İSLAM İNSANLARIN YARDIMLAŞMASINI TEŞVİK EDER Egoistlik (bencillik) ve Narsistliği (kendini üstün görme) İstemez

05 Ağustos 2024 11:59 Mehmet DUMANOĞLU
Okunma
52
İSLAM İNSANLARIN YARDIMLAŞMASINI TEŞVİK EDER Egoistlik (bencillik) ve Narsistliği (kendini üstün görme) İstemez

İSLAM İNSANLARIN YARDIMLAŞMASINI TEŞVİK EDER
Egoistlik (bencillik) ve Narsistliği (kendini üstün görme) İstemez

Mehmet DUMANOĞLU

Rahman ve Rahim olan Allah’ın Adıyla Başlayalım;
“Ben neden varım, bu dünyaya neden geldim? Varlığımın bir anlamı ve amacı var mı?
Siz hiç sormadınız mı?
Allah evreni, canlıları ve beni yaratmakla ne amaçladı?
Beni yarattığına göre bir amacı olmalı. Öylesine var etmiş olamaz. Yüce Allah’ın benimle ilgili bir amacı varsa o zaman kaderimin de bir anlamı olmalı. Eğer kaderimin bir hedefi yoksa, istikameti yoksa benim kâinattaki diğer varlıklardan ne farkım var? Kâinattaki her şey; galaksiler, bunca yıldızlar, gezegenler, kara delikler kendisine ibadet edecek bilince sahip olmayan sayısız “şeyi” neden yarattı? Eşsiz ve benzersiz olan Allah hiçbir şeye ihtiyaç duymuyorken neden “ol” dedi ve her şey oluş sürecine girdi? Neden “Hiçbir şey yerine bir şeyler var?”   (Kaynak: NETFLİX; “Kübra” Dizi film, 1.Bölüm başlangıcı, 18.01.2024)
İnsan bakımından günübirlik yaşamak, sadece kendi keyfi, planları için veya yaşamını çalışmadan, üretmeden; tuvalet-mutfak-yatak odasında geçirmek kısaca hedefsiz, tembel, bomboş geçen bir hayat biçimi Kur’an’ın anlattığı amaç değildir.  İnsan 2. derece manada yaratma – yani “yaratılmıştan yeni bir şeyler oluşturmak – yeteneği, akıl, zekâ düşünme yeteneği, gelecekle ilgili plan yapma, iradeye” sahiptir. “Yaradılıştan gelen “ aşka bir özelliği de “sosyal canlı” olmasıdır. Zorunluluk koşulu hariç hiçbir insan “tek başına” ömür boyu yaşayamaz, diğer insanlara mecburdur. Bu nedenlerle toplum olarak yaşayan insanlık beraber yaşayabilmek için kurallar oluşturmuşlardır: Temeli ahlaka dayanan bir arada “beraber” yaşamak için şart esaslardan birisi de “adaletin” uygulanmasıdır. Adalet deyince aklımıza hemen Anayasa, kanunlar, mahkemeler gelmemeli. Bunlar devletin uygulama yöntemidir ve “devletin adaleti tam uygulaması” çok önemlidir. Ancak birlikte yaşama da sadece devletin yazılı kuralları yani, kanunlar yetmez. Yaşlı genç, varlıklı fakir, hasta sağlıklı, köy, ilçe, şehir gibi farklı yerlerde yaşayan insanlar arası iletişim ve ilişkilerde tek başına devletin kanunları yetersiz kalır ki, kalmıştır. İşte burada “din” devreye girer. İslamiyet, bireyin diğer bireylerle ve toplumla ilişkilerini; temeli güzel ahlak ve adalet olmak üzere düzenlemiştir. Bu düzenleme yapılırken “zorunlu” uygulama getirdiği gibi “gönüllülük” esası da vardır ve “yardımlaşma ve dayanışma” sürekli desteklenip, teşvik edilmiştir. Eksikliklerim olabileceğini “peşinen” söyleyerek belirtmeliyim ki, Kur’an’ı Kerim’imiz tam (24) yirmi dört surede insandan “aklını kullanmasını” ister.
