GEÇMİŞİNDEN GÜNÜMÜZE MHP’DE KURAMSAL ÇERÇEVE

20 Mart 2019 13:05 Prof. Dr.Selçuk DUMAN
Okunma
3482
GEÇMİŞİNDEN GÜNÜMÜZE MHPDE KURAMSAL ÇERÇEVE

GEÇMİŞİNDEN GÜNÜMÜZE MHP’DE KURAMSAL ÇERÇEVE

Prof. Dr. Selçuk DUMAN


Giriş
Kuram; belirli bir mantıksal örgü çerçevesinde, bir topluma ilişkin sistemli bir şekilde geliştirilen, kuralları olan, planlanmış ve bilimsel bilgiye de temel teşkil eden görüş ve düşünceler bütünüdür.
Bu çerçevede Türkiye’de kuramsal düşüncenin ortaya çıkışı, Osmanlı - Türk İmparatorluğu’nun 19. yüzyılın başlarından itibaren dünyadaki gelişmelere paralel olarak ciddi anlamda yıpranması ve ayrılıkçı hareketlerle karşı karşıya kalması üzerine görülmüştür. 19. yüz yılın ikinci çeyreğinden itibaren Batı’da eğitim görmüş ve görev yapmış kişilerin Batı’daki ulusçuluk kuramını Osmanlı Türk İmparatorluğu’nda da uygulayarak, Osmanlı - Türk İmparatorluğu’nun bir ve bütün kalması için gerekli planlama içerisine girmişlerdir. Osmanlıcılık olarak tanımlanan kuramda amaç; Osmanlı sınırları içerisinde yaşayan unsurların; dini ve etnik farklılıklarını görmemezlikten gelerek, Osmanlı kimliği ile Osmanlı bayrağı altında bir ve bütün yaşatılması düşünülmüştür. Elbette bu kuram, dönemi itibarıyla son derece yerinde bir düşünce olmasına rağmen Batı’daki gibi bir Reform, Rönesans, Aydınlanma süreci ve modernleşme sürecini yaşamayan Osmanlı - Türk İmparatorluğu’nda karşılık bulmamıştır. Hatta Batı ile olan ilişkilerin emperyalizmin Osmanlı coğrafyasını kontrol etme riskinin olduğunu düşünen antiemperyalist görüşler 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren ortaya çıkmıştır.
19. yüzyılın son çeyreğinde ise Osmanlı - Türk İmparatorluğu’nun önemli oranda Hıristiyan unsurların yaşadığı topraklarının kontrolünü kaybetmesi, ekonomik olarak iflas etmesi, askerî anlamda ağır yenilgi alması ve siyasi anlamda İngiltere’deki iktidar değişikliğinin de etkisi ile korumasız kalması üzerine, II. Abdülhamit tarafından Osmanlı -  Türk İmparatorluğu’nun geri kalan ve çoğunluğu Müslüman olan unsurlarını bir arada tutmak ve emperyal ülkelerin iç işlerine karışmasını önlemek için bir denge unsuru yaratmak amacıyla İslamcılık kuramı planlanmıştır. İslamcılık kuramında amaç; Osmanlı - Türk İmparatorluğu sınırları içerisinde yaşayan Müslüman unsuru ayrılıkçı hareketlerden uzaklaştırarak, ümmet kavramı ile Osmanlı - Türk İmparatorluğu’nun sınırları içerisinde ve halifenin yönetiminde tutmaktır. Diğer yandan emperyalist ülkelerin Osmanlı - Türk İmparatorluğu’nun iç işlerine karışmalarını engellemek için onların sömürgesi olan Müslüman toplumlarla ilişkiler kurarak, emperyalist ülkelere karşı bir denge unsuru yaratmak hedeflenmiştir. Bu kuramda zamanı içerisinde Osmanlı Türk İmparatorluğu’nun kurtarmak adına son derece iyi planlanmış bir teoridir. Ancak Osmanlı Türk İmparatorluğu’nun siyasi, askerî ve ekonomik alt yapısı olmadan geliştirilen İslamcılık kuramı ile de kurtarılamayacağı çok geçmeden anlaşılmıştır.
Bu kuramında tutmadığını gören Osmanlı - Türk İmparatorluğu’nun kurucu unsuru olan Türkler; ciddi anlamda fikrî tartışmalar yaşamışlar ve büyük oranda birleştikleri kuramsal çerçeve ise Ahmet Rıza’nın 1895’ten itibaren yurt dışında çıkarmaya başladığı Meşveret dergisinde vücut bulmuştur. Özellikle 1902 yılında Paris’te yapılan Jöntürk Kongresi’ndeki tartışmalar iki farklı kuramsal yaklaşımı ortaya çıkarmıştır ki günümüze kadarda bu kuramsal yaklaşımların Türkiye’de etkili olduğunu söylemek mümkündür.
Bunlardan birincisi Prens Sabahattin tarafından geliştirilen yaklaşımdır. Prens Sabahattin; Osmanlı - Türk İmparatorluğu’nda yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, liberal yaklaşımın temel alınması ve Avrupa’daki büyük devletler ile yakın iş birliğinin sürdürülmesi temelinde kuramsal bir yaklaşım ortaya koymuştur. Bu yaklaşım, Ahrar’dan, Hürriyet ve İtilafa, Demokrat Partiden, Anavatan Partisine, 15 Temmuz öncesi Ak Partiye, 1960-1980 arası CHP’ye ve günümüz CHP’sine kadar birçok partinin belirli oranda desteklediği çerçeve olmuştur.
İkinci görüş ise Ahmet Rıza tarafından ortaya konan kuramsal yaklaşımdır. Bu çerçevede Osmanlı - Türk İmparatorluğu’ndaki Türk unsur önemli oranda mutabık kalmıştır. Bunlar; Osmanlı - Türk İmparatorluğu’nda Türklerin yönetimde tekrar etkili olması, merkezî devlet yapısının güçlendirilmesi ve pozitivist düşüncenin etkin olarak kullanılmasıdır. Bu kuramsal çerçeve, İttihat Terakki Partisinden Cumhuriyet Halk Fırkasına, Yusuf Hikmet Bayur’un Millet Partisinden Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisine ve MHP’ye kadar Türk milleti merkezli, modern milliyetçiliği esas alan,  antiemperyalist düşüncelere ilham kaynağı olmuştur.
