“AZERBAYCAN İÇİN ATEŞKES ve MÜZAKERELER TALİHSİZ OLMUŞTUR”

09 Kasım 2020 15:37 Dr.Bahadır Bumin ÖZARSLAN
Okunma
2495
“AZERBAYCAN İÇİN ATEŞKES ve MÜZAKERELER TALİHSİZ OLMUŞTUR”

Dr. Bahadır Bumin Özarslan:
“AZERBAYCAN İÇİN ATEŞKES ve MÜZAKERELER TALİHSİZ OLMUŞTUR”
Hacettepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Milletlerarası Hukuk Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Dr. Bahadır Bumin Özarslan, Haber Global Televizyon kanalında Serdar Akdoğar’ın hazırlayıp sunduğu “Artı-Eksi” isimli programın konuğu oldu.
Programda, Azerbaycan ile Ermenistan arasında imzalanan ateşkes metnini değerlendiren Özarslan, ateşkes metninin dili ile saha arasında bir orantısızlık olduğunu belirtti.
Özarslan, “Eğer bu süreç 1 hafta veya 10 gün daha devam etseydi, muhtemelen Ermenistan ordusunda firarlar artacaktı. Çünkü kaybeden orduda firar başlar. Tam bu süreç başlamıştı ki ateşkes anlaşması yapıldı. Ateşkes ve müzakereler, bu yönüyle talihsiz olmuştur.” dedi.
Ateşkes metninin dili ile saha arasındaki orantısızlığı nasıl gördüğünü anlatan Özarslan, şunları söyledi:
“Bunu hangi anlamda görüyoruz? Çünkü sahada Azerbaycan birlikleri oldukça başarılı bir operasyon yürütüyordu. Ermeni birliklerinin herhangi bir başarısı yoktu. İşin daha da önemlisi 30 yıllık bir psikoloji, birdenbire çok hızlı bir şekilde değişmişti. Yani 180 derecelik bir değişiklik her iki taraf bakımından Azerbaycan lehine ve Ermenistan aleyhine gerçekleşmiştir. Metne baktığımızda bizim en azından bu ateşkes metninde bunu görüyor olmamız gerekiyordu. Ancak bunu göremiyoruz, hatta Ermenistan lehine bir durum söz konusu. Üzülerek bunu kabul etmek durumundayız. Onun için bizim açımızdan çok tatmin edici değil. İkinci olarak burada yine Minsk Grubu’na atıf yapılmış olması dikkat çekici. Minsk Grubu deyince eş başkanlık sistemi var burada. ABD, Fransa ve Rusya eş başkanlığında. Her ne kadar 11 üye arasında Türkiye de olsa da burada bir eş başkanlık sistemi söz konusu. Minsk Grubu'nun gerek Türkiye olarak gerek Azerbaycan olarak işlevsiz kaldığına biz zaten işaret ediyorduk. Bu işlevsizlik çok da tartışılan bir durum değil aslında. 1993-1994 yılından itibaren kabaca baktığımız zaman bugüne kadar Minsk Grubu bir arpa boyu bile yol alamamış durumda. Minsk Grubu kurulurken başından itibaren yanlış bir düzenleme ile kurulmuş olması, Rusya'nın olduğu bu masada en azından Türkiye'nin de başından itibaren bulunması gerekirdi. Fakat dönemin şartları Türkiye'nin o dönemki millî güç unsurları belki ona yetmedi. Ancak geldiğimiz durum, o dönemle karşılaştırılamayacak boyutta bulunmaktadır.”

ELÇİBEY’İN TÜRKİYE’DEN İSTEDİĞİ HELİKOPTER GÖNDERİLMEMİŞTİ
Özarslan, Azerbaycan'ın seçimle gelmiş ilk Cumhurbaşkanı rahmetli Ebulfeyz Elçibey’in o dönemde yaralı sivillerin nakli için Türkiye’den bir helikopter talebinde bulunduğunu ancak bu talebin yerine getirilemediğini hatırlatarak, “Ancak bugün geldiğimiz noktada Azerbaycan'la Türkiye'nin 'iki devlet-tek millet' politikası oldukça etkin bir şekilde ve somut iş birliği antlaşmaları ile her alanda yürüyor.” diye konuştu.
