsa konuşmakta fayda var. 1908'de Türkiye'de İkinci Meşrutiyet ilan edildi. 1905 yılında Rusya’da, 1906'da da İran'da meşrutiyet hareketleri oldu. 1917'de Rusya'da Bolşevik İhtilali oldu. 1923'te biz imparatorluktan Cumhuriyet'e geçtik. 1925'te de İran'da Türkler hâkimiyeti Farslara yani Pehlevilere kaptırdı. 1979'da İran'da devrim oldu. Şah rejiminden Humeyni'nin getirmiş olduğu İran İslam Cumhuriyeti'ne geçiş oldu. 1980'de Türkiye'de askerî hareket oldu. Rusya 1991de SSCB sisteminden vazgeçti. Üç başkent Ankara-Moskova ve Tahran arasında böyle bir kader çizgisi var. Biz 24 Haziran'da referandum yaparak başkanlık sistemine geçtik. Şimdi sırada Rusya’da değişim dönüşüm bekleniyor. Önümüzdeki dönemde İran'da muazzam bir sistem değişikliği olacak. Çünkü bu üç başkentin bu rejim dönüşümleri birbirine çok yakın tarihlerde gerçekleşmiş. Dolayısıyla İran'da bir değişim ve dönüşüm bekliyoruz. Bu değişim ve dönüşümün demokratik olmasını ve kanlı olmamasını istiyoruz. Çünkü Türk dünyası Türkiye'deki Millî Mücadele'yi ayrı tutarsak silahlı mücadele ile bağımsızlıklarını kazanamamışlar.
Türkler Enver Paşa sonrası Sovyetlerde başlattığı basmacı hareketlerinden sonuç alamamışlar. Zaman zaman Türk toplulukları mensup oldukları devletler bünyesinde bazı mücadelelere kalkışmışlar ama bağımsızlık elde edememişler. Dolayısıyla İran Türklüğünde silahlı bir mücadele ile bir kıyımla karşılaşmamaları adına İran'da demokratik bir dönüşüm olursa Türkler açısından çok daha faydalı olacak. Bu Türkiye'nin Kafkasya politikasına da ciddi anlamda olumlu katkı sağlamış olacaktır. Bu konu ile ilgili değişik fikir ayrılıkları söz konusu Türk dünyasında.
Güney Azerbaycan Ne Olacak?
“Güney Azerbaycan'ın bağımsız olması lazım, silahlı mücadele vermesi lazım.” diyen bir grup var Türkiye'de. Dünyada da bu ciddi anlamda taraftar toplamış durumda. Orada ortaya çıkacak olası bir silahlı mücadele neticesinde nasıl bir devlet şekillenmesinin olacağını şu anda kestirmek mümkün değil. Artı burada bir devlet kurulacaksa eğer bu devletin sınırlarının nereden başlayıp nerede biteceği de belli değil. Bu anlamda biz İran Türklerine silahlı mücadeleden ziyade demokratik bir mücadele vererek önümüzdeki süreçte İran'da yaşanması muhtemel olan rejim değişikliğinde, eğer demokrasiye geçilirse sayısal çoğunluk ellerinde olduğu için iktidarı kesinlikle belirleyeceklerini en azından bekliyorum. Böyle olunca da İran'ı Türk dünyasına açılan yeni bir sınır kapısı olarak görmek mümkün. Ama orada bir mücadele var. Eğer İran bölünürse bizim tekrar Doğu Beyazıt'tan giden kamyonumuz bir Türk dünyasından geçerek Türkmenistan'a ulaşma şansı olmayabilir. Çünkü Hazar Denizi'ne doğru Farslara bir devlet kurdurabilirler. Bu da bizim Anadolu Türklüğü ile Türkistan Türklüğünün birleşmesi önünde büyük bir engel teşkil edebilir.
