‘’OLTADAKİ BALIK ’’ KURTULUYOR MU? - I
(Orta Doğu Coğrafyasında Bilek Güreşi: Türkiye - ABD)
I.
Oltadaki Balık: 2. Dünya Savaşı’ndan en kârlı çıkan devletler ABD ve Sovyetler Birliği (Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği) olmuş; İngiltere, Orta Doğu’daki emperyalist alanlarının bir kısmını ABD lehine kaybetmişti.
2. Dünya Savaşı’ndan sonra iki kutupluluğa dönüşen dünyada ABD ve SSCB, Avrupa topraklarını sert pazarlıklar sonucu paylaşmışlardı. Paylaşım pazarlıkları o kadar çetin geçmişti ki, Almanya’nın kimin kontrolünde kalacağı konusunda anlaşamayan iki devlet bu ülkeyi Berlin şehrini de ikiye bölüp ortasına bir duvar çekerek (Berlin Duvarı) paylaşmışlardı. ABD etkisi altında kalan tarafa Batı (Federal) Almanya, Sovyetler tarafında kalan kısma Doğu Almanya adı verildi.
İki gücün ‘’paylaşamadığı’’ devletlerde vardı: Türkiye, Yunanistan gibi.
İkinci Dünya Savaşı sırasında SSCB Türkiye’den (Doğu Anadolu’da) bazı toprakları ve Boğazlar üzerinde hak istemişti ve Türkiye savaş sonunda Sovyetlerin tehdidi altındaydı. Esasen Türkiye’nin bu devlete karşı askerî bir mücadelede başarı şansı yoktu. Bu nedenle 1947’den itibaren Türkiye, ABD ile değişik tarihlerde yaptığı gizli - açık anlaşmalarla (askerî, mali, ekonomik, tarım, eğitim, basın, yayın ve yayım hatta okullardaki ders müfredatları, Türkiye’deki bütün bakanlıklara ABD’li danışmanların atanması - Amerikalı danışmanların maaşlarını dolar olarak Türkiye ödeyecekti… - , NATO’ya üyelik vb. gibi aklınıza gelen her alanda. O kadar ki, ABD’nin isteği ve telkinleri sonucu Eskişehir’deki uçak fabrikası, Kayseri’deki uçak motoru fabrikası dahi kapatıldı, Türkiye, ABD’den aldığı ‘’borçlarını’’ ödeyemiyordu…) Türkiye ‘’kıpırdayamayacak‘’ hâle geldi, getirildi… ABD; Ruslar’ın Türkiye tehdidini iyi değerlendirmişti. Türkiye’nin yöneticileri Rus tehdidini ABD’ye karşı niçin kullanamadı?
‘’Filler tepişirken’’, Türkiye ‘’çimen’’ olmayabilirdi…
Türkiye, ABD’ye askerî, ekonomik, mali elbette politik alanlarda BAĞLI, BAĞIMLI HÂLE DÜŞÜRÜLDÜ.
İşte o zaman meşhur Rockefeller ailesinden Nelson ROCKEFELLER, ABD Başkanı EİSENHOWER’e yazdığı mektupta Türkiye ile ilgili şöyle yazdı:
‘’Türkiye her alanda ABD’ye muhtaç hâldedir. Bu nedenle artık Onlara mali yardımlar yapılması lüzumsuzdur. OLTADAKİ BALIĞIN YEME İHTİYACI YOKTUR.’’ (1956)
II.
27 Mayıs 1960 senesinde Türkiye’de 27 Mayıs Askerî Darbesi yaşandı.
1963 Kıbrıs sorunu nedeniyle Türkiye’nin Kıbrıs’a askerî müdahale kararı alması üzerine 1964’te ABD Başkanı Johnson’un İsmet İnönü’ye yazdığı; Türkiye’nin, Kıbrıs’a müdahalesine karşı çıkan meşhur ‘’Johnson mektubu.’’
Türkiye’nin 1974’te gerçekleştirdiği Kıbrıs Barış Harekâtından sonra 05 Şubat 1975 yılında ABD’nin Türkiye’ye silah ambargosu uygulaması (ABD Başkanı Gerald Ford),
1977’den itibaren Türkiye’de hızla artan anarşi olayları,
12 Eylül 1980 tarihinde Türkiye’de ‘’bizim çocuklar’’ın gerçekleştirdiği askeri darbe (ihtilal haberi ABD’ye ulaştığında ABD’li yetkili Paul Henze şöyle demişti: ‘’Duydunuz mu? Bizim çocuklar Türkiye’de darbe yapmışlar’’….
1949’dan 2020 yılına kadar değişik tarihlerde Türk tarımına yapılan müdahaleler: Zeytin, ayçiçeği, haşhaş, kenevir, şeker pancarı, buğday, arpa, mercimek, mısır, tütün, pirinç, mercimek ekimi ve taban fiyatlarına ABD’nin yaptığı müdahaleler, küçükbaş özellikle büyükbaş hayvancılıkta ithal et ve canlı hayvan ithalatı baskıları, Türk tekstilinin gelişmesini önlemeye yönelik çalışmalar.
Çok bilinen bir Tokat türküsü vardır: ‘’Naylon çorap giyemedim, öğretmene varamadım.’’ diye başlayan.
Hiç düşündünüz mü niçin ‘’naylon çorap giyemediği için’’ üzülür?
Çünkü naylon çorap o dönemde ABD’den ithal edilmek zorunda. Türk halkının ‘’bilinçaltına’’ verilen ‘’öğrenilmiş çaresizlik ‘’ mesajı.
Bu konuda iki örnek daha verelim. ‘’Zeytinyağlı yiyemem aman, basma da fistan giyemem aman’’.
Niçin dünyanın en sağlıklı besin maddelerinden olan zeytinyağını yiyemez?
ABD’den; Türkiye’ye, Türkiye ihtiyacından fazla süt üretimi yapmasına rağmen gerekçesi hiçbir zaman anlaşılamayan (!) ‘’süt tozu‘’ ile birlikte yüz binlerce teneke katı yağ gönderiliyordu bu sırada.
Halkın beslenme alışkanlığı ve damak zevki değişmelidir. Bu yağ satılacaksa Türkler katı yağ kullanmalı, zeytinyağından, ayçiçeği yağından uzaklaştırılmalı, süt yerine ‘’süt tozuna alıştırılmalı (Türkiye’nin bütün ilkokullarında 1972, 1973 yıllarında çocuklara süt tozu içme saati vardı).
Neden “basma’’ giyemez? Nazilli Basma Fabrikası kapanmalı... Anadolu insanı Amerikan bezi kullanmalı. Gene bilinçaltına yapılan ‘’gizli ikna‘’ propagandası.
Bu türkü “Bir ülke nasıl sömürülür?’’ün en güzel örneklerindendir, ABD tarafından sipariş edildi. Kaynaklarda Bursa yöresine ait diye yazılıdır…
Hepimizin bildiği bir türkü de Bodrum yöresine ait ‘’çökertme’’dir. Türkü’nün ikinci kıtasının ikinci sırasında şöyle der:
‘’Kolcular geliyor Halil’im, Nerelere kaçalım?‘’
Kimdir bu kolcular? Kolculardan niye kaçıyorlar?
1881’de Osmanlı borçlarına karşılık alacaklı devletler Osmanlı gelir mali kaynaklarını kontrol ve alacaklarını tahsil etmek için Duyun-ı Umumiye İdaresi’ni kurmuşlardı. Osmanlının önemli gelir kaynaklarından birisi de tütün idi.
Alacaklı devletler kurdukları güvenlik güçleri ile köylünün üretimini çok sıkı kontrol ediyor, köylülerin ürünlerini eksik bildirmemesini veya başka yerlerde saklamamasını sağlıyorlardı. Bu takip ve kontrol işini de ‘’kolcu’’ denilen güvenlik görevlileri sağlıyorlardı.