Bu somut iş birliğinin özellikle savunma sanayi alanında zirveye çıktığına dikkat çeken Özarslan, şunları kaydetti:
“Savunma sanayindeki işbirliğinin zirveye çıktığını, biz operasyonlar sırasında SİHA ve İHA teknolojisi ile gördük. Bu SİHA ve İHA teknolojisi, yalnızca Türkiye'nin terörle mücadelesinin değil aynı zamanda bölgenin de kaderini değiştiren, Türkiye'nin lehine bir teknoloji. Önce İdlib'de, sonra Libya'da, daha sonra da şimdi Azerbaycan'da gördük. Öte yandan, ateşkes belgesinde Minsk Grubu'na yapılan bu atıf yine Türkiye'nin burada fiilen masada olmaması sonucunu doğuruyor. Metne baktığımızda, müzakerelerin temel rejiminin daha sonra belirleneceği belirtilmiş. Her ne kadar temel esaslara bağlı kalınsa da ben burada yine müzakerelerle alakalı olarak en azından mesela Azerbaycan'ın 2007-2008'den itibaren ortaya çıkmış ve 2011'de yeniden güncellenerek gündeme gelmiş olan Madrid İlkeleri’ni de burada ismen zikrettirmesini beklerdik. Bu ilkeler aslında, arzu ettiğimiz hususları tam yansıtmasa bile yine de bazı kazanımlar sağlıyordu. Öbür taraftan bu müzakerelerin içeriğinin belirsizliği ve Madrid İlkeleri'nin belirlenmemesi, aslında daha da bizim için uygun şartlar sağlıyordu mevcut durumda. Çünkü birkaç gün önce Putin, kendisine sorulan bir soruya Yukarı Karabağ'ın Ermenistan'ın toprağı olmadığını belirtti ve hem Güvenlik Konseyi kararlarına atıfta bulundu hem de Rusya'nın buradaki tutumunu belirledi. Zaten Rusya, 1993'teki o dört karar yani 822, 853, 874 ve 884 sayılı kararlarda bildiğiniz gibi daimî üye olma sıfatı ile zaten oyunun varlığı bilinen bir taraftı. Müzakerelerden çıkan başka bir sonuç da açık uçlu olduğu, ne zaman başlayacağı ve nasıl yürüyeceği henüz belli değil. Bu da bizim açımızdan yine sahadaki ile uyumlu olmayan bir duruma işaret ediyor. Tabii burada Rusya'nın Paşinyan yönetimi ile ilişkisi de önemli. Paşinyan yönetiminin Kıta Avrupa’sı, ABD ve genel anlamda Batı ile daha yakın ilişkiler kurması ve Rusya ile mesafeli bir tutum takınması, 2018'de iktidara gelmiş olan Paşinyan bakımından Rusya'yı rahatsız ediyordu. Bu durumda çıkan bu savaş ve ardından Ermenistan'ın yenilmesi Paşinyan'ı zor durumda bıraktı. Paşinyan âdeta Rusya'ya yalvarır duruma geldi. Bu da Paşinyan'ı iç siyasette oldukça zor durumda bıraktı. Muhtemelen önümüzdeki dönemde bu ateşkesle birlikte Rusya'nın Ermenistan'daki iktidarın değişimi yönünde de bir rol oynaması şaşırtıcı olmaz. Eğer bu müzakere süreci açık uçlu olur veya metnin dilinden anladığımız kadarıyla bu müzakere süreci başlamaz, gecikir ya da başlayıp da uzarsa yeniden bir çatışmaya dönüşebilir. Ancak bu durum kış mevsiminin yaklaşması ve çatışmaların olduğu bölgenin dağlık bir bölge olması sebebiyle Azerbaycan bir an önce harekete geçmek, netice alabilmek için bu müzakere sürecini hızlandırmak ya da başka bir yol aramak durumunda kalabilir. Burada Azerbaycan'ın ön şartı olarak Yukarı Karabağ ve çevresinde işgal edilmiş topraklar boşaltılmadan, işgal sona erdirilmeden ateşkese yönelmesi ve bu sürede de yine eğer müzakereler başladığında da ön şart olarak bunu öne sürmemesi hâlinde hiç arzu etmiyoruz ama bu iş yine 30 yıllık sürece dönebilir. Azerbaycan'ın bu konuda çok dikkatli olması, sahadaki gücünü ve caydırıcılığını zaman zaman hatırlatması gerekir. Orasının bir Ermenistan toprağı olmadığına ilişkin olarak Putin’in verdiği bir garanti de var ayrıca.”

