Türkiye–NATO İlişkilerinde “Ayrılık Zamanı” Geldi mi?

05 Aralık 2018 12:37 Prof. Dr.Celalettin YAVUZ
Okunma
6563
Türkiye–NATO İlişkilerinde “Ayrılık Zamanı” Geldi mi?

İstanbul Ayvansaray Üniversitesi Dekanı Prof.Dr.Celalettin YAVUZ

Türkiye–NATO İlişkilerinde “Ayrılık Zamanı” Geldi mi?                    

Giriş
Türkiye’nin 2015-2016 yıllarında Avrupa Birliği (AB) ve ABD’yle Suriye merkezli yaşanan sıkıntıları 2017 yılı ve sonrasında da devam etti. NATO’nun Norveç’te Kasım 2017’de Trident Javelin adlı komuta kontrol tatbikatında Atatürk’ün fotoğrafı ve Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan’ın ismi “düşman taraf” olarak gösterildi.  Aynı dönemde Cumhurbaşkanı Erdoğan adına açılan bir hesapta “…Türkiye Cumhuriyeti ile FOS (tatbikatta varsayılan düşman ülke) arasında anlaşmaya varıldı. Teşekkürler Başkan Blixen (düşman ülke lideri).” mesajı atıldı.  Bu gelişmeler Türk kamuoyunda “Dostlukları böyleyse, acaba düşmanlıkları nasıl olur?” diye tepkiyle karşılandı. Her ne kadar NATO’nun en üst düzeydeki makamlarından ve Norveç yönetiminden özür dilenmişse de Türkiye tatbikattaki 41 askerini geri çekti. Skandalı gerçekleştirenlerin bir medya teknisyeni ile Norveç silahlı kuvvetlerinin bir sivil personeli olduğu ve görevine son verildiği açıklandı.  Bu olayla birlikte Türkiye’nin NATO üyeliği bir kez daha tartışılmaya başlandı.

Bu olay tazeliğini korurken, Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’la ilgili bir skandal da Kanada’dan duyuldu. 9. Halifax Uluslararası Güvenlik Forumuna katılan Akar’ın konuşması öncesi ilgili kurumun Twitter hesabında, Akar’ın 15 Temmuz FETÖ Darbe Girişimi sırasında boynunda kemer izlerini gösteren fotoğrafı paylaşıldı. Çok daha temiz ve net fotoğraf bulunabilecekken, “darbe” çağrıştıran fotoğrafın gösterilmesi NATO’yla ilgili tartışmaları yeniden alevlendirdi.  Olayı bireysel olarak değerlendiren Türkiye’nin NATO Eski Daimî Temsilcisi Büyükelçi Ümit Pamir, olayı iç politika malzemesi hâline getirmek yerine ceza sisteminin işletilmesini ve hemen “NATO bana karşı.”diye düşünülmemesi gerektiğini önerdi. Buna karşılık aynı konuda tam tersi bir görüşle “NATO hâlihazırda 15 Temmuz karanlık darbe girişiminden ne ölçüde haberdar olduğunu veya organizatörü olup olmadığını Türk kamuoyunu ikna edici biçimde açıklayamadı!” şeklinde yorumlayarak, Türkiye’deki Patriot hava savunma füzelerinin çekilmesini isteyen, NATO ülkelerinin Türkiye’yi tehditle ettiğini düşünenler de vardı. Öyle ki, “NATO karşıtı olmamak; vatansever olmamak!” gibi bile algılanır olmuştu.  Büyükelçi Pamir ise ABD’nin NATO’nun en sözü geçen üyesi olsa da “ABD ne derse olur.”diye bir şey olamayacağını, ABD’ye kızıldığında her şeyin NATO’ya mal edilmemesi gerektiğini belirtti. 

Güvenlik politikaları, ABD, AB ve NATO ile ilişkileri izleyen bir köşe yazarı ise daha önce “NATO’ya karşı VP üyesi Doğu Avrupa ülkelerinin büyük çoğunluğunun NATO üyesine dönüşerek ABD’nin askerî güvenlik şemsiyesi altına sığındığını”  ifadeyle, tüm Avrupa’nın can attığı NATO üyeliği konusunda “Pire için yorgan yakmaya değmez!” der gibiydi. Türkiye adına NATO karargâhlarında ve Türkiye’de bu konuyla uğraşmış müstafi Donanma Komutanı Emekli Oramiral Nusret Güner NATO’nun önemini şöyle vurgulamıştı:
“Türkiye, Batı’dan büyük kötülük görmüştür, ama bu AKP iktidarından çok evvelden beri vardır.  (…) Türkiye’nin yarım yamalak da olsa, tek söz sahibi olduğu teşkilat NATO’dur. Türkiye’nin ‘Hayır!’ dediği hiçbir şeyi NATO yapamaz. Tabii yapmak istiyorlarsa, ABD olarak, İngiltere olarak, Almanya olarak yapabilirler. NATO’dan çıkan bir Türkiye, onların işlerini daha da kolaylaştırır. Güvenlik ve ekonomi yönünden kendi kendinize yeterliyseniz içinize kapanabilirsiniz, bağımsızım diyebilirsiniz. Aksi takdirde, özellikle bir  ‘güvenlik şemsiyesi’ne ihtiyaç duyarsınız. Yani NATO’dan çıkalım diyenler hangi şemsiyeye girebileceklerini de söylemeliler. Tabii, NATO’dan çıkıp, başka bir güvenlik şemsiyesi altına gireceğiniz ülkelerin emperyalist emelleri olmadığını söylemek biraz zor. Onun için bazı gizli maksadı olanlar, hep ‘Bağımsız Türkiye-NATO’dan çıkalım.’ derler. Rusya, Çin vb. ile beraber olalım demeyi telaffuz etmezler.”
Amerikalılar da dâhil NATO ülkelerinin uzmanlarınca Türkiye’nin ittifaka ve Batı dünyasına katkıları da vurgulanmaktadır.  Bunlardan ünlü Jeopolitikçi Zbigniew Brzezinski Türkiye için, “Karadeniz bölgesinde istikrarı sağlayan, Akdeniz’e geçişi kontrol eden, Rusya’yı Kafkaslar’da dengeleyen, kökten dinciliğin karşıtı ve NATO’nun güney kanadı olarak önemli bir ülke konumuna sahiptir!” şeklindeki ifadeleriyle, Soğuk Savaş sonrası bile övgüler yağdırmıştı.

Bu çalışmada “Türkiye’nin, 1949’da kurulduktan sonra üyesi olabilmek maksadıyla oldukça yoğun çaba sarf ettiği NATO’dan, Soğuk Savaş sonrası değişen güvenlik algılamaları sonucu artık ayrılma zamanı geldi mi?” şeklinde, Türkiye’nin güvenliğiyle yakından ilgili soruya cevap bulunmaya çalışılmaktadır.

NATO’nun Kuruluş Maksadı ve Türkiye’nin İttifaka Üyeliği
Geleneksel askerî politik yaklaşımda güvenlik, devletin bekasıyla ilgili olup, hayati tehditlere karşı savunma söz konusudur. Bu güvenlik anlayışına göre “tehdidin ortadan kaldırılması için kuvvet kullanımı dâhil olağanüstü önlemler alınması” meşrudur. Uluslararası ilişkilerde güvenlik kavramı içerisinde “Uluslararası sistemin bütünü ya da bütüne yakınının güvenliği, coğrafi ya da işlevsel alt sistemlerin, bölgelerin güvenliği, devletin güvenliği, toplumun güvenliği, toplumsal alt grupların güvenliği ve bireylerin güvenliği”  temel esaslardır.
I. Dünya Harbi ve 21 yıl sonra II. Dünya Harbi’ni yaşayan Avrupa, benzer yıkıcı savaşlara karşı güvenlik sorunlarını çözebilmek maksadıyla arayışlar içerisine girdi. Nisan 1949’da Kuzey Atlantik Antlaşması barışı koruma ve özgürlüklerini korumak maksadıyla bağımsız ülkelerce kuruldu. Kısaca NATO denilen ittifaka üye ülkeler, siyasi dayanışma ve askeri savunma vasıtalarıyla gerektiğinde kendilerine karşı olabilecek her türlü saldırıyı püskürtebileceklerdi. NATO ittifakına giden yolda II. Dünya Harbi sonrasında Avrupa’nın doğusunda Sovyetlerin büyük bir güç hâlinde devamı, Avrupa kıtasındaki ülkeler de dâhil, rejim ihracı çabaları ve Avrupa’dan başlayıp tüm dünyada baş gösteren ABD-Sovyetler arasındaki üstünlük yarışının payı büyüktü. Türkiye, Yunanistan, Norveç’e ilaveten Avrupa’nın batısında dahi Sovyet tehdidi hissediliyordu. Savaşta yıkılan Avrupa’da İngiltere, Fransa, Belçika, Hollanda ve Lüksemburg arasında 17 Mart 1948’de Brüksel Anlaşması imzalandı. Ardından SSCB’ye karşı Batı Birliği Savunma Örgütü adıyla bir askerî örgüt kuruldu. Ancak savaş yaralarını sarmakta olan bu ülkelerin SSCB’ye karşı caydırıcılığı çok zayıftı. Bu sebeple 4 Nisan 1949’da ABD, Kanada, İtalya, Danimarka, Norveç, Portekiz, İzlanda ve Brüksel Anlaşması’nı imzalayan ülkelerle Washington’da NATO’nun ilk 12 kurucu ülkesini oluşturdular.  Böylece NATO’nun ilk Genel Sekreteri İngiliz Lord Hastings Lionel Ismay’ın “ABD’yi içerde, Sovyetleri dışarıda, Almanları aşağıda tutan!” şeklinde tanımladığı NATO ittifakı doğdu.

II. Dünya Harbi devam ederken Rusya Dışişleri Bakanı Molotov, Moskova Büyükelçisi Rauf Selim Sarper’e 1925 tarihli saldırmazlık anlaşmasının uzatılmayacağını notayla bildirdi. Ayrıca, Boğazlar rejiminin değişmesi gerektiğini de söyledi. Bir diğer görüşmesinde 1921 Moskova Anlaşması ile Türk tarafına bırakılan Kars ve Ardahan’ın istenmesi takip etti. Sovyetlerin bu talepleri, Türkiye’yi Batı şemsiyesi altında bir ortak savunma arayışına yönlendirdi.  11 Mayıs 1950’de CHP iktidarı NATO’ya resmen üyelik başvurusunda bulundu, sonuç alınamadı. Aynı yıl gerçekleştirilen genel seçimlerin galibi Demokrat Parti iktidarı 25 Temmuz 1950’de Kore Savaşı’na ABD ve müttefiklerinin yanında 4.500 kişilik bir askerî kuvvet gönderdi. 1 Ağustos 1950’de de üyelik için bir kez daha NATO’ya başvuru yapıldı, gene reddedildi. Bu arada Türk askeri Kore Savaşı’nda üzerine düşen görevleri başarıyla gerçekleştiriyordu. ABD’nin, 15 Mayıs 1951’de Türkiye ve Yunanistan’ın üyelik teklifi üzerine İngiltere ve Kuzey ülkeleri de rıza gösterince iki ülke 18 Şubat 1952’de NATO üyeliğine kabul edildiler.  Türkiye’yi Batı Bloku içerisine iten Sovyetler ise Stalin’in ölümünden sora 1953’te Türkiye ile ilgili Boğazlar, Kars ve Ardahan gibi taleplerinin tümünden vazgeçtiklerini açıkladılar.

