AKP hükûmeti Suriye’deki “Arap Baharı” dolayısıyla Türkiye açısından gelecekte doğabilecek ekonomik, sosyal ve güvenlikle ilgili riskleri göremedi. Azami 100 bin sığınmacı düşünülüyordu ama sığınmacı kamplarına yerleştirilenler bile en son Eylül-Ekim 2014 döneminde yaşanan Aynelarap (Kobani) olaylarıyla 270 bini geçti. Sığınmacılar ve kendi imkânlarıyla Türkiye’ye intikal edenlerle birlikte Ekim 2014 sonu itibarıyla Türkiye’deki Suriyeli sayısının 2 milyon civarında olduğu tahmin edilmektedir.[1] “Esad ya gidecek, ya gidecek.” yanlışlığı sebebiyle mantıki bir “B Planı” aranmadı. Başkalarının politikalarına alet olundu, tribüne oynayan popülist politikayla “değerli yalnızlığa” kalındı. Oysa Türkiye taraflarla daha mesafeli ilişki kurup çözüm için ara bulucu olabilir; Suriye halkına, bölgeye ve ülkemize en iyi hizmet verilebilirdi.[2] Ama tam tersine muhalefet açıktan desteklendi, Batılı müttefiklerin tutumu öngörülemedi, uyarıları dikkate alınmadı. Kendi gücüyle asla yapamayacağı rejimi devirme misyonunda öne çıkıp ortada kaldı. Silahlı muhalefete topraklarımızda izin verildi. İç güvenliğe tehdit yanında, ilk kez yabancı bir ülkede rejim değiştirmek için silahlı muhalefete topraklarında destek verme riskine girildi. Suriye’den sonra Mısır’da yanlışlara devam edildi. Suriye’deki krizin Türkiye’ye sosyolojik (sağlık, eğitim, kültürel, ekonomik), güvenlik (IŞİD ve diğer), asayiş ve iç güvenlik (terör, canlı bomba, kaçakçılık “mazot, insan, silah ve diğer) etkileri oldu. Türkiye’nin Suriye’de kayıpları ve riskleri şöyle sıralanabilir: