CUMHURİYETİN 100. YILINDA BAŞÖĞRETMEN ATATÜRK

28 Aralık 2023 11:48 Doç.Dr.Bahadır AYAS
Okunma
415

CUMHURİYETİN 100. YILINDA BAŞÖĞRETMEN ATATÜRK
M. Bahadır AYAS
Ülkelerin gelişmişlik düzeylerini belirlemek için tartışmalı çok fazla kriter işe koşulsa da genel olarak bir ülkenin gelişmişlik düzeyi ekonomik ve sosyal performansı üzerinden değerlendirilmektedir. Kişi başına düşen millî gelir ve sanayileşme düzeyi ekonomik performansın en önemli göstergeleri olarak değerlendirilebilir. Eğitim, sağlık ve hukuk gibi sistemler ise ülkelerin sosyal performans göstergeleri olarak karşımıza çıkmaktadır. Her ne kadar bu tartışmalı değerlendirmelerde ekonomik göstergeler baskın şekilde kullanılsa da bu kriterlerin en önemli yordayıcısının o ülkenin eğitim sistemi olduğu görülür. Farklı bir ifade ile ülkelerin gelişmişlik düzeyi ile eğitim sistemlerinin doğru orantılı olduğu söylenebilir.  
Eğitimin sosyal boyutlarının da olması, ülkelerin gelişme ve kalkınma sürecine yön vermesi bakımından önemini arttırmaktadır. Günümüz bilgi toplumunda en önemli üretim faktörü şüphesiz insan gücüdür. Beşerî bir sermaye olarak insanın üretim gücü, sahip olduğu bilgiye dayanmaktadır. İnsanların bilgiye sahip olmalarının en kestirme yolu ise eğitimdir. Ülkelerin gelişmişlik düzeyleri incelendiğinde beşerî sermayenin gelişime katkısının fiziksel sermayeden daha fazla olması bu görüşe kanıt olarak sunulabilir. Hatta verimlilik ve kalitede yarattığı artış nedeni ile eğitim sistemleri kalkınmanın motoru olarak adlandırılmaktadır.
Eğitimin gelişme, kalkınma ve modern toplumun inşasındaki önemine binaen, Atatürk önderliğindeki Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu kadrolarının Cumhuriyetin ilanından önce eğitim reformlarına başladıkları görülür. Hatta bu çalışmaların Millî Mücadele’nin zorlu savaş şartları altında, top ve tüfek sesleri eşliğinde ara vermeden sürdürüldüğü bilinmektedir. Bu bakımdan Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılına Lider Ülke Türkiye vizyonu ile bakabilmenin fikrî temellerinin Cumhuriyet’in kurucu felsefesinin yaygın şekilde yansıtıldığı eğitim politikaları olduğunu düşünülebilir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucuları, Osmanlı Devleti’nin son aydınlarıdır. Osmanlı Devleti’nin yıkılma sürecini bizzat yaşamış olan bu kişiler, daha önce düşülen hataları yakından bildiklerinden, Türkiye Cumhuriyeti’nin bu hataları tekrarlamaması için gayret sarf etmişlerdir. Bu amaçla yapılan çalışmaların en önemlilerinden birisi de eğitim alanındadır. Daha devlet kurulmadan önlem almak arzusunda olan aydınlar, eğitim konusunu tartışmaya açmışlardır.
Osmanlı Devleti’nden miras kalan eğitim sisteminin yeniden inşası Türkiye Cumhuriyeti için kaçınılmaz bir durumdur. Çok uluslu çok dinli bir topluma sahip olan ve kapitülasyonlar nedeni ile dışa bağlı Osmanlı Devleti’nde kullanılan sistemin hem dinî hem de ulus olarak daha homojen olan ve kuruluşunda millî temelleri esas alan Türkiye Cumhuriyeti’nin yapısına uymayacağı aşikârdır. Planlanan yeniliklerin temelleri daha Millî Mücadele sırasında atılmaya başlanmıştır. Çalışmalarda ulaşılmak istenen temel amaç, aklın ve bilimin öncülüğünde, Türkiye Cumhuriyeti’nin kalkınmasını sağlayacak, gerçeklere dayalı, millî kültüre uygun, uygulanabilir bir eğitim sistemi oluşturmaya çalışmaktır.
