TAŞLICA KÖYÜ HALK KÜLTÜRÜNÜN ARKA PLANI
Ali Osman Abdurrezzak -Yaşar Kalafat
GİRİŞ.
Bu çalışmamızda Prof. Dr. Cemal Kurnaz’ın “Bir Köy Vardı” isimli köy monografi çalışmaları alanında bir hazine olan eserinden hareketle; halk inançları içerikli bazı açıklamalar yapmayı deniyoruz. Eserde çok sayıda canlı örneklerini bulduğumuz halk inançlarını benzerleri ile karşılaştırmaya ve biraz da bu konularda yapılmış çalışmalara değinmeye çalışacağız. Eserdeki zenginliği alanda yapılan çalışmacıların dikkatimize çekmek istiyoruz.
Yazar, Antalya’nın Akseki ilçesine bağlı (Osmanlı Dönemi’nde Alanya-Murt nahiyesine bağlı) Taşlıca köyünü anlatırken, yer yer anne tarafından bağlı olduğu Manavgat’ın Erengeriş köyünün halk inanmalarına dair de bilgi vermektedir.
Yazar eseri için, Ön Söz bölümünde “Sistematik bir veri toplama söz konusu değildir.” ifadesi ile tevazu gösterse de haddimiz olmamakla birlikte bize göre alanda çalışma yapanlara gıpta ettirecek düzeydedir. Annelerinden Doğu Karadeniz, kaynanalarından Kuzey Kafkasya halk inançlarını onların dizleri dibinde otururken derlemeyip ne büyük imkânlar kaçırdığını yarım asır sonra o bölgelere alan çalışması için gittiğinde içi sızlayarak yaşayanlardan birisi olarak iyi bilenlerdeniz.
Hocam esefini anlatırlarken Şehriyarın:
“Haydar Baba fidanların ucaldı
Amma heyf cevanların kocaldı” mısralarını yazısına almışlar. Sayın hocam 1982-83 yıllarında Hacettepede bizlere Osmanlıca okuttuğunuz zamanki kadar civansınız. Eserinizi okurken her satırından “Heyder Baba” lezzeti aldık.
METİN:
Eserde tarihî arka plan ve coğrafi konum belirlenip, etnik yapılanmadan sonra halk bilimi bilgilerine geçilmiştir. Halk takvimi, halk hekimliği, hayvan tababeti, halk oyunları, halk mimarisi, çocuk oyunları, el sanatları, halk inançları, halk mutfağı, halk takvimi, iş takvimi, halk meteorolojisi, halk edebiyatı, halk müziği hayatın geçiş dönemleri ile ilgili uygulamalara dair geniş bilgiler, belgelendirilerek verilmiştir. Bitki örtüsü ayrıntılı tanıtılmıştır. Ölümkörü bitkisiyle biz ilk defa bu eserle tanışmış olduk. Esere; Kaynakça, Dizin hazırlanmıştır. Dizin’de yer alan halk kültürü sözlüğünden hareketle de özel bir çalışma yapılabilir.
Andızın ak andız/topluk andızı, gillik andızı, kara andız, diken andızı gibi andız türü açıklamalarından sonra,yaylaardıç’a kutsal ağaç gözüyle bakılması, ona taş atılmaması, dalının kırılmaması, zarar verilmemesinin öğütlenmiş olması ağaç kültü kapsamında algılanabilir. Keza Gömbekuyusu’nun karşısındaki yaşlı ardıcın gövdesine siğilli eller sürülünce ve giysisinden bir parça büyük bir çivi ile ağacın gövdesine çakılınca, siğillerin şifa bulacağına inanılması da ağaç kültü kapsamında düşünülebilir .
Halk inançlarında bazı hâllerde ağacın bizzat kendisi pir olarak algılanırken, bazen de bir pirin mesela bir ulu mezarın müştemilatında oluşu ile bunlar mistik kimlik kazanırlar. Adak veya dilek sahibi ona bir bez bağlamak suretiyle saçı, kansız kurban adamış olur. Kişi bu bezi kendi giysisinden ayırmak suretiyle niyetlinin âdeta kim olduğunu göstermiş olur. Bez çok kere özel bağlama şekli ile bağlanır, bazı hâllerde de Türkistan’ın daha ziyade orta bölgelerinde görüldüğü gibi yatır bayrağının gönderine çivi ile çakılır.
Türkmenistan’da yatırın mezarına gala/kale veya şehri denir. Yatıra giden harabe duvarların yıkık kapılarından Çoban Baba’da olduğu gibi eğilerek geçilir. Yatırın bayrak gönderine adak bezi bağlanırken âdeta yatırın egemenliği kabul görmüş olur. Kale veya şehrin yakın çevresindeki her şeyin sahibi yatırdır. Onun icazeti olmadan oradan hiçbir şey toprak, su, çakıl, yaprak vs. alınamaz. Anadolu’da yatırın bulunduğu dağın ağaçları da suları da av hayvanları da sahiplidirler. Sahibinden izin alınması gerektiğine, uymayanların cezalanabileceklerine inanılır.
Taşlıca düğünlerinde düğün bayrağı olur, bayraktan bayraktar sorumludur. “Düğün sonunda hısım akrabanın omzuna bayrak eğilir. Bayraktar yakınlık derecesine göre bayrak direğini birisinin omzuna koyar, o bayrak direğine bahşiş olarak ya havlu, kumaş vs. takar ya da bayrağa ile para takar. Bayrak direğinin tepesindeki ayva da açık artırmayla satılır, parası delikanlılara verilir.