(37) Otuz yedi surede “düşünmesini” ve (19) on dokuz surede de insanı; uyarır, nasihat eder, onu iyiliğe yönlendirir yani “öğüt” verir. Tamamı (114) yüz on dört sureden oluşan Kur’an-ı Kerim’imiz toplam (80) seksen surenin ayetlerinde insanlığa; “düşünmeyi, aklını kullanmayı hatırlatıp onları doğru yola yönlendirmek için öğüt veriyor.
(Mehmet DUMANOĞLU: Bir Füze Yanlışlıkla (!) Mekke’ye Düşerse Müslümanlar Masum Mu? S.45-46 Berikan Yay. Ank. 2019)
Hz. Peygamber’e (SAV) gelen ilk vahyin “İkra” (oku) ikinci vahyedilen surenin “kalem” olmasının “nedenini” düşünmeliyiz. Tesadüf olamayacağına göre neden bu sıralama? Hatta bir adım ileri giderek şunu da düşünmeliyiz: İlk emri “oku” ikinci vahiy “kalem” olduğuna göre; ahirette onun bize ilk sorusu ne olabilir? Kitabımız Kur’an-ı Kerim, Mehmet Âkif Ersoy’un dediği gibi “mezar başında ölüye okunmak için değildir. Kabirdekini zaten “Hakk’a uğurladık.” Kitabımız, insan yaşarken hem dünya hem de ahiret hayatını düzenlemesi için gönderildi. Yukarıdaki sorumuzu tekrar olmasına rağmen yineliyorum: İlk istek “oku” olduğuna göre ahiretteki “ilk soru” ne olabilir?..
NAHL-9: “Muhakkak ki, Allah adaleti, iyiliği, akrabaya yardımı emreder; hayâsızlığı (utanmazlığı), kötülüğü ve azgınlığı (çirkin işler yapmayı) yasaklar. “Düşünüp” ders almanız için size böyle “öğüt” veriyor.” (kuranvemeali.com) FECR (şafak, sabahın alacakaranlığı) SURESİ:
15- “İnsan var ya, Rabb’i ona imtihan için ikramda bulunduğunda ve onu nimetlere boğduğunda,”
“Rabb’im bana ikram etti.” der (mutlu olur).
16- “Onu imtihan edip rızkını daralttığında ise “Rabb’im beni önemsemedi.” der (mutsuz olur).
17- “Hayır, hayır! Doğrusu siz yetime ikram etmiyorsunuz.”
18- “Birbirinizi yoksulu yedirmeye teşvik etmiyorsunuz.”
19- “Mirası hak hukuk demeden yiyorsunuz.”
20- “Malı aşırı derecede seviyorsunuz.”
(kuran.diyanet.gov.tr)
“Müslüman, Müslüman’ın kardeşidir.” (Yardımlaşma – dayanışma – birlik)
Egoistlik ve Narsistlik
1)    Müslüman başka bir Müslüman’la nasıl kardeş olur (veya sayılır)? (Neler yapılmalıdır ki, bir Müslüman başka bir Müslüman’la kardeşlik (dostluk – dayanışma- birlik) yapmış olsun?
2)    Karşındaki Müslüman “ne yaparsa yapsın (her şeye rağmen)” başka bir Müslüman tarafından kardeş kabul edilmeli midir?
a) İNFAK: Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak amacıyla harcama yapmaktır. Kur’an ’da infak kavramı kırk dört ayette geçiyor, yetmişe yakın ayette de “harcama yapma” anlamında geçer. (islamansiklopedisi. org.tr)
İnfak; bir Müslüman’ın “akrabalarına” ve geri kalan herkese yaptığı yardım(lar)dır. Bu yardım BORÇ VERME şeklinde OLAMAZ. Verilen GERİ alınmaz.
