OKLA YÜKSELEN MİLLET

13 Eylül 2022 10:44 Prof. Dr.Erkan Göksu
Okunma
950
OKLA YÜKSELEN MİLLET

OKLA YÜKSELEN MİLLET
Erkan GÖKSU*
Giriş
Savaş, insanın yaratılışından beri var olan bir olgudur . Tarih boyunca yaşanan bütün maddi ve manevi gelişmeler, bilimsel ve ahlaki ilerlemeler, insanlar arasında süregelen savaşları yok etmeyi başaramamış, hatta gerek teknolojik gerekse fikrî bakımdan kuvvetlenmesine, yayılma alanı ve yıkım gücünü artırmasına sebep olmuştur. Bu duruma dikkat çeken bazı yazarlar, insanlık tarihini bir “savaşlar tarihi” olarak nitelendirmişler  ve tarih boyunca birçok düşünür, asker ve devlet adamı, savaşın ne olduğu, tarihî seyir içerisindeki yeri, toplumsal ve ekonomik döngü üzerindeki etkisi ve savaş sanatı konularında muhtelif eserler kaleme almışlardır .
Dünya tarihinde askerî kültür ve harp sanatı açısından dikkat çeken milletlerin başında da Türkler gelir. Türk milletinin tarih boyunca elde etmiş olduğu siyasi ve askerî başarılar bunun en belirgin göstergesi olduğu gibi, Türklerin askerlik sanatındaki ustalıklarından, savaşlarda uyguladıkları taktik ve stratejilerden, sahip oldukları gelişmiş silahlardan ve bu silahları kullanma konusundaki ustalıklarından bahseden muasır kaynaklar da bu gerçeği açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
Birçok yazarın “doğuştan asker” ve “savaştan doğan ve fetih için örgütlenen bir topluluk”  olarak nitelendirdiği Türklerin bu özellikleri kazanmalarındaki temel etken, yaşadıkları coğrafya ve bu coğrafyanın büyük etkide bulunduğu hayat tarzıdır. Nitekim Türklerin tarih sahnesine çıktıkları Orta Asya bozkırlarının çetin hayat şartları, bu coğrafyada yaşayan insanların hayatta kalabilmesi için diğer kültür ve medeniyetlerden farklı bir yaşam tarzı ve dünya görüşü oluşturmalarını gerekli kılmıştır. Bunun için eski Türklerde çocuk terbiyesi ve eğitimi bile toplumun yaşama ihtiyacına göre kurulmuş, çocuklar küçük yaştan itibaren binicilik, avcılık ve silah kullanma konularında eğitilmiştir. Öyle ki, Türk düşüncesinin mitolojik temellerini bulduğumuz Türk destanlarında ve ilk dönemlere ait yazılı metinlerde kendilerini “Cihan Fatihi” sıfatıyla özdeşleştiren Türklerin, ilk devirlerden itibaren geliştirdikleri askerî kültür ve savaş geleneği, hem toplumsal hem de bireysel faaliyetlerin özüdür denilebilir .
1- ESKİ TÜRK SİLAHLARI VE GENEL ÖZELLİKLERİ
Dünyanın en büyük devletlerini kuran bozkırlı Türklerde en üst düzeyde gelişen sanayi ve sanat, demircilik ve silah yapımıdır. Nitekim onlardan bahseden kaynakların hemen hepsi, Türklerin askerlik sanatındaki ustalıkları, savaşlarda uyguladıkları taktik ve stratejiler kadar, kendilerine özgü yapı ve teknik özellikleri olan silahlarından ve bu silahları ne derece etkili bir şekilde kullandıklarından bahsetmiş, Türklerle mücadele eden kavimlerin bu silahlar karşısındaki yaşadığı şaşkınlığı, hayret ve hayranlıkla zikretmişlerdir .
