GÜRCİSTAN TÜRKLERİNE DAİR “TÜRK-İSLAM” KONSEPTİ BÖLÜM: 2

03 Ocak 2015 11:07 Rahim CAVADBEYLİ
Okunma
18905
 GÜRCİSTAN TÜRKLERİNE DAİR “TÜRK-İSLAM” KONSEPTİ BÖLÜM: 2

 
Gürcistan Gürcistan; Karadeniz’in doğu kıyısında, Güney Kafkasya’da yer alan bir ülkedir. Resmî ve hukuksal adı Gürcistan Cumhuriyeti’dir. Eski Sovyet cumhuriyetlerinden biri olan Gürcistan’ın kuzeyinde Rusya, güneydoğusunda Azerbaycan, güneyinde Ermenistan ve güneybatısında Türkiye yer alır. Ülkenin batı sınırını Karadeniz belirler.
Gürcüler kendilerini ‘Kartvelebi’, ülkelerini “Sakartvelo”, dillerini “Kartuli” olarak adlandırır. Efsaneye göre Kartvellerin atası, Kitabı Mukaddes’teki Yafes’in torunlarından Kartlos’tur. Strabon, Herodot, Plutarkhos, Homeros gibi Eski Yunanlı, Titus, Livius, Cornelius Tacitus gibi Romalı yazarlar ülkenin doğusundakileri İberler (bazı eski Yunan kaynaklarında İberoi), batısındakileri de Kolhlar, ülkelerini ise Kolhida olarak adlandırmışlardır. [2]
Kendilerini Kartvelebi, ülkelerini Sakartvelo adlandıran bu toplum ve ülke, dünyada da Türklerin tarihen verdiği “Gürcü” ismine uygun şekilde adlandırılmaktadır. 31 Mart 1991 tarihinde Gürcistan düzeyinde referanduma gidilerek bağımsızlık yetkisi alınmış, 28 Nisan 1991’de Gürcistan Parlamentosu Gürcistan’ın bağımsızlığını ilan etmiştir. Gürcistan’ın rejimi; sekülerüniter ve başkanlık sistemine dayalı cumhuriyet olan bir temsilî demokrasidir. Birleşmiş MilletlerAvrupa KonseyiDünya Ticaret ÖrgütüKaradeniz Ekonomik İşbirliği ve GUAM Demokrasi ve Ekonomik Kalkınma Örgütü üyesidir. NATO üyeliği ve ileride Avrupa Birliği'ne üye olmak için uğraş vermektedir.
Gürcistan nüfusu, etnisite ve dil çeşitliliği göstermesiyle dikkati çekmektedir. Resmî rakamlara göre 4 milyon 483 bin 200 (1 Ocak 2013) kişiden oluşan ülke nüfusunun yaklaşık %83,8’ini GürcülerAcaralarLazlar,MegrellerSvanlar oluşturur. Diğer büyük etnik guruplar  Azerbaycan Türkleri (%6,5), Ermeniler (%5,7), Ruslar (%1,5), Abhazlar ve Osetlerdir. Ülkede Asuriler, ÇeçenlerÇinliler, Gürcistan YahudileriYunanlarKabardeylerKürtler, TatarlarTürklerZazalar ve Ukraynalılar gibi daha küçük gruplar yaşar. Gürcistan Yahudi cemaati, yeryüzündeki en eski Yahudi cematlerinden biridir.[3]
Göründüğü gibi Türklerin sayımı Azeri, Tatar ve Türk diye ayrı adlarla yapılmaktadır ama bu sadece rakamlardan ibaret değil, Türk toplumunun içinde var olan derin bir kimlik sorunudur. Biz de bunu ele alıp incelemeye ve bilimsel verilere dayanarak çözüm yoluna yönelik kendi konseptimizi çözümlemeye çalışacağız.
 

