İRAN TÜRKLERİ DÜNYA KONGRESİ BAŞKANI DR. ALİ RIZA NAZMİ AFŞAR İLE SÖYLEŞİ

07 Nisan 2016 12:58 Rahim CAVADBEYLİ
Okunma
6885
İRAN TÜRKLERİ DÜNYA KONGRESİ BAŞKANI DR. ALİ RIZA NAZMİ AFŞAR İLE SÖYLEŞİ

 
 
 
İran Türkleri Dünya Kongresinin Kurucu Başkanı Sayın Dr. Ali Rıza Nazmi Afşar, okurlarımız için kendinizi kısaca tanıtır mısınız?
Öncelikle kahraman Türk milletine ve ortak kültürü paylaştığımız dildaşlarıma, kan kardeşlerime ve derginizin okurlarına saygı ve selamlarımı sunuyorum.
Ben; Ali Rıza Emir Nazmi Afşar, İran doğumlu Avşar elinin Gündüzlü boyundanım. Geçen 900 yıl boyunca atalarım Huzistan, Musul ve Azerbaycan’da kayda değer hizmetlerde bulunmuş ve adları sanları iyilikle anılmaktadır.
Benim İran’da bulunduğum süreçte en son görevim Batı Azerbaycan’da Urmu ilinin eğitim öğretim il müdürlüğüydü. Ancak 1979 Devrimi sonrası ABD’ye yerleşerek 40 yılı aşkın süredir hayatımı burada devam ettirmekteyim. Yüksek eğitimime İran, İsviçre ve ABD’de devam ettim. ABD’de devlet adına uluslararası projelerin Kuveyt, Çin, Dubai, Vietnam finans ve uygulamasından sorumlu olarak yıllarca çalıştım.
 