Basma türü verilenler bayraktarın tuttuğu bayrak direğine bağlanır, paralar bir torbada da toplanır. Bunlar satılır paralar delikanlı parası olarak köy bütçesine aktarılır.
Düğün bayrağı etrafında Türk kültürlü halkların halk inanmalarında bir yumak oluşmuştur. Türk kültürlü Anadolu halklarının bazı kısımlarında millî Türk bayrağı düğünlerde düğün bayrağı olarak bilinir. Bazı bölgelerde kız ve oğlan evlerinin iki ayrı bayrağı olur. Gelin yeni evinin önüne gelince iki bayrak da gelin gelinen evin önünde bulundurulur. Damadın bayrağının gönderi, gelinin bayrağının gönderinden biraz daha uzun olur.
Aras Vadisi Türk kültür coğrafyasında bey bayrağı adına şah bezenmesi yapılır. Şah bezeme yedi veya dokuz budaklı bir ağaç dalının budaklarının meyveler ve şekerlerle süslenmesi ile oluşur. Etrafında birtakım inanç içerikli uygulamalar oluşmuştur. Bey şahı havaya kaldırılarak “here/herkes bir Allah desin.” denir. Katılanlar “Allah maşallah!” diye bağırırlar. Bu bir selamlama, salavatlama şeklidir.
Gagavuz Eli Türk kültür bölgesinde düğün bayrağı anlamında uzun bir sırık alınır, bunun bir ucu yerde diğeri onu taşıyanın omzunda olur ve köy içerisinde dolandırılır. Bu sırığa havlu, mendil, çorap, başörtüsü, para bağlanır. Hediye ile katılan âdeta yeni ocağı kutlamış olurlar.
Anadolu düğünlerinde düğün bayrağının gönderine al, ak, yeşil, mavi gibi renklerden oluşan şallar bağlanır. Gönderin tepesinde nar veya kızıl elma bulunur. Bunların çoğalmayı ve hâkimiyeti temsil ettiğine inanılır. Bunların yerine kelle soğan bağlandığı da olur. Soğanın sarımsak gibi kem güçlere karşı koruyuculuğuna inanılır. Aşiret, boy mensubiyetinin devam ettiği Türk kültürlü toplumlarda gönderin tepesinde elma, nar veya soğana kuş teleği takıldığı da olur. Bu teleklerin muhtemelen bir dönemin ongunları idiler şeklinde değerlendirmeler de yapılır. Bu teleklerin arasına bazen minik bir ayna konulduğu konur. Ayna, halk inançlarında aydınlık geleceğe yorumlanır.
Gönderlere takılan kuş telekleri ile gelin kofilerine takılan telekler arasında aynı mahiyetli ilişkiler kurulmuştur. Bu telekler çok kere beyaz horoz teleği iken renk renk boyanırlar ve düğünden düğüne saklanarak el değiştirirler.
Sünnet alayları ve hacı alaylarının da bayrakları olur. Bayrak egemenliği temsil ederken yeni yapılan evin çatısı çatılınca çatılma noktasına gelince usta çatıya bayrak asar. Ocağın beyi göndere ustaya verilmek üzere havlu, kumaş türü hediyeler bağlar.
Gelin bayrağı gönderine ayva takıldığı, bu ayvanın satıldığı bulgusu bizim için yenidir. Bilinen uygulamalarda gençler gönderin tepesindeki elmaya ateş ederler vurabilene hediye verilir. Bayrak eğme tanımı ile bayrakla selamlama anlatılmış olmalıdır.
Taşlıca köyü bayrak selamlaması bazı bakımlardan Gagavuz Türklerinin ve bazı bakımlardan da Aras Vadisi Türklerinin uygulaması ile örtüşmektedir.
Taşlıca düğünlerinde başka köylerden gelen misafirler tüfek atarak köyün girişinde karşılanır, bayraktarın bayrak çekmesi ile konvoylar oluşur.
Azerbaycan Türklerinin türkeçare olarak tanımladıkları halk tababetinden bir Taşlıca örneği alarak üzerinde durmak istiyoruz. Eserde yer alan metini alıp bu konuda bilinenlerle karşılaştırıp bilinmeyenlere ulaşmak için irdeleme yapmak istiyoruz.
Bu köyde farklı birkaç hastalık aydaş hastalığı başlığı altında toplanmıştır. Veya araştırmacıların farklı isim ve uygulamalarla tespitini yaptıkları hastalıklar esasta aynı hastalıklardır. Daha doğru bir ifade ile yörelere, kaynak kişilere ve farklı zamanlarda derlenen bilgilerin aynı hastalığa ait olduğunu çözebilecek kadar halk tababeti inanç sistemine hulul edilememiştir. Halk bilimine ait sözlükler yaptıkları açıklamalar ile bize göre resmin tümünü ve görünmeyen yönleri ile de gösterebilecek noktaya gelmemiştir.
“Aydaş olan çocuğun karnı şişer, kirpikleri uzar, apış arası kaşınır, ishal gider, zayıflar. İyileşmesi için yılan, kaplumbağa, kazankurbağası, kedi veya şehit toprağı üstünde yıkarlar. Yıkanacak suyu hazırlamak için kırk yumurta kabuğunda su dökülür, yedi akarsudan su doldurulur. Kırkı karışan çocuklarüç yol ağzında veya şehitler mezarından alınan toprak üzerinde çimdirilir.”