1955’te Sovyetlerin liderliğinde Varşova Paktı (VP) kuruldu. Bundan sonra NATO ve VP arasında bir güç dengesi oluştu. ABD, zaman içerisinde Batı Bloku ve Avrupa’nın güvenlik ve siyasi mimarisinin başlıca aktörü hâline geldi. Bloklar arasındaki kuvvet dengesi nükleer silahlara dayandığı gibi, konvansiyonel silahların dengesi de önemliydi. Bu tarihten sonra bloklar içerisinde yer alanların bağlı oldukları bloku terk etmeleri neredeyse imkânsız hâle gelmişti.  1960’lı yıllardan itibaren dünya denizlerinde savaş gemileri dolaştırmaya, dünyanın her yerindeki politik sorunlara müdahil olmaya başlayan Sovyetler, 1964 Kıbrıs Krizi sırasında Türk Boğazlarından Akdeniz’e çok sayıda savaş gemisi sevk etti. Özellikle Suriye olmak üzere, Suriye ve Irak’ın Sovyetlerle ittifak anlaşmaları dikkate alındığında, Türkiye NATO’ya daha sıkı sarıldı. İstihbarat maksatları ve Sovyet sisteminin çökertilmesi için NATO müttefiki ABD ile mümkün olduğunca yakın iş birliğine girdi. Türkiye’nin o dönemde NATO üyeliğini destekleyen ABD’nin bir zamanlar Orta Doğu siyasetinde etkili isimlerinden George McGhee, Soğuk Savaş’ın son günlerindeki bir yazısında, Türkiye’ye karşı ilginin nedenini “Kanımca Orta Doğu, 1952’den bu yana Türk Silahlı Kuvvetlerinin barikat görevi yapmaya ve Türkiye’nin NATO garantisi sayesinde NATO güçlerini bölgeye çekmeye hazır olması dolayısıyla korunabilmiştir.” şeklinde açıklamıştır. Yani ABD açısından nasıl ki Türkiye’nin NATO üyeliğiyle ABD’nin Orta Doğu politikası örtüşmüşse, Türkiye’nin de Sovyet tehdidi karşısında ABD’yle çıkarları örtüşmüştü.

Varşova Paktı  -  Sovyetlerin Dağılması ve NATO
1985’te Sovyetler Birliği Genel Sekreteri seçilen Mihail Gorbaçov, Glasnost (açıklık) ve Prestroika (yeniden yapılanma) adı verilen politikalarıyla siyasi, ekonomi ve toplumsal alanlarda dönüşüm yapmak istedi. Bunlara ABD ile bir seri silahsızlanma görüşmeleri de eklendi. Malta Zirvesi sonrasında “Soğuk Savaş’ın sona erdiği ve kalıcı barış çağının başladığı!” bildirildi. Böylece Soğuk Savaş gerilimi azaltılırken Sovyetlerin ve VP’nin dağılmasının fitilini de ateşlendi. Önce Doğu ve Batı Almanya Sovyetleri sıkıntıya sokan bir şekilde 1990’da birleşti. Almanya’nın birleşmesi Sovyetlere ilaveten bazı NATO ülkelerini de huzursuz etti. Zbigniew Brzezinski İngiltere ve Fransa’nın tutumunu “Savaş sonrasındaki iyi ve demokratik siciline rağmen Avrupa’da güçlü ve potansiyel olarak egemen bir Almanya’ya karşı hâlâ duyulan korkuyu hafifletmede NATO’nun katkısını koymak için burada Thatcher ve Mitterand’ın Almanya’nın birleşmesini geciktirmek ve hatta önlemek için yaptıkları son dakika manevralarını hatırlatmak yeterlidir!” şeklinde tanımlamaktadır.

ABD’nin, birleşik Almanya’nın NATO üyesi olması talebine Sovyetler önce itiraz etmişse de NATO kuvvetlerinin Doğu Almanya’da bulunmamaları koşuluyla rıza gösterdi. 4 Aralık 1991’de SSCB’de 12 cumhuriyetten 11’i Alma Ata’da “Bağımsız Devletler Topluluğu” adıyla bir anlaşmayı imzalayarak Sovyetler Birliği’ni tarihe gömdüler. Soğuk Savaş’ın sona ermesinden sonra birçok NATO üyesi ülkenin jeopolitikçileri ve strateji düşünürleri bunu “NATO dayanışmasının bir zaferi” olarak gösterdiler. Brzezinski ise bu gelişmeyi “Son 50 yılın bize öğrettiği en önemli ders, Avrupa’daki güvenliğin Avrupa’daki uzlaşmanın temeli olduğudur. NATO olmasaydı Fransa, Almanya ile uzlaşmak için kendisini yeterince güvende hissetmezdi.” şeklinde özetlemişti. Yani NATO olmasaydı Avrupa Topluluğu hayat bulamaz,  VP’nin eski üyesi Polonya kendini güvende hissedemez, Çek Cumhuriyeti-Almanya ve  Macaristan-Romanya ilişkilerinin güvenliği sağlanamaz, hatta Ukrayna’nın güvenlik hissiyatı gerçekleşemezdi. 

Soğuk Savaş Sonrası Güvenlik Anlayışı ve NATO
19 Kasım 1990’da Paris’te Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı (AGİK, daha sonra AGİT) zirvesinde “Yeni Bir Avrupa için Paris Şartı” yayımlandı. AGİK bölgesinde “Güven ve Güvenlik Arttırıcı Önlemler” paketiyle ilgili Viyana Belgesi ile NATO ve sonu yaklaşan VP’nin 22 ülkesiyle Avrupa Konvansiyonel Kuvvetler Antlaşması (AKKA) imzalandı. Böylece devletlerin toprak bütünlükleri ile siyasi bağımsızlıklarına karşı tehdit ve güç kullanılmasının önüne geçilmiş olacaktı.

NATO’nun 1991 Roma zirvesinin sonuç bildirisinde “Stratejik Konsept” adı altında Soğuk Savaş Dönemi’nin düşmanlıklarının bir tarafa bırakan “Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri ile iş birliği öngörülerek bu ülkelerin gelişmelerinin ittifakça desteklenmesi” kararı alındı. NATO, AGİT, AT, Batı Avrupa Birliği (BAB) ve Avrupa Konseyi gibi kuruluşların birbirini tamamlayıcı rol oynayacaklardı. İttifakın, “Güvenliğin sağlanması”nda en önemli vazifesinin siyasi yolların kullanılarak gerçekleştirilmesi yönünde değişikliklere başlandı. NATO’nun 1991 yılı “Stratejik Konsepti”nde savunma ve caydırma, barışa katkı, bir üyeye yapılan saldırıya ittifakın tamamına yapılmış gibi karşılık verme, kolektif savunma gibi değişmeyen ilkelerine yenileri eklendi. NATO’nun ilk kez “gizli” olmayan stratejik konseptinde şu ifadeler yer alıyordu:
“İttifakın güvenlik politikası; diyalog; iş birliği ve etkin kolektif savunma temeline dayandırılmış olup bunlar barışın korunmasında birbirlerini karşılıklı olarak güçlendiren unsurlar olarak değerlendirilmektedir. Yeni fırsatlardan tam olarak yararlanmak suretiyle, İttifak savunma ihtiyacı için uygun olan en asgari düzeyde kuvvet bulundurmak suretiyle güvenliği sağlayacaktır. Bu yolla İttifak; kalıcı bir barış düzeninin sağlamlaştırılmasına köklü bir katkıda bulunmaktadır.”

Aralık 1991’de AB ülkeleri arasında, Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği (AGSK) kavramını açıklayan Maastricht Antlaşması imzalandı. Avrupalı bir kurum olan Batı Avrupa Birliği (BAB)’ne Brüksel Antlaşması’na taraf olan AB ülkelerine tam üye olma hakkı tanınırken, NATO üyesi ancak, AB üyesi olmayan ülkelere ve diğer Avrupa ülkelerine farklı statüler getirildi. Norveç, Türkiye ve İzlanda’ya “Ortak Üyelik” statüsü verildi, Danimarka ise kendi isteğiyle ortak üye statüsü aldı. AB üyesi olup da NATO üyesi olmayan İsveç, Finlandiya, Avusturya ve İrlanda ise gözlemci statüsüne alındı.  NATO içerisinde, daha sonra AB’nin Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikasına (AGSP) dönüşen AGSK’nin amacı; “NATO’yu sadece kolektif savunma, yani 5’inci madde görevleri ile kısıtlamak, AB içinde Avrupa kriz yönetimine ilişkin yeni bir karar mekanizması yaratmak, kriz yönetimi, barısı destekleme harekâtında kendi kendine karar verebilen, yeterli bir askerî güç ile desteklenen bir Güvenlik ve Savunma Kimliğine kavuşmak, bunları sağlarken ilave bir harcamaya gitmeden NATO imkân ve kabiliyetlerini kullanmak” idi. Kriz yönetimi ve barışı destekleme harekâtında, sorumluluğun AB tarafından yüklenilmesi halinde NATO’nun, nükleer caydırıcılık ve 5’inci madde görevleri için ihtiyat kuruluşuna dönüşebileceği de ileri sürülmüştü.

NATO, Soğuk Savaş sonrası dağılan Yugoslavya’daki Bosna-Hersek Krizi’nde BM’nin talebi üzerine silah kullandı. Adriyatik Denizi’nde Müttefik Deniz Kuvvetleri Harekâtı (Sharp Guard) ile Yugoslavya’ya silah gönderilmesini önlerken, Bosna-Hersek ve Hırvatistan hava sahasını Sırp hava araçlarına kapayan BM Barış Harekâtı’na (UNPROFOR) koruma ve destek sağladı. NATO’nun bu işlevi, Sırbistan’ı destekleyen ve NATO’nun dağılmasını bekleyen Rusya’da hayal kırıklığı yaratmıştı.