  1. Gürcistan Türklerinde Millî Kimlik Sorunu
Gürcistan’daki Türkler oldukça derin millî kimlik sorunu yaşamaktadır. Esasen Borçalı, Ahıska, Acar ve Avarlardan oluşan Türk topluluğu ister ülke çapında ister bölgede ister bölgeler arası ilişkilerde olsun bir bütün toplum olarak kendilerini ifade etmesi oldukça derin bir meseledir. 1989 yılın resmî istatistiklerine göre Borçalı Türkleri 308 bin kişi ile ülke nüfusunun %5.7’sini, gayriresmî rakamlara göre ise 640-650 bin kişi ile ülke nüfusunun %12’sini oluşturuyorlardı. 2002 yılının istatistiki bilgilerine göre 284 bin 761 kişi kayıtlara geçmiştir. Gürcistan’ın Ankara büyükelçisi ve Azerbaycan’ın Tiflis büyükelçisi yaptıkları basın toplantısında Gürcistan Türklerinin genel sayısını 500 bin kişi olarak belirtmişlerdir. Bu rakam, araştırmacı ve yerli yazarların söyledikleriyle örtüşmektedir. [4]
Gürcistan’ın Kakhetiya bölgesinde yaşayan yerli Müslüman Avarların sayısının diğer Türklerle beraber yaklaşık 15 bin kişi olduğu kaydedilmektedir. Kakhetya, Azerbaycan’la Dağıstan sınırlarına yakın dağlık bir bölgedir.[5]
Özerk vilayet statüsüne sahip Acara bölgesi ise Türkiye sınırına bitişiktir. İdari merkezi Gürcistan’ın en önemli turizm merkezi olan Karadeniz’in doğu kıyılarında bulunan Batum (Batumi) şehridir. Acara özerk vilayetinin nüfusu, 2002 yılının istatistik rakamlarına göre yaklaşık 400 bin kişi olmuştur. Acara, Sovyetler Birliği’nin kurulduğu döneme kadar çoğunlukla Müslüman nüfustan oluşuyordu; Türklerle dinî, kültürel ve siyasal açıdan iç içe birlikte yaşıyorlardı. İşte bu yüzden de Sovyetler kurulduğunda ona karşı büyük isyanlar olmuştur. Bu ayaklanmalar Sovyet yönetimi tarafından vahşice bastırılmış ve isyanların devamında onların büyük bir bölümü Türkiye'nin bugünkü Karadeniz bölgesine göç etmek zorunda kalmışlardır. Kalan büyük bir bölümü ise dinini değiştirmek mecburiyetinde bırakılmışlardır. Nitekim nüfusun bir bölümü kademeli şekilde Hristiyanlaştırılmıştır.
Şimdi Acaralıların yaklaşık %70’ni yani yaklaşık 250 binini Müslüman nüfus oluşturmaktadır. Ama İslami propagandanın eğitimde ve sosyal etkinliklerde yasaklanarak Hristiyanlığın resmen öğretilmesi ve toplumun çeşitli ayrıcalıklı yollarla Hristiyanlığa davet edilmesi, Hristiyan sayısının gün be gün artmasına ve Müslümanların sayısının azalmasına neden olmaktadır.
Ben 2011–2013 tarihleri ​​arasında Müslüman Türk bölgelerinde bu Hristiyanlaştırma faaliyetlerinin canlı tanığı oldum. Genç misyonerler inatla Müslüman ailelerin evine gelip Hristiyanlaştırmak için ellerinden geleni yapıyorlardı.
İslami değerlerin, Türklerle Türk olmayan diğer Müslüman azınlıklar arasında kültürel ve dinî bütünleştirici faktör olduğunu dikkate aldığımızda bu din değiştirmelerin ne kadar tehlikeli ve zararlı olduğunu anlamış oluruz. Aynı şekilde gerçek ulusal bilinçten yoksun Türk toplumunda temel millî bağlılık din üzerinden var olduğu için İslamiyet’i Hristiyanlıkla değişen her bir Türk'ün ikinci nesli kademeli olarak Gürcüleşmiş ve Türk milleti ile olan manevi bağları ister istemez tamamen kopmuş olmaktadır.
Ahıska Türklerine gelince belirtmek gerekiyor ki Gürcistan’daki Müslüman Türklerin hayatında en ağır mezalime Ahıska Türkleri tabi tutulmuşlardır. Bu mezalimin en temel sebeplerinden biri, Samtskhe-Cavakheti (Javakheti) veya Meşhet denilen bölgedeki Gürcistan Türk-Müslüman toplumunun, Acarlarla Borçalı Türklerinin yaşadığı toprakların coğrafi olarak tam ortasına yerleşmesi olmuştur.
 
 
J. Stalin’in Ahıska Türklerinin katledilmesine ve çoluk çocuk, genç ihtiyar demeden 120 binden fazla kişinin topyekun Sibirya'ya sürgün edilmesi için verdiği tarihî kararın altında Acarlarla Borçalı Türklerinin toprak bitişikliğini ortadan kaldırma gayesi yatmaktadır. Şu anda Gürcistan’da yaşayan Ahıska Türklerinin sayısı oldukça azdır; nerdeyse 6-7 bin civarında olduğu belirtilmektedir ama yurt dışında yaşayan Ahıska Türklerinin sayısının 629 bin kişi olduğu sanılmaktadır.
Bugün Gürcistan’da yaşayan Türklerin sayısı resmî verilere (1 Ocak 2013) göre 300 bin, nüfusun %9,9’unu oluşturan Türk ve Müslümanların toplam sayısı ise 423 bindir.[6]
Gayriresmî verilere göre Türklerin sayısının 500 bin kişi, Türk ve Müslümanların toplamının ise 750 bin kişi olduğu belirtiliyor.[7]
Ülke dışındaki Ahıska Türklerinin ve Rusya’daki Borçalı Türklerinin genel nüfusunun 800 bin kişinin üzerinde olduğu tahmin ediliyor. Dünyadaki bütün Gürcistanlı Türk ve gayritürk Müslümanların, 1 milyon 500 bini aşkın bir nüfus oluşturduğunu görüyoruz.
Yaklaşık 4 milyon 500 bin civarında nüfusu olan Gürcistan’ın; Müslüman Türk topluluğu ile beraber Abhaz, Asetin, Ermeni ve diğer azınlıkları da göz önünde bulundurduğumuzda azınlık ağırlıklı bir ülke olduğu anlaşılır. 
Abhaz ve Asetinler 7 Ağustos 2008 tarihinden önce iki özerk vilayet olarak ülkenin bütün etkinliklerinde yer alıp kendilerini temsil etmeyi başaran toplumlar olmuştur. Bunlar, belirtilen tarihte Rusya Federasyonu’nun doğrudan askerî müdahalesiyle Gürcistan’ın denetiminden fiilen çıkmış ve Rusya’dan başka hiçbir ülke tarafından meşruiyetleri tanınmamasına rağmen bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir.
 