Bu tespitteki açıklamalar göre, aydaş olmak ile kırk karışması aynı hastalıktır. Bu bilgiler esas alınarak bir tanım ve tasnif yapmak gerekir ise, bilinenlerin dışına çıkılması gerekecektir. Zira kırkların karışmasının tecelli ve tezahür şekilleri farklıdır.
Bebeklerin kırkı dökülürken birçok canlının kırkı ile bebeğin kırkı karışmasın diye kırklayan kadın bildiği bütün hayvanları ve diğer canlıların ismini zikreder. Kedinin kara iyeler âleminde özel bir yerinin olduğu kanaati vardır. Şehit toprağı konusuna gelince, şehitlik Allah indinde itibarlı bir mevkidir. Ancak şehitlik İslami dönemin bir kültür kodudur. Mitolojik dönem verileri ile ne şekilde ve nereye kadar ilişkilendirilebilir. Kırk yumurta kabuğu ile su, yedi akarsu, üç yol ağzı, Astraâlem ile ilişkilendirmeler yer alan motiflerdendir.
“Bir de karın aydaşı vardır. İki hamile kadın karşılıklı oturursa doğan çocukları karın aydaşı olur. Çare olarak, çocuk üç yol ağzında temizlenmiş işkembe üzerinde çimdirilir.”
Bazı bulgularda da hamilelik ile lohusalık dönemleri muhtemelen karıştırılabilmektedir. Kırkı çıkmamış annelerin ve kırklı bebeklerin birbirlerine basabileceklerine ve baskından korunmanın kurtulmamanın yolları olduğuna dair inançlar vardır. Karın aydaşı kırk karışması inancı ile ortaklıklar arz etmektedir.
Çocuk kırkı içindeyken ölen olur ise ölenle aydaş olur. Aydaş olan çocuk gece gündüz uyur. İyileşmesi için ölen kişinin mezarı üstünde çimdirmek gerekir. Bu kişi “eli sebepli” birisi yapar O kişi çimdirirken bir yandan da ‘İzin Allah’ın külli şeyin sebep. El benim elim değil Ayşe/Fatma Ana’mızın eli. Ulu ağaç dibinde olduysan da yerli kaya dibinde olduysan da, yerin yurdun değil çık var git.’ diye dua eder. Üç gün çocuğun elbiseleri ters giydirilir. Yedi akarsudan su toplarlar. Ardına bakmadan dönerler Yolda bir şeyler konuşmazlar. Gittiği yoldan dönmezler. Göldeğirmeni Ocağı’nda çarkın üstünde çimdirdikleri de olur.”
Halk inançlarında kırkı çıkmamış ölen kimsenin doğumunun kırkı çıkmamışı basabileceği inancı vardır. Kırk karışması insanlar, hayvanlar, bitkiler hatta muhtemelen cansız bilinenler arasında da olabilmektedir. Ulu ağaç ve yerli kaya, ağaç ve taş kültünün kapsamında tezahürlerdir.
Aydaş olma, aydaş aşı inanç uygulaması, aybastı olmak, aylık kestirmek bu konuda bilinenlere göre tamamen denecek kadar farklı iken her iki inancın içeriğinde de basmak basılmak, basılmaktan korunmak, basılmışlıktan kurtulmak vardır. Eserde de belirtildiği gibi “Çocuklarda görülen aydaş denilen birkaç çeşit hastalık vardır.”
Basmak basılmak ile ilgili inançlar bu köyün halk inançlarında da vardır. Burada yaşayan bir inanca göre yerde yatan bir kimsenin üzerinden geçilir ise geçenin günahlarının yatanın üzerine döküleceğine inanılır. Türk kültürlü halkların genelinde çocuğun üzerinden atlanır ise boyunun kısa kalacağı, uyuyanın üzerinden atlanır ise uyanmasının zor olacağı şeklinde inançlar vardır. Özellikle kedinin cenazenin üzerinden atlaması uygun bulanmaz. Üzerinden atlayanın günahlarının atlanan üzerine döküleceği inancı sinsin ve benzeri uygulamalarda ateşten atlanmasını hatırlatıyor. Aras Vadisi Türk kültür coğrafyasında Nevruz/Yenigün bayramında ateşin üzerinden atlanırken “Ağırlığım uğurluğun bu oda.” denir.
Erengeriş’te çocuk 3 gün üst üste tuzlanır, tuzlanmaması hâlinde büyüyünce kokacağına inanılır. İlk gün konu komşu gelir birer tutam tuz atılır. .
Kırkı karışan çocuklar aydaş olmasın diye aileler aralarında ekmek ve çocukların elbiselerini değiştirirler, birbirlerinin bebeklerini emzirirler.