AİHM’İN ERMENİSTAN’I MAHKÛM ETTİĞİ 2015 TARİHLİ ÇIRAQOV DAVASI
Dr. Bahadır Bumin Özarslan, “Azerbaycan bu ateşkes metni ile Yukarı Karabağ'daki gayrimeşru oluşumu, masanın dışına itmiş oldu.” dedi.
Muhatabının da Ermenistan olduğunu ifade eden Özarslan, şu değerlendirmede bulundu:
“Ama 30 yılın sonunda bunu bir başarı olarak nitelendirmek doğru değil. Kaldı ki AİHM'nin 2015 tarihli bir kararına işaret edeyim ki o da Çıraqov Davası. İşgal edilen bölgelerde mülkiyet hakkı ihlal edilen ki Çıraqov ve beş arkadaşının Ermenistan'a açmış olduğu davada AİHM, Ermenistan'ın etkin bir otorite olduğunu kabul etti. Ermenistan'ın tanımadığı bir otoriteden bahsediyoruz Yukarı Karabağ'da. İkincisi, bu fırsat verme söylemi. Fırsat veriyoruz da bu çok gerçekçi değil. Mutabakatlara uymama kültürü ile meşhur bir Ermeniler ve Ruslar var karşımızda. Eğer daha da bunu genişletirsek genel olarak Türkiye Türkleri veya Türk dünyasının herhangi bir yerinde mevcut veya tarihe doğru gittiğimizde Batı ile muhatap olduğumuz mutabakatların hiçbirinde biz kazançlı çıkamadık. Örneğin Barış Pınarı Harekâtı'ndan sonra ABD ve Rusya ile yaptığımız mutabakatlar bugün işlemiyor. İdlib'de yine Rusya ile Esad'la dolaylı olarak yaptığımız mutabakatlar işlemiyor. Bunların sayısını artırmak mümkün. Türkiye Türkleri veya Azerbaycan Türkleri olarak mevcutta veya geçmişte mutabakatlarda bir türlü sahadaki başarımızı metne yansıtamadığımız veya mutabakat metnini sahaya yansıtamadığımız gibi durumlarla karşı karşıyayız. Uluslararası hukuka göre kendi kaderini tayin etme hakkı yani self determinasyon hakkı, Yukarı Karabağ için söz konusu olamaz. Çünkü Sovyetler Birliği'nin Anayasa’sına göre ayrılma hakkını kullanan cumhuriyetler bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir ve Sovyetler Birliği Dönemi’nde de mevcut sınırları ile bağımsız olmuşlardır hepsi. Yukarı Karabağ'daki gerek 1921'deki gerek 1988-1989'daki Sovyetler Birliği Politbürosunda ve Merkez Komitesinde yapılan tartışmalarda, bu bölgenin Azerbaycan'a ait olduğu kabul edilmiştir. Dolayısıyla Azerbaycan'a ait olan topraklarla ilgili olarak ayrılma hakkı kullanılamaz kendi kaderini tayin etme hakkı çerçevesinde. Kaldı ki kendi kaderini tayin etme hakkı, sömürge sonrası dönemde sömürgelerin bağımsızlığı için kullanılan bir haktır. Ondan sonrası bakımından zaten ülke bütünlüğü aleyhine işletilemez. Bu, çok yerleşik uluslararası bir hukuk ilkesidir. Burada kendi kaderini tayin etme hakkı masaya bile gelemez uluslararası hukuk açısından.”