ABD 1950’lerden itibaren buğday, pamuk, şeker pancarı, tütün, afyon ve kenevir üretimini sürekli takip etmiş, Türkiye ile yapmış olduğu tarım-hayvancılık anlaşmaları ile üretimi sürekli kontrol altında tutmuş, bazı tarım ürünlerinin ‘’ekimini yasaklatmış’’ (kenevir, afyon), bazılarının hasat miktarının azaltılmasını sağlamıştır: Buğday, mercimek, pirinç, şeker pancarı, tütün, pamuk gibi.…
Tarım meslek liseleri, TARİŞBANK, FİSKO BİRLİK, TRAKYA BİRLİK, ET ve BALIK KURUMU vd. ne oldu?
KÖY ENSTİTÜLERİ NİÇİN KAPATTIRILDI?...
Osmanlı yıkıldı ama ‘’adı konulmadan, kimseye de fark ettirilmeden’’ ‘’Duyunu-u Umumiye yeniden kuruldu…
1984 yılında terör örgütü Türkiye’deki ilk terör eylemini yaptı. O günden bu yana ABD uluslararası hukuk gereği terör örgütü kabul ettiği PKK’yı açıkça binlerce tır silah, lojistik, askerî eğitim, istihbarat bilgileri ve mali yardımlarla açıkça desteklemektedir (Türkiye, İran, Irak ve Suriye’de taşeron terör örgütü PKK ve alt kolu PKK/PYD’yi kullanmaktadır).
1997, 28 Şubat süreci sonunda Necmettin Erbakan’ın başbakanlık görevini bırakması gelişmeleri incelenirken niçin Rahmetli Necmettin Erbakan üzerinde bu kadar ağır baskılar yapıldı, Türkiye “tef gibi’’ gerildi?
Rahmetli N. ERBAKAN ‘’Millî Sanayi, Millî Görüş’’ demişti daima ve göreve geldiğinde ABD çıkarlarına aykırı (zarar verici) üç uygulamayı başlatmıştı:
- Devlet ekonomi yönetimini yeniden organize etti, Maliyede ‘’havuz sistemi’’ni getirdi.
- ABD’nin 1950’lerden itibaren Türk tarımı ve Türk köylüsü zararına yaptırdığı düzenlemelere karşı çıkarak Türk tarımın gelişmesi, üreticinin daha çok kazanmasına yönelik - telkinlere aldırmayarak- yüksek taban fiyat politikası uyguladı.
Mesela ABD’nin uzun yıllardır Türk hükûmetlerinden ürünlere ‘’düşük taban fiyatı verilmesi’’, taban fiyatlarının ‘’geç açıklanmasını’’ istediği ve uygulattığı herkesin bildiği gerçektir. N. ERBAKAN, ABD’nin bu isteğini reddetmiş ve Türk köylüsünün, üreticisinin yararına beklenenden çok yüksek taban fiyatları açıklamıştır. Bunun çiftçi için ne anlama geldiği açıktır.
Oysa ABD, Türkiye’deki ‘’ekilen tarım alanlarının azalmasını’’ hedefliyordu. Bunun en kolay yolu; Çiftçinin ürettiğinden ‘’para kazanamaması’’ bu nedenle de çiftçiliği bırakıp şehirlere göç etmek zorunda kalmasıdır.
Köylü ‘’iyi kazanırsa’’ ne olur???
Çiftçinin üretim maliyetleri düşük olursa, ne olur?
Devlet ‘’taban fiyatlarını‘’ önceden açıklasa, çiftçinin ‘’iyi kazanacağı’’ taban fiyatı verse ne olur (burada özel sektör ne olacak demeyin…) ?
Yakıtta KDV oranı sıfırlansa, bazı ürünlerdeki teşvik primlerini ‘’sembolik tutmaktan’’ vazgeçse kimin faydasına?
HANGİ ULUSLARARASI ŞİRKETLER, HANGİ DEVLETLER KAYBEDER?
ABD, Türkiye’ye ihraç etmeyi planladığı ürünleri, gübreyi, tarım ilaçlarını, tarım makinelerini aynı kolaylıkla satabilir mi?