MHP’nin Kuramsal Çerçevesinin Oluşmasında Etkili Olan Yaklaşımlar
Milliyetçi Hareket Partisinin öncesi ve sonrasında yaşanan kuramsal tartışmalara girişte kısaca izah ettiğimiz yaklaşımlar temel teşkil etmiştir. Çünkü Milliyetçi Hareket Partisinin kuruluş ekseni Türk milleti ve Türk devletinin varlığına endekslendiği için Türk milletini ve Türk devletini kurtarmaya yönelik projeler ön kabul görmüş ve ciddi anlamda yer edinmiştir. Özelliklede İttihat ve Terakki Dönemi’ndeki kuramsal yaklaşımlar ve tartışmalar MHP tabanında geniş anlamda kabul görmüştür. Şimdi MHP tabanında geniş anlamda kabul gören ve kuramsal çerçevenin ortaya çıkmasında etkili olan kuramsal yaklaşımlardan örnekler vermek istiyorum. Bu şekilde kuramsal tartışmaların nedenleri de ortaya çıkacaktır.
MHP’nin kuramsal çerçevesinin oluşumunda şüphesiz ilk sırayı Türkiye dışından gelen Türk aydınları almaktadır. Bunlardan ilki Yusuf Akçura’dır.
Tataristan doğumlu olan Yusuf Akçura, Harp Okulu ve Harp Akademileri eğitimini Türkiye’de almış,  II. Abdulhamit Dönemi’nde sürgün edilmesi üzerine Fransa’ya giderek orada siyaset bilimi temelinde aldığı eğitimle modern anlamda milliyetçiliği kuramsal olarak öğrenmiş ve Türk milleti içinde bir çerçeve belirlemiştir. Burada öğrendikleri ile önce Tataristan’a dönen Yusuf Akçura orada Türklerin haklarını koruma noktasında önemli çalışmalar yapmıştır. Özellikle Rusya Müslümanları İttifakı adlı siyasi bir partinin kurulmasını sağlamış ve Kazan Muhbiri adlı gazeteyi Kazan’da çıkararak Türkleri millî anlamda bilinçlendirmeye çalışmıştır. 1908 yılında Türkiye’de II. Meşrutiyet’in ilan edilmesi üzerine Türkiye’ye gelerek, Türk Derneği kurucuları arasında yer almış ve Türk Derneği dergisinde yazılar yazmıştır. 1912 yılında kurulan Türk Ocaklarının da kurucuları arasında yer alan Akçura, Türk Ocaklarının çıkardığı Türk Yurdu dergisini 1931 yılına kadar yönetmiş ve burada yazdığı makaleler ile Türk Milleti’ni bilinçlendirmeye çalışmıştır. Türk milliyetçiliği kuramının oluşmasında mutfak olarak tanımlayabileceğimiz bu yıllarda Yusuf Akçura’nın ciddi çalışmalar yaptığını görmekteyiz.
Milleti soy ve dilin birliği sebebiyle toplumsal düzeninde de birlik oluşturmuş bir insan topluluğu şeklinde tanımlayan Yusuf Akçura; milliyeti tanımlarken Osmanlı milliyet projesinden bahsederek, cins, din, dil, mezhep ayrımı gözetilmeksizin yapılan projenin başarısız olduğunu, daha sonra Abdülaziz Dönemi’nde başlayan ve Abdülhamit Dönemi’nde fikir hâlinden eylem hâline dönüşmüş İslamcılık siyaseti ile bir millet oluşturma siyasetinin başarısız olduğunu bu neden ile “Türk Milliyeti Siyasiyesi”nin gerekli olduğu üzerinde durmuştur. Bu görüşünü ise şu şekilde açıklamıştır: Osmanlı İmparatorluğu sınırları içerisinde yaşayan Türklerin, Türk olmadıkları hâlde az çok Türkleşmiş olanların ve ulusal vicdandan yoksun olanların bilinçlendirilmesi ve Türkleştirilmesi ile başlayıp daha sonra Asya ve Avrupa’ya yönelerek siyasal milliyet meydana getirmek olarak yorumlamıştır.
Yusuf Akçura’nın görüşlerini özetleyen en önemli makalesi ise Kahire’de Türk gazetesinde yayımlanan Üç Tarz-ı Siyaset adlı çalışmasıdır. Bu çalışmada; Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülük kuramlarını tahlil eden Yusuf Akçura; Osmanlıcılık düşüncesinin Osmanlı Devleti tarafından Tanzimat Dönemi’nde geliştirilerek Müslim ve gayrimüslim teba arasında tam bir eşitlik hedeflendiğini ve böylece bir Osmanlı milleti yaratılmak istendiğini ancak Osmanlı - Türk İmparatorluğu vatandaşlarının ve diğer ülkelerin buna sıcak yaklaşmadığını belirtmiştir. Türklerin 600 yıldır hükmettikleri milletlerle aynı seviyeyi kabul etmek istemediklerini, Müslüman toplumların gayrimüslimler ile aynı statüde olmayı reddettiklerini, gayrimüslim teba ise istiklallerinin elinden alınacağı korkusu ile buna sıcak yaklaşmadıklarını belirtmiştir. Ayrıca Rusya ve Avrupa ülkelerinin bu fikre muhalif olduklarının altını çizerek bu kuramın uygulanamaz bir kuram olduğunu belirtmiştir. İslamcılık kuramı için tüm Müslümanların ırklarına bakılmaksızın din ortak paydasında birleştirilmek istendiğini, Arapçanın din ve ilim dili olarak kullanılarak uyum sürecinin hızlandırılmak istendiğini ancak gerek Müslüman tabanın buna soğuk yaklaşması ve gerekse diğer ülkelerin olumsuz yaklaşımları nedeniyle uygulama şansı olmadığını ortaya koymuştur. Ayrıca Akçura; İslam da din ve milliyet bir olduğu için mümin olan insanlarda cinsiyet ve milliyetin bittiğini, dillerini kullanamaz hâle geldiklerini, mazi ve geleneklerini unutturduğunu belirtir ve der ki İslam kuvvetli bir değirmen gibidir öğütür. Türkçülük kuramın da ise Osmanlı Türklerinin diğer Türklerin sadece dil ve tarihleri ile ilgilendiklerini, bunun yetersiz olduğunu, bütünleşmenin hızlanması için çağdaş fikir akımlarının da öğrenilmesinin şart olduğunu belirtmiştir. Böylece Akçura MHP’de yerleşen Türk milliyetçiliği kuramsal çerçevesinin milliyet eksenini şekillendirmiştir.
MHP’nin kuramsal çerçevesinde etkili olan ikici isim Ahmet Ağaoğlu’dur. Şuşa doğumlu olan Ağaoğlu, Rusya’da aldığı eğitimden sonra Fransa’ya giderek orada hukuk, tarih ve siyaset bilimi ekseninde eğitim alarak modern anlamda kuramları öğrenmiş oldu. 1894’de Azerbaycan’a döndükten sonra İrşat, Terakki ve Fuyuzat gibi gazeteler üzerinden görüşlerini Azerbaycan Türkleri ile paylaştı. II. Meşrutiyet Dönemi’nde Türkiye’ye gelen Ahmet Ağaoğlu İttihat Terakki yönetimi ve Türk Ocakları ile yakın çalıştı ve onların yayın organlarında yazılar yazdı. Türkleşmek, İslamlaşmak ve muasırlaşmak kuramsal yaklaşımında Türklük ve çağdaşlık üzerinde durdu. Türklerin varlıklarını sürdürebilmeleri için millî şuurun zorunlu olduğuna inandı. Diğer yandan Türkçülük ile İslam’ın çelişmediği yaklaşımını işledi. Özellikle Üç Medeniyet başlıklı çalışmasında dil bilgisinin önemine vurgu yaptı. Batı medeniyetindeki aydınların İngilizce, Almanca, Fransızca hatta Yunanca ve Latinceyi bildiklerini belirterek Türklerin bu konudaki eksiklerini ortaya koydu.
Dini kul ile Allah arasında prensipler sistemi olarak tanımlayarak seküler topluma işaret eden Ağaoğlu, sadakat, vefa, vazifeperverlik, hak aşkı ve hakikat sevgisi olarak nitelediği ahlak kavramını öne çıkarmıştır. Bireylerin egoizm belasından kurtulması gereğini vurgulayan Ağaoğlu, devleti millet üzerinden tanımlamanın doğru olduğunu ortaya koyarak sülale ya da aile üzerinden devletin olamayacağını belirtir. Milleti, lisan, dil, âdet ve akideler ile müşterek tarih, müşterek vatan ve müşterek mukadderata sahip topluluk olarak ifade eden Ahmet Ağaoğlu, din ile milliyetin uyumunu vurgular ve birbirini dışlamayan iki kavram olarak niteler. Yıkıcı olarak da, kabilecilik ve aşiretçiliği öne çıkarır.
MHP’nin kuramsal çerçevesinde etkili olan üçüncü isim İsmail Gaspıralı’dır. Kırım’da doğan Gaspıralı, Rusya ve Fransa’da aldığı eğitimle fikirlerini meydana getirmiş ve Türk milliyetçiliğinin kuramsal çerçevesinin oluşmasında önemli bir paya sahip olan Cedit Hareketi ile ciddi katkılar sunmuştur. İsmail Gaspıralı Tercüman aracılığı ile fikirlerini paylaşmıştır. Gaspıralı’nın önceliği Rusya içerisindeki Müslümanların bilinçlendirilmesi ile ortaya çıkacak aydınlar marifeti ile bir araya gelmesidir. İsmail Gaspıralı Batı’nın faydalı fikirlerinin Müslüman dünyası tarafından öğrenilmesi, eğitimin modernleştirilmesi ve Osmanlı Türkçesinin Türk dünyasının anlayabileceği çerçeveye sokularak dil birliğinin oluşması gerektiği üzerinde durmuştur. Dilde, fikirde işte birlik düşüncesi temelinde kuramsal bir çerçeve çizen Gaspıralı, eğitimin önemi ve Türkçenin tek bir alfabe ile milli bir dile dönüşmesi gerektiğine vurgu yapmıştır. Ayrıca Gaspıralı kendisine Tatar diyenlere Rusya’nın Türkleri birbirinden ayırmak için Tatar sözcüğünü kullandığını ifade ederek bölgesel ve yerel kavramlardan uzak durulması gerektiğini Türk kavramının kullanılması gerektiğini söylemiştir. Gaspıralı, millî bir mücadelenin başlaması için öncelikle millî bilincin oluşması gerektiğinin altının çizerek, milliyetçilik kuramında millî şuurun önemli olduğuna vurgu yapmıştır. Gaspıralı; milleti tanımlarken de dil ve dinin olmazsa olmaz olduğuna vurgu yapmıştır.
    Azerbaycan doğumlu olan Hüseyin Zade Ali; İttihat ve Terakki Partisi yöneticisi, Türk Ocağı Kurucu üyelerinden olup, Türk Yurdu dergisinin de yazarlarındandır. Bu nedenle kuramsal anlamda milliyetçiğe katkı sunanların başında gelmektedir. Tıp eğitimi alan Hüseyin Zade Ali, Azerbaycan ve Tiflis’te Hayat ve Fuyuzat adlı yayın organları yolu ile fikirlerini yaymış, İranlaştırma ve Ruslaştırma politikalarına karşı kuramsal anlamda görüş ileri sürmüştür. Türkleşmek, İslamlaşmak ve Avrupalılaşmak fikrini ortaya koyarak milliyetçiliğe kuramsal anlamda yeni bir yaklaşım getirmiştir. Türkler için Osmanlı Türkçesinin ortak dil olması gerektiğini savunan Hüseyin Zade Ali Bey; Türk milliyetçiliği fikrini Turancılık boyutuna kadar savunanlardandır. Milleti ise dili Türkçe, dini Müslüman ve kendisine Türk’üm diyen herkesi Türk milletindendir diyerek tanımlamıştır. Hüseyin Zade Ali Bey Türklük ile İslamiyet’in birlikte olabileceğini düşünenlerdendir.
Tataristan doğumlu Sadri Maksudi Arsal da kuramsal anlamda Türk milliyetçiliğine katkı sunanlardandır. Rusya ve Fransa’da eğitim gören Sadri Maksudi Arsal, Türkiye’ye Cumhuriyetin ilanından hemen sonra gelmiş ve vermiş olduğu konferanslar ve yayımlamış olduğu makale ve kitaplar ile Türk milleti ile fikirlerini paylaşmıştır. Sadri Maksudi Arsal, Türk dilinin sadeleştirilmesi ve etkin olarak kullanılması gerektiğini, Türk toplulukları arasında ortak dil ve alfabenin geliştirilmesi gerektiğini vurgular. Milliyet fikrinin kaynağını, fertlerin mensup oldukları kitleye karşı duydukları bağlılık hissi olduğunu, insanların bir yandan yaşayabilmek için mücadele etmek ve mücadelede başarılı olabilmek için gruplaşmak gereğini duyduğunu belirtir. Diğer yandan insanın ruhunda yaşanan gelişim çerçevesinde barış içerisinde yaşamak ihtiyacının olduğunu, milletlerin millet olarak yaşamasını temin eden, diğer milletler içinde erimesine, yok olup gitmesine mâni olanın millî his olduğunu,  milletlerin var olmak azim ve iradesinin de millî şuur olduğunu, millî şuurun; milliyet duygusu ve milliyetçilik kavramını karşıladığını ortaya koyar. 
Milliyet duygusunun ise bir millette mensup fertlerin, o milletin mazisine, istikbaline, diline, kültürüne, ülke ve toprağına karşı besledikleri derin, irsîleşmiş bağlılık olduğunun altını çizer.