İnfak yapan bir Müslüman maddi yardımı GERİ ALAMAZ. Çünkü infak geri ALMAMAK esası ile yapılır.
b) SADAKA: Sadaka kelimesi Kur’an-ı Kerim’de beş (5) ayette tekil, sekiz (8) ayette çoğul formunda geçmektedir. (dergipark. org.tr)
 Sadaka; bir Müslüman’ın akrabaları DIŞINDAKİLERE yaptığı yardım(lar)dır. Sadaka da tıpkı infak gibi borç verme niyeti ile YAPILAMAZ.
Sadaka sadece maddi yardım DEĞİLDİR. Hasta ziyareti, bir mahkûmu ziyaret, bir çocuğu sevindirmek, canlılara iyi, güzel davranmak, güzel sözler, karşınızdakine gülümsemek, bir yetimin başını okşamak da sadakadır.
Konu maddi ise sadaka; ihtiyaç sahibi birisine (akraba olmamalı) yapılırken ve borç vermek niyetiyle yapılamazken sadaka gibi infak da borç vermek niyetiyle YAPILAMAZ. Verilen geri alınmaz.
Ayrıca infak sadece maddi sıkıntıdaki akrabaya değil, ihtiyacı olmayan akrabaya, gariplere, yolculara da yapılabilinir.
Mesela, yeni bir dükkân açmış bir akrabanızdan “Hayırlı olsun.” anlamında (dükkânına gidip) ihtiyacınız olmadığı hâlde alışveriş yapmak hatta aldığınız ürünün satış fiyatından daha yüksek fiyata mal almak (amaç destek ve hayırlı olsun dileği olduğu için) İNFAK ’tır.
c) KARZ-I HASEN: “Müslüman, Müslüman’ın kardeşidir.” hadisi Müslümanlara arasında “dayanışmayı- yardımlaşmayı- bağların sıkı ve kuvvetli olmasını” hedeflemiştir. Karz-ı hasen; “güzel borç” anlamına gelir. Zor durumda kalan bir Müslüman’a maddi durumu iyi olan bir Müslüman’ın BORÇ VERMESİ demektir. Borç verilen kişi akraba olabilir veya olmayabilir.
Karz-ı hasenin değeri şudur:
Güzel borç (karz-ı hasen) verildiğinde kâr amacı güdülmez. Borç veren kişi; verdiği miktar ne ise karşı tarafın maddi durumu düzeldiğinde “o kadarını” geri alır. Geri alma süresi iki taraf arasında peşinen konuşulabilir veya konuşulmayabilir.
Burada değerli olan “ihtiyacın bir kazanç gözetilmeksizin” giderilmesidir. On bin lira vermişseniz –aranızda varsayalım altı ay sonra şu gün geri ödenecek denildi-; kararlaştırılan tarihte on bin lira alırsınız.
Daha azını isterseniz alabilirsiniz fakat “daha fazlasını” alamazsınız. Çünkü karz-ı hasende kâr amacı güdül(e)mez.
Şöyle düşünülebilinir; “On bin lira ile ben elli adet küçük altın alabiliyordum. Altı ay sonra ancak otuz tane küçük altın alabiliyorum. Dolayısıyla “zarar” etmiş oldum. Bu düşünce ekonomik olarak doğrudur ve mali olarak zarara uğramışsınızdır. Ancak bunu hesaplayacaksanız “güzel borç (karz-ı hasen) “yapmayacaksınız. “Müslüman yalpalamamalı.”
“Ben on bin lira verdim, on iki bin lira isterim altı ay sonra” derseniz paranızla kazanç elde etmiş olursunuz ki, bu da karz-ı hasen (güzel borç) olmaz. Bu durumda vereceğiniz borcu altın veya döviz olarak verirsiniz kaybınız olmaz. Müslüman “zikzak” yapmamalı...