 
Diğer bir etnik grup olan Ermeniler son istatistik verilere göre sayları 260 bin civarında olmasına rağmen ülkenin ekonomik-siyasal-toplumsal hayatında etkinlikleriyle seçilen bir toplumdur. Ama ülkenin en büyük azınlığı olan ve Gürcü halkından sonra sayıca ikinci toplum olan Türk ve Müslümanlar gerekli müessiriyeti sağlayamayan kesimi oluşturmaktadırlar.
 
Niçin böyle olmuş diye sormamız gerekiyor
Yazara göre bunun temel nedeni dış faktörlerle beraber toplumdaki millî kimlik belirsizliğidir, başka bir ifadeyle millî kimlik sorunudur. İleride millî kimlik sorununu incelerken dış faktörlere de değineceğiz.
Millî kimlik zemininde kendini ifade diyerek üzerine vurgu yaptığımız sorun, temel itibarıyla iki farklı yönde kendini göstermektedir.
 
Birincisi Gürcistan Müslümanları esas itibarıyla Şii ve Sünni topluluklara bölünmektedir. Şii mezhepler şimdiki Gürcistan Türklüğünü oluşturan esas topluluktur ve Azerbaycan’la başkent Tiflis’i coğrafi olarak birleştiren Borçalı bölgesindeki Türklerdir. Sünni mezhepler ise esasen Azerbaycan ve Dağıstan sınırlarına yakın Kakheti bölgesindeki Avarlar, Ahıska Türkleri ve Türkiye sınırlarında özerk vilayet statüsüne sahip Acarlardır. Bu iki topluluğun yanında diğer bir kısmı da Gürcü dilli Müslümanlardır.
 
İkincisi Gürcistan Türk ve Müslümanlarının ortak bir kimliğe sahip olmamaları; çeşitli adlarla -Ahıska Türkleri,  Karapapaklar, Borçalı Türkleri, Gürcistan Azerbaycanlıları gibi- veya mezhep üzerinden ayrım yapılan Şiilik-Sünnilik gibi birbirine zıt inançlara dayanan atmosferde yaşamalarından kaynaklanmaktadır.
Bütünlük içinde olması gereken bir toplumun çeşitli topluluklara, farklı mezhep ve inançlara bölünmesi; millî kimliğin teşekkülünü engelleyen en büyük handikaptır. Gürcistan’daki Türk-Müslüman topluluğunun farklı niteliklere sürüklenmelerinin oldukça derin tarihsel, toplumsal ve siyasal etmenleri olmuştur; ne yazık ki hâlâ bu çeşitlilik ve zıt yaklaşımlar sürdürülmektedir. Gürcistan Türkleri arasında birbirinden farklı oluşumlarının meydana gelmesinin arkasında bir de dış faktörlerin rolü vardır. Osmanlı Devleti, İran ve Çarlık Rusya’sı gibi üç tarihî gücün siyasi ve stratejik çıkar mücadelelerine sahne olan bir bölgede yaşamaları, Gürcistan Türklerinin kendi aralarında bir birlik ve ortak kimlik oluşturmalarını engellemiştir.
Şu üç devletin Gürcistan’a yönelik tarihî siyasetlerini kısa ve net olarak ele almaya çalışacağız.
 
 
 
 
Osmanlı ve onun hukuki mirasçısı olan Türkiye Cumhuriyeti;
Kaçar Türk Devleti’nin ve onun hukuki mirasını gasp etmiş, Türk karşıtı ve Pers kimliğine odaklanan İran;
Hristiyan Çarlık Rusya’sı, Sovyet Rusya ve onların hukuki mirasçısı olan Rusya Federasyonu.
Bu çalışmada temel aldığımız konu, Gürcistan Türk-Müslümanlarının bölgesel güçlerle olan tarihî bağları ve karşılıklı ilişkileri olduğu için AB ve genellikle Batı’nın bölgeye yönelik siyasetine dokunmayacağız.
 