Taşlıca’da bir ailenin erkek çocuğu olunca kütük atma merasimi yapılır. Bunun için erkek çocuğu olan aile sayısı tespit edilir Değirmenci’den birer kütük kesilir ve bu kütük iki delikanlının omuzlarına aldıkları bir direğe bağlanır. Üzerine bir çocuk oturtulur. Türkü söylenerek kütükler ilgili evlerin avlusuna atılır. Birisi kütüğün üzerine oturur, hediye almadan kalkmaz. Onun boynuna bir “incir dizisi” geçirilir. Diğerlerinin ceplerine havlu yağlık koyulur. Ramazan Bayramının üçüncü gününde kütük sahipleri birer keçi, teke gönderirler. Gençler bunları keser ziyafet çekerler. Getirilen kütük özenle saklanır, düğün gününe kadar kullanılmaz. Çocuğun düğün odunu bu kütük üzerinde kırılır. Sonra düğün ekmeğinin piştiği ateşte yakılır.
Bu bulgu bize pir olarak da algılanan kutlu kütükleri hatırlattı. Ağaç kurumasına, gövdesinin kesilmiş olmasına rağmen, ulu ağaçların ulu kütükleri, bazı hâllerde halk tarafından ululanabilmektedir.
Bu köyde çocuğun ilk dişi çıktığında buğday göllesi veya diş bulguru pişirilir. İlk saç kesiminde de kutlama yapılır.
Yürümede zorluk çeken çocuklar için köstek kesme yapılır. Bunun için çocuk merdiven başında ağaç bir sini içinde dikeltilir, iki ayağına uçları mavi boncuklu ip bağlanır. Evin etrafında hızla dolaşan kız çocuğu ipliği keser çocuğa bir tokat vurur.
Uygulamadaki tokat atma şok tedavisi amaçlı olmalı, çevresinde dolanma uygulamasını burada da görmekteyiz.
Bu köyde aşerme kellik olarak bilinir. Annesi aşerince kelle yerse çocuğun sümüklü olacağına inanılır. Seyrek dişli çocukların yalancı olacağına ve aykırı saçlılara netame denilirken bunların inatçı olacaklarına inanılır.
Çocuğun dişi çıkınca gelişigüzel yere atılmaz, böyle yapılırsa yenisinin eğri çıkacağına inanılır. Diş “Eğri bitme doğru bit, kuzu dişinden ak, köpek dişinden sık bit.” denilerek duvara veya çatıya atılır.
Dolaşkan/dalama/karakabarcık denilen derinin su toplaması hastalığı için karakabarcık otu ile sarımsağında dâhil olduğu bir terkip kullanılır. Sarımsağın dâhil olmadığı hemen hemen hiçbir türkeçare tedavi türü yoktur.
Mayasıl tedavisinde mayasıl otunun da içinde bulunduğu bir karışım kullanılır.
Gelincik hastalığı için diğer halk hekimliği tedavi türlerinde olduğu gibi “El benim elim değil Fatma Ana’mızın eli.” denir.
Göz ağrıları tedavisinde kullanılan ilaçlardan sonra kızıl/al kutlu kumaşla örtü yapılır. Istıra, karın ağrısı hastalığı için Istarake kişi denilen ot ve ıstara demiri kullanılır. Alparslan Santur’un halk ilaçları için koyduğu haklı teşhiste hastalık ismi ile kullanılan bitki ismi arasında daima bir bağlantı olmuştur.
Kızamık olan çocuğa al/kızıl giydirilir al/kızıl, kızılcık şurubu içirilir.
İlancık/yılancık hastalığı muska yazacak kimsenin ilgili adaylar arasından seçilmesinde “iğne koyma” uygulaması yapılır. İlgili ocak bilinen hocaların adına birer iğne koyulur. Adına iğne koyulan ve iğnesi paslanan hoca muska yazdırmak için tercih edilir. Tedaviden evvel hastalığın ilancık olup olmadığını anlamak için ilancık taşına başvurulur, hastalık ilancık ise taş vücuda yapışır inancı vardır.
İlişik hastalığı kötü ruhların musallat olması ile oluşur. Böyle hastalar için şeytan cin ilişmiş denir. Tedavisinde hangi ocağa veya hoca başvurulacağı iğne koyma yöntemi ile belirlenir.
Ruhlarla ilgili bu köyde olan bir inanç da akşam yemeğinin ruhlar dağılmadan yenilmesinin gerektiğidir. Ruhlar bekleşir bekleşir dağılırlar, bu yapılmamalıdır. Aksi takdirde edilen dualar yerlerini bulmaz. Akşam yemeği pişirilirken bir tutam da ateşe atılmalıdır. Bu ruhların hakkıdır. Güzel kokması onların hoşuna gider. Cuma akşamları ateşe günlük atmak adettir.
Bu tespit özel irdelemeyi gerektirir. Halk inançlarında ruh bazı yörelerde cin türü varlıklar için de kullanılır. Kars ve Trabzon’da yemekten sonra kap kaçak bulaşığının temizlenmesi sabaha bırakılmaz “cinler yalar” denir. Çanakkale yöresi bir kısım Alevi inançlı kesimde ise bulaşıkların yıkanması özellikle sabaha bırakılır ve “Ataların hakkı, dokunulmamalı.” denir. Bu noktada “ruh” tanımlamasının anlam çapı genişlemiş olmaktadır. Diğer bir husus, ailenin bu âlemden göçmüş fertlerine ait ruhların akşamları bilhassa cuma akşamı gibi kutlu gecelerde evlerini ziyaret edip Kur’an-ı Kerim okunması gibi iyi hâl üzere görmeleri istenir. Üçüncü boyut ise ateşe et veya yağ atılması hâlidir. Aras Vadisi ve Doğu Karadeniz kırsalında et pişirilirken yağ eritilirken ateşe ve evin tavanına bir parça et veya yağ atılır. Âdeta ateşin, ocağın ruhunu aziz kılmak istenir.