Gündelik hayat içinde “her türlü” karakterde, ahlakta insanlarla karşılaşabiliriz. İnandığımız ancak yanıldığımız şahıslar olmuştur, olacaktır. “Her şeye rağmen” Müslüman, Müslüman’ın kardeşi midir?
Hz. Peygamber (S.A.V) “Müslüman’ın başka bir Müslüman’la üç günden fazla küs durması helal değildir.” demiştir. Ancak her dinin inananlarında, her millette ahlaklı, dürüst, doğru sözlü, namuslu, gururlu, şerefli insanlar olduğu gibi, yalancı, sadece kendi çıkarını düşünen (bencil), verdiği sözü tutmayan (sahtekâr), en yakınlarına bile “bilerek” kendi çıkarı için zarar veren (ahlaksız) insanlar da vardır. Bu durum Müslüman toplumlar için de geçerlidir.
O zaman şu soruyu sormalı;
Bir kişi ne kadar bencil, sahtekâr, yalancı, ahlaksız olursa olsun “Ben Müslüman’ım.” dediği için “kardeşim olarak mı” kabul etmeliyim, hadisişerif gereği?
Ve,
“Ben Müslüman’ım.” dediği için hadisişerif emrimucibinde “üç günden fazla” o kişi ile küs durmamalı mı?
“Aklı olmayanın, dini yoktur.” ve “Din güzel ahlaktır.”
Bütün dinlerin asıl hedefi güzel ahlaktır.
Müslüman fakihler (fıkıhçılar yani İslam hukukçuları) üç durumda bir Müslüman’ın başka bir Müslüman’la bağlarını kopartabileceğini, görüşmeyebileceğini söylemişlerdir:
1)    Müslüman’ın can (hayatına) kastediliyorsa (öldürülme tehlikesi)
2)    Namusu tehlikedeyse
3)    Malına zarar veriliyorsa (veya malı tehlikede ise)
1 ve 2. maddeleri açıklamaya gerek bile yoktur. Hiç kimseye “öldürülme veya namus” tehlikesi ortadayken “Yahu o Müslüman; sen, onunla akrabalığını, komşuluğunu devam ettir.” diyemezsiniz zaten kabul de ettiremezsiniz. Bunu teklif etmek bile “Zekâ kıtlığıdır.” veya sizin de “başka bir hesabınız” vardır.
3.maddede ise;
 Bir kişi (kim olursa olsun) komşu, eski bir tanıdık belki yakın bir akrabanız;
•    Bir şahıs “canı öyle istediği için” “sadece zarar vermek” amacıyla maddi zarar vermişse (evinizi kiraladı ödeyebileceği hâlde kirasını vermiyor veya sizin kredi kartlarınızı “ben şu tarihte öderim” dedi ancak vakti gelince ödeyebileceği hâlde size zarar vermek niyetiyle ödemiyor-ödemedi.)
•    Bir şahıs size yalan söyleyerek kandırıp maddi zarar vermişse (bir ücret karşılığında anlaşıp, onun adına çalıştınız; “iş bitti” paranızı vermiyor.)
•    Bir şahıs; sizin (eşinizin, çocuğunuzun) ona olan güvenini kullanarak borç yaptırmış sonra da bunu ödeyebileceği halde ödemiyor. (ve ya ödememişse) (Mesela “Taksitlerini ben ödeyeceğim.” diyerek bankadan kredi çektirmiş veya ödeyemeyeceği hâlde “Ödeyeceğim. diyerek sizi kandırıp  bankaya borçlandırdı. Krediyi siz çektiniz, imzayı bankada siz attınız, ilgili zat parayı aldı gitti… Borç sizin adınıza olduğu için –yasal olarak- sizin borcunuz; yasal olarak siz ödeyeceksiniz. Bu nedenle siz, evinize harcayacağınız paranızı kandırdığınız için banka kredisine harcayacaksınız… O da göbeğini kaşıyıp, çayını içecek…) Bu da mala zarar vermek demektir.