Atatürk, toplumun yeniden biçimlendirilmesinde en önemli itici kuvvet olarak görülen eğitim alanında da aynı ilkeye uyulmasını, ilim ve fennin gösterdiği yoldan şaşılmamasını özellikle istemiş, hatta emretmiştir. Bu çerçevede Atatürk’ün emri ile eğitim sisteminde yapılacak yeniliklerle ilgili olarak ilk 15 Temmuz 1921’de savaşın en yoğun olduğu bir dönemde Ankara’da Maarif Kongresi toplanmıştır. Atatürk’e göre millî eğitim, bağımsızlık savaşı kadar önemlidir. O, bunu Yunanlıların Kütahya-Eskişehir üzerinden Ankara’ya doğru saldırıya geçtikleri günlerde ispat etmiştir. Düşman bütün gücüyle saldırıya geçtiği sırada, 16-21 Temmuz 1921 tarihleri arasında, Ankara’da, millî eğitim-öğretim seferberliğini de başlatmıştır. Bu hareketiyle hem eğitim-öğretime verdiği önemi göstermiş hem de iç ve dış kamuoyuna Türk ordusunun başarıya ulaşacağına emin olduğu imajını vermiştir. Bu dünya tarihinde hiçbir ülkenin yapmadığı, hiçbir devlet adamının düşünmeye cesaret edemediği bir harekettir.
Atatürk kongreyi son derece önemli tespitler yaptığı açılış konuşmasıyla, bizzat kendisi başlatarak kongreye verdiği önemi bir kez daha ortaya koymuş ve aşağıdaki konuşmayı yapmıştır:
“Muhterem Hanımlar; Efendiler!
Bugün için memleketin aydınlanması uğruna ayrılabilecek şey; eğitimimizin geleceğine dayanak olacak bir temel kurmaya yeterli değildir. Ancak elverişli ve yeterli koşullarla araçları elde edinceye kadar geçecek savaş günlerinde de tam bir özenle işlenip çizilmiş bir ulusal eğitim programı yapmaya ve eldeki eğitim ve öğretim kuruluşlarımızı bugünden verimli bir çabayla çalıştıracak esasları hazırlamaya bakmalıyız.
Şimdiye kadar sürüp gelen okuma ve yetiştirme yanlışlıklarının ulusumuzun gerilemesinde en önemli nedenlerden biri olduğu kanısındayım. Onun için bir ulusal yetiştirme programından söz açarken, eski çağdaki asılsız uydurmalardan, yaradılışımıza hiç de uymayan yabancı düşüncelerden, Doğu’dan ve Batı’dan aşırma bütün etkilerden büsbütün uzak, ulusal ve tarihsel doğamıza uygun bir kültürü öne sürmüş oluyorum. Çünkü Türk idaresinin gerçek gelişmesi ancak böyle bir kültürle sağlanabilecektir. Rastgele bir yabancı kültürü kabullenmek, şimdiye kadar uygulanıp duran yabancı kültürlerin yıkıcı sonuçlarını tekrar etmekten başka işe yaramaz. Kültürün, bu düşünce ekininin verimi, ekildiği yerin elverişliliği ile orantılıdır. Bu yer de milletin karakteridir. İşte biz bu toplantınızdan yalnız, çizilmiş eski yollarda nasıl yürüyüp gidileceği hakkında beylik düşünceler ileri sürüp dağılmayı değil, belki de bu ortaya koyduğum koşullar çerçevesinde ulusa, yeni bir sanat ve bilim göstermek ve yeni kuşağı o yolda yürütmek için önder olmak gibi kutsal bir yararlılık bekliyoruz. Gelecek için hazırlanan yurt çocuklarına, hiçbir zorluk karşısında baş eğmeyerek sabırla, güvenle çalışmalarını ve yetişmekte olan çocukların büyüklerine de yavrularının okumalarını sağlamak için hiçbir fedakârlıktan çekinmemelerini salık veririm. Milletimizin yaratılıştan gelen elverişliliğini geliştirmek sizlere düşüyor. Türk öğretmenlerine ulusal hükûmetimizce, candan ve gönülden istendiği kadar iyi ve rahat yaşama koşullarının sağlanamamış olduğunu bilirim. Ama ulusumuzu yetiştirmek gibi kutsal bir ödevi benimsemiş olan yüce topluluğunuzun bugünkü şartları göz önünde bulundurarak, her türlü güçlüğü göze alarak bu yolda sarsılmadan yürüyeceğine de güvenim vardır. Göreviniz pek önemlidir, ulusun yaşamasıyla yakından ilgilidir. Bunda başarılı olmanızı Tanrı’dan dilerim. “ Kongrenin yapıldığı bağlam, oluşturulan kurullar ve davet edilen katılımcılar ve Atatürk’ün yaptığı açılış konuşmasında yeni kurulacak Cumhuriyet’in ideolojik temelleri belirgin bir şekilde göze çarpmaktadır. Bu ideoloji milliyetçilik ideolojisi olup, kongrede millî bir eğitim sisteminin felsefi temellerinin belirlenmek amacıyla toplandığı görülmektedir. Bu durumun bir diğer göstergesi ise Maarif Kongresinin, İkinci Meşrutiyet'ten beri yaygınlaşan ve aydınları derinden etkileyen milliyetçi kadrolar tarafından düzenlenmiş olması da yeni eğitim sisteminin milliyetçilik fikrî zeminine oturtulacağının bir göstergesidir. Nitekim ilk Maarif Vekilinin Türkçü Rıza Nur, ikincisinin bu kongreyi toplayan Türk Ocaklarının eski (ve sonraki) başkanı Hamdullah Suphi (Tanrıöver), Türkçü ve onun yerini alan Mehmet Vehbi Bey de Türkçü idiler. Osmanlının son dönemleri ve Millî Mücadele yıllarında siyasal ve sosyal alanlarda kendisini hissettiren Türk milliyetçiliği fikri, Cumhuriyet’in kurucu ideolojisi olarak benimsenmiştir. Kamusal ve sosyal alanlarda bu fikrin yaygınlaştırılması için eğitim birincil araç olarak ele alınmıştır. Millî değerler çerçevesinde şekillenmiş modern bir eğitim sistemi genç Cumhuriyet’in hem amacı hem de aracı olmuştur. Çünkü Atatürk’e göre Batı karşısındaki gerilemenin en önemli nedeni eğitim sistemidir.