ERMENİSTAN’IN YAYILMA POLİTİKASINI BİLMEMİZ GEREKİR
Dr. Bahadır Bumin Özarslan, bir başka hususa dikkat çekerken, “Özellikle bizim iç kamuoyumuzun Ermeni yayılma siyasetini bilmesi gerekiyor. Gerek Karabağ meselesi gerek Büyük Ermenistan meselesi gerekse 1915 Ermeni Olayları meselesinde Ermeni’nin Ermeni’ye propagandası 1950'lerde başlamış ve kısa sürede istenilen sonuca ulaşmıştır. Yani en az 50 yıl önce Ermeni iç kamuoyu, bu konuda tahkim edilmiştir. Nesiller boyu bu propaganda gerek Ermenistan'ın içinde gerekse Ermenistan'ın dışında yaygın bir kanaattir. Tek ses tek nefes ve tek söylem üzerinden yürütülüyor.” diye konuştu.
Oysa Türkiye kamuoyunda bu konularla ilgili propagandanın hâlâ çok geriden yürümekte olduğunu vurgulayan Özarslan, şunları belirtti:
“Bırakalım kamu diplomasisini, lobiliciği biz kendi kamuoyumuzda bile mesela 1915 meselesi ile ilgili olarak bugün çok farklı sesler duyuyoruz. Bu çok üzücü bir durum. Ermeni yayılma siyaseti bence çok önemli. Aşağı yukarı 300 yıl önce başlamıştır. 1722 itibarıyla bugünkü Ermenistan topraklarında tek bir Ermeni dahi yaşamıyordu. 1918'de Ermenistan bağımsızlığını ilan ettiğinde, nüfusun yarısı hâlâ Türklerden oluşuyordu. Yer adlarından da % 90'ından fazlası Türkçe idi. Bunları atlamamak gerekiyor. Sovyetler Birliği'nin hükümranlığı başladıktan sonra bile Ermeniler, “Türksüz bir Ermenistan” yaratmak için çok büyük katliamlar ve saldırılar yapmışlardır. O gün için nüfusun yarısını oluşturan Türklerden bugün bir tek Türk dahi kalmamıştır. Bunları bizim iç kamuoyumuz hâlâ bilmiyor. En önemlisi Büyük Ermenistan projesidir. Bu projenin Batı Ermenistan ayağı,  Türkiye topraklarının doğusudur ve hiç de öyle sadece Ağrı Dağı ve çevresi değildir.  Batı Ermenistan dediğiniz topraklar, kabaca tarif etmek gerekirse Trabzon hattından bir çizgiyi aşağı doğru Mersin'e kadar çekin, onun sağında kalan bütün toprakları işaret eder. Ne tesadüf ki bu aynı zamanda PKK'nın dört parçalı büyük Kürdistan'ın Türkiye ayağı ile de aşağı yukarı örtüşür. Onun için bu hususlar çok önemlidir. Karabağ meselesi de bundan bağımsız değildir. Burada asıl işaret etmek istediğim husus, sahadaki durumdur. Ateşkesin kalıcı olamayacağına işaret etmek istiyorum. Zaten şu anda fiilen ateşkes yok. Ermeniler saldırılarını aralıksız devam ettiriyor. Şu anda sahada herhangi bir ateşkes söz konusu değildir. Hiçbir yerde silahlar susmuş değildir. Azerbaycan ordusu şu anda ilerlemektedir ve kendi topraklarını yeniden ele geçirmektedir. Yani kendi topraklarını bir kez daha almaktadır. Kesinlikle bunun yeni bir statükoya dönüşmemesi lazım müzakere sürecinde. Yani, elimizdekilerle yetinmeye yönelik bir müzakere olmamalı ve ön şart olarak bu toprakların tamamen boşaltılması ileri sürülmeli.”