1998’de Lüksemburg’da 2000’li yılların Avrupa sınırları belirlenerek muhtemel AB ülkeleri sıralanırken Türkiye,  Avrupa sınırları içinde yoktu. Zirvede gelecekte AB üyeliği perspektifi getirilen Çek Cumhuriyeti, Macaristan ve Polonya Mart 1999’da NATO üyeliğine ve BAB’a ortak üyeliğe kabul edildiler.  NATO’nun Avrupa bacağındaki ülkeler içerisinde özellikle Fransa ve Almanya AB’nin kendi savunma mekanizmasının gerekliliğini işaret ediyorlardı. Öncelikle NATO imkânlarından yararlanmak isteyen bu ülkeler, destek vermemesi halinde NATO’ya ihtiyaç kalmayacağını şöyle açıklamaktaydılar:
“Koşmak isteyen, bacaklarını bağlamamalıdır. Büyük bir ekonomik güç olan AB, askerî konulara geldiği zaman maalesef bunu yapmaktadır. Bu alanda dikkatli konulara geldiği zaman maalesef bunu yapmaktadır. Bu alanda dikkatli davranmalı ve AB karar vermelidir. ABD’nin bu konudaki açıklaması ise aynı gerçeği bir başka açıdan dile getirmiştir. ‘NATO’nun harekât ve planlama sistemlerini AB’ye açmazsak onlar er veya geç kendi sistemlerini kuracaklardır; bu da gelecekte NATO’yu bitirebilecektir.”

Bu ifadelere göre savunma açısından yetersiz AB, kendi güvenlik ve savunma politikalarında NATO’ya bağımlıdır. Dolayısıyla AGSP’yi NATO’nun, hatta ABD’nin kontrol ettiği ileri sürülebilmektedir.  

NATO’nun 1999 Washington zirvesinde bir diğer “Yeni Stratejik Konsept”in esasları “Transatlantik bağlantısının korunması (Avrupa ve Kuzey Amerika’nın güvenliğinin ayrılamaz olduğu konusunu vurgulanması), etkili bir askerî gücün devamı (bilhassa kriz yönetimi konularında), AGSK sürecinin NATO dâhilinde sürmesi, kriz yönetimi ve çatışmaların önlenmesi, ortaklık iş birliği ve diyalog, genişleme ve son olarak da var olan silahların kontrolü, silahsızlanma ve silahların yayılmasının önlenmesi!” şeklinde belirlendi. Terör ise sabotaj ve örgütlü suçlarla birlikte “güvenlik riski” olarak belirtilmişti. Bu konseptte, özellikle Sovyetler dağıldıktan sonra kontrolü sağlanamayan “Kitle İmha Silahları (KİS)”’nın “haydut devlet” diye nitelenen ülkelerin eline geçmemesi gerektiği vurgulanmaktaydı. Güvenlik kavramı, savunma boyutuna ilaveten siyasi, ekonomik, sosyal ve çevresel faktörlerle birlikte daha geniş bir tanıma dayandırıldı. NATO’nun bu yeni güvenlik kavramı çerçevesinde ittifakın görev bölgesi de Avrupa-Atlantik bölgesinin dışına taştı.   Daha sonra ABD’de el-Kaide terör örgütünün yaptığı ileri sürülen 11 Eylül 2001 terör olaylarının ardından güvenlikle ilgili kavramlar yenilenip önlemler ve stratejiler değiştirildi. 2000’li yılların başlarında Avrupa ve NATO için tehdit denildiğinde askerî olanlardan çok yolsuzluk, beceriksiz hükümetler, organize suç örgütleri, sınır güvensizliği, silah, uyuşturucu ve insan kaçakçılığı, yasa dışı göç, etnik ve din eksenli çatışmalar, KİS’lerin yayılması, doğal kaynakların tehdit derecesinde azalmaya başlaması ve terörizm akla geliyordu. 11 Eylül 2001’le birlikte ilk kez NATO’da bir terör tehdidine karşı 5’inci madde işletildi. ABD ve İngiltere, ittifakın “ortak meşru müdafaa hakkı”na dayanarak, Afganistan’da yuvalanan el-Kaide terör örgütü ile bu örgüte kucak açan Taliban’a karşı askeri müdahale gerçekleştirdi.  Böylece NATO ilk kez sorumluluk alanı dışında (out of area) askerî harekât icra ediyordu. 

Kasım 2010’daki Lizbon Zirvesi’nin ardından yeni stratejik konseptte terör “doğrudan tehdit” kabul edildi. Keza “Teknolojinin gelişmesiyle ortaya çıkan güvenlik riskleri, ulaştırma hatlarının, taşımacılığın ve uluslararası ticaretin güvenliği, (…) transatlantik bağlarının sağlam tutulması, ittifakça krizlerin önlenmesi, çatışmaların yönetilmesi ve çatışma sonrasında istikrarın sağlanması, demokratik standartlara ulaşan Avrupa demokrasilerine kapıyı açık tutmak, etkili, verimli ve esnek bir ittifak için reformları sürdürmek” de özellikle vurgulanan hususlardı. Dünya nükleer silahlardan arındırılmaya çalışılırken, NATO’nun bu silahlara sahip olmaya devam etmesi de planlanmıştı.  İttifaka ait geniş coğrafi alanları hedef alan balistik füzelerin, hedef ülkelere ve insanlarına vereceği zararın önlenmesi için atmosfere girmeden, atmosferin dışındaki uzay boşluğunda önlenmesi için savunma sistemine ihtiyaç vardı. Bu yeni strateji de ABD’nin füze savunma imkân ve kabiliyetlerinin devreye girmesini gerektiriyordu. Aksi hâlde kısa ve orta vadede bunun uygulanma şansı yoktu.

Sovyetlerin mirasçısı Rusya dünya liderliğini ABD’ye kaptırsa da ABD’nin dayatmaya çalıştığı uluslararası sistemde önemli bir aktör olma özelliğini korumaktadır. Bazen Batı dünyasıyla örtüşen politikalar içinde yer alsa da farklı siyaset izlemeyi de sürdürmektedir. Rusya, “dünyanın alternatifsiz olmadığı ve kendisine ihtiyaç duyulduğu” düşüncesindedir. Bu konuda Çin’in de desteğini aldığından, ABD ile çatışan noktalarda yalnız kalmamaktadır.  Soğuk Savaş sonrası Rusya-NATO ilişkilerinde 2008 yılına kadar önemli rahatsızlıklar yaşanmamıştı. Rusya’nın 2008’de Gürcistan’da, 2014’ten itibaren Ukrayna’da ve 2015’ten itibaren Suriye’deki askerî harekâtı, askerî gücünü Rusya’nın dış politikasında giderek daha etkili kullanmaya başladığı görüldü. NATO, Rusya’yla en ciddi krizi Ukrayna-Rusya Krizi’nde yaşadı. 4-5 Eylül 2014 tarihlerinde NATO üyesi ve ortak ülkelerden 60 ülke liderinin yanı sıra BM, AB, Uluslararası Para Fonu ve Dünya Bankasının üst düzey yetkililerinin Galler’in Cardiff şehrindeki zirvesinde, Afganistan ile Ukrayna’daki gelişmeler masaya yatırıldı. Zirveye katılan Cumhurbaşkanı Erdoğan, Kırım’ın Rusya’ya ilhakının kabul edilemeyeceğini tekrarladı. Gürcistan ve Ukrayna’da Rusya’nın oynadığı rol, Sovyet mirasçısı Rusya’nın sert bir dış politika izleyeceğini, hatta onun da ötesinde gerektiğinde “saldırgan” olabileceğini işaret ediyordu.

Türkiye’nin NATO ve Batı Ülkeleriyle Soğuk Savaş Sonrası Yaşadığı Sıkıntılar -  NATO’dan Ayrılma Konusunda Tartışmalar
NATO her ne kadar bir ittifak ise de Washington Anlaşması’nın 5’inci maddesi üzerinde üye devletlerin beklentileri birbirlerinden oldukça farklıdır. Keza her üyenin bölgesel ve küresel konumu, çıkarlarına göre değişik tehdit algılamaları mevcut olup, bunlar da anlaşmazlık konularıdır.

Sovyetler Birliği ve VP dağıldıktan sonra eski Doğu Avrupa ve VP ülkelerinin NATO ve AB üyesi olmalarıyla Avrupa’da karşı tarafta “düşman” kalmadığı için “NATO’ya da gerek yok!” düşüncesi yaygınlaştı. Keza NATO’nun Güney-Doğu Kanadı’ndaki güçlü üyesi Türkiye için de benzer düşünceler yeşerdi. Bakanlık görevleri dâhil siyasete yıllarını veren Kamran İnan, 1999 yılında TBMM bütçe görüşmeleri sırasında Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle Türkiye’ye verilen önemin azalmasını şöyle açıklamaktadır:
“Komünist tehdidi, Sovyetler Birliği askerî ve siyasi tehdidi altında birleşen Batı, o zaman Türkiye’ye büyük ihtiyaç duymuş ve Türk ordusunun gücü ve Türk milletinin büyük kahramanlığıyla, kendisine bir savunma siperi hâlinde bizi görmüş ve kucak açmıştır. Vaktaki Soğuk Savaş son bulmuştur, bize karşı tutumları da maalesef, gözle görülür ve çok rahatsız edici bir şekilde değişmeye başlamıştır.”

Kamran İnan 3 Nisan 1990 tarihli Financial Times’ta Edward Mortimer’in makalesindeki “Türkiye’nin Batı kuruluşlarında bulunuşu ve Avrupa’daki mevcudiyeti, Stalin’in ve komünist tehdidinin bir hediyesidir. Stalin gitti, komünizm yıkıldı, Türkler, ait oldukları yere dönmelidirler!” şeklindeki ifadelerini tekrarlayarak, Avrupalı NATO üyelerinin Türkiye’ye olumsuz bakışını hatırlatmıştı. Soğuk Savaş öncesinde ve sonrasında NATO ve AB’yle yaşanan sorunlar arasında Kıbrıs başta geliyordu. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ve Yunanistan Türkiye’yi AB’ye sokmamak isterken, Türkiye de GKRY’nin NATO-AB ortak faaliyetlerine katılımını engellemektedir. Bu anlaşmazlık özellikle Avusturya, Almanya, Fransa gibi ülkeler tarafından Türkiye’nin AB üyeliğine engel gösterilmektedir.