Taşlıca’da bilhassa kurak mevsimlerde acı ve sert rüzgâr dinmek bilmezse köylüleri bir telaş alır: “Bu rüzgârın bir edeceği var, kan istiyor, kan almayınca durmaz.” denir. Ateşe daha bir dikkat edilir, kontrol altında tutulur. Rüzgâr dinecek olsa kulaklar çevreden gelecek bir acı habere dikkat kesilir. Birkaç kişinin öldüğü duyulunca ve rüzgâr dinmişse, can aldığı için sakinleştiğine inanılır. Rüzgârın cuma gecesi dineceğine inanılır. Rüzgâr dinmek bilmezse poyraz edesi oynatırlardı. Bunun için, kargı denilen büyük bir kamış veya uzun bir sırık alınır, tepesine bir soğan geçirilir, soğanın etrafına batırılan horoz/tavuk telekleri ile süslenir. Bunu bir çocuk bayrak gibi eline alır. Kızlı erkekli hep bir ağızdan “ Poyraz ebesi! Poyraz ebesi!” diye bağrışarak sokaklarda gezilir, evlerden sıra ile yağ, bal, pekmez toplanır. Herkes buna ibadet şevki ile katılır, vermek istemeyenlerin kapılarına ellerindeki kül torbasından kül atarlar ve üzerine işerler. Hep bir ağızdan “Veren veresi, vermeyenin gök (veya yağır) başlı bir oğlu olası.” diye bağrışarak yola devam edilir. Toplanan malzemeden ihtiyar bir kadına helva yaptırılır, çocuklar tarafından yenilir. Sırık ve soğan helvanın piştiği ocakta yakılır. Bazen de bu sırık ve soğan dipsizliğine inanılan Düden olarak bilinen mağaraya gömülür. Böylece rüzgârın soğan ve sırıkla birlikte yanacağına yerin derinliklerinde kaybolacağına inanılır. Köylüler rüzgârın çocukların masumiyeti hürmetine dindiğini söylerler.
Akarsuların, boğulmalarına yol açan insanlarla kurban aldıkları suyu kuruyan kuyulara tekrar sularının gelmesi için kurban kesildiği bilinirken, rüzgârın da kurban aldığı tespiti aynı inanç sisteminin bir tezahürüdür.
Tavuk ve horoz teleklerinin bir dönemin ongun kuşlarını temsilen kullanıldığı düşünülebilir. Bu uygulamayı gelin kofileri ve düğün bayraklarında da görmekteyiz.
Soğan, sarımsak gibi kara iyelere karşı koruyuculuğu ile bilinirken, kül od/ocak kültü ile mağara yer yer altı âlemi ilişkilendirilebilir.
Rüzgâr duasındaki poyraz ebesi, Yağmur duasındaki godi godi veya kepçe kadın/çömçe gelin konumundadır.
Muska bir suyun içine atılır, o su ile çimilir, ondan birkaç yudum içilir, muska kömürde yakılır, yorganın altında dumanı teneffüs edilir. Muskanın külleri su kuyusuna veya akarsuya atılır ya da ulu bir ağacın veya ulu bir kayanın dibine gömülür.
Kurdeşen hastalığının tedavisinde tuzlu su kullanılır. Bu hastalık toprak dalaması veya arı sokmasından oluşur. Özel giysilerle hazırlanmış hastanın boynuna bir kurt aşık kemiği asılır. Hasta “Ben kurt oldum huuuu diye!” diye koşarken çocuklar onu “hav hav” diyerek kovalarlar.
Kurt-halk tababeti bağlantılı bulgularda kurdun vücut aksamlarından şifa aranmayan aksamı yoktur. Ulumak içerikli bulgular da vardır. Bu iki tespit, bu alanda tamamen yenidirler.
Lohusanın mezarının kırk gün açık olduğu inancı burada da vardır. O kırk gün soğuktan korunur, kırkıncı gününde içinde kırk taş ve gümüş para bulunan su ile yıkanıp abdest alır. Aynı uygulama bebek için de yapılır.
Hazırlanan nazarlıklara çaltı dikeni ve tavuk pisliği de koyulur. Sarılık hastalarına kendi idrarı içilir.
Nazarlıklarda hayvan kafalarından boynuzlu olanlar ve bitkilerden dikenli olanlar seçilir. Dışkı, dışkının bulunduğu alan etrafında da kem ruhlarla ilgili inançlar oluşmuştur. Tavuk pisliği örneğine çok rastlanır.
Cırlavuk (ağustosböceği) tutanların ellerinde siğil çıkacağına inanılır. Çare olarak siğil kanatılır, kanı ardıç ağacına bulaştırılır ve ardıç ağacına bir çivi çakılır.
Cenaze giderken ardından süpürge teli ile süpürülür. Ölü mezara kaldırılıncaya kadar veya evin önünden cenaze geçerken ev süpürülmez. Buna dikkat edilmezse evden herkes süpürülür, ölür gider. Salda giden cenaze ağır ilerlerse ardından bir kişinin öleceğine inanılır.