Atatürk Nahcivan Sınırını Satın Alıyor
Bizim şu anda Nahçivan sınırımız 11 kilometrelik ince ve uzun bir sınır. Direkt Rusya'ya bağlı bir sınırdı. Bizim Nahçivan'la bir toprak bütünlüğümüz yoktu. Atatürk cebindeki cep harçlığı ile İranlılardan burayı satın aldı. Dolayısıyla Sovyet sisteminde yaşayan Türklerle Türkiye Türkleri Nahçivan üzerinden komşu oldular. Yani bir nevi Türkiye'nin Türk dünyası ile direkt toprak teması olmuş oldu. Atatürk bunu aldıktan sonra Lenin muazzam bir hamle yaptı. Dedi ki Azerbaycan Parlamentosuna. O zaman Sovyetler Birliği'nin 16 Cumhuriyetinden birisi idi Azerbaycan. “Ermenistan'la siz kardeşsiniz. Sovyet halklarının kardeşliği için siz Zengezur bölgesini Ermenistan'a hediye edeceksiniz.” Zengezur bölgesi de Nahçivan ile Azerbaycan arasında 160 kilometre uzunluğunda 40 kilometre genişliğinde bir coğrafya. Tam bir Türk yurdu idi. Burayı Ermenistan'a Lenin'in, Stalin'in çalışmaları ile teslim edilmiş oldu. Dolayısıyla Atatürk’ün hamlesi ile Nahçivan’la sınır komşusu olduk. Lenin ve Stalin Sovyetler Birliği bir hamle yaparak Nahçivan'ın Azerbaycan'la olan toprak bütünlüğünü kesmiş oldular. Yani Güney Kafkasya'da Ruslar oldukça stratejik hamleler yaparak bu bölgeyi elimizde tutarsak Türkistan coğrafyasını da elimizde tutarız mantığı ile hareket ederek Türkiye'yi mümkün olduğu kadar bu coğrafyadan hep uzak tuttu. Türkiye'nin de Türk dünyası ile ilgili hedefi var ise var o zaman Güney Kafkasya'da Rus etkisini azaltıp Türk etkisini çoğaltmak hatta direkt olarak Türkiye'nin Türk dünyası ile toprak temasını sağlamak gerekir. Bu sağlandığı zaman Türk dünyasının Türkiye'ye olan inancı ve güveni tekrar eski hâline kavuşmuş olacaktır. Şu anda Türk dünyasından Kazakistan'da, Özbekistan'da hatta buna Tacikistan'ı da katarsak sabah uyandıklarında ben o coğrafyada çok bulundum ilk önce baktıkları Moskova. Moskova'da bugün hava nasıl? Hava derken iklime bakmıyorlar yani siyasal havaya bakıyorlar. Türk dünyasının ilk uyandığı zaman Ankara'ya bakacak hâle dönüştürmek ve dönmesini sağlamak için bunun birinci yolu Güney Kafkasya'da Türkiye'nin etkinliğini artırmaktır. Bunu savaşarak elde edilecek bir cephe olarak düşünmeyin. İktisadi olarak, ekonomi olarak, nüfus olarak Güney Kafkasya'da Türkiye etkinliğini artırdığı takdirde Türk dünyasının başkentlerinin yönü Moskova'ya değil Ankara'ya çevrilmiş olur. Savaş kaçınılmaz olduğunda ise Türkler bundan kaçmaz.
Ermenistan Azerbaycan Çatışması; Karabağ
Çarlık Rusya Dönemi’nde başlayan SSCB Dönemi’nde devam eden ve Federasyon Rusya’sında zaman zaman kırılmalar yaşayan Rusların Güney Kafkasya politikaları değişecek mi? Ruslar İstanbul ile Türk dünyasının irtibatını kesebilmek için Güney Kafkasya’yı ele geçirme, elinde tutabilme stratejisini 200 yıldır uyguluyor. Türkmençay Antlaşması’ndan 27 Eylül 2020 ateşkesin bozulma sürecine gelene kadar Ermeniler sürekli Ruslar tarafından ileri karakol olarak kullanılmıştır. Karabağ ve Ermenistan, Rusların Anadolu Türkleri ile Türkistan Türkleri arasında ciddi bir tampon bölge oluşturdu. 1991’de SSCB dağıldığında Ruslar Türkistan coğrafyasını elinden kaçırmamak, Türkiye ile Türkistan’ın temas kurmasını engellemek için Karabağ statüsü üzerinden Ermenistan ile Azerbaycan’ı çatıştırdı. Bölgede oluşan suni problem üzerinden bölgedeki imtiyaz ve çıkarlarını korumak için Ruslar bu problemi sürekli canlı tuttu ve statükonun devamı üzerinden gelişmeleri takip etti. Karabağ, Rusların 200 yıllık Güney Kafkasya politikası olarak artık tıkanma noktasına geldi ve Azerbaycan ihtilaflı Dağlık Karabağ dışında Ermenistan Azerbaycan’ın 7 ilçesini ve yüzlerce köyünü işgal altında tutuyordu. Bunun sürdürülebilir bir işgal olmadığını BM karar altına almış ve Azerbaycan bu kararlar üzerine topraklarını işgalden kurtarmak için harekete geçmek istiyordu.
Doğu Akdeniz’den Dikkatler Kafkaslar’a mı Kaydırıldı?
Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de ve Karadeniz’de keşfettiği doğal gaz yatakları, bütün dünyanın dikkatlerini üzerine çekmişti. Şimdi dünyadaki çekişmenin esas kavgasının sebeplerinden biri budur. Fransa ile Almanya Doğu Akdeniz’deki enerji kaynaklarının kendi ülkelerine taşınması için adı konmamış müthiş bir mücadele vermekteler. Fransa Akdeniz’i boydan boya geçen doğal gaz borularının direk Fransa’ya gelmesini isterken Almanya ise Rusya’ya doğal gaz bağlamındaki bağımlılığını bitirebilmek adına Türkiye’nin elde edeceği yatakların Anadolu ve Bulgaristan üzerinden Almanya’ya nakli konusunda gayret sarf etmektedir. Fransa öncülüğündeki Avrupa Birliği liderler toplantısının ertelenmesi Almanya’nın girişimi ile olmuştu. Fransa Türkiye ile pazarlığı artırabilmek adına Yunanistan üzerinden Türkiye’ye baskı yaparken yeni bir cephe olarak Birleşik Arap Emirlikleri ile birlikte Ermenistan’ı harekete geçirdiler. Ermenistan Azerbaycan ihtilafı ve savaşı Türkiye’nin dikkatlerini bu bölgeye çekmek için yeterli bir sebeptir.
Birleşik Arap Emirlikleri ve Fransa
Önce Birleşik Arap Emirlikleri sonra Fransa, Ermenistan’ı Azerbaycan’a karşı sürekli olarak tahrik etti. İlk Tovuz saldırıları işte bu atmosferde gerçekleşmişti. Aslında bu Azerbaycan için bir savaş sebebi olmalıydı. Yani Azerbaycan eline geçen fırsatı değerlendiremedi denilebilir. Şimdi gelişen olaylar ve Rusya’nın Kafkaslar’daki tatbikatı bundan önce Amerika’nın Gürcistan’daki NATO tatbikatı bütün dikkatleri Kafkasya’ya çevirmiş oldu. Türkiye’nin Libya’da, Suriye’de Doğu Akdeniz’de Karadeniz’de elde ettiği başarılar Fransa tarafından yakından takip ediliyordu. Fransa Ermenistan ilişkileri göz önünde bulundurulduğunda Fransa Ermenistan’ı harekete geçirdiği tüm çıplaklığı ile görülmektedir. Türkiye, gelişmeleri yakından takip ettiğinden 12 Temmuz Tovuz saldırıları gündeme taşındığında bunun savaşa dönüşmesini önlemişti. Fakat Azerbaycan’ın yalnız olmadığını da göstermek için Azerbaycan ve Nahçivan’da geniş çaplı bir askerî tatbikat yapıldı. Bu tatbikat bir anlamda Azerbaycan’ın olası bir Karabağ Savaşı’nda karşılaşabileceği probleme Türkiye Cumhuriyeti ordusunun tecrübeleri pratik olarak aktarılmış oldu. 27 Eylül’de Ermenistan’ın iktidar kavgasının dışa vurumu şeklinde Azerbaycan ordularına karşı ateşkesi bozup saldırı olunca, Karabağ çatışmaları savaşa dönüştü. Ermenistan tarafı gelişmelerin bu şekilde olacağını tahmin etmedi. Başta Fransa olmak üzere Batılı devletlerin Ermenistan’ın yanında hemen yer alacağını hesap etti. 25 yıldır Rusya’nın destek ve teşviki ile işgal altında tuttuğu Dağlık Karabağ ve Azerbaycan’ın BM tarafından da toprakları işgal altında olarak tescillenen 7 rayonun işgalden azat edilmesi operasyonu başladı. Ermenistan’da Paşinyan iktidarının Rusyacı politikaları terk ederek Batı dünyası ile bütünleşme hamlesi, Ermenistan’daki eski yönetimlerin işine gelmiyordu. Kremlin’den alınan destek ile sınırlı bir operasyon gerçekleştirilip bu süreçte Paşinyan iktidarı devrilmesi üzerine strateji yapan eski Erivan yöneticileri ve Kremlin Rusyacılarının hesapları bozuldu. Azerbaycan ordusunun kararlılığı hesaba katılmadığı için bir Karabağ’ın dışındaki 7 rayon ve kentlerin alınması konusunda Azerbaycan müthiş bir operasyon başlatınca Rusya çaresiz şekilde ateşkes ilan etme konusunda ısrarcı oldu. Ateşkesin bu hâli Azerbaycan’ın işine