HALKBİLİMİN 40. YILINDA TÜRKİYE TÜRKOLOJİSİNE STRATEJİK BAKIŞ

14 Nisan 2014 18:15 Dr.Yaşar KALAFAT
Okunma
5704
HALKBİLİMİN 40. YILINDA TÜRKİYE TÜRKOLOJİSİNE STRATEJİK BAKIŞ

Türkoloji; Türkiye Türkolojisi Balkanlarda, Kafkasya’da, Orta Doğu’da, Türkoloji amaçlı karşıtı denilebilecek arayışlarla siyasi anlamda kuşatılmaya başlanmıştır.

Farklı ülkelerin, millî hedeflerinin de farklı olması doğaldır. Ülkeler, sosyal bilimler alanlarında çalışan merkezlerini, millî hedeflerine yönelteceklerdir. Bu hâl var olabilme ve varlığını sürdürebilme mecburiyetidir. Türkiye gibi ülkelerin ise, yakın çevre coğrafyalarındaki bu tür yapılanmaların etkinliklerini izleme ihtiyacı vardır. Türkiye Türkoloji’sinin de bu anlamda izlendiği düşünülebilir.

Türklük biliminden hareketle, Türklüğü stratejik bir obje olarak kabul eden süper ve bölgesel güçler millî hedefleri istikametinde, Türkoloji adına çalışmalar sürdürülebilmektedir. Türkiye Türkoloji adına bu türden merkezlerin etkinlikleri de bilinebilmelidir.

 Diğer taraftan, Türklük bilimi, Türk dünyası genelinde, Kazakoloji, Kırgızoloji, Azerioloji, Türkmenoloji, Tataroloji, Özbekoloji gibi umumi ve ortak Türkoloji’nin dışında ayrı ayrı bağımsız arayışlar dönemine sokulabilmektedirler. Kazak, Kırgız, Türkmen, Tatar, Özbek ve Azerbaycan’da dil, tarih ve edebiyat alanlarında yapılan çalışmaların, genel Türkiyatın dışına taşınmak istenildiğine zaman zaman şahit olunmaktadır. Türk Dili Konuşan Ülkelerin Devlet Başkanları Konseyi’nin kurulması ile Türklük bilimi daha gerçeğine uygun yapılanmaya kavuşturulması ümitleri doğmuştur.

 Türklük bilimi, Türklüğün yenilenerek oluşturulup gelişmesi sürecinde “Türk dilli” olmayı Türklük için yeterli ve yegâne ölçü olarak alıp buna göre esaslandırması hâlinde; Türklüğü, emareleri baş göstermiş tehditlerin beklediği, Türkolog tarafından bilinmeleri gerektiği kanaatindeyiz. Milleti oluşturan unsurlar arasında, dilin önemi inkâr edilemez iken, millet olma sürecinde halkların birlikteliğini sağlayan diğer unsurların mevcudiyeti, bazen dil faktörünün önüne geçebilmekte veya dil kadar önem kazanabilmektedir. Halk bilimi kapsamına giren çalışma alanlarının büyük çoğunluğu bu türdendir.

Türkiye merkezli düşünüldüğünde, bin yıllık tarihî birliktelikten edinilmiş tarihî mirası yok saymak, sadece millî serveti heba etmekle kalmayıp aynı coğrafyayı paylaşan hakları, çözümsüz ihtilaflara sürükleme riskini de getirebilir...