Orta Asya Türk tarihi hakkında yaptığı başarılı çalışmalarla tanınan Jean-Paul Roux, Orta Asya göçebelerinin (Türklerin) “silahlarıyla ilgili her şeyin bir anda sayılabileceğini; ancak bu silahların tarihi yazılmak istenirse koca bir kitap olacağını” ifade etmektedir. Bu duruma gerekçe olarak da “silahlarını günün koşullarına uydurup sürekli mükemmelleştirmelerini” göstermiştir.  Gerçekten de kaynaklar incelendiğinde Türklerin muasırı olan diğer toplumlarda olduğu gibi ok, yay, kılıç, mızrak, gürz, balta, bıçak, sapan gibi silahları ve bunların yanında korunma amaçlı zırh, tulga, kalkan gibi savunma araç gereçlerini kullandıkları görülür. Ancak bu silahların yapım ve kullanım özellikleri, maddi kültür öğesi olmasının yanında Türk toplumu içerisindeki manevi değeri gibi konular incelendiğinde Türk silahlarını diğer toplumların silahlarından ayıran unsurlar hemen kendisini gösterir.
Her şeyden önce Türk silahları, hareket ve sürat temeline dayanan Türk savaş taktiğiyle bütünleşmiş hafif, taşınması ve kul¬lanılması kolay silahlardır. Daha önce de bazı yazarlar tarafından dikkat çekilen bu husus, Türk silahlarının, savaş sistemi ve çeşidine göre imal edildiği, dolayısıyla Türklere has özellikler taşıdığının bir göstergesidir.  Şu hâlde Türk silahları, yapı ve teknik özellikleri itibarıyla diğer toplumların kullandığı silahlardan ayrılmaktadır. İkinci husus, Türklerin bu silah kullanmadaki maharetleridir. Muasır kaynakların çoğu zaman başka savaşçı halklarla kıyaslama yapmak suretiyle kaydettikleri bu maharetin, Türklerle temasta bulunmuş bütün toplumlarca malum olduğu ve hayranlık uyandırdığı bilinmektedir. Üçüncü husus ise Türk silahlarının, ait olduğu toplumun kültürel değerleri ve sanat zevkini yansıtan çeşitli form ve motiflerle bezenmiş olmasıdır. Esasen her toplum, kullandığı silahların yapı, teknik ve estetik özelliklerini, ait olduğu kültür ve medeniyet dairesinin özelliklerine göre şekillendirmiştir. Bu bakımdan Türkler tarafından yapılan veya kullanılan silahları, diğer toplumlarda mevcut benzer silahlardan ayıran özelliklerden biri olarak, Türk kültür ve medeniyetinin estetik birikimi yansıtan farklı form ve motiflere sahip olmaları gösterilebilir. Bu durum, manevi kültürün, bir maddi kültür öğesi olan silaha yansıması olarak değerlendirmelidir ki, elde edilecek neticelerin, bilhassa kültür tarihi bakımından son derece önemli olduğu muhakkaktır.
2- OK VE YAY
Ok ve yay, bu silahları kullanma konusunda büyük şöhrete sahip olan ve muasır kaynaklar tarafından “okçu millet”  olarak vasıflandırılan Türkler için büyük önem arz etmektedir. Asya’da kompozit Türk yayıyla ilgili en eski buluntular kuzey-doğuda ve Sibirya’da ele geçmiştir. Şüphesiz bu buluntular, insanlık tarihinin ilk ok ve yayları değildir. Ancak teknolojik bakımdan oldukça gelişmiş olduğu gözlenen bu silahların, Avrupa, Kuzey Afrika ve diğer bölgelerde tespit edilen ok ve yaylardan önemli yapı ve teknik farklılıklarına sahip olduğu ve bu özelliğiyle okçuluk tarihinde bir evrime işaret ettiği görülmektedir.