    Türkiye’de doğup büyüyenlerden MHP’deki kuramsal sürece katkı sunanların başında şüphesiz Ziya Gökalp gelmektedir. Ziya Gökalp, İttihat ve Terakki Partisi ve Türk Ocağı yöneticilerin den olup Genç Kalemler, Türk Yurdu ve Yeni Mecmua Dergisi yolu ile fikirlerini Türk milleti ile paylaşmıştır. Dilde ve kültürde Türkleşmenin önemi üzerinde duran Ziya Gökalp; Hüseyin Zade Ali Bey’den altı yıl sonra Türkleşmek, İslamlaşmak ve muasırlaşmak görüşünü savunan yazarlardan olmuştur. Türk milletindenim, İslam ümmetindenim ve Batı medeniyetindenim ifadesi ile duruşunu ortaya koyan Gökalp, Türkçülüğü üç evre olarak tanımlamıştır. Bunlar; Türkiyecilik, Oğuzculuk ya da Türkmencilik ve Turancılıktır.  Ziya Gökalp; Osmanlı milleti kavramının Osmanlı sınırları içerisinde yaşayan herkesi içine aldığı ancak bunun hata olduğunu, yine İslam birliği taraftarlarının ifadesi ile İslam milleti ümmettir. O da milletten farklıdır diyerek milleti; dilce, dince, ahlakça ve güzellik duygusu bakımından müşterek olanlar şeklinde tanımlamıştır. Coğrafyaya dayalı millet tanımının yanlış olduğunu, ırk ve kavmiyet üzerinden tanımında sosyolojik olarak mümkün olmadığını, ortak siyasi hayatı paylaşanlarında millet olamayacağını, irade, çıkar ve keyfî esasın milleti belirleyemeyeceğinin altını çizmiştir.
    Ziya Gökalp, millî bilincin öneminden bahsederek İslam dünyasının sömürgeye teslim olmasının nedeninin milli bilinçten yoksun olması ile alakalı olduğunu belirtmiştir. Gökalp, kültürü millîliğin temeli olarak görerek onunda temelinin dil olduğunun altını çizerek dilde sadeleşmenin olmazsa olmaz olduğunu ortaya koymuştur. Ziya Gökalp milletin bileşenlerinden birini din olarak tanımlasa da millet ve ümmet kavramının ayrı konular olduğunun altını çizmektedir.  Turan kavramını en belirgin kullananlardan olan Gökalp Turanı; Türklerin oturduğu ve Türkçenin konuşulduğu coğrafyalar olarak tanımlamıştır. Türkçülüğü Türk milletini yükseltmek olarak gören Gökalp bütün milletlerin eşitliğine de vurgu yapmıştır. Türk milliyetçiliğinin kurtuluş reçetesi olduğunu savunan Gökalp, din ve millet uyumuna da önem vermiştir. Milliyet duygusunun yardımlaşma, fedakârlık ve mücadele azmini getirdiğini söyleyen Gökalp; Türklerin milliyet ülküsünden çekinmelerinin devlet için zararlı, unsurlar için rahatsız edici, Türklüğün varlığı içinde tehlikelidir demiştir.
    Türkiye merkezli ikinci isim Atsız Mecmua, Orhun Dergisi, Ötüken Dergisi yolu ile fikirlerini paylaşan Hüseyin Nihal Atsız’dır. Milleti gelişimini tamamlamış, olgunlaşmış teşkilatlı bir topluluk, milliyetçiliği ise fedekârlık gerektiren asil bir inanç olarak tanımlayan Atsız,  MHP kuramsal çizgisinde her zaman var olmuş bir yaklaşımdır. Atsız Bey Türkçülüğü Türk milliyetçiliği ile eşit görmüş ve ülkü olarak nitelendirmiştir. Ülküsüz bir toplumu ise silik kalmaya, ezilmeye hatta yok olmaya mahkûm bir toplum olarak tanımlamıştır. Türk milliyetçiliğine inanan kimsenin ise yükselmek için değil yükseltmek için hareket eden, millî çıkarları kendi çıkarlarından üstün tutan, ahlaklı, geçmişine saygılı ve milli mukaddesatına bağlı kişiler olarak belirtmiştir.
Türk milliyetçilerinin yani Türkçülerin dayanışmaya önem vermesi gerektiğini söyleyen Atsız, aksi takdirde çekişmenin meydana geleceğinin altını çizer. Türk milletinin fedakârları olarak tanımladığı Türk milliyetçilerinin amansız bir görev ahlakı ile hangi görevde olursa olsun çok çalışması gerektiğini savunur. İkiyüzlülüğü, dalkavukluğu, kabalığı, nezaketsizliği, kompleksi Türk milliyetçilerinin taşımaması gerektiğini öğütler. Küresel bir devlet olmak için kudretli bir dile sahip olmak gerektiğini belirten Atsız, dilin mutlaka bilim ve edebiyat dili olarak etkili kullanılması gerektiğini ortaya koyar.
Atsız Bey, milletin kendisini duyması ve bilmesi olarak nitelendirdiği millî şuuru yurdu aydınlatan bir ışık olarak tanımlar.  Türklerin birleşmesine yönelik Turancılık fikrine de sahip çıkar.
Türk milliyetçiliğinin kuramsal anlamda inşasında çok önemli bir katkısı olan Tarih Profesörü İbrahim Kafesoğlu, Türk milliyetçiliğini, dil, din ve tarih şuuru olarak nitelendirmiş ve milleti ırk ve kültürel anlamda kavimlerin bir araya gelmesi olarak tanımlamıştır.
Kafesoğlu, milliyetçiliğinin millete sevgi ve saygı ile bağlı olunması hâli olarak nitelendirerek, milliyetçiliğin kolay olmadığını ve fedakârlık gerektirdiğini bu nedenle ahlakın zirvesinde bir ruh hali olduğunu ortaya koymuştur.
Milliyetçiliği millî ve beşeri olarak iki kısımda değerlendiren Kafesoğlu, millîlik ile toplumun moral gücünü artırmak, iyiye güzele yöneltmek, kültürel zenginliğe katkı sunmak, beşerilik ile de dünya medeniyetini yükseltmeye katkı sunmak olarak tanımlar. Bu çerçevede Kafesoğlu Türk milliyetçiliğini; hakka, adalete saygılı, millî kültürümüzün işlenmesini gözeten, dünya medeniyetinin yücelmesine katkı sunan bir düşünce tarzı olarak ortaya koymuştur. Türk milliyetçiliğinin kan milliyetçiliği yada din milliyetçiliği yapmadığının da altını çizmiştir.
Türk milliyetçiliğinin ideoloji değil ideal vasfını taşıdığını, kuvvet ve feyzini içtimai realiteden aldığını, Türk dili, Türk karekteri, Türk ahlakı çerçevesinde şekillendiğini, dinamik bir yapıda olduğunu ve bilimsel bir düşünce olduğunu belirtmiştir.
Remzi Oğuz Arık da milliyetçiliğin kuramsal sürecine katkı sunanlardandır. Arık; milliyetçiliği en keskin fikir manzumesi, en kudretli ideoloji olarak nitelemiş ve milliyetçiliğin çerçevesinde demokrasi, bilim, inançlar ve hislerin bulunduğunu belirtir.
Remzi Oğuz Arık, milliyetçiliğin ahlak temelinde ilerlemeyi kapsamlı hareketleri metotlu çalışmaları kapsadığını ortaya koyar. Arık milliyetçiliğin iki yönüne dikkat çeker. Bunlardan ilki toprak, din, dil, tarih ve soyu içine alan statik yönü diğeri milliyetçilerin geçekleştirmek istedikleri dil birliği, gönül birliği, ekonomik birliktelik gibi hedefleri kapsayan dinamik yönü.
Arık milliyetçiliği bir toplumun küresel anlamda şahsiyet hâline getiren yol olarak tanımlayarak modern milliyetçilikle de uyumlu bir çizgi takip eder ve Türk milliyetçiliğinin sevgi ve milletlerarası eşitliği temel aldığını söyler. Kültür milliyetçiliği üzerinde de duran Arık, milleti soy aslına dayanan kültür birliğini benimsemiş insan kitlesi olarak tanımlar.
Türk milliyetçiliği kuramsal çizgisine katkı sunan bir diğer isim Mümtaz Turhan’dır. Turhan bilimsel gerçekliğe inanmış ve bilimsel bilginin doğru alınması ya da üretilmesinin öneminin altını çizmiştir.  Mümtaz Turhan, Türkiye’nin ana davasının millet olabilme ve millî kültüre kavuşma olduğunu belirtmiş ve milliyetçiliğin bu ana davaya ulaşmada bir araç olduğunu ileri sürmüştür. Türk milletinin milliyetçilik bilinci, bilim ve ahlak temelinde çalışması gerektiğini ifade etmiş ve bilimsel milliyetçiliği savunmuştur.
Kültür üzerinde uzun uzun duran Turhan, dil, din, örf ve âdetler, alışkanlıklar, gelenekler, ortak hatıralar ve tarihin kültürün bileşenleri olduğunu milliliğin temel taşları olduğunu açıklar. Batılılaşmayı ise millet olma ve millî kültürü oluşturma davası olarak nitelendirir. Batılı devletlerin millet olma sürecine değinen Turhan bu süreçte milliyetçiliğin önemli rol oynadığının altını çizer ve modern bir millet olma ve millî kültüre kavuşmanın temel unsuru olarak milliyetçiliği gösterir.
Büyük Türkiye görüşü ile tanıdığımız Dündar Taşer’de Türk milliyetçiliği kuramsal sürecine katkı sunanlardandır. Taşer, dünyada Türkün olduğu her yeri vatan olarak görmekte ve ana vatan olarak ta Türk bayrağının dalgalandığı yani Türk hâkimiyetinin geçerli olduğu ülkeleri tanımlamaktadır. Milleti ise uzun tarihî olaylar ve sosyal yaşamı içerisinde, kanın ve duyguların yoğunlaşması ile birleşmiş ve müşterek davranışlara dönüşmüş farklı coğrafyalarda aynı refleksi gösterebilenler olarak belirtmektedir. Milliyetçi Hareketin amacını ise milleti millet yapan unsurları asıl benliğine kavuşturmak, ona sonradan eklenmiş ondan olmayan, onun öz benliğine aykırı olan yamalardan kurtarmak olarak ifade etmiştir.
Dündar Taşer, duyguda, düşüncede, harekette millî olmak gerektiğini ve sanatta, bilim de ve ekonomide Türkleşmek gerektiğini ileri sürmüştür. Taşer,  gençliği Türk milletinin geleceğinin teminatı olarak görmüş ve Türk gençliğinin her türlü yabancı ideolojilerden arınmış, manevi ve millî karakterini ön plana çıkarmış bir yapıya büründürmek içinde ciddi çalışmalar yapmıştır. Mutlak manada millî, manevi, İslami değerlere bağlı gençliği ülkü ve fikirler etrafında toplayacak aksiyoner bir hareketin oluşması gerektiğini belirten Dündar Taşer, Milliyetçi Büyük Türkiye fikrini Türk gençlerine aşılayan insandır.  Antiemperyalist, milliyetçi ve maneviyatçı düşünce sisteminin inşasını ve kuramsal anlamda yerleşmesini sağlamak için ciddi uğraşlar vermiştir. Türk milliyetçiliği ile Türkçülüğü eş değer görmüş ve amacını; Türk milletini sevmek, yükseltmek ve Türk kültürünü korumak için hizmet olarak tanımlamıştır.
Türk Yurdu, Türk Birliği, Töre, Türk Edebiyatı, Türk Kültürü, Millî Kültür gibi dergilerde yazılar yazan, Ortadoğu gazetesinin de başyazarlığını yapan Erol Güngör; Türk milliyetçiliği fikrinin kuramsal yapısının oluşmasında en fazla katkı verenlerdendir.  Güngör milliyetçiliğin temel bileşenleri olarak halkçılık ve demokrasiyi görmüş ve bu yaklaşımı ile de modern milliyetçiliği öne çıkarmıştır. Milliyetçiliğin hedefini; baskın çoğunluğun iradesine dayanan bağımsız bir siyasi irade ve bu siyasi birlik içinde millî bir kültür meydana getirme olarak tanımlamıştır. Milliyetçiliği medeniyet davası olarak gören Güngör; milliyetçiliğin batıda gelişen Nazizm ve faşizmden çok uzak olduğu gibi din üzerinden de milliyetçiliğin eleştirilmesinin doğru olmadığını söylemiştir. Türk milliyetçiliğini, çağdaş bir Türk kültürü inşa ederek milleti yüceltmenin yolu olarak tanımlamış ve kültür ve medeniyeti birlikte değerlendirmiştir. Milliyetçiliği, ilim, kültür meselesi olarak gören Güngör, siyasi ideoloji olmadığına vurgu yapmıştır.
Özellikle milliyetçilik ile ilgili romantizm, tepkisel hareket, sloganlara dayalı bir ideoloji fikrine karşı çıkmıştır. Erol Güngör, milliyetçiliğin başlangıçta bir siyasi bağımsızlık hareketi olarak ortaya çıktığını daha sonra ise millî kültür hareketine dönüştüğünün altını çizmiştir. Milliyetçiliğin bir modernleşme ideolojisi olarak halkın kendi geçmişi ile geleceği arasında manevi bağlar üretecek bir dünya görüşü olarak yorumlamış ve demokrasi-milliyetçilik ilişkisinin tarihsel ve sosyolojik bir birliktelik olduğunu vurgulamıştır.
Galip Erdem ise Türk milliyetçiliğinin hiç kimse arasında din, dil, ırk ayrımı gütmediğine vurgu yaparak sevgileri ile birleşenlerin birlik ve beraberliği simgelediğini belirtmiştir. Türk milliyetçiliğini Türk tarihi ile yaşıt gören Galip Erdem, Türk milliyetçilerinin kuramsal olmasa da çizgisel sürecine katkı yapmıştır.