İslam hukukuna göre kişiler arası ilişkilerde bu üç durumdan birisi ile karşılaşmışsanız; kim olursa olsun ilgili “şahısla” ilişkinizi, görüşmenizi kesebilirsiniz çünkü bu üç koşulda (karşıdaki şahıs bakımından) mecbur kalmak, zorunluluk yoktur.
“Düşmanı değilsinizdir ama dostu da olmazsınız.”
Zekât: Varlıklı Müslümanların servetinden “en az” kırkta birini yani %2,5 (yüzde iki buçuğunu) ihtiyaç sahiplerine vermesidir. Kur’an’ı Kerim’de otuz (30) ayette “marife” olarak geçer. (islamansiklopedisi. org.tr)
EGOİST VE NARSİST
Ego yani içimizdeki “ben” herkeste bulunur ve gerçeklikle çatışma hâlindedir veya şöyle diyebiliriz, ego gerçekliğin baskısı altındadır. Bu nedenle şahsın psikolojisi ile “gerçek” çatışma halindedir.
Herkeste “ben” duygusu olmakla birlikte kişiyi “egosunun” yönetmesi ciddi sıkıntı demektir, psikolojik problemi var anlamına gelir. Aslında yeterli kültürel seviyesi yoktur fakat “her şeyolog” gibi davranır; her konuda edecek lafı vardır. Becerikli değildir fakat “her işten” anlar. Ticari yeteneği yoktur fakat “CEO”dur.
Kalabalıklardan kaçar. Kelime dağarcığı sınırlıdır. Karar verdiğinde; “Her zaman, her koşulda ve kimle ilgili olursa olsun kesinlikle sadece kendi çıkarını düşünür, çünkü bencildir. Karşısındakilere verdiği veya vereceği zararı kesinlikle umursamaz. Alt kültür olan çevresinin abartarak yükselttiği “sakat öz güven ile” kendisini diğer insanlardan üstün görür. Yani kesinlikle narsisttir. Kendisini daha üstün göremediği insan(lar)dan uzak durur, mecbur kalmadıkça görüşmez. Ancak kendisine yukardan baktıklarına karşı ne sözünü esirger ne de yapacağını… En yakını bile olsa bu tipler de ona itaat ederler… Çünkü onlarda da karakter problemi vardır… Güce itaat etmeye hazırlardır. Onların da yaşamlarında “başarılı” oldukları görülmemiştir.
Egosunun kendisini yönettiği bir insanda “kişilik bozukluğu” vardır. Bu nedenle egosu yüksek olan bir şahısta vefa, adalet, alçak gönüllülük gibi insancıl davranış ve karakter bulamazsınız. Bu şahısların çalışma hayatlarında başarılı oldukları da görülmemiştir. Ancak bu gerçeği etraflarından çok iyi gizlediklerini zannederler.
Sonuç olarak egosu kişinin önüne geçtiğinde; bencil bir karakter ortaya çıkar. Kişi, “benliğini” yönetirse harika bir şahsiyet ortaya çıkabileceği gibi, ben(cil)liğin kişiyi yönetmesi durumunda; kibirli ancak öz güveni yetersiz, karşısındakilere -en yakınları bile olsa- verdiği (vereceği) zararları umursamayan, narsist bir şahıs olur.
Narsist, çevresindekilerin kendisini abartılı şekilde övmesi ile büyütüldüğü(!) için herkesten iltifat bekler ancak kendisi kibirli ve kendini beğenmiş tavırlar sergiler, başkalarının duygularını veya on(lar)a vereceği zararları asla önemsemez, empati kurmaz  Aksine kim olursa olsun diğerleri(!!!) kullanılacak, gerektiğinde manipüle edilecek insanlardır.