Doğum döneminde olduğu gibi, ölüm için de kırk çıkması, kırk basması inancı vardır. Cenazede olan kimsenin kırkının, kırklı anne ve bebeğini basabileceği inancı varır.
Adak kurbanı kesilince kurbanın kim veya ne için kesildiğini göstermek istercesine kurbanın kanı şahsın alnına veya mesela arabanın tekerine sürülür. Ağaca çivi çakma şeklindeki uygulama, bağlama, ilişkilendirme anlamında olmalı. Baş ağrısı tedavisi için Yedi Uyurlar Mağarası’nın duvarına çivi çakılır. Yatır bayrağının gönderine adak bezi bağlandığı gibi bu bezlerin göndere çivilendiği de olur.
Süpürge, kara iyeler bağlantılı çöpten kaynaklanan önemli bir objedir. Anlatılardan çıkarılan sonuçlara bakılınca, al karısı insanoğlu tarafından kendisine reva görülen her türlü muameleye rıza gösterir, ancak bebeğinin altındaki zibilin süpürülmesine, bebeğinin ölümüne yol açacağı için isyan eder.
Taşlıca köyünde zemheri ebesi inancı vardır. Ondan çekinildiği için gece yalnız başına dışarı çıkılmaz.
Al karısı, Behranlı aşiretinde Şıvat olarak bilinir. Şıvat’ın ayrıca Kürtçe bir karşılığı yoktur. Ana dili farklılığına rağmen inanç ve tanımlanması aynıdır. Sıvat’ın ilk karşılaştığı insandan korktuğu gibi keza erkek attan korktuğu şeklinde bir inanç da vardır. Şıvat’ın bağlı atı gece bindiğine de inanılır. Bu inanç Türk kültür coğrafyasında çok yaygındır ve bununla ilgili birçok efsane de vardır.
Ahlat’ta bir de şubat karısı inancı vardır. Şubat ayında doğum yapan kadınların şubat karısı tarafından ciğerinin yenilebileceğine inanılır. Şubat karısı ile Şıvat ne derece aynıdırlar bilemiyoruz. Şubat karısından korunmak için lohusanın yanına yastığının altına firkete, bıçak, makas konur, bulunduğu odanın duvarına silah asılır. Bu kadını, sadece loğusa kadın görebilir; onun gözüne görünür, o eşini çağırır ve silah atmasını sağlar. Silah sesinden korkan şubat karısı gider. Gitmemesi hâlinde lohusasının ciğerini götürüp yiyeceğine inanılır. Şubat karısından korunmak için diğer aylarda da tedbir alınır, ancak o daha ziyade şubat ayında etkilidir. Onun diğer adı deniz karısıdır. Şubat karısından korunmak için lohusanın kapısında at kişnetilir. Erkek atın gözüne gözüktüğüne inanılır ve attan korktuğu kanaati vardır.
Anılan kara iye için aylardan “şubat” adının seçilmiş olması bu ayın özellikle bazı yörelerde çok soğuk geçmesi, ateşli hastalık yaşayan anne adayı itibarıyla anlamlı olmalı. Şubat anası tanımlaması Doğu Karadeniz’de de bilinmektedir. Şıvat adını biz Elâzığ’dan da benzeri etkinlikleri ile bilinen iye olarak hatırlıyoruz. Şıvat muhtemelen şubatın farklı telaffuz edilmiş şeklidir.
Ayın gökyüzünde hiç görünmediği zamana “üzük” denir. Bu zamanda bağ bozulmaz, fide çözülmez, hiçbir ağaç kesilmez. Budanırsa gözlerinin açılmayacağına inanılır. Yeni ay doğduğunda da böyledir. Yeni ayda dikilen fidan meyve vermez, boyuna sürer.
Kurt sineği diye bilinen karasineğin daha büyüğünün insanlara bıraktığı yumurtalarına kurt atması denir. Bu hâl kaşıntıya yol açar. Korunmak için sigara içilerek bir nevi tütsü yapılmış olunur.
Temreğe denilen kaşıntılı cilt hastalığı için ocağına gidilir. Kaşıntılı yaraya ocaktan alınmış kül sürülür. Tedavisini el almış kişiler yapabilirler.
Sevdiği kızdan yüz bulamadığı için hastalanan kimseye onun donu giydirilmek istenir.
Bulamaç atma, eşikten veya başka bir yüksek yerden düşen kimsenin tedavisi için bu uygulama yapılır. Bulamacın içerisinde evde tuz, soğan kabuğu, yağ, kül, un, kemik ne varsa koyulur ve bir kapta su içerisinde kaynatılır. Bu karışım kişinin düştüğü yere, girip çıktığı eşiklere dökülür. Bulamacı yapan kişi elini yıkar, damlalarını düşen kişinin üzerine doğru serper ve bu esnada “El benin elim değil Fatma Ana’mızın eli.” der.
Taşlıca köyünde eşik başlarında yatanlara “şeytan ilişir” inancı vardır. Bu köyde ikindiden sonra evden tuz ve acı şeyler, bu arada ateş de verilmez, eşikten dışarı çıkarılmaz. Bu saatler için “şeytanın hanımı boşadığı saatler” denir ve bir iş yapılmaz. Eşiğe oturmak günahtır.
Eve yıldırım düşmemesi için bacaya sacayak vs. demir eşya asılır. Köyün doğu tarafından şimşek çakar gibi gök yarılır. Buna gök kapısının açılması denir. O anda ne dilerse kabul olurmuş.