Türk yayı, tek parça ağaç yayların aksine, kompozit bir yapıya sahiptir. Bu yayın yapım özellikleri en basit şekliyle şu şekildedir: Ağaç (daha çok akçaağaç), yayın iskeletini teşkil etmekle birlikte, kolların iç ve dış yüzlerine, balık tutkalı kullanılmak suretiyle boynuzlar yapıştırılır. Üzerine çeşitli hayvanlardan elde edilen sinir (tendon) sıvanır ve böylece dört ana maddeden oluşan kompozit bir yay elde edilir. Bu kompozit yapının, Türk yaylarına kazandırdığı esneklik, güç ve dayanıklılıktır. Nitekim basit yayların, ağacın cinsi ne olursa olsun, kısa bir süre sonra kurumasına ve esnekliğini yitirerek işe yaramaz hale gelmesine karşılık, iyi ve bakımlı bir kompozit yayda kuruma ve esnekliği kaybetme görülmez. Dolayısıyla “iyi bir yay” çok uzun süre kullanılabilir hatta babadan oğla miras bırakılabilir.
Kompozit Türk yayların dikkat çeken diğer bir özelliği de boylarının kısa olmasıdır. Arab, İran, Kırım-Tatar, Hind ve Sind, Kore, Japon ve Çin yayları içerisinde en kısa boylu olanı Türk yaylarıdır. Yay boyunun kısa oluşu, Türk yaylarına üstünlük sağlayan önemli bir özellik olup bu tip yaylar, süvarilerin at üstünde hareket kabiliyetinin ve atış mesafesinin de artmasına imkânı verir. Buna ilave olarak Türk yaylarının ters (reflex) bir şekilde kurulması da yayın gücünü artıran temel özelliklerden biri olarak öne çıkmaktadır. (Kompozit Türk yayının yapımı ve sair özellikleri hakkında diğer konuşmacılar bilgi vereceğinden konunun teferruatına girilmemiştir.)
 Kaynaklar savaşçıların yayı kulak hizasına kadar germek suretiyle çok uzağa attıklarından bahsederler ki, bu mesafe bazı Selçuklu kaynaklarında 1 mil’dir.(1,61 kilometre)  Moğollara ait kayıtlarda “yay çok gerilirse 900 alda , az gerilirse 500 alda’ya atış yapılabileceğinden bahseden bir kayıt mevcuttur.  Bu konuda araştırmacılar da görüş birliği içinde değildir. Grousset, Moğol oklarının 200-400 metredeki hedefleri vurabildiğini söylemiştir.  Kafesoğlu, Türk oklarının menzilini 1000-1281 gez yani 660-846 metre olduğu görüşündedir. Gumilëv ise bu mesafeyi 700 metre olarak kabul etmektedir.  Bütün bu farklı kayıt ve görüşler yanında Osmanlılar döneminde nişan taşlarından tespit edilebilen mesafenin 850 m’ye yaklaştığı görülmektedir.  Bu arada savaş okçuluğu, hedef okçuluğu ile menzil yani mesafe okçuluğunun birçok açıdan farklı tekniklere sahip olduğu ve sözkonusu atış mesafelerinin menzil yani mesafe atışları için geçerli olduğunu belirtmek gerekir.
Gerek arkeolojik buluntulardan gerekse yazılı kaynaklardan anlaşıldığı kadarıyla Türk tarihinin ilk dönemlerinden itibaren kullanıldığı bilinen kompozit yaylarının, savaşlarda Türklere büyük bir üstünlük kazandırdığı hatta zaman zaman kendilerinden sayı ve teçhizat bakımından çok güçlü durumda olan düşman orduları karşısında üstün gelmelerinin temel sebeplerinden biri olduğu söylenebilir. Nitekim Türklerden ve onların savaşçılıklarından bahseden yabancı kaynakların hemen hepsi, Türk ok ve yaylarından hayret ve hayranlıkla bahsetmekte ve savaş meydanlarındaki Türk üstünlüğünü Türk okçuluğuna bağlamaktadırlar.
a) İSKİTLER’DE
Ok ve yayın sağladığı üstünlük ile geniş topraklarda hâkimiyet kurmuş ilk bozkır kavmi İskitler’dir.  İskitlerin ok ve yay kullanmadaki maharetleri doğulu ve batılı birçok kaynakta ifade edildiği gibi, arkeolojik bulgular da bunu teyit etmektedir.  Hatta Pers kaynaklarının İskitler için kullandığı Sak(a)/Sa yani Saka kelimesinin , bazı Türkçe kelimelerde görülen “s” ve “y” değişiminden hareketle, “yay” anlamına geldiği, bu toplumun ok ve yay kullanmadaki ustalıkları sebebiyle de onları ifade eden bir isim olarak kullanıldığı iddiası mevcuttur.  Yine Herodot, İskitlerden “atlı okçular” diye bahsetmekte ve İskitlerin “ok atarak savaştıklarını” kaydetmektedir.