Türk milliyetçiliğinin kuramsal çerçevede İslami bir çizgide tartışılmasında önemli payı olan isim ise Seyit Ahmet Arvasi’dir. Yazmış olduğu 3 ciltlik Türk İslam Ülküsü ve diyalektiğimiz estetiğimiz adlı eserleri ile birçok konuya farklı yaklaşımlar getirmiştir. Bu yaklaşımlar genel kabul görmese de Türk milliyetçilerinin belirli kesiminde etkili olmuştur. Arvasi, Türk milletinin temel sıkıntısının kendisinden uzaklaşmış olmasında yattığını belirtir ve Türk ve İslam dünyasını birlikte görerek kara ve kızıl emperyalizm olarak nitelendirdiği tehditle karşı karşıya olduğunu ileri sürer. Arvasi, millet çocuklarının millî tarihlerine, kültür ve mukaddeslerine yabancılaştığından şikâyet ederek, Müslüman kardeşler hareketi marifeti ile İslam da milliyetçilik yok tezinin işlenerek milletlerin savunmasız bırakılmaya çalışıldığını iddia eder. Türkçü ya da İslamcı cepheler meydana getirmeyi çatışmayı körükleyen hainlikler olarak nitelendirir. Arvasi Türk - İslam medeniyetine, Türk - İslam ülküsüne, Türk İslam kültürüne bağlı, Türklük şuur ve İslam ahlak, iman ve aşkına sahip Türk İslam ülküsünü savunur. Milliyet duygusunu tabii bir hâl olarak niteler ve Türk milliyetçiliğinin ilimden azami oranda faydalanmasının yanında kendine ait tarih, ekonomi, hukuk, psikolojik yaklaşımları olduğunu belirtir. Arvasi Türk milliyetçiliğini, İslamın iman ve şuuru içerisinde yücelmeyi gaye edinen ve Türkün mutluluğunu burada arayan hareket olarak görür.
Necmettin Hacıeminoğlu’da milliyetçiliğin zıt fikirlere karşı doğan bir tepki hareketi ya da tezlerin anti tezi olmadığını belirterek, milliyetçiliğin bir araç ve doktrin olmadığını, bir fikir sistemi olduğunu ortaya koyar. Hacıeminoğlu, milliyetçiliğin Türk milletini sahip olduğu değerlerle birlikte sonsuza kadar yaşatma ve yüceltme ülküsü olduğunun altını çizer. Hacıeminoğlu, muhafazakâr olmakla birlikte yeniliğe ve gelişmeye açık olarak nitelendirdiği milliyetçiliği, Türklerin bilinen ilk tarihlerinden itibaren var olduğunu ve istiklal fikri ile birlikte Türk cihan hâkimiyeti düşüncesinde olduğunu belirtir. Türk milliyetçiliğinin bilgi, kültür ve duygu temelinde oluştuğunu ortaya koyan Hacıeminoğlu, Türk milliyetçisinin öncelikle kendisini samimi olarak Türk kabul etmesi ve Türk hissetmesi gerektiğini, Türklük gurur ve şuurunda olması gerektiğini savunur.
Elbette MHP’nin kuramsal çerçevesinde en etkili isim MHP’nin Kurucu Genel Başkanı Alparslan Türkeş’tir. Türkeş Bey, milliyetçiliği kuramsal anlamda ortaya koyarken özellikle dikkat etmiş olduğu noktalar; demokratik rejime bağlılık, kimseyi ötekileştirmeme, sevgi ve saygıyı esas alma, kapsayıcılık, ırk milliyetçiliğinden uzak durma, din milliyetçiliğinden uzak durma, radikal hareketlerden ve pan hareketlerinden uzak durma, İran ve Suudi Arabistan merkezli İslam anlayışından uzak durma, çalışmak, fedakârlık yapmak ve antiemperyalist kavramları etrafında bir çizginin oluşması için tüm hayatı boyunca mücadele etmiştir.
Bu çerçevede milliyetçiliği tanımlarken; Türk milletinden olmak, Türk milletini sevmek ve Türk devletine sadakatle hizmet aşkı taşımak, vatana bağlılık duygusu içinde bulunmak ve Türk Milleti’nin yükselmesi için elinden gelen her fedakârlığı yapmak, çalışmak duygusu ve şuurudur demiş ve bu duygu ve şuuru taşıyan herkesin Türk olduğunun altını çizmiştir. Kalbinden başka bir milletin özlemini taşımayan, kendisini Türk hisseden, Türklüğü benimseyen ve Türk milletine, Türk devletine hizmet aşkı taşıyan herkesi Türk olarak kabul etmiştir.
Milliyetçilik ve Türkçülüğü eş değer gören Türkeş; yapılacak her şeyin Türk ruhuna, Türk geleneğine uygun olması gerektiğini ve Türk’e yararlı olma fikrinin ön planda tutulması gerektiğini belirtmiştir. Ayrıca Türk milliyetçilerinin gerçekler üzerinden hareket ettiğini de belirterek aklın kullanılmasının önemine vurgu yapmıştır.
Alparslan Türkeş Türk milliyetçiliğinin tarihin ilk dönemlerinden itibaren var olduğunu ve bir devlet politikası olarak ta uyguladığını ancak Türklerin İslam’ı kabul etmesinden sonra millet kavramının yeterince kullanılmadığını belirtir ve özellikle Türk milliyetçiliğinin sağ ve sol kavramları ile de nitelendirilemeyeceğinin altını çizer.
Milliyetçiliği bir dünya görüşü ve düşünce sistemi olarak tanımlayan Türkeş, mantık, sağduyu, adalet ve aklın belirleyici olduğunu öne çıkarır.
Türkeş milliyetçiliği, demokratik bir sistem içerisinde, liberal, hürriyetçi, eşitlikçi, barışçı ve bilimsel bir çerçevede tanımlar ve tüm ırkçı ve ötekileştirici kavramları red eder.
Alparslan Türkeş, milliyetçilikten yoksun toplumların millet manzarası gösteremeyeceğini belirtir ve millî şuurdan yoksun toplumların bir arada yaşamasının bile mümkün olmadığına dikkat çeker. Hatta Türk milletinin kendisine yönelecek tehditlerden kurtulmasının anahtarının milliyetçilik fikrine sahip millî şuurla mümkün olabileceğini ortaya koyar.
Yine önemli bir yaklaşımı da; Türk milliyetçilerinin Türk milletinin gözüyle olayları görmesi ve değerlendirmesi anlayışı olduğunu belirtir. Alparslan Türkeş milleti ise ortak dil, soy, ülkü, kültür ve tarih birliği gibi ayırıcı vasıflara haiz bağımsız olarak birlikte yaşama bilincine varmış insan topluluğu olarak ifade etmiştir.