Başkanlığını yapmakta olduğunuz kurum hakkında okurlarımızı bilgilendirir misiniz?
İran Türkleri Dünya Kongresinin kuruluşuyla ilgili şunu söyleyebilirim ki bu olgu aslında ulusal bir gereksinimin çıktısıydı. Gerçek şu ki belirli güç odakları İran’da ve dünyada bizim topraklarımızı bölüp parçalamak isterken aynı anda sinsi bir şekilde bizim millî ve kültürel kimlik ve varlığımızı da yok etmeye çalışıyorlar. Ne yazık ki halkımızın bir kısmı bilmeyerek bu güç odakların emellerine alet olup onların çığırtkanlığını yapıyorlar.
Bu noktada özet bir biçimde İran’ın içinde olup bitenlerden bahsetmek istiyorum. Tarihsel kaynaklara göre, Moğol dönemi sonrası Safevilerin iktidara gelişiyle birlikte Şuubiye akımı kendine uygun bir zemin bularak İran’da Türk-Fars dengesini bozmaya başladı. Onların görevi bir taraftan Türkleri aşağılamak, hor görmek diğer taraftan da Farsları yüceltmek ve değerli göstermektir. Bu misyonu ifa etmeye hep devam ettiler ve iki millet arasında kin ve nefret tohumları ektiler. Son 150 yıl içinde özellikle Pehlevi rejimi tarafından söz konusu Türk düşmanlığı körüklendi ve böylelikle bu siyaset gizli düşmanlıktan ulu orta düşmanlık kıvamına gelmiş oldu. İslami Devrim’le birlikte bir nebze de olsa bu siyasetin önüne geçilmiş oldu. Ancak İmam Humeyni’nin vefatı sonrası emperyalizmin uşaklığını yapmayı alışkanlık edinen Rafsancani, Hatemi, Laricani, Haddad Adil vb. gibi şovenist zihniyetin esiri birtakım kesim güçlenmeye başlayınca; rafa kaldırılan Türk düşmanlığı siyaseti yeniden işleme konularak asimilasyon politikasıyla birlikte uyduruk Fars tarihi ve kültürü yüceltilmeye başlandı.
Burada ilginç bir ayrıntıya dikkati çekmek istiyorum. Fars, Kürt, Beluç, Arap, Lur gibi İran halklarını düşünün. Hiçbir yerde onların alt etnikleri konumunda olan kavimlerden ve boylarından bahsedilmez. Kürt, Kürt’tür. Kırmanci, Hereki, Surani, Sincabi vs. olarak söylenmez. Neden? Onları fazla gösterebilsinler diye. Ancak bu durum Türkler için geçerli değil. Türklere gelince, Türk adının söylenmesi bile güvenlik meselesine dönüşüyor. Türk adını silmek için tarihi istedikleri gibi yeniden üretir ve yalan yanlış her şeyi söylemekten çekinmiyorlar. İran’da bütün ansiklopedik ve ders kitaplarında Azeri, Avşar, Halaç, Kaşkay, Türkmen, Kacar, Tatar, Özbek adını kullanıp sanki bu halklar birbirinden farklı milletlermiş gibi sunuyorlar ve halkın hafızasına da öyle kazımaya çalışıyorlar. Öte yandan Farslar çok gösterebilsinler diye Gilek, Lur, Mazeni, Talış gibi etnikleri istatistiklerde Fars dilli olarak kayda geçiyorlar. Nitekim bu küçük etnisitelerin birçoğu zaten Farsçayı benimsemiş ve kendini Fars olarak addetmeye başlamıştır.
Bizim “İran Türkleri Dünya Kongresi” adına misyonumuz, düşmanımızın bizden almak istediği kimliği, kültürü, yurdu, yani Türklüğümüzü koruyabilme uğruna insanımızı bilinçlendirme ve yurt dışında halkımızın sesi ve yüreği olabilmektir.
Bu teşkilatı kurmadan önce “Dünya Azerbaycanlıları Kongresi”nin ve ardından “Azerbaycan Millî Cephesi”nin ve en son da “Güney Azerbaycan Diplomatik Komisyonu”nun kuruluşunda yer aldım ve genel sekreterliklerini üstlendim. Bu bağlamda edindiğim tecrübelere dayanarak yurt içi ve yurt dışında yaşayan dava arkadaşlarımla bir araya gelerek bu kongrenin kurulmasına karar verdik. Bizim düşüncemize göre, ulusal kimlik (Türklük) bizim tek varlık nedenimizdir. Bu Türklük kimliğini; İran içinde, ister azınlık konumunda olmalarına rağmen üstünlük taslayan işgalci zihniyet olsun ister mevcut sömürgeci rejim zihniyeti olsun veya ister İslami rejimin içinde yuvalanmış şovenistik zihniyete sahip düşmanlar olsun, kimse bizim elimizden alamaz. Onlar “Böl, parçala, yönet.” siyasetiyle bizim yurdumuzu parçalayıp her birine farklı isimler koymuşsalar da asimilasyon için her tür renge boyanmışsalar da yine başaramamış, bizlerdeki Türklük ruhunu öldürememişlerdir. Tanrı’nın izniyle öldüremezler de.
İç düşmanlarımız Urmu Gölü’nü kurutabilirler ama bizim yüreğimizde akan ırkımıza dair aşkı ve sevgiyi kurutamazlar. Onlar bize Azeri diyebilirler ama biz “Haray, Haray, Men Türk’em!”, diyerek varlığımızı her an gösterebiliriz.
Bizim düşmanlarımız birçok komplo kurarak, kimi zaman milliyetçi kimliğinde bile, bizi ayrılıkçılığa sevk ettirmek ve büyük İran yerine küçük bir toprak parçasıyla yetinmemizi istiyorlar. Onlar Türklük sorununu bölgesel bir sorunmuş gibi lanse ederken amaçları Türklük hareketini belirli illere sınırlı kılarak millî meseleyi etnik bir hâle büründürmektir.
Dolayısıyla tarihsel zorunluluk ve ulusal benliğin ön plana çıkması gereği, İran Türkleri Dünya Kongresinin kuruluşunu bir millî göreve dönüştürmüştür. Bu doğrultuda biz de Türkiye ve Azerbaycan başta olmak üzere Avrupa’da ve ABD de bulunan arkadaşlarla birlikte görevimizi yerine getirerek bu kongreyi kurduk ve Kaliforniya eyaletinde kongrenin kayıt işlemlerini tamamladık.
 