Soğuk Savaş sonrasında küresel ülkelerin tehdit algılamalarıyla gelişmekte olan ülkelerin tehdit algılamalarının örtüşmediği 2003 yılında Türk Silahlı Kuvvetlerinin (TSK) komutanları tarafından görülebiliyor, gelişmekte olan ülkelerin gelişmiş veya küresel güç ülkelerinin tehdit algılamalarını koşulsuz kabul etmemeleri gerektiği de açıklanıyordu. Güçsüz ülkeler, “ithal malı” tehdit algılamaları üzerine millî güvenlik politikalarını kurma yanlışlığı yaparlarsa yeterince güvenli olamayabilirlerdi. Keza “güçlü ülkelerin, kendi millî çıkarları yönünde tanımladıkları tehdit algılamaları, güçsüz ülkelere dayatılarak, o ülkelerin çıkarlarına zarar verecek yaklaşımlar” içinde bulundukları da fark ediliyordu. AB’yle ilgili gelişmelerdeki olumsuzluklar üzerine MGK Genel Sekreteri Orgeneral Tuncer Kılınç’ın, Harp Akademilerinde Mart 2002’de “Türkiye’nin Etrafında Barış Kuşağı Nasıl Oluşturulur?” başlıklı sempozyumda “AB yerine İran ve Rusya ile iş birliğine gidilmesi!” şeklindeki yorumu, küresel ve güçlü ülkelere karşı bilinen ilk tepkilerdendi. 

Soğuk Savaş’ın sona ermesinden sonra özellikle ABD olmak üzere, bazı Batı ülkelerindeki güvenlik politikası uzmanları “yeni düşmanlar” arar gibiydiler. Bunlardan Samuel Huntington, “Medeniyetler Çatışması” adlı makalesinde, âdeta bir senaryo yazarcasına Doğu ile Batı arasında büyük bir çatışma yaşanacağını, özellikle İslam coğrafyasındaki mezhep kavgalarının çıkacağını ileri sürüyordu. Arnold Toynbee’nin “Meydan Okuma ve Cevap Verme” tezi ve Huntington’un bu “Medeniyetler Çatışması”, TSK tarafından “kibirli tezler” olarak nitelenmişti. “Batı dışındaki diğer kültürlerin uygarlığa katkılarının görmezden gelinmesi”nin, uluslararası iş birliğini zedelediği ve ülkeler arasında mevcut güven bunalımını körüklediği düşünülüyordu.  NATO’yu da kullanmak suretiyle istekleri bitmek bilmeyen soğuk savaş sonrasının tek küresel gücü ABD, 2002 yılında müdahale öncesinde Irak’ta uzun menzilli KİS olduğunu ileri sürmüştü. ABD ve İngiltere Irak’a müdahale hazırlığındayken, Fransa ve Almanya gibi NATO, AB ve G-7’nin iki önemli ülkesi buna karşı çıkıyordu. Bir İngiliz gazetesi Fransa ve Almanya’nın tutumunu “Chirac ve Schröder’in NATO’yu mahvetmeye ve ülkelerini yarım yüzyıl korumuş olan Washington’un yüzüne tükürmeye hakları yok!” şeklinde eleştiriyordu. NATO üyesi iken ABD ile Fransa ve Almanya arasındaki bu bunalım o güne kadar yaşanmamış büyüklükteydi. Türkiye ise bazı limanlarında Amerikan askerleri için düzenlemelere izin verirken, ABD ile müzakere hâlindeydi. Ancak TBMM, “1 Mart Tezkeresi” olarak diplomasi tarihine geçen kararıyla ABD’nin isteklerine onay vermedi. Ardından Türkiye’de mali piyasada ani düşüşler yaşandı, Türkiye kara listeye alınınca ABD’nin potansiyel bir tehdit olduğu konuşulmaya başlandı. Irak müdahalesine ise Almanya, Fransa,  Türkiye, Norveç, Yunanistan, Kanada, Belçika ve Lüksemburg da karşı çıkmışlardı.

ABD, sekiz NATO üyesinin itirazına rağmen Mart 2003’te Irak’ı işgale başladı. Mayıs 2003’te Genelkurmay bağlısı SAREM’in İstanbul’daki “Küreselleşme ve Uluslararası Güvenlik” başlıklı sempozyumun açılışında dönemin Genelkurmay II. Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın açış konuşması, aslında küresel güç ABD’yle, küresel olmayan NATO müttefiki ülkeler arasındaki güvenlik anlayışının ne kadar farklı olduğunu gözler önüne seriyordu. Büyükanıt, gelişmiş ülkelerin tehdit algılamalarını eleştirel bir ifadeyle şöyle açıklamıştı:
“1. Ulaştıkları refah seviyelerinin muhafazası ve bu seviyenin yükselmesi yönündeki her olumsuz yaklaşım ve engel, bu ülkeler için bir tehdit olarak algılanmaktadır.
2. Doğrudan kendi ulusal çıkarlarını ve toplumsal düzenlerini tehdit eden terörist faaliyetler bir tehdittir. Ancak, bazı güçlü ülkeler, kendi sosyal ve ekonomik çıkarlarına zarar vermeyen terörist faaliyetleri, bırakın tehdit olarak algılamayı, eğer çıkarlarına uygun ise desteklenecek bir faaliyet olarak görebilmektedirler. Bu husus, bazı ülkelerde terörü tetikleyen bir olgu olarak görülebilir.
3. Yasa dışı göç ve nüfus hareketleri ile uyuşturucu trafiği, önemli bir tehdit olarak algılanırken, küresel boyutta, bu faaliyetleri kendi iç dinamikleri ve hukuksal düzenlemelerin cesaretlendirdiğini görmezden gelirler.
4. Güçlü ülkeler, bir yandan her türlü KİS’e sahip olurken; diğer yandan, bu imkânlara sahip olmaya çalışan bazı ülkeleri, bölgesel ve küresel bağlamda tehdit olmakla suçlarlar (…)”
George W. Bush’un ABD Başkanlığı döneminde bazı Avrupa ülkelerinde NATO’ya duyulan ihtiyaç azaldı. Almanya’da Soğuk Savaş Dönemi’nde NATO’nun gerekliliğine inananların oranı %90 iken, 2002’de %70’e, 2009-2010 döneminde ise %56’ya düşmüştü. Obama döneminde NATO ülkeleriyle ABD arasında önemli bir sorun yaşanmazken, mevcut ABD Başkanı Donald Trump, 2016 yılı içerisindeki başkanlık seçimleri sırasında “İttifak bize borçlu!” diyerek, Avrupa ülkelerinin NATO’ya gereken maddi yardımı yapmadığını ileri sürmüş,  tepki toplamıştı.
ABD’nin müttefikliği nasıl eleştiriliyorsa, ABD’nin Türkiye ve Orta Doğu’yu iyi bilen uzmanları da Türk-Amerikan ilişkilerini irdelemektedirler.. Bunlardan CIA Türkiye masası eski şeflerinden Graham E. Fuller, daha 2007 yılında Türk–Amerikan gerginliğinin kaynaklarını şöyle sıralamıştı:
“- ABD’nin Orta Doğu’ya yönelik amaç ve politikaları ile Türkiye’nin kendi çıkarları arasındaki farklılaşmaya ilişkin Türk kaygıları.
-  ABD’nin Orta Doğu’daki Türk kontrolü dışındaki siyasi, ekonomik, askerî ve stratejik eylemlerinin etkisiyle egemenliğin kaybedileceği yönündeki Türk kaygıları.
-  ABD’nin Türk millî onur ve haysiyetine önem vermediği yönünde Türk kaygıları.
-  ABD’yle stratejik bağların, Türkiye’nin bölgedeki diğer seçeneklerini kısıtlaması.
- İttifakların sebep olduğu karışıklıkların, Türkiye’yi istenmeyen bölgesel çatışmalara sürükleyebileceği endişesi.
-  Özellikle ABD çıkarlarına aykırı düşüldüğü anda, ABD güvenlik taahhütlerine ne derece güvenilebileceğine ilişkin Türk kaygıları.”

ABD yönetimini de eleştirileriyle bilinen Siyaset Bilimci Chomsky,“terör” tanımı konusunda ABD’yi, “Geçerli terör tanımının ABD siyasetini belirleyen kişilerin bakış açısına göre yapılması gerekmektedir. Terör, onu bize karşı uyguluyorsanız standart anlamda terördür; ancak onu biz size karşı uyguluyorsak iyi huyludur, insani müdahaledir, iyi niyetle yapılmaktadır. Fiilen kullanılan tanım budur. Eğitimli kesimler dürüst olsalardı bunu söylerlerdi. Bu yapılsa tanımlama sorunu da tamamen sona ermiş olurdu!”  şeklinde eleştirmektedir.

Fuller, Türkiye ve ABD’nin Orta Doğu’da “prensipte”, teorik olarak paylaşılan ortak çıkarlarını şöyle belirlemişti:
•    “Merkezî bir yönetim altında toplanmış, barış içinde bir Irak.
•    Militan olmayan, nükleer gücü olmayan bir İran.
•    Arap-İsrail uyuşmazlığının sona ermesi.
•    Özellikle Türkiye’yi etkilediği için, bölgede terörizmin sona ermesi.
•    Radikal İslam’ın gelişme ve yayılmasının sona ermesi.
•    İsrail ile iyi ilişkilerin devam ettirilmesi (özellikle ticari alanda.).
•    Orta Doğu’da geniş kapsamlı istikrarın sağlanması.
•    Türkiye’ye uzanan Hazar Denizi ve Orta Asya petrol boru hatlarının geliştirilerek, Türkiye’nin enerji dağıtım soketi hâline getirilmesi.
•    Gürcistan, Ermenistan, Azerbaycan ve Orta Asya Cumhuriyetlerinin de facto bağımsızlıklarının korunması.”

Fuller’e göre 2007’de Türkiye’yi rahatsız eden ABD politikaları şöyleydi:
“- ABD liderliğindeki terörizmle küresel savaş, Müslüman dünyada gerginlikleri arttırmakta ve İslam dünyası-Batı ilişkilerini kutuplaştırmaktadır.
- Irak’ta Türk çıkarlarına zarar veren savaşla, Kürtlerin bağımsızlığı teşvik edilip, ülkenin parçalanma süreci hızlandırılmakta, radikal İslamcı terör yaratılmaktadır.
- ABD, Irak’ta PKK sorununu çözmek için ciddi ölçüde gayret sarf etmemektedir.
- ABD, Irak’ta Türkiye’nin eylem özgürlüğünü kısıtlamaktadır.
- ABD’nin İran politikaları, Türkiye’nin İran’la enerji politikasını engellemekte, İran milliyetçiliğini ve Batı’ya karşı direniş ruhunu yoğunlaştırmaya hizmet etmektedir.
- İran’ın nükleer sorununa askeri çözüm hedefleyen girişimler etkili olmayacak ve bölgesel istikrarsızlıkları Türkiye’nin çıkarları aleyhine geliştirecektir.
- Türkiye’nin güvenliği ve çıkarlarını etkileyen stratejik ve askerî eylemler konusunda Türkiye’ye saygılı davranmamakta ve ciddi olarak danışmamaktadır.
- İsrail’e kayıtsız şartsız desteğiyle Filistin sorununu derinleştirmekte, Müslüman-ABD gerilimini kutuplaştırmakta, Türkiye’nin çıkarlarına zarar vermektedir.
- ABD politika tercihleri, tüm dünyada olumsuz reaksiyonlar yarattığından Türkiye’nin bu politikaları benimsemesini veya bunlarla iş birliğini zorlaştırmaktadır.
- ABD’nin İslam dünyasına demokratikleşme dayatması istikrarsızlığı azdırmaktadır.”
Fuller’in “Gelecek ne getirirse getirsin, bir şey kesindir: O eski, öngörülebilir ve sadık Amerikan müttefiki olan Türkiye artık tarihe karışmıştır!” şeklindeki ifadesi, artık ABD’nin Türkiye’ye bakışının özeti gibiydi.