İşte bu nedenle; belli çizgi ve kalitede, kendisine güvenen, başarılı, güçlü karakterlerle “mecbur kalmazsa” görüşmez… Zaten bu nedenle manipüle edilebilecek, istediği gibi davranıp konuşabileceği, “duygu sömürüsü” yapabileceği insanlarla bağını daima sıkı tutar… Böylece kendilerini “vazgeçilmez” zannederler… Mutlu hissederler, “ben”cil olurlar…
İşte tam da bu nedenle; Edebiyat Öğretmeni Hülya Şama Turgut’un sözü ile bu bahsin ana fikrini söyleyelim:
“Sana değer katmayan kişilere (egoist ve narsistlere) zaman ayırma
Kimseye ayıp olmaz merak etme… Sen, sana ayıp etme yeter…” (Hülya Şama TURGUT)
ENAM SURESİ (halk, yaratılmış bütün insanlar)
42- “Ant olsun ki, senden önceki ümmetlere de elçiler gönderdik. Ardından, belki yalvarıp yakarırlar diye onları darlık ve hastalıklara uğrattık.”
43- “Hiç olmazsa kendilerine tarafımızdan bir sıkıntı geldiğinde içten bir niyazda bulunsalardı. Fakat kalpleri iyice katılaştı; şeytan da onlara yaptıklarını şirin gösterdi.”
44- “Onlar, kendilerine yapılan uyarıları unutunca her şeyin kapılarını onlara açtık.”
Nihayet kendilerine verilenler yüzünden şımardıkları zaman onları ansızın yakaladık! Böylece onlar birdenbire bütün ümitlerini yitirdiler.”
(kuran.diyanet.gov.tr)
TÖVBE SURESİ
71- “Müminlerin erkekleri de kadınları da birbirlerinin velileridirler, (dostu); iyiliği teşvik eder, kötülükten alıkoyarlar, namazı kılarlar, zekâtı verirler. Allah ve Resul’üne itaat ederler.”
(kuran.diyanet.gov.tr)
Mutlaka hatırlatmam gereken bir konu var. Bütün Türkiye insanları olarak: 06 Şubat 2023 günü güneydoğu bölgemiz büyük bir deprem yaşadı. On binlerce insanımızı kaybettik, on binlerce insanımız da yaralandı. Ülkemiz ve bölge insanlarımız için kayıplarımızın verdiği üzüntü yanında çok ciddi ekonomik ve mali kayıplar, sıkıntılar ortaya çıktı.
Türkiye bir deprem ülkesi. Bunu hepimiz biliyoruz.
Bu konu ve uğranılan kayıplarımızla ilgili 14.02.2023 tarihinde MHP Genel Başkanı Dr. Devlet Bahçeli MHP grup toplantısında şöyle demişti:
“06 Şubat günü yaşadığımız depremde bu kadar çok ölümlü kaybımızın ve bu kadar çok binanın yıkılmasını “kader diye” açıklayamayız. Bunun asıl nedeni; kurallara uygun, bilimsel esaslara uygun yapıların inşa edilmemesidir.”
Aynı konuda 09.02.2023 günü de Prof. Dr. Nihat HATİPOĞLU yaptığı açıklamada;
“Bilim insanlarının sözü, bizim için dinî bir emir gibidir. Bu kadar kayba “kader” diyemeyiz.”
O günden bugüne devletimiz ve ulusumuz en azından yaralılar ve maddi kayıplar için çok çalıştı. Ancak şu anda dahi çadırlarda ve konteynerlerde on binlerce insanımız yaşıyor. Özellikle Adıyaman ve Hatay, Samandağ’daki insanlarımız zor koşullarda yaşamaya devam ediyor. Günlerdir devam eden şiddetli yağışlar nedeniyle Antakya, Samandağ ve Adıyaman’daki çadır ve konteynerde yaşayanlar çok ciddi sıkıntı içindeler.
Şu an tam da “infak-sadaka-zekâtın” gerçek manada hedefine ulaşacağı andır. Antakya-Samandağ ve Adıyaman’a hep beraber bir defa daha omuz verme zamanı. İYİLİK İYİDİR.