    Türkiye Cumhuriyeti kurulduğu sırada, ciddi eğitim sorunları ile karşı karşıya bulunuyordu. Devlet ve rejimin bekası, ülkenin kalkınıp halkın refah ve esenliğe kavuşması, eğitimin nicelik ve nitelik yönünden gelişmesine bağlıydı. Fakat bu gelişme hem nicelik hem de nitelik olarak yetersiz durumdaki sistem ile mümkün değildi. Yukarıda belirtildiği gibi Cumhuriyet’in ilanıyla başlayan yeniden kurma sürecinde eğitim hem özne hem de nesne konumunda olmuştu. Bu nedenle eğitimin değişen felsefi ve siyasi temeller üzerinde yeniden yapılanması için birtakım reformlar hayata geçirilmiştir.
    Mustafa Kemal modern Batı’yı eğitimin kullanımı bağlamında da anlamış olarak, ilerleme, entegrasyon, ulusçuluk, laiklik ve birliği temel alan tutarlı ve işlevsel bir eğitim politikası benimsedi. Bu çerçevede 3 Mart 1924’te çıkarılan Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile yeni Cumhuriyet’in ulusal eğitimdeki temel hedefleri ortaya konulmuştur. Bu kanunla tüm eğitim kurumları Eğitim Bakanlığı kontrolüne alındı. Aynı yıl özel ve yabancı okullar Millî Eğitim Bakanlığı’nın kontrolüne verilerek eğitimde birlik sağlanmıştır. Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile birleşik, modern laik, eşitlikçi ve ulusal bir eğitim sistemi yaratmanın altyapısını oluşturuldu. Tevhid-i Tedrisat Kanunu’na ek olarak aşağıdaki reformlarda hayata geçirilmiştir:
•    Medreseler kaldırılmış, din görevlileri yetiştirmek için imam-hatip okulları ve ilahiyat fakülteleri açılmıştır.
•    Eğitimde; çağdaş, demokratik ve laik bir sistem benimsenmiştir.
•    Tarih ve dil konularında millîleşme hız kazanmıştır.
•    Okuma yazmayı kolaylaştırmak ve okuryazar oranını artırmak amacıyla yeni Türk harfleri kabul edilmiştir
•    Kadınların eğitimine de önem verilerek karma eğitim sistemine geçilmiştir.
Mustafa Kemal, güçlü ve uygar bir devletin ancak sağlam bir millî eğitim politikası takip etmekle mümkün olacağına inanmıştır. Eğitimi bir milletin çağdaş medeniyetler seviyesine ulaştırılmasında en önemli araç olarak görmüştür. Mustafa Kemal’in eğitim felsefesini; Türkiye’nin bağımsızlığına, kendi benliğine ve millî ananelerine düşman olan bütün unsurlarla mücadele etme fikri oluşturmaktadır. Bu bakımdan Atatürk’ün eğitim felsefesinde milliyetçilik bir ön kabuldür. İdealist yöntem, eğitimin millî olmasını gerektirmektedir. Bu gerekçelerle Atatürk eğitim felsefesini bilimsel, laik ve ilerlemeci esaslara dayandırmıştır. İşte bu fikri zemin üzerine bina edilen Türk millî eğitim sisteminden aldığı güç ile Cumhuriyet’imiz ikinci yüzyılına umutla bakmaktadır.