gelmiyordu. Moskova’da gerçekleştirilen toplantı bitiminin hemen ardından yine Erivan’dan, Azerbaycan ile ihtilaflı topraklarına değil Gence'ye saldırı oldu. Hem Ermenistan hem de Azerbaycan için ateşkesin bu hâli ile yürürlüğe girmesi kabul edilemezdi. Ermenistan’da Paşinyan iktidarını güçlendirmek ve kalıcı yapabilmek adına savaşın devamına ihtiyacı vardı. Azerbaycan için ise işini yarım bırakması, işgal altındaki 7 rayon ve kentlerinin kurtarılamaması ciddi olumsuz sonuçlar doğuracaktı. Bu noktada devreye girenler hem Azerbaycan’ın elini kuvvetlendirdiler hem de Paşinyan, Robert Koççeryan ve Serj Sarkisyan’a karşı iktidarını kuvvetlendirdi. Savaş her ne kadar Karabağ üzerinden gidiyor ise de Dağlık Karabağ konusunda Azerbaycan daha temkinli davranıyor, öncelikle 7 rayon ve kentlerin işgalden kurtulması, sonraki aşamada ise Dağlık Karabağ konusunu gündeme getirmek istiyor. Bu harekât ise Azerbaycan’ın elini BM, ABD ve Rusya nezdinde kuvvetlendiriyordu. İşte bu taktik ve strateji Ermenistan’ın dünya kamuoyunda geliştirmeye çalıştığı propagandayı da etkisizleştiriyor. Paşinyan, bir taraftan işgalci görüntüden ve işgal altında tutulan yerlerin ekonomik olarak Ermenistan’a olan yükünden kurtulmak diğer taraftan da Koçeryan ve Sarkisyan ekibinden kurtulmak için bu savaşı sürdürüyor ama daha çok kendi iktidarını kalıcı kılmak için uğraşıyor. Rusya Ermenistan topraklarına saldırı olursa Kolektif Güvenlik Anlaşması’nı devreye sokacağını bildirmesi Azerbaycan’ı rahatlatırken, Ermenistan ise Azerbaycan’ı tahrik etmek için ihtilaflı topraklar dışındaki Azerbaycan arazisine özellikle de Gence'ye tahrik amaçlı saldırılar gerçekleştirip Azerbaycan’ın cevap vermesini Erivan’a ateş açmasını sağlamak istiyor. Bu taktik ve strateji oyunları altında Azerbaycan kararlı bir şekilde tahriklere kapılmadan işgal altındaki topraklarını kurtarırken, Ermenistan’ın içine düştüğü krizden yararlanmak ve Dağlık Karabağ meselesinde de savaş hakkını kullanmak için beklemeye koyuldu. ABD seçimleri öncesi gerçekleşen Dışişleri Bakanlarının Amerika’daki görüşmelerden de net bir tavrın ortaya çıkmaması Azerbaycan’ın elini kuvvetlendirdi. Azerbaycan ihtilaflı arazilerin dışında kalan 5 rayonu işgalden kurtardı. Kelbecer ve Lâçin rayonları ve Şuşa gündeme gelince, 9 Kasım akşamı Ermenistan topraklarından Nahçivan’a doğru bir helikopter radarlara yakalandı. Azerbaycan kuvvetleri bu helikopteri düşürdü. Düşen helikopterin Rusya helikopteri olduğu anlaşılınca, Azerbaycan açısından hedeflerine ulaşma konusunda bir burukluk yaşatacak olan ateşkes anlaşması imzalandı.
Devlet Bahçeli’nin Nahçivan Açıklaması Atatürk’ün Türk Dünyası Modeli
9 Kasım 2020 tarihinde imzalanan ateşkeste en dikkati çeken yönü Nahçivan ile Azerbaycan arasında bir ekonomik koridorun açılması. Dağlık Karabağ ile Ermenistan arasında Lâçin koridoruna karşılık Nahçivan koridoru Türkiye açısından son derece önemli bir kazanımdır. Bu kazanım Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve Başbuğ Alparslan Türkeş’in hayali ve hedefi idi. Bunu MHP Lideri Devlet Bahçeli gerçekleştirdi. Türkiye’nin doğuda Kafkasya’ya Türk dünyasına açılan 3’üncü kapısı yani Nahçivan Kapısı açılmış oldu. Kafkassam olarak Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün, Alparslan Türkeş’in hayali ve hedefinin gerçekleştirmek için yaptığımız çalışmaların Devlet Bahçeli eli ile gerçekleşmesine şahitlik ediyoruz.