  1. Türkiye Cumhuriyeti
Osmanlı Devleti siyasal çıkarları nedeniyle sürekli biçimde bu bölgede İran ve Rusya ile çarpışmıştır. Bu çarpışmalara rağmen Osmanlı Devleti bu bölgede kendi etkinliğini Rusya’ya karşı zayıf da olsa sonuna kadar korumayı başarmıştır. 
Osmanlı Devleti’nin hukuki mirasçısı olan Türkiye, Çarlık Rusya’sının hukuki mirasçısı olan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği (SSCB) karşısında geri çekilmelere uğratılsa da bağımsız ve iddialı bir devlet olarak kendi mevkiini korumaya çalışmıştır.
TBMM (Türkiye Büyük Millet Meclisi) 16 Mart 1921 tarihinde SSCB ile imzaladığı Moskova Antlaşması; 13 Ekim 1921 tarihinde Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan ve SSCB temsilcileriyle beraber imzaladığı Kars Antlaşması ile kendi açısından sınır ihtilaflarını bitirdi. Nahçıvan (Azerbaycan) ve Acara (Gürcistan) bölgelerine özerklik hakkının tanınmasını da sağlayarak zayıf da olsa bölgede kendi tesir imkânlarını korumayı başardı.[8]
J. Stalin rehberi olduğu Sovyet topraklarında Türkiye’nin bu iç tesir imkânlarını kökten yok etmek için akla sığmayacak oldukça vahşi önlemler almaya başladı. Bunlar arasında toplu infazlar, toplu sürgünler, zorunlu din değiştirmeler sadece sıradan örneklerdir. Bu acıları zorla Hristiyanlaştırılmış Acarlar, Sibirya’ya toplu sürgün edilmiş Ahıska Türkleri hâlâ yaşamaktadırlar.
NATO üyesi Türkiye ile Sovyetler Birliği arasındaki karşılıklı gergin ilişkiler, Sovyetlerin dağılmasına kadar sürmüştür. 1991 tarihinde Sovyetlerin dağılması ve Soğuk Savaş’ın bitmesi bu gergin ilişkilerin yumuşamasına zemin hazırlamıştır.
Türkiye; Sovyetler’den yeni ayrılmış, yeniden kendi bağımsızlıklarını kazanmış Gürcistan ve diğer Kafkasya ülkeleriyle gayet iyi ve başarılı ilişkiler kurmuştur. Türkiye Kafkasya ülkeleriyle kurmuş olduğu karşılıklı samimi diplomasi sayesinde bölgedeki etkinliğini yeniden kazanmış ve etkisini günbegün artırmayı başarmıştır.
Türkiye’nin Güney Kafkasya üzerine bu başarılı siyasetini yorumlayan Eski Dışişleri Bakanı ve yeni Başbakan Ahmet Davutoğlu “Stratejik Derinlik - Türkiye’nin Uluslararası Konumu” adlı eserinde şöyle demektedir: “Bugün biz Türkiye Cumhuriyeti olarak iç güvenliğimizi Sovyet döneminde olduğu gibi Anadolu’da değil, aksine Kafkaslar’da, Gürcistan’da korumayı başarmışız”.
Ancak AKP hükûmetinin ve dolayısıyla Davutoğlu’nun şimdiki dış politikası, eserinde dile getirdiği vizyonu sergilemekten çok uzaktır.
Türkiye, Gürcistan’la 1991 yıllarından itibaren kurmuş olduğu başarılı ilişkilerle bölge toplumunun öz güvenini kazanmıştır. Rusya’nın 7 Ağustos 2008 tarihinde bu ülkeye askerî müdahalesi sırasında doğrudan Gürcistan’dan yana tavır koyması, Türkiye’nin Gürcü devleti ve toplumu için yitirilmemesi gereken dost ve kardeş ülke konumuna getirmiş oldu. Nitekim Türkiye Gürcistan’da güvenebileceği toplumsal taban oluşturmayı başarmıştır. 
Artık Türkiye Gürcistan için bir tehdit değil, aksine bir müttefik kardeş komşudur. Son 20 yılda özellikle Ağustos 2008 tarihinden sonraki dönemde Türkiye’nin siyasal, ekonomik ve stratejik konumu ülkede günbegün güçlenmekte ve artmaktadır. Şu an Türkiye Gürcistan’ın çeşitli bölgelerinde Tiflis, Acara özellikle Acara özerk vilayetinin merkezi Batum’da büyük yatırımlar ile kendi etkinliğini artırmaktadır.
Bu iyi siyasal ilişkiler ve ekonomik yatırımlarla beraber iki ülke arasında gidiş-geliş vizelerinin ortadan kaldırılması, Türkiye’deki Gürcü ve Acar Müslümanların Gürcistan’daki kardeşleriyle dinsel ve kültürel ilişkilerin artması ve gelişmesi dolayısıyla Türkçenin o bölgelerde konuşulan dil hâline gelmesine olanak sağlamaktadır. 
Siyasal ekonomide hâlâ tartışma konusu olan bir deyim vardır; “Taşınır dil ve kültürü yatırımlar mı korur veya aksine yatırımları koruyan dil ve kültür müdür?” Bu iki hususun hangisi diğerine baskındır konusu hâlâ tartışılan konulardandır. Ama net olan bir şey var, o da şu; yatırımların toplumdaki sürekli etkinliğinin devam etmesinin sağlanmasında en temel faktör onu toplumda yaşatan/koruyan dil ve kültürün var oluşudur. Ahmet Davutoğlu bu siyasal ekonomik faktöre odaklanarak şu doğru tespitte bulunmuştur: ‘Türkiye iç güvenliğini artık Anadolu’da değil, aksine Kafkaslar’da korumaktadır.[9]
 