İskit savaşçılarının ok ve yayı, sağdan ve¬ya soldan ya da at üzerinde dörtnala giderken geriye dönerek kullanılması, kısa zaman içinde çok miktarda ok atılması ve bu zor atışlara rağmen isabet sağlanması onlara büyük üstünlük kazandırmıştır. Bu özellik, dönemin doğulu ve batılı yazarlarını oldukça etkilemiştir. Yabancı yazarların İskit ok ve yaylarından bu derece etkilenmeleri, bu silahların o güne kadar görmedikleri yapı özellikleri ve kullanımdaki ustalıktır. İskit okçuları o derece şöhret bulmuşlardır ki, özellikle M.Ö. 5. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Atina’ya getirilmişler ve şehrin düzenini ve güvenliği onlara emanet edilmiştir.
Kül-oba kazılarında bulunan M.Ö. (4-5) yüzyıla ait İskit vazosu resmine göre, okçunun kiriş taktığı yayın başlarının dışa kıvrık, kabza kısmının ise içe doğru çökük olduğu görülmektedir.  At üzerinde kullanmaya elverişli olması için kısa yapılan (ortalama bir metre civarında)  bu yayların yapı malzemeleri, ahşap, kemik, boynuz, sinir ve tutkaldır. Aynı resimden anlaşıldığı kadarıyla İskit okçuları, yanlarında yedek yay da taşımaktadırlar. Aiskhilos (M.Ö. 525-456) ile Sophokles’in (M.Ö.495-406) tragedyalarında ve Grek vazo resimlerinde de (kompozit) İskit yay ve okları oldukça fazla işlenmiştir. M.Ö. 5. yüzyıla ait bir Kilikya sikkesinde de yayına kiriş takan ve okun endamını inceleyen, uzun saçlarından ve sol göğüslerinden Amazon olduğu anlaşılan iki figür resmedilmiştir. İskit yayı taşıyan bu kadın savaşçıların, mükemmel birer okçu olarak ün yaptıkları, hatta at sırtında arkaya ok atabilmek için sağ göğüslerini dağlattıkları söylenir.  Strabon ve Plinius gibi Antik Grek yazarları da Karadeniz’in kuzey sahillerini İskit yayının formuna benzetmişlerdir.
b) HUNLAR’DA
Orta Asya bozkırlarında o güne kadar görülmeyen hâkimiyet tesis eden Büyük Hun Devletinin kurulmasıyla Türkler için yeni bir dönem başlamıştır.  Yazılı Türk tarihinin başlangıcı olarak kabul edilen Büyük Hun Devleti’nin, Orta Asya kavimlerini ilk defa bir bayrak altında toplaması bakımından büyük önemi vardır.  Hunların oluşturduğu siyasî ve kültürel yapının, daha sonra Orta Asya’da hatta Ön Asya ve Avrupa’da kurulan Türk ve Moğol devletleri için bir model teşkil ettiği söylenebilir.