MHP’de Kuramsal Çerçevenin Oluşum Süreci ve Yapılan Tartışmalar
MHP kuramsal çerçevesini çizerken, Türklerde milletleşme ve devlet kurma sürecini tarihin ilk dönemlerinden itibaren var kabul eder ve Türk tarihinde yazılı kaynaklara yansıyan ilk milliyetçi çıkış olarak da Büyük Hun Devleti’nde Çi-Çi’nin Çin esaretine karşı çıkışını esas alır.  Alman Bilim Adamı Hirth; “Tarihte milliyetçiliği devlet siyasetinde temel yapan ilk devlet adamı Çi-Çi’dir” demiştir. Bu da gösteriyor ki Çin esareti tehlikesi özgürlüğüne çok düşkün olan ve zaten içerisinde olan Türk millî şuurunu doğurmuştur.  Göktürk Hükümdarı Bilge Kağan’dan bu taraf da sistemli bir şekilde Türk devletlerinde milliyetçilik düşüncesinin bir devlet politikası olarak uygulandığı gerçeğine vurgu yapar. Ancak Türklerin İslamlaşma sonrası bu kavramı yeterince kullanmadığı gerçeğinin de altını çizer. Çünkü millet kavramı İslam’da din anlamında kullanıldığı için bu kavram da dinin çizdiği sınırlar içerisinde kalmıştır. Ayrıca Araplar ve Farslar üzerinden din anlayışı yayıldığı için Arap ve Fars milliyetçiliği aktif olarak yapılmasına rağmen, Türk milliyetçiliği ya da Türk adının kullanımı dinen sakıncalı olarak nitelendirilmiş olduğunun da farkındadır.
19. yüz yılda ise genel olarak dünyada gelişen kuramsal yaklaşımlar Türkiye’de Tanzimat Dönemi’ndeki gelişmelerle birlikte Osmanlı - Türk İmparatorluğu’nda da görülmeye başlanmıştır. Daha çok Batı’dan alınarak bir Türkiye versiyonu oluşturmak için ciddi çalışmalar yapılmıştır. Özellikle de 19.yüzyılın ikinci yarısından sonra Türk aydınlarının yetişmesi, antiemperyalist bir çizginin ortaya çıkması ve Osmanlı - Türk İmparatorluğu’na yönelik tehditlerin artması ile birlikte Türkiye merkezli kuramsal yaklaşımlar artmış ve bu çerçevede de Türk milletine dayalı fikirler daha fazla rağbet görmeye başlamıştır. 1908 II. Meşrutiyet Devrimi ile birlikte ise Türk milliyetçiliği kuramsal çerçevesinin oluşumunda altın çağını yaşamıştır. Çünkü bir taraftan Osmanlı - Türk İmparatorluğu dışında yaşayan ve esir olan Türk topraklarından Türkiye’ye gelen Türk aydınları bu sürece çok ciddi katkılar sunarken diğer taraftan Osmanlı - Türk İmparatorluğu’nun çekildiği bölgelerden Anadolu’ya gelmek zorunda kalan Türklerin yarattığı sinerji ile Türk milliyetçileri bir taraftan dernekler yolu ile teşkilatlanmışlar diğer taraftan dergi ve gazeteler yolu ile Türk milletini bir arada tutma ve Türkleştirme politikası gütmüşlerdir ki bu süreç MHP için oldukça besleyicidir.
1918 yılında Osmanlı - Türk İmparatorluğu mütareke imzalayarak yenilgiyi kabul etmesi ile birlikte ise Türk topraklarında işgaller ve katliamlar yaşanmaya başlamıştır. Bu fiilî durum, Türkler de millî bilincin güçlendirmiş ve Mustafa Kemal Paşa önderliğinde verilen Kurtuluş Savaşı kazanılarak Türk milletine dayalı bir Türk devleti kurulmuştur.
Yani Atatürk ile birlikte Türkler yeniden Türk milliyetçiliğini bir devlet politikası hâline getirmişler ve bunun kalıcı olması içinde yapılan devrimlerle Türk tarihi, Türk dili ve Türk kültürü ortaya çıkarılmaya ve Türklere benimsetilmeye çalışılmıştır. Bu yeni süreçte İslam ile bir çatışma içerisine girilmemeye özenle dikkat edilirken seküler bir toplumun ortaya çıkarılması içinde büyük gayret sarf edilmiştir. Çünkü seküler bir anlayışın olmadığı bir yerde Türk milleti, Türk milliyeti ya da Türk milliyetçiliği kavram ve kuramlarını geliştirmek mümkün değildir.  MHP Atatürk merkezli bu yeniden yapılandırma sürecini de sahiplenerek olmazsa olmazları arasında görür.
Bu süreç Atatürk’ün 1938 yılında ölümüne kadar etkin bir şekilde sürdürülmesine rağmen konjektüre göre hareket etmeyi esas alan İsmet İnönü Dönemi’nde aynı hassasiyet gösterilmediği gibi 1944 yılından itibaren Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Türk milliyetçiliğini büyük oranda terk etmiş ve kurumsal yapıdan da dışlamıştır. Bu durum Türk milliyetçilerinde önce uyarı mektupları ile başlayan süreci başlatmış, arkasından dergi ve gazeteler yolu ile bu duruma yönelik tepkiler dile getirilmiştir. Bunun üzerine uluslararası konjektürü dikkate alan İsmet İnönü, Türk milliyetçilerine yönelik tutuklama girişiminde bulunmuştur ki bunlar içerisinde o dönemde genç bir Türk subayı olan Alparslan Türkeş de vardır. Yani Türk milliyetçilerinin artık aktif muhalefeti başlamıştır.
1947 Truman doktrini ile başlayan emperyal ülkelerle içli dışlı olma süreci 1950 sonrası NATO’ya dâhil olma ve yapılan ittifaklarla belirgin hâle gelmiştir. Yani Türkiye Cumhuriyeti Devleti artık Türk milliyetçilerini riskli görmeye başlamıştır. Bu devletin yeni koduna uygun olarak da önce 1952 yılında Türk milleti merkezli politikaları benimseyen Millet Partisi kapatılmış, ardından 1953 yılında Türk Milliyetçiliği Derneği kapatılarak Türk milliyetçileri için problemli bir süreç başlatılırken, Türk milliyetçilerini kontrol edebilmek için de devletin de katkısı ile NATO merkezli komünizmle mücadele adı altında bağımlı ve kontrol edilebilir bir milliyetçilik oluşturulmaya çalışılmıştır.