BİR TARAFTA ANKARA-BAKÜ-TİFLİS HATTI, DİĞER TARAFTA MOSKOVA-ERİVAN VE TARHAN HATTI
Programda, “Ben yine burada, Rusya'nın Minsk Grubu'nu her ne kadar bu metin işaret etse de Türkiye tarafından Suriye'de Astana Süreci'ne benzer bir yaklaşımla Rusya'yı ikna etmesini teklif ediyorum.” diyen Özarslan, değerlendirmelerini şöyle sürdürdü:
“Rusya Kafkasya'yı bir arka bahçesi olarak görüyor. Rusya, Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra yakın çevresinde eski SSCB topraklarını temel hareket noktası olarak aldığı için dış politikasında bu bölgelere Batı'nın müdahale etmesini istemiyor. Putin son yıllarda yakın çevresinde gücünü artırarak burada “Patron benim.” havasını iyice yaymaya başladı. Özellikle 2008 Gürcistan ve 2014 Kırım müdahaleleri ile de bunu Batı'ya gösterdi ki bu müdahaleler uluslararası hukuka aykırıdır. Bunu da belirtmek gerekir. Bu durum bu bölgedeki devletler bakımından da psikolojik bir durum yaratmıştı. Azerbaycan'ın uzun süredir müdahale edememesinin altında yatan değişik sebepler var. Bir sebep de yine Rusya'nın eski SSCB'ye dönme veya Rus imparatorluk kültüründen kalma alışkanlıklarını yeniden sahaya yansıtmasıdır. Bu müdahale ile bu da kırılmıştır. Öbür taraftan Suriye ile ilgili olarak Astana Süreci’nin kısmi başarı elde etmesi sonucu Türkiye ile Rusya'nın öncülüğünde bu bölgedeki problemlerin sadece Karabağ meselesinde değil Türkiye ile Ermenistan, Azerbaycan-Ermenistan, Türkiye ile Gürcistan arasındaki meselelerin masaya yatırılacağı bir yaklaşımı önerebilirim. Burada zaten ortaya çıkmış fiilî bir durum var. Ankara-Bakü-Tiflis Hattı'na karşılık Moskova-Erivan-Tahran Hattı var. Dolayısıyla bu meselenin çözümü ama yine ön şart olarak altını çiziyorum, işgal edilen toprakların terk edilmesi şartıyla, ardından da Güney Kafkasya'nın geleceği ve refahı ile ilgili olarak böylesi bir masayı teklif edebiliriz. Burada savaş hukuku kurallarının ihlal edilmesi, insan haklarının ihlal edilmesi, Cenevre Sözleşmesi'nin ihlali meselesi de var. Bunlar doğrudur. Fakat bunların fiilî olarak Ermenistan'a bir baskıya dönüşmesi uluslararası hukukun kendi sistematiği açısından biraz daha uzun ve meşakkatli yollardır. Ancak kısa zamanda sonuç alabileceğimiz bir yol AİHM tarafından daha önce kabul edilmiş olan Çıraqov Davası'dır. Altı Azerbaycan vatandaşı, mülkiyet hakları ihlal edildiği için Ermenistan'dan tazminat kazanmıştır. Şimdi burada, Azerbaycan'da yaşayan ve “kaçkın” diye ifade edilen, mülkiyet hakları ihlal edilmiş olan, Karabağ'da ve işgal edilmiş olan diğer bölgelerdeki Azerbaycanlı vatandaşların emsal olması münasebetiyle süratle AİHM'ye başvurarak hızlıca bu süreci başlatmaları gerekir. Çünkü bu müracaatların sayısı binlerce ifade edilebilecek bir hâle gelirse Ermenistan bunu kendisi açısından bir mali külfet getirmesi sebebiyle düşünecektir. İşgalin daha hızlı sona ermesi bakımından faydalı olacaktır. Bu Çıraqov Davası ile ilgili benim danışmanlığını yaptığım bir tez de yapıldı. Elektronik ortamda erişebilmek mümkündür. Bu tez, Arzu Sadigzâde tarafından yazılmıştır ve kitaba da çevrilmiştir. Ben, Azerbaycan kamuoyuna da Türkiye'nin de teknik destek vermesi amacıyla Türk kamuoyuna da bunu hatırlatmak isterim.”