Halk inançlarında Gök Kapısı’nın Berat Gecesi’nde açılacağı ve bu gece yapılan duaların kabul olacağı inancı vardır.
Bu köyde şeytanın keklik veya keçi suretinde göründüğüne inanılır Güvercin, geyik, deve ve koyun, melek gibi algılanır Bunların bulundukları yere şeytanın giremeyeceği inancı vardır.
Anadolu halk inançlarında geceleri tenha yerlerde yalnız dolaşan kimselere dondan dona giren bir kara iyenin keçi, merkep, çocuk ve tabut gibi göründüğü anlatılır.
Taşlıca köyünde, arı oğul verip havalanınca yere kondurabilmek iki taş birbirine vurulur ki buna “taş çalmak” denir.
Yangın çıktığı zaman bu köyde Akkuş’tan “Akkuş yetiş!” diye feryat edilerek yardım istenir. Yardıma gelen akkuş yangının etrafında 3 kez dolaşarak yangını bir daire içine alır ve yangın söner.
Erzurum’dan yapılmış bir yangın söndürme tespitinde bir türlü söndürülemeyen yangının etrafında sureler okuyarak koşan bir hoca yangının yayılmasını önler ve sönmesini sağlar.
Uğur böceğinin bu köydeki ismi aydıncı becidir. Bununla çocuklar Aydın’daki babalarının gelip gelmeyeceğine bir tür fal bakarlar. Yakalandığı zaman “Aydıncı beci, babam gelecekse uç var git gelmeyecekse düş git derler.”
Tunceli yöresinde Hıdırellez’de aileler ailenin o yılki şanslı ferdini tespit etmek için beheri bir taşı sahiplenerek bacaya koyarlar. Yılın şanslısı kim ise onun taşının altında sabahleyin bir uğur böceğinin olacağına inanılır.
Taşlıca köyünde, uğur böceği veya başka bir böcek, kuş salıverilerek, “Azat mezat beni cennette bir tas su ile gözet.” denir. Salıverilen canlının mahşerde bir tas su ile imdada yetişeceğine inanılır.
Aras Vadisi Türk kültür coğrafyasında ölen birisini yakınları o defnedilmeden tek tek ve özel olarak ziyaret eder, tabuta sokulur ve daha evvel ölmüş yakınlarına yeni ölen şahıs vasıtasıyla haber gönderirler ve oradaki yakınlarına selam yollarlar.
Bu uygulama tul inancı olarak bilinen eski Türk inançlarındaki bir uygulamanın farklı uygulama şeklidir. Ölen şahsın yakınları tarafından unutulmadıklarını göstermek için onun özel bir eşyasını hatıra olarak alıp zaman zaman ona bakarak ağıt yakmaları ölen şahsı rahatlatacağına inanılır. Böylece ölenler âlemi ile yaşayanlar âlemi arasında ilişkinin kesilmediğini gösteren inançların varlığını halk inançlarından hareketle de görebiliyoruz.
Gün battıktan sonra daha ziyade mayalanan, döllenme ile ilgili olan maya, yumurta, sirke, yoğurt, besinler eşikten dışarı çıkarılmaz. Böylece evin bereketinin gideceğine inanılır. Acı olan tuz, biber, soğan, sarımsak da verilmek istenmez bazılarına göre verilen eve acılık verilmiş olur. Bu konuda bizim kanaatimiz bunların kara iye bağlantılı olmaları şeklindedir. Od/ateş verilmemesi ocak kültü ile ilgili olmalı, zira Kaşkayi Türklerinde ata otağından ayrılıp kendi otağını kuran bireye ata ocağından od verilirdi.
Taşlıca köyünde canlı hayvan satılınca bereketinin gitmemesi neslinin tükenmemesi için kuyruğundan saklanmak üzere bir miktar kıl kesilir, kesilmemesi hâinde diğer hayvanların bereketlerinin gideceğine, başlarına bir felaketin gelebileceğine inanılır.
Bu köyde evlilik çağı gelmiş kızlar tarafından evde kalmamaları için yapılan bir uygulama vardır. Kızlar minareye veya yassı taş olarak bilinen yere çıkarak “ermaaavk” derler. Kızın birisi bu uygulamada utanmış minareye çıkmış olmasına rağmen söyleneceği söyleyememiş ”türen/türesi, türene kıran giresi, ermaaavk!” diyebilmiş.
Halkın töre anlayışı veya bazı hâllerde töreye tepki konusunda bize göre tipik bir tespittir.
Erzurum’dan yapılmış bir tespitte evlenme yaşı gelmesine rağmen er bulma konusunda kısmeti açılmayan kızlar sabah ezanından evvel yüksek bir bacaya çıkar, kıble yönüne döner bacaklarının arasına bir oklava alıp, kısmetinin açılması için belirli bir tekerlemeyi tekrarlar.
Anadolu’da kısmet açılması içim Cuma salasından önce minarede hocaya kilit açtırılır, kızlar için kısmet dilenilir.
Taşlıca köyündeki bir halk inancına göre evlenmemiş kişi tencere kapağında aş yerse kısmeti kapanır. Tencerenin dibindeki aşı sıyırıp yiyenin düğününde kar yağar. Aras Vadisi Türk kültür bölgesi halk inançlarında tabağında yemek bırakmayanın nişanlısı güzel olur inancı vardır.