Türkiye’nin, ABD’ye ilaveten NATO ülkelerinin bazılarıyla anlaşmazlıkları Suriye ekseninde de devam etti. Türkiye, Suriye iç savaşı sırasında 24 Kasım 2015’te Hatay’ın güneyinde bir Rus uçağını düşürdükten sonra Rusya’nın yarattığı gerilim sırasında NATO’dan Türkiye’nin beklediği destek açık olarak belirtilememişti. Keza IŞİD (DAEŞ) terör örgütüyle mücadele konusunda da benzer eksiklikler olunca Türkiye, NATO’nun hukuken teminatı olan “ortak savunma” yükümlülüğünün tartışmalı hâle geldiğini düşünmeye başladı. 

NATO, Eylül 2016’daki Varşova Zirvesi’nde Rusya’ya dişlerini gösterirken, sonuç bildirisinde “Rusya’nın NATO toprakları çevresinde kışkırtıcı askerî eylemlerde bulunduğu”, “Son zamanlarda saldırgan tutumu ile tehdit ve güç yoluyla siyasi amaçlarını gerçekleştirmeye dönük istek gösterdiği”, “Bölgesel istikrarsızlığın kaynağı olduğu” savunuldu. NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg Rusya’nın Kırım’ı ilhakını tanımadıklarını ve Ukrayna’daki politikalarını kınadıklarını açıkladı. NATO Estonya, Letonya ve Litvanya’ya takviye birlikler gönderme kararı aldı. Zirvede Türkiye açısından önemli olan, IŞİD (DAEŞ) terör örgütüyle mücadelede Suriye ve Irak hava sahasını denetleyecek ek AWACS erken uyarı ve gözlem uçaklarının Türkiye’ye gönderilmesiydi. Keza “Rusya’nın Karadeniz’deki askerî varlığının müttefikler ile diğer ülkelere karşı risk oluşturduğu” fikri de önemliydi.

Türkiye açısından sıkıntı, NATO ülkelerinin çoğunluğunun AB üyesi olması ve bunların Türkiye’nin AB adaylığına yeşil ışık yakmamalarıydı. Bu sebeple daha önceleri de Türkiye’nin AB’ye alternatif olarak Şanghay İşbirliği Örgütünü (ŞİÖ) dile getiren Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan, AB üyeliği yerine “Türkiye’nin Şanghay 5’lisi içinde yer alması, çok rahat hareket etmesini sağlar!” diyerek, bu isteğini Kasım 2016’da bir kez daha dile getirmişti. Zira Erdoğan’a göre “AB, Türkiye için hiçbir zaman hayırlı rüya görmemişti!” Türkiye’nin ŞİÖ üyeliği konusunu Rusya Devlet Başkanı Putin’in değerlendirdiğini de açıklamıştı. İngiltere’nin AB’den ayrılış kararı (Brexit) sonrasına rastlayan bu çıkışla AB üyeliği dışında formüller aranmaya başlandı.  Erdoğan’ın çıkışı AB’den çok NATO bünyesinde yankılandı. NATO Genel Sekreteri Stoltenberg “Eminim ki Türkiye, ortak savunma anlayışını, 5’inci maddeyi, NATO birliğini zayıflatacak hiçbir şey yapmayacaktır!”  şeklinde bir açıklama yaptı. NATO yetkili birimleri gibi ŞİÖ üyesi ülkelerden de yorumlar duyuldu. Bir Rus generalinin “Türkiye NATO’dan çıkmadan ŞİÖ üyesi olamaz.” demesi üzerine, NATO’dan ayrılmadan ŞİÖ’nün NATO üyesi Türkiye’yi üye olarak kabulünün pek mümkün olamayacağı görüldü.

Obama’nın başkanlığının son yıllarında, özellikle Suriye’nin kuzeyinde Türkiye aleyhindeki gelişmeler üzerine Türk-Amerikan ilişkileri iyice bozulmaya başladı. Bu durum Gülen cemaatinin örgütlediği 15 Temmuz FETÖ Darbe Girişimi ile daha da belirginleşti. Zira FETÖ elebaşısı Fetullah Gülen yıllardır ABD’de barınıyordu. O günlerde Türkiye’nin NATO’dan ayrılabileceği “Turexit” şeklinde haberler dış basında yer alıyordu. Zira son zamanlarda Batı medyasında da Erdoğan’ın yönetimindeki Türkiye’nin Batı ittifakı çıkarlarına hizmet yerine, “güvenilmez ve agresif müttefik”,  hatta “5. Kol” faaliyetleri yaptığı ileri sürülüyordu.

Aralık 2017’de, ABD’de Cumhuriyetçilerin özellikle dış politikadaki ağır toplarından, BM Eski Daimî Temsilcisi John R. Bolton’un kurucusu olduğu Gatestone düşünce kuruluşu hedefine Türkiye ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı koymuştu. Türkiye’nin Rus S-400 füzesi anlaşmasını eleştiriyle başlayan Türkiye aleyhtarlığı, Türkiye’deki Sivil Toplum Kuruluşları (STK) etkinliklerinin demokratik NATO ülkelerinde olmayan şekilde çöktüğü eleştirisiyle sürdürülüyordu. “Türkiye hâlâ güvenilir bir müttefik midir?” başlıklı analizde, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Amerikan çıkarlarının siyasi hasmı olarak gösterilmekteydi. Türkiye’nin ABD İstanbul Başkonsolosluğundaki personelinin casusluk gerekçesiyle tutuklanması da eleştiriliyordu. Hatta 2003 Irak işgaline kadar gidilerek Türkiye’nin 1 Mart Tezkeresi ile ABD’nin hilafına hareketi, Irak ve Suriye’nin kuzeyindeki her Kürt hareketini “PKK terör örgütü gibi görme yanlışlığı” da yer alıyordu. Analizin sonlarına doğru Türkiye’nin Rusya’ya yaklaşımına vurguyla Türkiye’nin NATO’nun güvenilir bir üyesi olamayacağı değerlendiriliyordu. Bolton’un ABD Başkanı Trump tarafından Mart 2018’de Ulusal Güvenlik Başdanışmanlığına atandığı dikkate alınırsa, Türkiye-ABD ilişkilerinin nereye gidebileceği daha iyi kestirilebilir…

Nisan 2018’de “The Center for Security Policy” (CSP) adlı ABD düşünce kuruluşu başkanı Frank Gaffney’in “Türkiye artık bir müttefik değil” (Turkey is an ally no more) başlıklı bir kitabı yayımlattığı anlaşıldı. Cumhuriyetçi başkanlardan Reagan’ın “Uluslararası Güvenlik Politikaları” biriminin yardımcı sekreteri, “Nükleer Silahlara Karşı Savunma ve Silahların Kontrolü Politikası” biriminin de önemli uzmanlarından olan Gaffney, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı “Yeni Osmanlıların halifesi olmak için çabaladığı, Rusya, Çin ve İran gibi ve ABD’nin rakiplerini kucakladığı”nı ileri sürmektedir. Keza demokratik ve laik kurallardan despotik ve şeriat kurallarına dönüş olduğunu ifadeyle, ABD’li Rahip Pastor Andrew Brunson’ın İzmir’de yargılanması da eleştirilerden hedefini almaktadır.

NATO’nun Brüksel Zirvesi’nin gerçekleştirildiği 2018 yılı Temmuz’unda Avrupalı NATO ülkeleri sıkıntılıydı. Bazı analistlere göre Rusya, Gürcistan ve Ukrayna’daki gayretleriyle Soğuk Savaş’ı yeniden canlandırıyordu. Bu konuda NATO ülkeleri anlaşamıyorlardı. Özellikle ABD, Avrupalı üyelerin ittifak ortak savunması harcamalarının azlığından şikâyetçiydi. Üye ülkeler GSYİH’nın %2’sini savunma için harcamayı taahhüt etmelerine rağmen, 2017’de ABD (%3.6), Yunanistan (%2.3), İngiltere (%2.1), Estonya (%2.1), Romanya (%2) ve Polonya (%2) olmak üzere sadece 6 ülke taahhütlerine uymuştu. ABD yönetimi tarafından yakından izlenen bir diğer düşünce kuruluşu The Council on Foreign Relations’a (CFR) göre Türkiye de diğer 23 ülke gibi taahhütlere uymadığı gibi, Cumhurbaşkanı Erdoğan da ittifak politikasını güçleştirme gayretleri ve füze sistemi anlaşması dâhil Rusya’yla yakın ilişkiler içerisinde olması pek çok NATO üyesini bıktırmıştı.

Aynı günlerde ABD’nin taahhütlerini yerine getirmeyen Avrupalı müttefiklerini “beleşçi, asalak” şeklinde nitelendirdikleri de yazıldı. New York merkezli ekonomi kuruluşu Bloomberg de bu durumun sadece ABD Başkanı Trump’ın “öfke nöbeti” olarak geçiştirilemeyeceğini ifadeyle, Ukrayna ve Kırım sorunlarına dikkat çekti. İttifakın en zayıf hattının Türkiye olduğunun altı çizilerek, NATO ülkeleri caydırıcılıkla uğraşırken, Türkiye’nin Rusya’nın etki alanına kaydığı ileri sürülüyordu. Türkiye’ye kızgınlık o derece yüksek olacak ki “Bir üyeyi ittifaktan atma mekanizması yok, ama Türkiye sonunda Rusya’ya doğru sürüklenmesinin bazı acılarını ve baskısını hissetmeye başlayacaktır!” şeklinde tehditvari dil kullanılıyordu.

NATO zirvesinin gerçekleştiği o günlerde ABD’nin hedefinde Almanya da vardı. Zira ABD, Almanya’nın Rusya’dan boru hattıyla doğal gaz almasının Rusya’ya koz verdiğini, bu durumun AB ülkeleri üzerinden NATO’ya Rus baskısı olarak dönüşebileceği riskini ileri sürüyordu.

Ağustos 2018 itibarıyla ABD’de kılıçların Türkiye’ye karşı tamamen çekildiği görüldü. Bu kez “Center for Security Policy” adlı düşünce kuruluşu da bir makalesinde Türkiye’yi Suriye’deki faaliyetlerinden dolayı tepeden tırnağa suçluyordu. Türkiye’nin IŞİD’le mücadele yerine, IŞİD’in petrol satışına izin verdiğini, İsrail’e karşı hasmane olabilecek “İslami” tutumlar içerisinde bulunduğunu, Erdoğan’ın yönetimindeki Türkiye’nin sadece çok daha fazla radikalleşebileceğini, Rusya ve İran’la tamamen bir ittifak içerisinde bulunduğunu, Türkiye’nin Rusya ve İran’dan uzaklaşması için Avrupalı ülkelerin Türkiye’ye baskı yapması gerektiğini yazıyordu.

Rusya ile Aynı Güvenlik Sistemine Girilebilir mi?
NATO’ya alternatif güvenlik sistemi için Rusya’yla ittifak önerilmektedir. Bu ittifak için geçmişi ve edinilen tecrübeleri de gözden geçirmenin yararlı olacağı bir analize ihtiyaç vardır. “Tarihte Türk-Rus ilişkileri” hatırlandığında akla ilk gelen olumsuzluklar şöyledir:
- ‘Sıcak Denizlere Çıkmak’ için Çar Büyük Pedro ile başlayan Rus tehdidi.
- 1821 Mora İsyanı’nda Rusya’nın da Yunanlılara desteği.
- Balkanlarda Panslavizmle Türkleri Balkanlar’dan arındırma politikası.
- Sinop Limanı’ndaki Türk gemilerini yakmasıyla başlatılan 1853-1856 Kırım Savaşı.
- Azınlıklar konusunda Osmanlı Devleti’ne baskıları.
- Kafkaslar’dan ve Kırım’dan Rus baskısıyla göçler ve yaşanan insanlık dramları.
- Türk-Yunan sorunlarında genelde Yunan yanlısı tavrı.
- I. Dünya Harbi’nde Osmanlı Devleti’ne hasım olması.
- II. Dünya Harbi başladıktan sonra Kafkasya ve Kırım’daki Türk ve akraba toplulukların Sovyetlerin sürgün politikasıyla telef edilmeleri.
- II. Dünya Harbi sonrası Sovyetlerin Boğazlar, Kars ve Ardahan üzerinde iddiaları.
- Sovyetler VP üyelerine müdahalesiyle Avrupa’da dost ve düşmanı korkutması. (1956’da Macaristan’a, 1968’de ise Çekoslavakya’ya askerî müdahalesi).
- 1967 Arap-İsrail Savaşlarından sonra Akdeniz’de, Libya ve Suriye’deki askerî üslerine ilaveten 8-10 muharip ve lojistik destek gemilerinden oluşan bir kuvveti (Akdeniz Görev Kuvveti) ile Türkiye’ye tehdit oluşturması.

Burada “Bu özetlenenler Soğuk Savaş ve öncesindeydi!” denilebilirse de Soğuk Savaş sonrasında da Rusya’yla pek çok sıkıntılar yaşandı. Bunlardan öne çıkanlar şöyledir:
- Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra Türk dünyası özgürlüğüne kavuşmuşsa da Rusya’nın desteklediği Ermenistan birlikleri 1992-1993 döneminde Azerbaycan toprakları olan Dağlık Karabağ ile 7 rayonu işgal etti, Hocalı’da soykırım gibi katliam yaptı. Bir milyonu aşan Azerbaycan Türk’ü mülteci/sığınmacıya dönüştü. Rusya’nın koordinatör ülke olduğu AGİT bünyesindeki MİNSK Grubu da o yıldan beri sorunun çözümünde ilerleme kaydedemedi.
- Bosna-Hersek Krizi’nde, Boşnaklara saldıran Sırpların destekçisi Rusya’ydı. 
- Soğuk Savaş sonrası Çeçenistan’ın bağımsızlık mücadelesinde Rusya, taş üstünde taş bırakmayarak siviller dâhil çok sayıda Çeçen’i katletti.
- 1996-1997 döneminde GKRY’nin S-300 füzesi alma girişimine onay verdi.
- Kosova Krizi’nde Rusya Sırpların yanındaydı.
- Ağustos 2008’de Gürcistan’a giren Rusya, Osetya’yı kopardı.
- 2013 yılı sonlarından itibaren Ukrayna’nın doğusu Rusya’nın desteklediği ayrılıkçılar tarafından işgal edildi. Ukrayna’dan ayrılan Kırım önce bağımsızlığını ilan etti, ardından Rusya’ya katıldı.
- 15 Mart 2011’de başlayan Suriye iç savaşında, başlangıcından itibaren Esad’ın yanında yer alan Rusya ile Türkiye’nin politikaları 2016 yılı ortalarına kadar çatışıyordu.
- 24 Kasım 2015’te Hatay’da Rus uçağı düşürüldükten sonra Rusya’dan en sert yaptırımlar peş peşe geldi. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Türkiye’yi IŞİD’e destek vermekle suçladı. Daha sonra ilişkiler düzeldi ama Fırat Kalkanı Harekâtı sırasında Rus uçakları 2 ayrı zamanda Türk askerlerini bombalayarak şehit ettiler.
- PKK terör örgütü ve bunun Suriye uzantısı PYD-YPG konusunda da anlaşmazlık mevcuttur. PKK’ya Moskova’da büro açtıran Rusya, PKK elebaşısı Abdullah Öcalan 1998 sonbaharında Suriye’yi terk etiğinde ilk sığındığı ülkeler arasındaydı. PYD’nin ‘Suriyeli Ilımlı Muhalif’ gruplar arasında, Suriye’nin geleceğinin şekillenmesi için oluşturulan BM şemsiyesi altındaki Cenevre Süreci ve Rusya-İran-Türkiye üçlüsünün Astana Süreci’ne “Tüm taraflar süreçte yer almalıdır!” diyerek, burada “Suriye Ulusal Kongresi”ne, Türkiye’ye rağmen katılmasında ısrarcıdır.
- Irak kuzeyinde Mesut Barzani’nin ‘Bağımsızlık Referandumu’nu açıkça eleştirmeyenler arasında Rusya da bulunmaktadır.

Bu özetlerden anlaşılacağı üzere Türkiye, Rusya ile aynı güvenlik sistemi içerisinde yer alsa dahi, güvenliğinin tehlikeye girmeyeceğinin garantisi de yoktur.

NATO’nun Türkiye Açısından Yarar ve Mahzurları
NATO’dan ayrılıp ayrılmamaya karar vermeden önce NATO’nun Türkiye’ye sağladığı yarar ve mahzurları özetlemekte yarar vardır.

NATO Üyeliğinin Türkiye’ye Sağladığı Yararlar
Türkiye, Soğuk Savaş Dönemi’nde NATO’nun konvansiyonel ve nükleer şemsiyesinin caydırıcılığıyla Sovyet tehdidinden korundu. NATO, VP ve Sovyetlerin çöküşünde etkili oldu,  Sovyetlerin çöküşüyle Türk dünyası esaretten kurtuldu. Türkiye’de demokrasinin gelişmesine ve ülkenin teknolojiye tutunmasına katkı sağladı.
2005 yılı verilerine göre Türkiye, NATO Altyapı Programı’na katıldığı 1953 yılından itibaren yakın bir geçmişe kadar programa 270 milyon avro katkıda bulunurken, NATO fonlarından yaklaşık 4.5 milyar avro pay almıştır. Yıllık 4.5 milyon avro millî katkı payına karşılık ortalama 84 milyon avro NATO katkısı sağlanmıştır. Türkiye, NATO’dan sağlanan altyapı açısından Almanya’dan sonra ikinci sırada yer almaktadır.
Türkiye, yaklaşık 50 yıl Sovyet tehdidine karşı NATO’nun nükleer ve konvansiyonel silahlarının şemsiyesi altında güvende olmuştur. Bu güven sayesinde Türkiye, eksikliklerine rağmen bölgesinde istikrar anıtı ve demokrasiyle daha fazla haşır neşir bir devlet modeli olarak ortaya çıkmıştır. TSK, NATO ittifakı sayesinde bölgesindeki NATO haricindeki ülkelere göre daha etkin ve modern harp silah ve araçlarıyla donatılmıştır.
NATO sayesinde Türkiye’nin askerleri ve hariciyecileri iyi yetişme imkânı bulmuşlardır. Bu iki kesim de dünya olaylarını izleme ve değerlendirme konusunda, yeterince tanımayanlar tarafından zaman zaman “Batıcı” ya da “Amerikancı, NATO’cu” gibi yalan yanlış nitelendirilseler de NATO sayesinde dünyayı takip etmeyi ve geleceği görmeyi öğrenmişler, teknoloji ve dünya siyasetine yabancı kalmamışlardır.
Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle Türk dünyası özgürlüğüne kavuşmuş; Azerbaycan, Kazakistan, Türkmenistan, Özbekistan ve Kırgızistan gibi akraba milletlerin kendi devletleri kurulmuş, bunun gerçekleşmesinde de NATO dayanışmasının, caydırıcılığının ve kararlılığının önemli katkısı olmuştur.

NATO İttifakı’nın Türkiye Açısından Mahzurlu Yanları
Ortak savunma ittifakı NATO, bir dostluk kuruluşu değildir. NATO üyesi olmak, diğer NATO üyeleriyle sorun yaşanmayacağı anlamına gelmemektedir. Zaten diğer NATO ülkeleri arasında da sorunlar çıkmaktadır. Bir taraftan Türk-Yunan sorunlarında NATO üyelerinin Yunan yanlısı tutumu Türkiye’yi rahatsız ederken, diğer taraftan ABD’nin 2003 Irak işgali öncesinde NATO üyesi Fransa ve Almanya’nın ABD’nin askerî harekâtına karşı çıkışı da unutulmamalıdır. Keza son yıllarda ABD’nin Almanya’yı, Almanya’nın Türkiye’yi “telekulak” şeklinde dinlemesi de henüz hafızalardadır.
NATO’da lider ülke konumundaki ABD başta olmak üzere, ittifakın güçlü üyelerinin kendi siyasi-askerî strateji ve politikalarını âdeta bir NATO politikası hâline getirmek istemeleri, ittifakta örtüşen politikalar izlemeye engel olmakta, hatta karşılıklı güven bunalımı yaratabilmektedir.