Ancak bu yönlendirmeler Türk milliyetçilerinde kabul görmemiş, MHP’nin kuramsal çerçevesinde yerini almamıştır. Türk milliyetçileri 1964 yılında dernek üzerinden örgütlenirken 1965 yılı ile birlikte Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi çatısı altında toplanmış ve Alparslan Türkeş’in Genel Başkan olması ile birlikte Türk milliyetçileri kurumsal bir çatıya kavuşmuş ve Türk milliyetçileri bu tarihten itibaren Türkiye’nin ulusal ve uluslararası politikalarına devlet içinden olmasa da devlet dışından etkili bir yönlendirme süreci başlatmıştır. Antiemperyalist ve Türk milletinin kayıtsız şartsız egemenliğinin devam etmesine dayanan bu yeni yaklaşım, Türk milliyetçilerinde kuramsal çerçeveyi de ortaya çıkarmıştır. Türk milliyetçileri sadece Türkiye merkezli değil tüm Türk Dünyası ve Osmanlı Türk İmparatorluğu coğrafyasını da esas alan bir çerçeve ortaya koymuşlardır.
Bu yeni yaklaşıma uygun olarak ta 1969 yılında Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’nin adı Milliyetçi Hareket Partisi amblemi ise üç hilal olarak değiştirilmiştir. Diğer yandan gençlik teşkilatlarına da önem veren Türk milliyetçileri Ülkü Ocakları etrafında örgütlenmiş ve amblem olarak da hilal içerisinde bozkurdu kabul etmiştir. Bu şekilde İslam’ı ret etmeyen ancak Türklüğü de vurgulu bir şekilde kabul eden bir kuramsal çerçeve ortaya konmuştur.
Türkiye’nin 1947 ile başlayan emperyal sarmalında, 1970’de zirveye çıkılmış, Türk milleti her yönden sıkıştırılmaya başlanmıştır. Özellikle Ermeni ASALA terör örgütünün katliamları, Kıbrıs konusunda Türkiye’nin yalnız bırakılması ve bugünkü PKK/PYD/YPG terör örgütünün ilk hâli ve ilk ismi ile yapılandırılma süreci; Türk milletinin Türk milliyetçilerine yönelik teveccühünü artırmıştır.
Türk Gençleri bu süreçte Ülkü Ocaklarını doldurmaya başladığı için Ülkücü gençliği kendine çekmek isteyen ya da yönlendirmek isteyen siyasi ve dinî gruplarda birtakım kuramsal yaklaşımlar içerisinde olmuşlardır. Özellikle de Arap ve Fars yazarların geliştirdiği İslam da milliyetin tartışmalı olduğu tezleri ve ne boyutta kullanılıp kullanılmayacağı tezleri ülkücü gençlik arasında da yoğun olarak tartışmaya açılmıştır. Ancak Alparslan Türkeş’in kararlı tutumu ve kuramsal çerçevede ki ısrarı nedeniyle bu girişimler bir takım kopmalara neden olsa da MHP’nin kuramsal çerçevesini etkileyememiştir.
12 Eylül 1980 tarihinde dış istihbarat örgütlerinin desteği ile gerçekleştirilen ihtilal ile Türk milliyetçilerinin partisi ve ocağı kapatıldığı gibi on binlerce Türk milliyetçisi hapislere atılmış ve ağır işkencelerden geçirilmiştir. Hatta bir kısmı denge adına hukuksuz bir şekilde asılmıştır. İhtilali yapanlar bir taraftan içerideki Ülkücülere yönelik tarikat girişimlerine izin vererek orada Türk milliyetçiliğinin yozlaşmasını sağlamak istemişler, diğer yanda Türk -  İslam sentezi başlığı altında Türk milliyetçilerinin kontrol edilebilir bir unsur hâline dönüştürülmesi için çalışma başlatmışlardır. Öyle ki bu yaklaşımlar bizzat devlet tarafından özendirilmiştir. Ancak tüm bu girişimlere rağmen kısa sürede Türk milliyetçileri parti ve ocak temelinde yeniden teşkilatlanmışlar ve Alparslan Türkeş’in hapisten çıkması ve siyasi yasağının kalkması ile birlikte de yeniden canlanmışlardır. Ancak 1980 Darbesi’nin ortaya çıkardığı boşlukta; MHP tabanındaki kuramsal tartışmalar BBP adıyla yeni bir partinin doğmasına neden olmuştur. Aslında MHP yine kuramsal çerçevesinde ısrarlı olduğu için ve dik durduğu için bu yeni hareket İslami çerçevede yeni bir yaklaşım ve yorumla ortaya çıkmıştır. Seyit Ahmet Arvasi ve benzeri kuramsal yaklaşımları, kendisine temel olarak alan yeni yaklaşım, MHP’nin kendi çizgisinde devam etmesine de katkı sunmuştur.
1997 yılında MHP’nin Kurucu Genel Başkanı Alparslan Türkeş’in ölümü ile yapılan kongrede Dr. Devlet Bahçeli Genel Başkan olarak seçilmiş ve günümüze kadarda MHP Genel Başkanı olarak görevini yürütmektedir.
Dr. Devlet Bahçeli, MHP’nin en alttan en üste bütün sürecinde yer almış, Ülkü Ocakları Genel Başkanlığı görevini yapmış ve Alparslan Türkeş’in yanında partide idari görevlerde bulunmuş biri olarak MHP’nin kuramsal yapısını en iyi bilenlerden biridir. Bu nedenle MHP’nin geçmişten gelen ve Alparslan Türkeş tarafından yapılandırılan kuramsal çizgisini aynen devam ettirmektedir.
Sonuç
Milliyetçilik düşüncesi; bir toplumun savunma mekanizması olarak hayati öneme sahip olmasına karşın son derece kritik bir yapıya da sahiptir. Doğru tanımlanamadığı ya da doğru yönetilemediği zaman çok riskli ve birey ve toplum için çok zararlı bir hâlde alabileceği gibi doğru yönetildiği zaman bireyi millî bir şahsiyet olarak ortaya çıkarıp toplumu da uygar toplumlarla yarışır bir seviyede muhafaza edebilir hâle getirebilir. Bu nedenle milliyetçiliğin kuramsal çerçevesinin etnik, dinî, mezhepsel, bölgesel ve sağ sol yaklaşımlarından uzak, Türk milletini bir ve bütün gören, demokratik ve çağdaş değerleri kabul eden, eşitlikçi, barışçı, kimseyi ötekileştirmeyen ve tüm toplumların hakkına saygı duyan bir anlayışla Türk milletinin haklarına Türk’e göre bakan ve düşünen, ulusal ve uluslararası gerçeklerin farkında olan, Türk milletinin menfaati için her türlü fedakârlığa hazır, Türk milletinin korunması ve yüceltilmesi için azami oranda çalışan ve vefa gösteren ahlaklı bir anlayışta, aklı esas alan kuramsal çerçevenin çizilmesi önemlidir ki MHP’nin de kuramsal çizgisi bu çerçevede inşa edilmiş ve muhafaza edilmeye ve geliştirilmeye çalışılmaktadır.