İran Türkleri Dünya Kongresi hâlen faaliyette mi? Hangi çalışmaları yürütüyor?
İran Türkleri Dünya Kongresi şu an faaliyetlerine elbette devam etmektedir. Aslında hayatım boyunca inandığım tek şey, yapılan faaliyetlerin İran içinde sürdürebilmektir. Ancak ne yazık ki bu iş şimdilik imkânsız görünmektedir. Kongrenin üyeleri hakkında ne yazık ki bilgi veremiyoruz. Bu anlamda yurt içinden ve dışından bizim kongreye üye olan insanların ismini güvenlik gerekçesiyle açıklamaktan sakınıyoruz.
Kongrenin amacı; adalet savunucularının ve davaya inananların, en önemli görevleri olan millî ve kültürel kaygıları taşımanın yanı sıra tarihi yeniden okumaları ve tarihsel bilince varmalarıdır. Gerçek tarihimizi bilmediğimiz sürece sınırlar, millî egemenlik, kimlik ve alternatif devlet anlayışları ve ekonomisi üzerine herhangi bir davayı savunmak yüzeysellik olur ve ileride olumsuz sonuçlar doğurur.
Bu doğrultuda Kongrenin en temel görevi, bu tarihî kesitte ulusal uyanıştır. Bu bağlamda söz konusu uyanışa yetişebilmek için şu yollar izlenebilir:
A: Siyasi tehciri önlemek ve halkın güvenini kazanabilmek adına millî mücadele ve davada aşırılıktan ve marjinal hareket etmekten kaçınmak,
B: Ulusal Türk kimliğini benimsemek ve savunmak,
C: Son bin yıl içinde Türklüğün İslamiyet’le birlikte yoğrularak Bizans gibi güçlü bir devleti yıkarak üç kıtaya hâkim kılacak kadar büyük bir dalga oluşturduğu gerçeğine inanmak ve örnek almak,
D: İslam dünyasının birliğini zedeleyen ayrılıkçı düşüncelerden uzak durmak. Çünkü İslam dünyası parçalanırsa Türk dünyası da parçalanır.
 
İran’da yaşayan Türklerde son yıllarda belirgin bir millî uyanış ve kıpırdanma gözleniyor. Bunu neye bağlıyorsunuz? 
Gaspar Biro[1] şöyle diyor: “21. yüzyıl, milletlerin yükselme çağıdır.” Bu ibarenin gerçeklik payının yüksek olduğunu düşünenlerdenim. Ancak bunu unutmamak gerek ki bu yükselişin muhakkak birtakım önkoşulları vardır. Bu bağlamda İran’da Türk ulusal hareketinin oluştuğu ön koşulları şöyle özetlemek mümkündür:
-  Sovyetler Birliği’nin çöküşü,
-  Şahlık rejiminin çöküşü,
-  Sosyal ağların geniş kitlelere ulaşması,
-  Humeyni döneminde Türk düşmanlığı üzerine kurulu faşist zihniyetin geri oturması ve ardından Rafsencani ve Hatemi’nin iktidara gelmeleriyle birlikte yeniden hortlaması,
-  On yıllık savaş, oluşan toplumsal ve siyasal krizler,
-  Türkiye ve Azerbaycan başta olmak üzere Batı ülkelerinde milyonlarca İranlının varlığı.
Bunların hepsi aslında özgürlükçü ve milliyetçi düşüncenin İran’da hak ettiği konuma gelmesini sağlayacak zeminlerdir ve bu durum, gelecek için umut vadetmektedir.
 