Aynı durum ‘’et üretimi’’ yani küçükbaş ve büyükbaş hayvan sayısının artırılması, kırmızı et üretimi içinde geçerli. Türkiye ‘’Kendisine yetecek sayı ve miktarda canlı hayvan ve kırmızı et üretmemeli idi…
Kısaca Türkiye ‘’ithal etmek zorunda’’ olmalı, bu şekilde kalmalı… ABD çiftçisi, besicisi kazanmalı…
Türk köylüsü gerekli alt yapılar hazırlanmadan ‘’adeta zorla’’ şehirlere ‘’yığıldı’’ (göç etmeye mecbur bırakıldı).
Dikkatinizi çekti mi bilmem; 28 Şubat sürecinde görülen Aczmendiler, Müslüm Gündüz’ler, garip kıyafetlerle sokaklarda dolaşanlar N. ERBAKAN’ın başbakanlığı bırakmasından sonra ‘’kayboluverdiler’’ … Nerden gelmişlerdi, Nereye gittiler?…
2001 yılında ‘’iddiaya göre’’ Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in Başbakan Mustafa Bülent Ecevit’e Anayasa kitapçığını atması ile (o sırada kimse şunu sormadı: Anayasa Mahkemesi Başkanlığından gelmiş, Devlet terbiyesi çok güçlü A. Necdet Sezer, Başbakan’a böyle bir hareket yapar mıydı? Soran olsa bile soran sesini kimseye duyuramazdı…) birdenbire Türkiye’de ‘’ekonomik kriz’’ patlayıverdi…
Bu Ülke ne olaylar yaşadı bir şey olmadı nedense kitapçığın fırlatılması büyük bir ekonomik kriz çıkarttı…
Yazar kasa fırlatan esnaf, Türk (!) basınında çıkan kriz-kaos haberleri… ABD’den (Dünya Bankası’ndan) Kemal DERVİŞ gönderildi, ‘’Dünya Bankasının (ABD’nin) istediği’’ ekonomi ile ilgili yasalar çıkartıldı kriz bitiverdi… Bu meseleyi ‘’en iyi’’ zamanın başbakan yardımcısı Hüsamettin ÖZKAN bilebilir.
Kemal Derviş 1983’te de Turgut Özal’ın yanına gelmiş 24 Ocak Kararları’nı ‘’birlikte’’ hazırlamışlardı. 24 Ocak Kararları ile Türkiye ‘’liberalizm diye diye’’ dünyanın (ABD ve AB’NİN) HAM MADDE DEPOSU VE PAZARI OLUVERDİ.
Çünkü Türkiye henüz ‘’rekabete” hazır değildi… Hele Tansu ÇİLLER’in başbakanlığı döneminde AB -Türkiye arasında imzalanan Gümrük Birliği Anlaşması var ki, Türkiye bugün dahi bu anlaşmansın yeniden düzenlenmesini istemekte. Elbette AB bunu sürekli erteliyor…
2001, 2007, 2013, 2014, 2017 yıllarında Türkiye’de ekonomik krizler yaşandı. ABD Başkanı Donald Trump Türkiye’de yaşanan son ekonomik krizdeki ABD müdahalesini gizlemedi bile.
04 Temmuz 2003 yılında Kuzey Irak, Süleymaniye’de on bir (11) Türk askerine ABD askerlerinin müdahalesi olan ÇUVAL OLAYI gerçekleşti. Olayın günü olarak 04 Temmuz özellikle seçilmişti. 04 Temmuz ABD’nin bağımsızlık günüdür. Türkiye’ye mesaj veriliyordu. Bu olaydan önce Irak’a askerî harekât için hazırlanan ABD askerlerinin Türkiye’nin bazı şehirlerinde toplanması kararı ile ilgili tezkere 01 Mart 2003’te TBMM tarafından reddedilmişti.
Bu sonuç ‘’Süper Güç’’ün karizmasını çizmişti. Çuval Olayı bunun intikamı idi. Bir NATO üyesi başka bir NATO üyesinin askerine müdahale ediyordu. Bu ilk oldu. ANCAK KONU TÜRKİYE ÖZELLİKLE TERÖR ÖRGÜTÜ KABUL ETTİKLERİ PKK TERÖR ÖRGÜTÜ OLUNCA SON OLMADI. Türk ordusunun operasyonları sırasında ABD ve Almanya, Avusturya, Fransa, Hollanda gibi ülkeler askere müdahale değil ancak tereddüt etmeden askerî ambargo uyguladılar.
Bu tutum PKK terör örgütünün ‘’taşeron terör örgütü olduğunu‘’ ABD ve diğerlerinin lehine Türkiye’ye karşı ‘’vekâlet savaşı‘’ yaptığını ispatlar.
Ergenekon, Sarı Kız, Ay Işığı, İzmir Deniz Kuvvetleri Casusluk Davası konularını hatırladınız mı?
Türk ordusundaki pek çok general hatta Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ bile cezaevine yollandılar. Türk ordusundaki ‘’ulusçu, ulusalcılar‘’ toplanıyor, ordudan uzaklaştırılıyordu. Kâşif KOZİNOĞLU çok daha özel bir konudur.
2003’ten itibaren bütün bu yaşananların 15 Temmuz 2016’ya ‘’hazırlık’’ olduğu çok sonra anlaşılacaktı… FETÖ ve okyanus ötesindeki F. Gülen sadece ordu da değil, adalet, emniyet, millî eğitim ve stratejik bütün kurumlarda hazırlık yapıyordu…
Bu hazırlığa F. GÜLEN’in çapı, gücü, zekâsı YETER MİYDİ? Şüphesiz Onu hazırlayan, eğiten CİA, mali ve politik desteği veren de ABD idi.
2014 yılında 36. Paralel marifetiyle ABD ‘’havadan’’ PKK taşeron terör örgütüne silahlar, her türlü teknik malzeme yağdırdı. Amaç; Suriye’nin kuzey doğusu ve doğusunda ‘’Kürt özerk bölgesi’’ kurmaktı. Bu arada Türkiye içinde de hazırlıklar yapılıyordu… Hem FETÖ hem de Türkiye’deki PKK’lı teröristler hazırlanarak…
15 Temmuz 2016, FETÖ KALKIŞMASI yaşandı. Türk Milleti; ‘’biricik Devletiyle birlikte’’ gereğini yaptı, ABD’nin ve maşası FETÖ’nün ve taşeron PKK’nın planlarını bozdu, hazırlıklarını boşa çıkardı.
ABD 2018 ve 2019 yıllarında taşeron terör örgütü PKK ile yan taşeron terör kuruluşu PKK - PYD’ye ‘’karadan’’ binlerce tır silah yığdı. 2014’te havadan şimdi karadan Suriye’nin doğusu ile ilgili hazırlıkları devam ediyordu ABD’nin.
2020 ABD’nin CAATSA kararları…
III.
Geçmişte birbirlerini ‘’Stratejik Ortak (!)’’ ilan eden ABD ve Türkiye ilişkileri özellikle son yirmi yıldır sürekli problemli, gergin geçmiştir. İki ülke de birbirlerine güvenmemektedir.
Bu durumun nedeni iki ülkenin ‘’gelecekle ilgili’’ hedeflerinin ve çıkarlarının uyuşmamasıdır. ABD, BOP ve globalizm (küreselleşme) nedeniyle Türkiye’ye hem mecbur hem de ona zararlar vermektedir.
Türkiye’nin; Kafkasya, İran, Suriye, Irak, Rusya Federasyonu, Çin, Kıbrıs, Doğu Akdeniz, Libya, Balkanlar, İslâm dünyası, Afrika açılımı ABD’nin hedef ve çıkarları ile çatışmaktadır.
Görüldüğü gibi iki devlet arasında politik ve geleceğe yatırım hedefleri ile ilgili ‘’devasa’’ anlaşmazlıklar bulunmaktadır ve iki devlette hedeflerinden vazgeçmek niyetinde görülmüyor.
Bu nedenle ABD, PKK taşeron terör örgütü ve FETÖ ile gerçekleştiremediği Türkiye’ye baskı yapma, kontrol etme amacını ‘’ekonomik yaptırımlarla’’ ve AB’nin de bu yaptırımlara katılmasını sağlayarak gerçekleştirmeye çalışmaktadır.