  1. İran İslam Cumhuriyeti
İran 19. yy başlarına kadar bir Türk devleti olarak güney Kafkaslar’da kendi egemenliğini ve etkinliğini korumuştur. Safevi Türk devleti 16. yy başlarında Şii mezhebini resmî devlet dini ilan ederek rakip saydığı büyük Osmanlı Türk devleti karşısında kendi devletçiliğini korumak amacıyla yeni bir ideolojik yapılanmaya girmiştir. Safeviler Kafkaslar’da her gün güçlenmekte olan rakipleri Osmanlı Devleti’ne karşı kendi etkinliklerini korumak amacıyla mezhep ayrımcılığına dayanan siyaset yürütmek zorunda kalmıştır. Şiilik sadece mezhep değil, siyasal bir yapılanma olmuştur ve bu ideolojik yapılanma Safevilerden beri bütün mirasçı İran Türk devletleri tarafından da sürdürülmüştür.[10]
Safevilerin kendi devletçiliklerini korumak amacıyla başlatmış oldukları bu siyasal gelenek maalesef Türklüğü iki yönde ayrışmaya zorlamıştır:
Birincisi İslam ümmeti arasındaki Şii-Sünni kavgalarının devlet düzeyine taşınması, ikincisi de yerleşim açısından (coğrafi konumuna göre) Türk dünyasının tam ortasında bulunan İran’da Şii mezhepli Türk devletinin kurulması,  Sünni Orta Asya ile Sünni Anadolu Türklerinin arasındaki fiziksel bağların büyük oranda kopmasıdır.
Bu kopmalardan biri de incelenme konusu olan Gürcistan’daki Türk ve Müslümanlar arasında mezhep ayrılıklarından dolayı baş gösteren kopmalardır.
İran’ın Kafkaslar’daki hukuki ve olumlu etkinliği 1813/1828 yıllarında Kaçar Türk Devleti ile Çarlık Rusya’sı arasında imzalanan “Gülüstan” ve “Türkmençay” adlı yenilgi antlaşmalarıyla sona ermiştir.[11]
Kaçar Türk Devleti bahsedilen yenilgi antlaşmalarından sonra bir daha Kafkaslar’a geri dönememiştir. Ama buna rağmen hiçbir zaman da bu yenilgiyi kabullenememişlerdir. Bunun için de daima oraya nasıl geri dönebilecekleri konusuyla uğraşıp durmuşlardır. Kaçarlar Kafkaslar’da işgalci Ruslara karşı gerilla savaşlarını destekleyerek siyasal, mezhepsel ve ideolojik davalarını orada devam ettirmişler, böylece kendi etkinliklerini manen de olsa sürdürmeye çalışmışlardır.
Bu siyasi-ideolojik mücadelede Kaçar Devleti tarafından atılan en önemli adımlardan biri 1850’lerden itibaren ilk kez siyasi-coğrafi anlamda büyük ve bütün Azerbaycan memleketi ülküsünü tasarılaştıran konseptin gündeme taşınması olmuştur. Bunun için de “Azerbaycan” gibi çeşitli devlet gazetelerinin Tebriz’de yayımı devlet siyaseti olarak desteklenmiştir. Bu siyasi-ideolojik mücadele, Nasreddin Şah’ın Mirza Kirmani tarafından öldürülmesine kadar devam etmiştir.[12]
 