İran yönetiminin Türklere yönelik tutumu konusunda ne düşünüyorsunuz?
Tamamen düşmanca. Bu tür düşmanlığı ne işgalcilerin, işgal ettikleri toprakların sahiplerine karşı besledikleri düşmanlıklarda ve hatta deyim yerindeyse ne de kölelik çağında kölelere karşı beslenen düşmanlıklarda görülmüştür. Bir ülke düşünün, Türk olan imparatorları ve kralları tarih kitaplarında hep Fars hayranı olmuş ve Fars kimliğini benimsemişler gibi lanse edilmiş ve sanki bu krallıklar Türkçe bir eser bile bırakmamışlar. Bütün kahramanlarımız, bilim insanlarımız, şairlerimiz ve dehalarımız Fars şahsiyetleri adı altında ders kitaplarında yerlerini almışlar.
Oysa gerçek şu ki İran bugünlere gelebilmişse Türkler canla başla bu vatanı korudukları için gelebilmiştir. Bugün dünyaya meydan okuyan bir İran varsa oradaki Türk komutanlar ve devrim muhafızları sayesindedir. Bu rejim, Türk halkının İslam’a olan inancından güç alıyor. Ama gel gör ki bir avuç faşist ruhlu Panfarsist, çektikleri her filmde, yazdıkları her eserde, oynadıkları her oyunda hep Türk milletini ve kültürünü aşağılamaktadır. Bu Panfarsist kesim; sadece İran’ın içinde muhafazakâr, reformcu, asker ve üst idari pozisyonları olan kesimlerden ibaret değildir. Yurt dışında mevcut muhalefette olan Şahçılar, Halkın Mücahitleri, solcular ve aydın geçinenlerin zihniyeti tamamen bu yöndedir. İçerideki rejim dostu faşistlerle dışarıdaki rejim düşmanı muhalefet arasında onca farklılıklarına rağmen tek ortak nokta, Türk düşmanlığıdır. Tabii ki bu kesim karşısında Türk kimliğinin bilincinde olan her kesimden insan var ve ellerinden geldikçe Panfarsistlere karşı gelmeye çalışıyorlar. Ancak Panfarsistlerin kitlesi az olsa da nemalandıkları yerden gelen maddi ve manevi destekler fazladır.
 
Güney Azerbaycan Türklüğünün geleceği hakkında ne düşünüyorsunuz?
Güney Azerbaycan; aslında İran Türklerinin adalet savunuculuğu ve kimlik arayışının sembolüdür. Ancak gerçek şu ki millî ve kimliksel bir davayı belirli bir coğrafyaya sığdırmak, bu davanın geniş coğrafyada dallanıp budaklanmasının önüne engel olmaktır. İran’da Türkler sadece Güney Azerbaycan’da yaşamıyor. Horasan’da da yaşıyor. İran’ın güneyinde, ortasında, sağında, solunda, her yerinde Türkler yaşıyor. Belirli odaklar bazı emeller doğrultusunda İran’da Türk varlığını sınırlı bir coğrafyaya yönlendirmek istiyor. Hâl böyle olursa küçük lokma kolay yutulur misali, bizi tarihten ve coğrafi alandan yok edip silmek kolay olur.
 
Türkiye, İran Türklüğü konusunda nasıl bir politika yürütmeli? AKP hükûmetinin İran siyasetinden hoşnut musunuz?
Türkiye Cumhuriyeti bir kardeş devlettir ve her zaman bizim için bu devletin izlediği politikalar ve ortaya koyduğu görüşler kayda değerdir. Türkiye devletinin kendine has sorunları, kaygıları ve ona göre izlediği stratejileri var ve istesek de istemesek de onu öyle kabullenmemiz gerekir. Bu da aslında bizim için önemli bir çıkış noktası olmalıdır. Ancak sorun şu ki iki komşu ülke olan İran ve Türkiye arasında tamamen karşıt bir tutum var. Bilindiği gibi devletler arası ilişkilerle milletlerarası ilişkiler birbirinden ayı gelişen bir olgular. Ancak iki ülkenin devletleri arasında bu kadar derinlikli ihtilafın bulunmasının kökenleri ne kadar Osmanlı Safevi’ye bağlansa da güç odaklarının rolü ve etkisi yadsınamaz. Sömürgeci zihniyetin temel siyaseti “Böl, parçala, yönet.” üzerine kuruludur. Bu anlamda şer güç odakları tarihten gelen bir anlayış içinde iki ülke arasında öyle bir nifak soktular ki bugün Türkiye için İran Perslerin ülkesi ve orada bulunan Türklerse “azınlık Azeri” konumuna gelmiştir. Artık gerisini siz düşünün. Tabii ki gerçek bu değildir. Ancak bu gerçek nasıl değiştirildi, bunun bilinmesi icap eder. İran’da iktidarın Türklerden Farslara geçişi son 150 yılda gerçekleşmiştir. Ne yazık ki bazı dava arkadaşlarımız arasında ve özellikle sol görüşe eğilimli olanlarda çok çelişkili ve üzücü yaklaşımlar görüyorum. Bunlar Güney Azerbaycan için bağımsızlık isteğinde bulunuyorlar. Oysa İran’da Güney Azerbaycan, bir yerde sadece Doğu ve Batı Azerbaycan ile Erdebil illerini kapsamaktadır. Bu illerin toplam nüfusu 8,5 milyondur. Oysa Türk nüfusunun sayısı İran’ın tümünde toplam 40 milyonu aşkındır ve 8,5 milyon bu rakamın dörtte biri bile değildir. Türk kimliği ve bilinci üzerine böyle yaklaşılmamalı ve meselenin boyutları iyi düşünülmelidir. İran diğer etniklerle beraber bütün halklarındır ve Türkler çoğunlukta oldukları için dillerinin resmî olmasını istemeleri gayet doğal bir süreçtir. Halk kendi kaderini kendi tayin etmek istemedikçe kimse onlara zorla bir şey yaptıramaz diye düşünüyorum. Bu doğrultuda başkalarından medet umarak bir yerlere varılmayacağına da inanıyorum.
Bu bağlamda İran Türkleri Kongresi Başkanı olarak Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nden sadece iki konuda beklentim olabilir. Birincisi, uluslararası düzlemde İran Türklerinin adalet ve insan hakları savunuculuğu hareketinin tanınmasına destek sunmak, diğeriyse Türk medyasında İran Türklerini gündeme getirmektir.
 
Uzun zamandır ABD’de yaşıyorsunuz. Amerikan yönetiminin İran Türklüğüne yönelik politikalarından memnun musunuz?
“İran Türkleri şimdilik ‘radar göstergesinde’ görünmüyor.” Bazı dava arkadaşlarımızın 20 yıl önce karşılaştıkları cevap buydu. Peki, bu 20 yıl süresi boyunca ne yaptık veya ne yapabildik? Bir şeyler değişti mi veya değiştirebildik mi?
Şahsım adına konuşmak istersem, ailemden aldığım terbiye doğrultusunda her zaman kendimden büyüklere saygılı oldum. Bu anlamda rahmetli Prof. Dr. Cevat Heyet’e büyük bir hayranlık ve sevgi duydum; hiçbir zaman da bu hislerim azalmadı. Bence Cevat Heyet, günümüz İran Türklerinin manevi atasıdır. Birçok kez kendisiyle görüşme fırsatım oldu ve birçok konu üzerine konuşup tartıştığımız oldu. Onunla iki konu üzerine asla uzlaşamadık:
Birincisi, harekette yolsuzluk yapmış veya suç işlemiş insanların deşifre edilmesi konusu. Cevat Heyet’e göre bunlar asla deşifre olmamalıydı. Çünkü hareketin itibarsızlaşmasına ve düşmanın bundan faydalanmasına sebebiyet verebilirdi. Ben böyle düşünmüyordum ve hâlen de düşünmüyorum.
İkincisi; o, millî hareketin farklı adlarla tek bir çatı altında toplanmasını isterken ben İstiklalciler ve Federatifçiler gibi farklı grupların oluşmasına karşıydım.
Benim birinci konu üzerine kendisiyle şöyle bir tespitimi paylaşmıştım: Bir hastanın kalp sorunu varsa üzerine gidilmeli, yoksa saklanılmalı. İkinci konu üzerinde ise şöyle bir benzetmem olmuştu: Bir bebeği, sırf yürürse bir yerlere çarpar sakatlanır diye beşiğe bağlamak doğru bir davranış mı?
Ne yazık ki bu düşüncelerim hiç dikkate alınmadı ve düşman da bu fırsattan iyice yararlanarak amaçlarına ulaşmış oldu. George Bush’un başkanlığı döneminde Amerika Senatosunda, Kongresinde ve birçok resmî kurumda insan hakları çerçevesinde İran Türklerinin kültürel haklarını dillendirdim ve iyi de tepkiler aldım. Ancak artık bunu yapamaz oldum. Çünkü güçlü bir organizasyon ve hareket oluşmadığı sürece yapılan her şey havada kaldığı gibi, bir de karşı düşmanın oyununa gelme durumlarına düşmüş oluruz.
 