ABD’nin 2017 yılında aldığı CAATSA kararlarının ana fikri şudur:
ABD ‘’düşman’’ ilan ettiği devletlere her türlü tedbir ve yöntemle zarar verecektir. Düşman devletlerle ‘’iş birliği yapan’’ diğer devletlere de aynı uygulama ve yaptırımlar uygulanacaktır. Yani onlarda ‘’düşman’’ kabul edilecektir. Düşman kabul edilen devletler tahmin edileceği gibi Rusya Federasyonu, İran ve Çin’dir.
ABD; Türkiye’den CAATSA kararlarına göre şunları istemektedir (2020):
- Türkiye savunma sanayisindeki üretim ve araştırma faaliyetlerini durdurmalıdır.
- ABD, Türkiye’nin: İslam dünyası ve Kafkasya politikasından ve Afrika açılımından rahatsızdır.
- Türkiye PKK taşeron terör örgütü ve Suriye’deki taşeron YPG ile politik ilişki kurmalıdır.
- ABD’de bulunan F. Gülen’le ilgili baskılarını sonlandırmalıdır.
- S-400’ler ASLA AKTİVE EDİLMEMELİDİR.
CAATSA adı ile hazırlanan çalışmada ABD - Türkiye ilişkileri çalışılırken üç ana başlık altında maddeler hazırlanmıştır: İki devletten birisini ilgilendirmeyen (İLGİSİZ) konular, İki ülkenin ORTAK konuları, İki devletin ilişkilerinde ÇATIŞAN konular. Biz burada ‘’çatışan’’ maddeleri yazdık.
DEĞERLENDİRME
Türkiye’nin, Kendisinden istenilen tavizleri vermesinin ‘’mümkün olmadığını’’ ABD elbette bilmektedir.
O zaman yukarıda yazdığımız isteklerini niçin sıraladı?
- ABD demek istiyor ki, Bana itaat eden, işime yarayan bir Türkiye istiyorum.
Sana stratejik, jeopolitik bir rol biçmiştim. Bu rolün dışına çıkma.
Türkiye’nin iç politikası, ABD’nin dış politikasıdır.
- Türkiye’nin savunma sanayisinde ‘’Kendi kendine yetme isteği‘’ ABD’yi en fazla rahatsız eden konu başlığıdır. Eğer Türkiye bu konuda başarılı olursa ABD, Türkiye pazarını kaybedecek demektir. Öyleyse Türkiye’nin önü kesilmelidir.
NATO, ABD SİLAH SANAYİSİ İÇİN ALTIN MADENİDİR. Üye ülkeler (ABD, İngiltere, Fransa dışında) ABD’nin pazarıdır. Türkiye ‘’ürettiği‘’ silah ve savunma sanayi araçlarını başka ülkelere de satabilir. Satış yaptığı ülkelerden - belki - biri, ikisi NATO üyesi devlet olacaktır. Böyle bir gelişme olursa başka pazarlarını da kaybeder.
Öyleyse tıpkı 1950’li yıllarda Kayseri Uçak Fabrikasını ve Eskişehir Uçak Motor Fabrikasını kapattırdığı gibi ABD günümüzde de savunma sanayisi çalışmalarını ENGELLEMELİDİR.
Türkiye savunma sanayisinde şu anda yedi yüz (700) civarı PROJE ÜZERİNDE ÇALIŞMAKTADIR ve bu konuda ‘’taviz ‘’ VERMEYECEKTİR.
- ABD; Türkiye’nin, Rusya Federasyonu ile geliştirdiği ilişkilerden RAHATSIZDIR.
Türkiye, NATO üyesi bir ülke olmasına rağmen Rusya Federasyonu’ndan (yani ABD’nin ‘’düşman’’ olarak gördüğü devletten) S-400 hava savunma sistemi satın alarak diğer NATO üyesi ülkelere ‘’rol model’’ oldu. Silah satın alarak zaten ABD silah sanayisine harcayacağı parayı Ruslara vermekle ABD çıkarına ‘’zarar veren‘’ Türkiye başka NATO üyesi devletlerin önünü açtı. Zarar daha fazla olabilir. Öyleyse Türkiye’ye ‘’gereken ceza’’ kesilmelidir.