Kaçar Türk Devleti’nin Güney Kafkaslar’daki siyaseti Ruslara karşı halk direnişini güçlendirmişti. Ama diğer taraftan bu siyaset Osmanlıların Kafkasya siyasetini de Şii-Sünni ihtilaflarından dolayı olumsuz etkiliyordu.
Nasreddin Şah sonrası ve Muzaffereddin Şah döneminden itibaren Kaçar Türk Devleti çöküş sürecine girmiştir. Kafkasya siyasetini oluşturan büyük Azerbaycan konsepti de 50 yıl siyasi-ideolojik mücadeleden sonra talihsiz olaylar yüzünden iflasa uğramıştır. Diğer taraftan 1907 yılında Ruslarla İngilizlerin gizlice İran’ı taksim antlaşmasını imzalamaları, Kaçar Devleti’nin bağımsızlığını da büyük tehditlerle karşı karşıya bırakmış, bu yüzden Kaçarların Kafkasya siyaseti iflasa uğramıştır.[13]
Çarlık Rusya’sı ise Kafkaslar’da kendi işgalci siyasetini pekiştirmek için Şii-Sünni ihtilaflarını kullanarak bir taraftan Osmanlıların etkinliklerini zayıflatmak diğer taraftan ise Türkleri kesin çoğunluğunu oluşturduğu bölgede gayrimüslim azınlıkların lehine siyasi-idari yönetim alanları oluşturmaya başlamıştır. Bu siyasi-idari yapılandırmalar sonucunda Türk toprakları ve nüfusu Çeçenistan, Dağıstan, Azerbaycan, Gürcistan, Ermenistan gibi çeşitli yönetim bölgelerine parçalanmıştır.[14]
1907 yılında Kaçar Türk Devleti’nden gizli olarak imzalanan Rusya-İngiltere Antlaşması, İran’ı iki denetim bölgesine ayırmıştır. Bu İran’ı taksim Antlaşması; ülkenin batıdaki şehri Kasrışirin’i, İsfahan’ın kuzey batı bölgesini, Horasan’ın Sarahs’ını tarafsız bölge ilan ediyordu. Tarafsız bölge, bugünkü Afganistan’daki Kaf Dağları’na kadar uzayan büyük bir araziyi içine alıyordu. Tahminen iki milyon km araziyi esas alan bu antlaşmaya göre güney topraklar İngilizlerin, kuzey topraklar ise Rusların denetimine giriyordu. Bu sömürgecilik antlaşması 13 yıl gizli tutulduktan sonra 1920’lerde İngiliz ve Rus diplomatları tarafından devlet adına imzalanması ve onaylanması için Kaçarların son şahı Ahmet Şah’a sunulmuştur. Kaçar Türk Devleti’nin bekası için bu antlaşmanın devlet adına resmen imzalanması isteniliyordu. Ama Ahmet Şah şunu söyleyerek karşı çıkmıştır: “Bu sömürgecilik antlaşması ulu neslim Kaçar’a şeref getirmez! Şunu imzalayıp buranın şahı olmaktansa Paris sokaklarında leblebi satmayı tercih ederim”.[15] Sonuçta Kaçar Türk Devleti yıkılmıştır. İran’ın bağımsız son Türk devleti olarak tarih sayfalarında yerini alan Kaçar Türk Devleti, objektif olarak değerlendirilmeyi beklemektedir.
İmparatorluk içinde kriz geçiren Rusya’nın oluru ve İngilizlerin direk müdahalesiyle İran’da 21 Şubat 1921 tarihinde devlet darbesi yapıldı. Bu darbe ile vurgulanan antlaşma, Moskova’da imzalanan 27 Şubat 1921 Antlaşması ile hukuki geçerlilik kazanmıştır. Bu darbe ile İran’da Ruslarla İngilizlerin sömürgesi olan gerici bir hükûmet kurulmuştur. “Pehlevi” sülalesi döneminde, azınlık olan Farsların büyük çoğunluk olan Türkler üzerinde hâkimiyetini sağlamaya dönük hain bir devlet yapılanması oluşturulmuştur.[16]
Pehlevi hükûmeti Türk diline ve egemen Türk kültürüne tavır almış, Türkçenin okullarda okutulmasını yasaklamıştır. Türk bölgelerine üvey evlat muamelesi reva görülmüştür. Türkler vahş bir ayrımcılık siyasetine maruz bırakılmışlardır. Türklere karşı ilan edilmemiş korkunç savaş başlatılmıştır. Tarihte “ümmü’l-gera” (ana şehir) lakabı ile anılan Tebriz’e karşı merkezden baskılar artmağa başlamıştır. İran’ın en gelişmiş, en büyük ve en abat şehri olan Tebriz kısa zamanda İran’ın geri kalmış şehirleri sırasına düşmüştür. İşsizlikten, Türklere karşı nefret siyasetinden dolayı açlık ve sefalet Türk bölgelerinde günden güne artmaya başlamıştır. Bu vahşi siyaset, Türk bölgelerinden merkezî bölgelere toplu göçlerin başlamasına neden olmuştur.[17]
İran’da Fars azınlığını temsil eden Pehlevi sülalesinin 54 yıllık (1925-1979) hâkimiyeti döneminde devletin dış siyaseti temel itibarıyla ‘İran’ı Taksim Antlaşması’nın gerektirdiği çizgilerde yürütülmüştür. Yeni İran yönetimi bağımsız olmadığı için SSCB ve İngiltere’nin çıkarlarına uygun hareket etmiştir. İran’ın bölgesel dış siyaseti; yerel gayritürk azınlıklarla İngiltere başta olmak üzere Batı’nın ve Sovyet Rusya’nın lehine kurgulanmıştır.[18]