Kurum bağlamında olmasa da NATO ittifakının küresel güç üyesi ABD ve bazı NATO üyeleriyle sorunlar yaşanmaktadır. ABD ile yaşanan sorunlar özetle şöyledir:
- Suriye’de ABD’nin, PKK terör örgütünün Suriye uzantısı PYD-YPG ile ittifakı. 2014 yılından itibaren IŞİD’le mücadele sebebiyle başlayan ittifak sayesinde PYD/YPG’nin özerk yapılanma riski.
- Türkiye’de demokratik hukuk düzenini değiştirmeye yönelik 15 Temmuz 2016 FETÖ Darbe Girişimi’nin elebaşılarını ülkesinde koruyup barındırması.
-  Uzun yıllardır Irak’ta Türkiye’ye zarar veren farklı politikaları.
- İranlı kara para aklayıcısı Reza Zarrap üzerinden Halk Bankası yöneticilerine, dolayısıyla Türkiye’ye yönelik hukuki operasyon.
-  Mısır ve Filistin konularında Türkiye’nin tam tersi yönde farklı politikaları.
- Türkiye’ye NATO ülkelerinden gelişmiş hava savunma sistemi verilmeyince, Rusya’dan ısmarlanan S-400 füzesavar sistemi konusunda takındığı tehditkâr tavır.
- Türkiye’nin istediği modern silah sistemlerini vermekte isteksizken, Türkiye’yi tehdit PYD-YPG’ye önemli ölçüde silah ve cephane yardımı yapması.
- Ermeni meselesinde Türkiye’yle anlaşmazlığa düşen ülkelerden biri olması.
- Zaman zaman Montrö Sözleşmesi hilafına Karadeniz’e çıkma istekleri.
Türkiye’nin ABD dışındaki diğer NATO ülkeleriyle de ayrışan politikaları şöyledir:
- Sığınmacı sorunu başta olmak üzere, çoğuyla Suriye politikalarının çatışması.
- AB üyesi NATO ülkelerinin Türkiye’nin AB üyeliğine engel üretmeleri.
- Ermeni, Kıbrıs ve Türk-Yunan sorunlarında Türkiye karşıtlıkları.
- Orta Doğu’daki pek çok konu yanında PKK ve PYD/YPG gibi terör örgütlerine sempatiyi aşan ölçüdeki yardım ve yataklık yapmaları.

Türkiye NATO’dan Ayrılırsa Ne Yapabilir?
Türkiye’nin NATO üyeliğinin fayda ve mahzurlarını hatırladıktan sonra şu sorular akla gelebilir: “Bağımsız ve tek başına güvenlik politikası izlemek” veya “ŞİÖ ve Kolektif Güvenlik Örgütüne (KGÖ) girmek suretiyle Rusya ile aynı güvenlik sistemi çatısı altında olmak”.
Türkiye, bağımsız ve tek başına güvenlik politikası izleyebilir mi? Bunun cevabını verebilmek için öncelikle Türkiye’nin güvenlik sorunu yaşamadan ve “zayıf devlet” konumuna düşmeksizin bulunduğu coğrafyanın istikrarsızlıklarına ne kadar dayanabileceğini dikkate almak gereklidir. Bölgesel, bölge dışı güçlerle mücadeleye ilaveten savunma harcamalarını arttırması hâlinde bu kez de ekonomik kalkınma engellenecek, ekonomik kalkınma olmayınca savunma sistemi de çökecektir. Türk savunma sanayi 1980’lerde başlattığı hamleyi sürdürse de henüz Türkiye’nin ihtiyaçlarının çoğunu karşılayabilecek kapasiteye ulaşamamıştır. Şayet Türkiye “nükleer güç” olsaydı, yeterli caydırıcılık sağlanabileceğinden, bağımsız ve tek başına güvenlik politikası izlemesi daha kolay mümkün olabilirdi. Ama değil!

“ŞİÖ ve KGÖ’ye girerek Rusya ile aynı güvenlik sistemi içerisinde yer almak mümkün müdür?” Çalışmanın ön bölümlerindeki analizde Rusya ve Sovyetlerin tarihteki, Soğuk Savaş Dönemi’ndeki ve Soğuk Savaş sonrasındaki Türkiye karşıtı faaliyetleri ve politikası düşünüldüğünde buna da “mümkün” demek akılcı olamayabilir. Üstelik bu ülkelerin şu sakıncalı durumları da mevcuttur:
- ŞİÖ ve KGÖ’deki Rusya ve Çin Batılı emperyalist ülkelerden farklı değildir.
-  ŞİÖ, NATO’dan çok AB’nin alternatifi olabilir.
- ŞİÖ ve KGÖ ülkeleri teknoloji alanında NATO ülkelerinin gerisindedir.
- ŞİÖ ve KGÖ ülkelerinin neredeyse hiçbirinde demokrasi olmadığı gibi, evrensel hukuk kuralları da yerleşmemiştir.
Sadece yukarıdaki hususlardan bile Türkiye açısından ŞİÖ ve KGÖ’nün NATO’ya alternatif “güvenli liman” olamayacağı anlaşılmaktadır.

Sonuç
“Türkiye ‘asla’ NATO’dan ayrılmamalıdır!” veya “Türkiye artık NATO üyeliğine ‘son’ vermelidir!” demek için erkendir. Ancak Brzezinski’nin “Siyasette insan ‘asla’ ve ‘son’ kelimelerini hiç kullanmamalıdır!” ifadesindeki gibi, bu konuda karar verilmeyeceği de anlaşılmamalıdır. Üyesi olduğu NATO dayanışması ve caydırıcılığı sayesinde Türkiye, Sovyetlerin dağılmasına kadar doğrudan bir silahlı çatışma yaşamadı. Sovyetler çöktükten sonra Rusya’nın potansiyel tehdidi sebebiyle Doğu Avrupa ve Balkan ülkeleri ya NATO üyesi oldu ya da olmak istiyorlar.  NATO dışındaki Ukrayna ve Gürcistan Rusya’nın darbesiyle sarsıldılar.

Çıkarlar çatışınca sorunlar da ortaya çıkar. 2003’te ABD’nin Irak müdahalesine NATO üyesi Fransa ve Almanya karşı iken İngiltere, İtalya, İspanya, Polonya ABD’nin yanındaydılar. Böylece siyasi birlik kurmak üzere olan AB’yi çatırdattılar. Türkiye-NATO ilişkisi de örtüşen çıkarlara dayanmaktadır. Özellikle üyesi olan ABD, Fransa, Almanya gibi ülkelerin Türkiye ile çatışan çıkarları sebebiyle NATO günah keçisi yapılarak, “NATO’ya hayır!” denilmektedir. Nükleer güç İngiltere bile AB’den ayrılmakta ama NATO üyeliğine devam etmektedir. AB üyeliğini istemeyen Norveç’in NATO üyeliği de dikkat çekicidir.

Türkiye, Soğuk Savaş öncesinde olduğu gibi sonrasında da politik müdahaleler ve asimetrik tehditlerle karşı karşıya kalmaktadır. Ancak bölgesindeki diğer ülkelere göre kendisine biraz daha az “dokunulmasında”, NATO üyesi olmasının da büyük önemi olduğu unutulmamalıdır! Türkiye, AB üyeliği sürecinde direnişle karşılaşsa da, NATO ve AGSP içerisinde kalmakla, hem bölgesindeki siyasi değişikliklerde “masada kalma” hem de askerî ve diplomasi alanındaki personelini “iyi” yetiştirme şansına sahiptir.

 Büyükelçi Pamir, NATO’dan ayrılmanın erken olduğunu şöyle açıklamaktadır:
“Zaman zaman sanki biz NATO’nun dışında bir ülkeymişiz gibi davranıyoruz. Oysa NATO’ya girmek için çok çaba harcadık. NATO’ya girmek isteyen birçok ülke varken, Türkiye çıkmak isterse bizimle alay edilmesinden korkarım. Peki son tahlilde Türkiye NATO’dan çıkar mı? Çıkmaz. Çıkarsa pusulasını şaşırmış gemi hâline döner. Çıkmaz diyorsunuz ama diyelim ki çıkmaya karar verdi, ne olur? Bir kere Rusya alkışlar, çok sevinir. Rusya’nın gözünde bile itibarınız azalır. Bugünkü Türkiye olmazsınız. Orta Doğu ülkeleri de ‘Sen artık benim gibi oldun!’ derler. Bizi sevmeyenler çok sevinir.”













































Kaynakça:

Armaoğlu,           Fahir H., Siyasi Tarih (1789-1960), Ayyıldız Matbaası, Ankara, 1975.
“Başlangıcından  Bugüne NATO Stratejik Konsepti’nin Geçirdiği Evreler”, BİLGESAM Dış
                            Politika ve Savunma Araştırmaları Grubu, 22 Aralık 2010,
http://www.bilgesam.org/incele/1221/-baslangicindan-bugune-natostratejikkonsepti%E2%80%99%20nin-gecirdigi-evreler/#.Wtx4mnnav4g
                            (Erişim: 22 Nisan 2018).
“Batı Avrupa       Birliği”, http://www.tbmm.gov.tr/ul_kom/bab/bab.html, (Erişim Tarihi:
                           7 Aralık 2007).
Bishara,    Marwan,  “Turexit: Should Turkey leave NATO?”, 21 Jul 2016,  https://www.aljazeera.com/indepth/opinion/2016/07/turexit-turkey-leave-nato-160721105010182.html, (Erişim Tarihi: 4 Ağustos 2018).
Boyraz,               Hacı  Mehmet, “NATO’nun Varşova Zirvesi”, SETA, 17 Eylül 2016,                      
                            https://www.setav.org/natonun-varsova-zirvesi/, (Erişim Tarihi: 12 Nisan
                            2018).
Brzezinski,          Zbigniew, “NATO’nun Genişlemesi İkilemleri”, Yeni NATO: Soğuk
                            Savaş’tan Sıcak Savaşa, Musa Ceylan (haz.), Ülke Kitapları, 1999.
Chapman,     Michael W., “Gaffney: Turkey Is An Ally No More”, April 18, 2018, https://www.cnsnews.com/news/article/michael-w-chapman/gaffney-turkey-ally-no-more,
                           (Erişim Tarihi: 4 Ağustos 2018).
Criss,                  Nur Bilge, “The USA –Turkey –Middle East: From the 20th Century to the
                           Present”, Journal of Balkan and Near Eastern Studies, Vol. 15, No. 2, 2013,
                           143–156.
Demir,                Sertif, “Stratejik Konseptler ve NATO’nun Dönüşümü”, Sıcak Barışın Soğuk
                           Örgütü: Yeni NATO, M. Seyfettin Erol (haz.), Barış Kitap, Ankara, 2012.
Demirtaş,           Serkan, “Türkiye NATO’yu zayıflatıcı hamle yapmaz”, Hürriyet, 23 Kasım
                           2016.
“Deniz Kuvvetleri Komutanı olacakken istifa eden oramiralden ezber bozan NATO çıkışı”,
                            19 Kasım 2017, https://odatv.com/deniz-kuvvetleri-komutani-olacakken-istifa-eden-oramiralden-ezber-bozan-nato-cikisi-1911171200.html, (Erişim Tarihi: 6 Şubat 2018).
Donnelly,          Chriss, “Küreselleşme Bağlamında NATO ve Avrupa Birliğinin Gelecekteki
                          Rolleri”, Küreselleşme ve Uluslararası Güvenlik, SAREM I. Uluslararası
                          Sempozyum Bildirileri (İstanbul, 29-30 Mayıs 2003), Gnkur ATASE
                          Yayınları, Ankara, 2003.
Dönmez,            Suat, “Güvenlik Anlayışının Dönüşümü: İttifak Kavramı ve NATO”,
                          Doktora Tezi, Özlem Kaygusuz (Tez Danışmanı), Ankara Üniversitesi
                          Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 2010.                                                    
Egeli,                 Sıtkı, “Füze Tehdidi ve NATO Füze Kalkanı: Türkiye Açısından Bir 
                          Değerlendirme”, Uluslararası İlişkiler, Cilt 10, Sayı 40, Kış 2014.
Ergin,                Sedat,  “NATO’dan vazgeçme maliyeti”, Hürriyet, 23 Kasım 2017.
Erhan,               Çağrı,     “ABD ve NATO’yla İlişkiler”, Türk Dış Politikası, Cilt I,  1919-
                         1980,  Baskın Oran (edit.), İletişim Yayınları, 4. Baskı, İstanbul, 2002, s. 545-
                         550.
Franklin,   Lawrence A., “Turkey: Still a U.S. Ally?”, December 27, 2017, https://www.gatestoneinstitute.org/11610/turkey-erdogan-ally,
                         (Erişim Tarihi: 4 Ağustos 2018).
Fleischman,     Luis, “Nato, the Europeans and What Really Needs to be Done”, 3. August
                        2018, https://www.centerforsecuritypolicy.org/2018/08/03/nato-the-europeans-and-what-really-needs-to-be-done/, (Erişim Tarihi: 4 Ağustos 2018).
Fried,   Daniel, “The Meaning of the Western Alliance”, July 12, 2018,  https://www.theatlantic.com/international/archive/2018/07/nato-cold-war-free-europe/565073/, (Erişim Tarihi: 4 Ağustos 2018).
Fuller,               Graham  E., Yeni Türkiye Cumhuriyeti Yükselen Bölgesel Aktör, çev. Mustafa
                         Acar, TİMAŞ Yayınları, İstanbul, 3. Baskı, Nisan 2008.                      
“Genelkurmay II. Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın Açış Konuşması”, Küreselleşme ve
                         Uluslararası Güvenlik, Uluslararası Sempozyum (29-30 Mayıs 2003),
                          SAREM, Gnkur Başkanlığı.
Gökçe,              Ahmet,   “Tarihi Perspektifi ile 21.YY’da NATO”, Tezsiz Yüksek Lisans
                         Bitirme Projesi, Mustafa Aydın ((Proj. Danışmanı), Ankara Üniversitesi
                         Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 2005.
Güller,              Mehmet Ali, “NATO Rusya’yı düşman ilan etti”, 10 Temmuz 2016,
                          https://mehmetaliguller.com/2016/07/10/nato-rusyayi-dusman-ilan-etti/,
                          (Erişim Tarihi: 2 Mayıs 2018).
Gürgür,             Nuri,  “NATO’dan Ayrılmak Sorunlarımızı Çözer mi?”, 22 Aralık 2017,
                          https://www.turkocaklari.org.tr/yazar/nuri-gurgur/nato-dan-ayrilmak-sorunlarimizi-cozer-mi-8296, (Erişim Tarihi: 6 Şubat 2018).
Ismay,               Lord Hastings Lionel, “It is Your Duty to Accept, Pug – Churchill to Ismay”,
                          https://www.nato.int/cps/su/natohq/declassified_137930.htm,
                           (Erişim Tarihi: 4 Şubat 2018)
Karaosmanoğlu, Ali L., “NATO’nun Dönüşümü”, Uluslararası İlişkiler Dergisi, Cilt 10, Sayı
                           40, Kış 2014.
Keser,                 Ulvi, Keser  Asporça Melis, “Ortadoğu’da Rusya Faktörü ve Dünden
                           Bugüne Askeri Gerilim Stratejisi Üzerine”, Ortadoğu Sempozyumu, 2014, http://ods2016.org/index.php/ulvi-keser-asporca-melis-keser-ortadoguda-rusya-faktoru-ve-dunden-bugune-askeri-gerilim-stratejisi-uzerine/, (Erişim Tarihi: 10 Ağustos 2018).
Kesgin,              Serdar,  NATO-Rusya İlişkileri, Giresun Üniversitesi Karadeniz Stratejik
                          Araştırma ve Uygulama Merkezi (KARASAM), Giresun, 2009.
Keyvan,             Özlem Zerrin, “NATO’nun Avrupa Güvenliğindeki Rolü ve Türkiye
                          Faktörü”, Sıcak Barışın Soğuk Örgütü: Yeni NATO – Yeni Tehditler,
                          Konseptler, Arayışlar, Dönüşüm ve Alan Dışı Operasyonlar,  M. Seyfettin
                          Erol (edit.), Ankara, 2012.
Klein,                Margarete, “Russia’s Military: On the Rise?”, Transatlantic Academy Paper
                          Series, March 2016, s. 2.
Kohen,              Sami, “Şanghay Grubu nasıl bir seçenek?”, Milliyet, 23 Kasım 2016.             
Lake,    Eli, “NATO’s Real Crisis Is Turkey, Not Trump”, July 11, 2018,   https://www.bloomberg.com/view/articles/2018-07-11/nato-s-real-crisis-is-turkey-not-trump,
                          (Erişim Tarihi: 4 Ağustos 2018).
Masters,     Jonathan, “The North Atlantic Treaty Organization (NATO)”, July 5, 2018,  https://www.cfr.org/backgrounder/north-atlantic-treaty-organization-nato,
                         (Erişim Tarihi: 4 Ağustos 2018).
Munyar,            Vahap, “Varsa yoksa AB demeyin, Şanghay 5’lisi bizi rahatlatır”, Hürriyet,
                          20 Kasım 2016.
Müderrisoğlu,   Okan “NATO’nun cevaplaması gereken sorular..”, Sabah, 25 Kasım 2017.                    
“NATO             Rezaletinin Ardından Yeni Skandal! Akar’ın 15 Temmuz’dan Sonra Çekilen
                          Fotoğrafını Paylaştılar”, 20 Kasım 2017, https://www.haberler.com/nato-rezaletinin-ardindan-yeni-skandal-hulusi-10261140-haberi/, (Erişim Tarihi: 6 Şubat 2018).
“NATO             Zirvesi 4-5 Eylül 2014”, https://www.tccb.gov.tr/ozeldosyalar/nato2014/nato/
                          (Erişim Tarihi: 24 Nisan 2018).
North Atlantic   Treaty Organisation NATO, NATO Hendbook, NATO Office of Information
                          and Press, Brussels, October 1995.                
Özalp,               Güven, “NATO’da skandal”, Hürriyet, 18 Kasım 2017.
Özbey,              İpek, “Tapunun 29’da 1’i bize ait”, Hürriyet, 22 Kasım 2017.
“Paşa’ya           balans ayarı”, Hürriyet, 9 Mart 2002.
Rathke,             Jeffrey “America’s NATO Problem: We’ve Forgotten Why We’re a
                          Member”, May 24, 2017,
                          https://www.csis.org/analysis/americas-nato-problem-weve-forgotten-why-were-member, (Erişim Tarihi: 8 Ağustos 2018).
Saray,                Mehmet, Sovyet Tehdidi Karşısında Türkiye’nin NATO’ya Girişi – III.
                          Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın Hatıraları ve Belgeler, Atatürk Araştırma
                          Merkezi, Ankara, 2000.
Seren,                Merve, Yeşiltaş, Murat, “NATO Zirvesinde Terörizmle Mücadele ve
                          İstihbarat Paylaşımı”, 1 Haziran 2017, https://www.setav.org/nato-zirvesinde-terorizmle-mucadele-ve-istihbarat-paylasimi/, (Erişim Tarihi: 4 Ağustos 2018).
Tehlikeli Güç – ABD’nin Dış Siyaseti ve Ortadoğu, (Noam Chomsky ve Gilbert Achcar’ın
                          Değerlendirmeleri), Stephan R. Shalom (edit.), çev. Yavuz Alogan, İthaki
                          Yayınları, İstanbul, 2007.
Tellal,                Erel, “SSCB’yle İlişkiler”, Türk Dış Politikası, Cilt I 1919-1980, Baskın
                          Oran (edit.), İletişim Yayınları, 4. Baskı, İstanbul, 2002.
Uğur,                 Yıldıray,  “Milli ve yerli Rusçuluk”, 20 Kasım 2017,  
                          http://www.karar.com/yazarlar/yildiray-ogur/milli-ve-yerli-rusculuk-5494,
                          (Erişim Tarihi: 6 Şubat 2018).
Yavuz,               Celalettin,  Avrasya’da Türk Jeopolitiği-Türklere Açılan Geniş Ufuklar,
                          Berikan Yayınları, Ankara, 2010.
                          _______, “Avrupa’nın Güvenliğinde NATO, BAB, AGSP ve Türkiye”
                          Jeopolitik, sayı 95, Kasım 2009.
                          _______, ”Dış Politikada Eksen Değişikliği Düşünülüyorsa Şimdi Tam
                          Zamanı”, 2023, 15.03.2009,
                          _______, “GOP’un İlk Uygulama Alanı Olarak Irak’taki Durum ve Türkiye”,
                          Avrupa Birliği ve Genişletilmiş Ortadoğu Projesi Bağlamında Türkiye, haz.
                          M. Kahramanyol ve C. Yavuz (haz.), Türk Ocakları-ATO, Ankara, 2006.
                          _______, ”Türkiye ve NATO’daki 60 Yıllık Serüveni”, 24 Şubat 2012,
                          http://millidusunce.com/tuerkiye-ve-natodaki-60-yllk-serueveni/, (Erişim
                         Tarihi: 4.08.2018).