ABD, S-400’lerin alımını durduramadığı için
- Türkiye’nin adı geçen hava savunma sistemini kurmasını, aktif hâle getirilmesini KESİNLİKLE ENGELLEMEYE ÇALIŞACAKTIR. Çünkü bu sadece Türkiye’ye değil öteki NATO üyesi devletlere de ‘’gözdağı’’ vermek, mesaj göndermek demektir.
- ABD’nin ‘’gerçek hedefi‘’ ;Türkiye’nin ortalama on beş yıllık süreç sonunda ‘’SAVAŞ UÇAĞI YAPMASINI’’ ENGELLEMEKTİR. Türkiye’den savunma sanayisi ile ilgili istekleri ve F-35 savaş uçağı projesinden çıkarma tehditlerinin perde arkasındaki asıl gerçek budur.
- Türkiye’yi dış ve iç politikalarında ‘’kontrol eden‘’ ABD ortalama olarak son yirmi yıldır Türkiye’yi kontrol etmekte ‘’zorlanmakta‘’. En son 15 Temmuz 2016’da denedi, TUTMADI.
SONUÇ
Türkiye’de hiç kimse ABD’ye yaptırım kararları lehinde destek vermeyecektir. Türk milleti ‘’zor dönemlerde’’ atılım yapmıştır. Türk ulusu rahat dönemlerde ‘’çalışmak‘’ yerine ‘’keyif yapmayı’’ tercih eden bir karaktere sahiptir. İster yakın ister uzak zamanlara bakılınca bu davranış hemen fark edilir.
Bu anlamda ‘’ironi’’ olarak şunu diyebilirim: İyi ki ABD yaptırım kararı aldı. Kıbrıs Barış Harekâtından sonra (1974) ABD ambargosu gelince (1975) ASELSAN’ı kurmuştuk (1978).
Şimdi de ‘’……..SAN’’ı kurarız.
Nasreddin Hoca’ya sormuşlar:
- ‘’İki kere iki kaç eder?’’
Hocamız cevaplamış:
- ‘’Alırken mi, satarken mi?’’
Uluslar arası ilişkilerde ‘’dost- düşman, kişisel ilişkiler‘’ yoktur. Devletlerin çıkarı vardır. Bu nedenle ‘’dün dündür, bugün bugündür‘’.
Vladimir Putin, Türkiye ile ilgili Kasım 2019 ve Kasım 2020 yıllarında yaptığı açıklamalarda şöyle demişti:
‘’Ben, Türkiye ile anlaşıyorum’’.
Bu cümlenin yorumu şudur: Türkiye ile Rusya Federasyonu arasında sorunlar vardır. Ancak görüşmelerimizi hiç kesmedik..
ABD ile Türkiye arasındaki temel sorun burada. ‘’Kovboy’’ sadece istiyor.. Uluslararası ilişkilerdeki ‘’ver/ver anlayışını’’ reddedip sadece ‘’ver’’ diyor. Bu nedenle aldığı yaptırım kararlarının dozunu artırarak uygulayacak büyük olasılıkla AB’nin de ABD yaptırım kararına uymasını isteyecektir.
Covid-19 salgınının bütün dünyaya ve Türkiye’ye ekonomik ve mali etkileri ortada. Türkiye ‘’olası yaptırımlardan’’ da etkilenecektir. ABD çok büyük ihtimalle mali yaptırımlar uygulayarak Türk ekonomisine zararlar verecektir. Türkiye bütün ‘’Millî Güç’’ unsurlarını ‘’çok dikkatli’’ YÖNETMELİDİR.
Tartışmasız, açık biçimde görüldüğü gibi Türkiye ile ABD ‘’2013’te başlayan stratejik yol ayrımındalar’’.