İran Türklerinin yurt dışında yaşayan kesimi, bir başka deyişle diasporası yeterince organize olmadığı için uluslararası alanda etkili olamıyor. Bu konuda neler yapılabilir?
En önemli sorun sadece yurt dışında güçlü bir diasporanın olmaması değil. Asıl mesele millî uyanış ve öncelikler meselesidir. Bu diasporanın oluşmaması bile esas bu sorunun yan etkilerindendir. Şahsım adına; canıgönülden dava yolunda inatla mücadele eden dava arkadaşlarıma, bu doğrultuda yapılan bütün çalışmalara ve verilen emeklere sonsuz saygım vardır. Ancak gerçek şu ki kendiliğinden gelişen çalışmalarla ciddi bir sonuç elde etmek mümkün değildir. Bu doğrultuda İran Türklüğünün kültürü, tarihî mirası hakkında bilimsel çalışmalar yapılabilmesi için ciddi kurumlar gerekir. Bu bağlamda Azerbaycan ve Türkiye devletleri önemli destek sağlayabilirler. Amerika ve Batı ülkeleri; ister bu ülkelerdeki doğu karşıtlığı ister kültürel yabancılık nedeniyle olsun, bu tür çalışmalar için uygun bir zemin değildir.
 
ABD’deki siyasi faaliyetlerinizden söz eder misiniz?
Ben ABD’de öğrencilik yıllarından beri Berkeley Üniversitesi Kütüphanesinin üyesiyim. Ne yazık ki bu kütüphanede ABD ve İsrail’in yıllardır benimsediği ve bu doğrultuda medya aracılığıyla propagandasını yaptıkları Kürt konusu ve Kürtlerin siyasi talepleri üzerine birçok çalışmaya rastlarken İran Türklüğü, Ermeni Meselesi hakkında Türkiye’nin savunduğu tezlerle diğer önemli tarihî ve siyasi konular üzerine pek fazla esere rastlayamadım. Bu bağlamda bu kütüphanede İran konusunda da tanınmış Panfarsist kesimlerin yalancı Pers tarihi üzerine yazdıkları kitaplar da oldukça fazladır. Bu üniversite dışında birkaç üniversite kütüphanesini de gezdim ve ne yazık ki onlarda da durum aynıydı. Bu anlamda Türkiye dışında Türklük üzerine çalışmalar yapılacak bir merkez, ne yazık ki pek bulunmamaktadır.
Bu zorunluluğun farkındayım aslında. Bu nedenle 2004 yılında kimsenin yardımı olmadan kendi imkânlarımla İnternet üzerinden yayın yapacak “Anayurdu TV” adlı televizyon kanalını Kaliforniya’da kurdum. İzleyiciler tarafından güzel geri dönüşler aldım. Ancak tek başına böylesi bir televizyon kanalını idare etmek hem maddi açıdan hem de işleri yetiştirebilme açısından çok zordu ve bu yüzden kapatmak zorunda kaldım.
Gerçek şu ki kırk milyona yakın bir milletin kaderi yurt dışına göçmüş insanların eliyle değiştirilemez. Bir millet bu duruma gelmişse gerçekten vahim bir durum olur. Elbette katkımız olmalı ama her şeyi birileri yapsın, birileri destek çıksın üzerinden düşünüldüğü müddetçe bizim milletleşme sürecimiz hep aksayacaktır. Tabii ki İran Türkleri adına bir televizyon kanalının kurulması gerekli ve bu yapılmalı da. Ancak bu iş bir kişinin omuzlarında değil, bu davaya gönül veren herkesin omuzlarında olmalıdır. Bu doğrultuda millî ve dinî vazifemiz, şu anda dayanışma ve yardımlaşma içinde ortaklaşa hareket etmektir.
 
 


[1] Macaristan Eötvös Loránd Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Siyaset Bilimi Uzmanı.