1979 Devrimi’nden sonra da millî haklar zemininde içerik itibarıyla bir şey değişmemiştir. Devrim, iç faktör olarak Farsların dışındaki nüfusun ve özellikle Türklerin Pehlevi hükûmetine karşı hadsiz nefretinden kaynaklanan itirazlara dayanıyordu. Başka bir deyişle İslam Devrimi’nin toplumsal tabanı ve lokomotif rolünü üstlenen kesim gayrifarslar ve özellikle Türklerdi.  İngiltere ve Sovyet Rusya ile arabulucu rolü üstlenen Fransa gibi dış faktörler de devreye girmiş ancak bunlar; İran’da millî sorunları çözecek federal, hukuki, çoğulcu ve demokratik bir düzenin kurulması konusunda ortak karara varamamışlar, ülkede dinî despotizmin egemenliğine zemin hazırlamışlardır.[19]
Bu dinî despotizm Türklere yönelik bir dizi sert yasaklamayı ortadan kaldırsa da millî zeminde gerekli hukuki ve olumlu adımlar atılmamıştır. Türk diline resmiyet hakkı tanınmamıştır. Türk dilinin okutulmasına dair yasaklar aynı kalmış, Türk bölgelerine üvey evlat muamelesi Pehlevi dönemindeki gibi vahşice olmasa da başka biçimde devam ettirilmiştir. Türklere karşı olumsuz yaklaşım, İran’ın dış siyasetinde de stratejik olarak kendini göstermiştir.
1991 yılına kadar İran’ın Kafkasya üzerindeki gerçek etkisinden söz etmek mümkün değildi. Aksine Kafkasya’yı yöneten Sovyet Rusya, İran üzerinde 27 Şubat 1921 Moskova Antlaşması’yla onaylanan ‘İran’ı Taksim Antlaşması’ndan doğan hakları sayesinde büyük imkânlara sahip olmuştu.[20]
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği dağıldıktan sonra İran da Türkiye gibi bölgeye giriş olanakları bulmuştur. Ama İran, Türkiye’nin aksine Rusya’dan yana olduğu için Türkiye’ye dönük yapıcı bir siyaset takip etmemiştir. Sovyetlerden ayrılmış bağımsız yeni devletlere yönelik olarak da de Rusya’nın emperyalist çıkarları doğrultusunda baskıcı siyaset yürütmeyi tercih etmiştir. İran’ın bu tutumu; bölge milletlerinin bağımsızlıklarının gelişmesine, ülkelerin demokratikleşmesine sekte vurmuş, Rusya’nın boyunduruğundan kurtulma yolundaki mücadelelerinin başarısızlıkla sonuçlanmasına yol açmıştır.
İran’ın Rusya’daki büyükelçisi Mahmudrıza Saccadi Moskova’da yapmış olduğu basın toplantısında İran’ın bu siyasetini şöyle çözümlemiştir: “İran; kendi siyasetini Orta Doğu, Kafkasya ve Orta Asya’da Rusya’nın siyasi ve stratejik çıkarlarının korunmasını göz önünde bulundurarak belirliyor. İran’ın Rusya’ya yönelik bu samimi ve kardeşlik yaklaşımı olmasaydı şimdiye kadar Rusya’dan ayrılmış yeni bağımsız devletlerin çoğu bugün Batı’nın müttefikleri olurdu. Biz daima onları Rusya ile sıkı ilişkilerde olmaya itmekle beraber Rusya’dan kopmalarına da izin vermemeye çalıştık...”[21]
Merhum Elçibey’in önderliğinde Azerbaycan Halk Cephesi’nin (AHC) kurduğu bağımsız demokratik hükûmete rağmen sergilediği sert siyaset, büyükelçinin şu sözlerine açıklık getirmektedir: “Azerbaycan’ın Rus emperyalizminin siyasi boyunduruğundan kurtulmak için yapmış olduğu mücadelenin yenilgiye uğramasında İran önemli aktörlerden biri olmuştur. Gürcistan’da Mihail Saakaşvili’nin Rusya’nın etkisinden kurtulmak için vermiş olduğu mücadelenin başarıyla sonuçlanmasında en önemli etken, İran gibi bir komşusunun olmayıp Türkiye gibi demokratik, yenilikçi ve özellikle Rusya’nın emperyalist çıkarlarına boyun eğmeyen çabalarını Batı’nın da desteklediği bir komşuya sahip bulunmasıdır.”
İran, bağımsızlığını yeni ilan etmiş Gürcistan’la siyasi ilişkilerini söylediğimiz gibi Rusya’nın siyasi çıkarlarına zıt olmayacak bir biçimde kurmuştur. Bu ilişkiler 7 Ağustos 2008 Savaşı’nda kendisini göstermiştir. O dönem İran Dışişleri Bakanı Vilayeti, Rusya’nın silahlı müdahalesi sonucunda Gürcistan’dan ayrılmış Abhazya ve Güney Osetya’nın bağımsızlığını tanıyabileceklerini söylemekten bile çekinmemiştir.
İran’ın Gürcistan’a yönelik siyaseti “ekmekle değnek (sopa) siyaseti” olmuştur. Bir taraftan Gürcistan’ın çeşitli sektörlerinde büyük yatırımlar yapmış ve İran-Ermenistan-Gürcistan petrol boru hattı gibi büyük iktisadi-siyasi-stratejik projelerin yürürlüğe girmesinde istekli taraf gibi gözükmüştür. Diğer taraftan ise Abhazya’da, Osetya’da iktisadi yatırımlarla ülkede Borçalı Türklerinin Şii mezhebine dayanan inançlarını suiistimal etmiş, “Ehl-i Beyt” gibi oldukça aşırı mezhepsel topluluklar kurdurtarak bunu Gürcü devletine yönelik baskı vasıtası olarak kullanmıştır.
İran’ın Gürcistan’da yürüttüğü mezhepçilik siyaseti, Türk ve Müslümanların tek bir toplum olmasına ve ülkenin toplumsal-siyasal-ekonomik hayatında kendilerine önemli bir yer bulmalarına engel olmaktadır. Yine Şii-Sünni ihtilafları baş göstermekte, bu da Gürcistan’daki bütün Türk-Müslüman birliği fikrine oldukça zarar vermektedir.
 
 
 
 
 
 


[1] İran ve Güney Kafkasya üzerine siyasi uzman.

[2] Gürcistan hakkında genel bilgiler: bu linkten edinebilir: http://tr.wikipedia.org/wiki/G%C3%BCrcistan

[3] http://tr.wikipedia.org/wiki/G%C3%BCrcistan

[4] Karadeniz Araştırmaları 1. “Gürcistan Türklerinin Mevcut Durumu, Siyasi ve Ekonomik sorunları”, Sayfa: 90/
Yazar: Kamil Ağacan/ PDF sürümü bu linkten edinilebilir:
 http://www.karam.org.tr/Makaleler/527059082_agacan.pdf

[5]  Tr.wikiden Mayıs 2014 tarihinde alınmıştır. http://tr.wikipedia.org/wiki/Kafkasya_Avarlar%C4%B1

[6]  “Gürcistan’da Türk Varlığı: Borçalı (Karapapak) Türkleri ve Onların Geleceği” makalesi / Yazar: Serdar Oğuzhan Çaycıoğlu /28 Ekim 2013  tarihinde ‘Sahibkıran Stratejik Araştırmalar Merkezi (SASAM)’ın resmî sitesinden alınmıştır. Bu linkten edinilebilir.
http://sahipkiran.org/2013/10/28/gurcistanda-turk-varligi-borcali-karapapak-turkleri-ve-onlarin-gelecegi/

[7]  Aynı yerde

[8]  Metin site adına yayınlanmıştır, Mayıs 2014 tarihinde bu linklerden elde edilmiştir:
 http://www.tarihtendersler.com/nbk.asp?mk_id=264&id=25 
 http://www.ataturk.net/mmuc/kars.html
http://www.kurtulussavasi.gen.tr/moskova-antlasmasi.html
ve “Acaralıların Siyasi Özerklik Hakkının Süjesi Hâline Gelmeleri ve Türkiye’nin Bu Sürece Etkisi” Yazar: Doç. Dr.  Fahrettin Murtazaoğlu/ Mayıs 2014 Tarihinde bu linkten edinilmiştir: www.yesevi.edu.tr/bilig/biligTur/pdf/29/3_29.pdf‎

[9] “Stratejik Derinlik-Türkiyenin Uluslararası Konumu”, Dışişleri Bakanı Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu

[10] Daha fazla bilgi için “Devlet Dergisi”nin 452 Sayılı Mart-Nisan 2014 tarihinde yayınlanmış, İran üzerine incelememize baş vurulabilir. Yazımıza bu linkten de ulaşılabilir: http://devletdergisi.com.tr/makaleler/yazi/20/DUNDEN_BUGUNE_GERCEK_IRAN_VE_GUNEY_AZERBAYCAN_MİLLÎ_HAREKETI_.html

[11] “Gülüstan” ve “Türkmençay” Antlaşmalarının Azerbaycan Türkçesindeki metinleri Mayıs 2014 tarihinde bu linkten alınmıştır:
http://az.wikibooks.org/wiki/G%C3%BCl%C3%BCstan_m%C3%BCqavil%C9%99si
http://az.wikisource.org/wiki/T%C3%BCrkm%C9%99n%C3%A7ay_m%C3%BCqavil%C9%99si
http://rasulguliyev.wordpress.com/2013/04/19/gulustan-muqavil%C9%99si-az%C9%99rbaycan-xalqinin-faci%C9%99l%C9%99rl%C9%99-dolu-200-illik-g%C9%99l%C9%99c%C9%99k-tarixinin-baslangici-oldu/

[12]  “İran Türklerini Kapsayan Tebriz Merkezli Türk Düşünce Sistemi” üzerine çalıştığım, yayımlanmamış kitabımdan.
  Ve “Devlet Dergisi”nin 452 Saylı Mart-Nisan 2014 tarihinde yayınlanmış İran üzerine incelemem. Bu linkden edinilebilir: http://devletdergisi.com.tr/makaleler/yazi/20/DUNDEN_BUGUNE_GERCEK_IRAN_VE_GUNEY_AZERBAYCAN_MİLLÎ_HAREKETI_.html

[13] Aynı yerde

[14] Azerbaycan, Gürcistan, Türkiye ve Güney Azerbaycan medyasında 2011-2012 tarihlerinde defalarca yayınlanmış “Gürcistan Türklerinde Millî Kimlik Sorunu”başlıklı makalemize baş vurulabilir. Makaleye bu linkten ulaşılabilir:
http://rahimjavadbayli.blogspot.com.tr/2012/02/gurcustan-turklrind-millî-kimlik-sorunu.html

[15]  Daha fazla bilgi için: http://devletdergisi.com.tr/makaleler/yazi/20/DUNDEN_BUGUNE_GERCEK_IRAN_VE_GUNEY_AZERBAYCAN_MİLLÎ_HAREKETI_.html

[16]Geniş bilgi için aynı yerde

[17] “Çağdaş Tarihimiz ve Millî Hareketimizin Mübarize ve Maksat Stratejisi”adlı kitabımdan. Bu linkten ulaşılabilir:
http://rahimjavadbayli.blogspot.com/2009/11/cagdas-tariximiz-ve-millî-herekatmzn_03.html

[18] Daha fazla bilgi için: http://devletdergisi.com.tr/makaleler/yazi/20/DUNDEN_BUGUNE_GERCEK_IRAN_VE_GUNEY_AZERBAYCAN_MİLLÎ_HAREKETI_.html

[19] Aynı yerde

[20] Aynı yerde

[21]  İran Büyük elçisi Saccadi’nin Rusya Medyasına verdiği röportajı Mayıs 2014 Tarihinde bu linkten elde edilmiştir: http://sajjadi.livejournal.com/