Bu anlamda Türkiye S-400 hava savunma füzeleri konusunda KESİNLİKLE GERİ ADIM ATMAMALIDIR.
Geri adım atıldığı anda Türkiye’den; Doğu Akdeniz, Libya, Ermenistan-Türkiye ilişkileri, Suriye, Irak, İran, Rusya Federasyonu, Türkiye’nin Afrika açılımı, Ege adaları konularında TAVİZLER İSTENECEKTİR.
ABD (ve AB), Türkiye’ye BASKILARI ARTACAKTIR.
Yani mesele tabiri caizse ‘’sarı öküz’’dür…
Bütün bu cümleleri yazarken unutulmaması gereken bir konuda ‘’hamaset edebiyatı‘’ yapmaktan kaçınılması gerektiğidir. ABD yaptırım kararları kesinlikle HAFİFE ALINMAMALIDIR.
Türkiye devleti gereken diplomatik, siyasi, askerî tedbirleri almalıdır, alacaktır elbette.
ABD’nin Türkiye’den istediği öyle tavizler vardır ki, Türkiye’nin istiklalinin tartışılabileceği konulardır.
NE OLACAK?
- Emperyalist akıl (ABD) Türkiye’den ‘’istediği tavizleri’’ alamayacağını bildiğine göre ‘’finansal boyutlar’’ ve ‘’ABD baskısı’’ devreye girecektir.
- Yaptırımlar konusu Türkiye iç siyasetine yansıyacaktır.
- Bir ‘’olasılık‘’ olarak yazıyorum; taşeron terör örgütleri kullanılarak terör olayları yaşanabilir. Yani ABD ‘’bel altına vurabilir‘’.
- Türkiye’deki ABD ve AB beslemeli sivil toplum kuruluşları (STK) marifetiyle ‘’mevcut hükûmet karşıtı‘’ çok yoğun propagandalar yapılacaktır.
- Türkiye, ABD’nin telkinleri sonucu; ‘’vekil devletler’’, ‘’vekil uluslararası kuruluşlar’’, ‘’vekil örgütlerle‘’ mücadele etmek zorunda bırakılacaktır.
- ABD’nin istediği ‘’biat’’tır. Türkiye devleti ve Türk milleti ‘’olağanüstü dirençli’’ bir ulustur.
ABD toplumu gibi ABD yönetimi de ‘’pragmatik’’tir. Türkiye’yi kaybeden ABD mutlaka ‘’yeniden’’ Türkiye’ye dönecektir. Çünkü ABD’nin Türkiye olmadan Rusya Federasyonu, İran, Orta Doğu, Akdeniz, Libya, Kafkasya konularında başarılı olma ihtimali yoktur.
Konunun özü şudur:
1- ABD yaptırımları konusu Türkiye açısından ‘’siyasetüstüdür’’.
2- ABD, Türkiye’yi bahane ederek ve onu dışlayarak; Akdeniz, Kuzey Afrika, Akdeniz ve Orta Doğu’da YENİ BİR OLUŞUMA HAZIRLANIYOR.
3- S-400 konusunda Türkiye’nin atacağı her türlü ‘’geri adım‘’, ‘’Millî Onur’’u rencide eder. Bu ABD’nin Türkiye’yi -kendi adına- ‘’terbiye etmesine’’ razı olmak demektir.
Buraya kadar bütün yazdıklarımızda ADINDAN HİÇ BAHSETMEDİĞİMİZ ancak ABD’den daha kritik daha stratejik olan devlet İngiltere’dir. ABD açısından da, Türkiye bakımından da bütün düğüm onda çözülür.
İngiltere ne yapacak?
‘’Kötü polis rolünü ABD’ye verdi…’’
NOT: Bu yazıda ABD’nin, Türkiye ile ilgili politika ve uygulamalarını ‘’Oltadaki Balık Kurtuluyor mu? -1’’ ile anlatmaya çalıştık. ‘’Oltadaki Balık Kurtuluyor mu?-2‘’ yazısı ile ‘’Türkiye’nin oltadan kurtulmak için’’ 1974-2020 arasında neler yaptığını yazmaya çalışacağız.