Anadolu’nun bazı yörelerinde at türü hayvanlar satılınca yuları satılmaz çıkarılır. Satış esnasında yere koyulur, hayvanın yeni sahibine verilmek isteniyor ise daha sonra verilir. Amaç bereketin kaçmasını önlemektir.
Taşlıca köyünde yanmakta olan odunun ses çıkarması hâlinde o ailenin gıybetinde konuşulduğu şeklinde yorumlanır.
Eski Türk inanç sisteminde Şaman ateşe bakarak onun alevlerindeki renkten, alevlerin yükseliş şeklinden geleceğe yönelik haberler alıyordu.
Taşlıca köyünde yoğurt, ayran gibi şeylerin verileceği kap boş geri çevrilmez, içerisine konulacak bir şey yok ise sahibine verilirken içlerine tuz veya su konur.
Anadolu ve Azerbaycan Türk kültür coğrafyasında komşuya verilen aşure kabı boş gönderilmez içerisine mutlaka bir şey konur. Ayrıca bu kap yıkanarak verilmez verilirse bereketinin kaçacağına inanılır.
Düşen, bilhassa gece düşen kişinin düşüşü ile düşülen yerin görünmeyen, saklı sahibi arasında bağ kurulur. Saklı sahipler akşamdan sonra daha faal olurlar şeklinde bir inanç vardır. Özellikle eşikler sahipli yerler olarak bilinirler. En iyesinin eşiğin altında olduğuna dair inançlar vardır. İnanç sisteminin şifrelerine göre, bulamaca katılan şeylerle saklı sahibe saçı, kansız kurban sunulmuş olunur. Su çırpma efsunla ilgili inançlarda önemli yer tutarlar, parpılama yöntemlerindendir.
İlkindi ile akşam arası olan zaman için “günün eşine kavuşma saati”, yerlerin bağlı olduğu zaman “yerin mühürlenme zamanı” da denir. Bu saatlerde ekin ekilmez, defin yapılmaz. Akşam vakti, akşamdan sonra sofra, masa bezi eşikten dışarı silkelenmez.
Taşlıca köyünde çocuklar üzerlerinde ekmek varken işemenin günah olduğuna inanırlar, günahtan korunmak adına ekmek çıkınını bellerinden çözüp çıkarmak yerine bellerine bir taş koyarak işerler. İşerlerken iki çocuğun sidiği birbirlerine karışırsa, bunların ahirette zorla ayırt ettirileceğine inanılır. Bunu önlemek için işenen yerin üzerlerine çocuklar yolup kirpiklerini atarlar. İşemek kuralları vardır.
Kars’ta çocuklar kırda bayırda sıralanır tuvalete çıkarlardı. Nedenini bilenmeden her çocuk dışkısının üzerine ya üç defa tükürür veya taş yaprak gibi herhangi bir şey atardı.
Bağlamak, bağlanmış olmak, bağdan korunmak ve kurtulmak da halk inançların kod oluşturmuştur. Büyü türü olarak algılanabilir. Zira ak ve kara bağlama içerikli uygulamalar vardır. Kurtağzı bağlama da kısmeti bağlama da bağlama kapsamına girerler.
Taşlıca köyünde yabanda kalan evcil hayvanı kurt yememesi için kurdun ağzı Havva Aba tarafından bağlanırdı.
Taşlıca köyünde Anadolu’nun birçok yerinde olduğu gibi kollar göğüste bağlanmaz, bağlayanın kısmetinin kesileceğine /bağlanacağına inanılır. Keza bu toplumda da Türk kültür coğrafyasının pek çok yerinde olduğu gibi kişinin kopuk düğmesi giysi üzerinde iken onarılmaz, dikilir ise aklı da dikilir denir, önlem olarak ağzına bir şeyin alınması önerilir.
Düğmenin dikilmesi de bir bağlama türü olmalı. Zira Aslı ile Kerem’in buluşmalarını önlemek için onlara büyü yapan keşiş Aslı’nın düğmelerini onun üzerindeki iken dikmiştir. Kerem düğmeleri açtıkça düğmeler tekrar iliklerine geçerler.
SONUÇ:
“Bir Köy Vardı” isimli eser asli alanı halk bilimi olmayan bir bilim insanının, alanla ilgililerin hayranlıkla okuyabilecekleri bir eser olmuştur.
Eser, Dizin bölümündeki 2.000 kadar kelime tespiti ile başlı başına bir derleme sözlüğü içermektedir. Eserin halk müziği, halk edebiyatı, halk mutfağı, hayvan sağlığı gibi bölümlerini maalesef inceleyemedik, ayrıca çalışılması gerektiğine inanmaktayız.
Eserdeki halk inançları tespitleri, bilinenleri doğrulama ve zenginleştirmekle kalmamış, alanla ilgili çalışmalara halk inançları-mitoloji bağlantılı bir hayli yeni tespitler de kazandırmıştır.
Emperyalizm Çanakkale’yi topu tüfeği ile geçememiş ve fakat çanak anteni ile siyasi oryantalistleri ile maalesef geçebilmiştir. Bu gerçeğe en yakından şahit olanlar; cemaatsiz kalmış köy camilerine, öğrencisiz kalmış köy okullarına ve sürüsüz kalmış meralara, çayırlara şahit olan, alan çalışmacılarıdır.