Çin kaynakları, Çin’in kuzeyinde yaşayan ve bazıları “Hunların ataları” olarak kabul edilen bozkır kavimlerinin ve onların etkilediği toplulukların okçuluktaki başarıları ve “katınç/kompozit yay” dedikleri yayların üstünlüğünü dile getirmişlerdir.  Çin kaynaklarına göre “Hunların ilk ataları Hsia Hou Ailesi’nin neslinden olan Ch’un-wei’dir. T’ang ve Yü [dönemlerinden] önce, Shan (Dağ) Jung’lar Hsien-yün’ler ve Hun-yü’ler kuzey sınırlarında otururlar… Erkek çocuklar koyuna binerek kuş ve farelere ok atar, biraz büyüyünce tilki ve tavşanları avlayıp [bunların] etini yerlerdi. Askerleri yay çekebilen güçlü, zırhlı süvarilerdi… Uzun menzilli silahları yay ve ok, yakın döğüş silahları ise kama ve mızraktı.”
Kuzey komşularının dörtnala giden at üzerinde öne ve arkaya büyük bir hızla çok sayıda ok atabilen okçu süvarileri, Çinliler için karşı koyulmaz bir güç hâline gelmişlerdir. Özellikle ayrıcalıklı bir zümre oluşturduğu tahmin edilen, “okları göklerin en yükseğine erişebilen tek bir kuşun tüylerini taşıyan”  ve başlarına ustalıklarının alâmeti olarak “çift şahin kanadı”  takan “kartal nişancı”ları  (kartalın okçuları) karşısında çaresiz kalan Çin hanedanları çeşitli tedbirler almak zorunda kalmışlardır.  Bir yandan “Çin Seddi”ni inşa etmişler , diğer yandan ise askerî bir reform yaparak Çin ordularını, giyim, teçhizat ve sistem bakımından Hun tarzında örgütlemeye çalışmışlardır.  Bu reform, Chou kralı Wu-ling’nin M.Ö. 307 tarihinde yayınladığı bir emirnâmeyle ilan edilmiştir ki, at kültürü ve kompozit yayın bu reformlar ile Çinlilere geçtiği söylenebilir.  Hun çağında Türk ok ve yaylarını âdeta bir efsane hâline getiren Hun devletin gerçek kurucusu diyebileceğimiz Mete’dir. O, Çin İmparatoruna yazdığı mektupta Hun birliğini “yay çeken kavimler” olarak nitelendirmiş  ve her fırsatta Hunların bu önemli silahları kullanmadaki üstünlüklerine vurgu yapmıştır. Kaynaklar Mete’nin 300 binden fazla okçusunun olduğunu kaydetmektedirler.
Türklerle özdeşleşen “ıslık çalan” veya “vızıldayan” okun ilk olarak Hunlar tarafından kullanıldığı ve mucidinin Mete olduğu bilinmektedir.  Efsaneye göre, Hunların efsanevi tigini Mete, tahta kendi oğlunu geçirmek isteyen üvey annesinin etkisiyle babası tarafından tasfiye edilmeye çalışılır ve bu amaçla komşu devlete rehin olarak verilir. Bu tutsaklıktan güçlükle kurtulan Mete, kabilesine geri döndüğünde, babası yiğitliğini ödüllendirerek emrine bir tümen yani on bin atlı tahsis eder. Ancak üvey annesinin etkisinde kalan babasının hem kendisine yaptıkları hem de ülke idaresindeki yanlışları sebebiyle ona karşı öfkesi dinmez. Emrindeki tümeni disiplinli bir şekilde yetiştirip, babasına darbe yapmayı düşünmektedir. Mete yalnızca bir hakan ya da komutan olmakla kalmaz. Bir gün vızıldayan veya ıslık çalan bir ok imal eder. Emrindeki askerlere bu okun kullanımını öğretir. Mete kendisinin vurabildiği her şeyi okçularından da vurmalarını ister. Bu emre uymayanlar idam edilecektir. Önce en sevdiği atına, sonra ise en beğendiği karısına ıslık çalan okunu atar. Duraklayan adamlarının hepsini idam ettirir. Babasının en güzel atını vurduğu zaman bir adamının dahi kılı kıpırdamayınca, istediği disiplin ve bağlılığı sağladığına inanır. Kırılmayacak bir disiplinin oluştuğuna kanaat getirdiği zaman ıslık çalan okunu babasına atar. Adamlarının da tereddütsüz bir şekilde onu izlemesi üzerine babası öldürülür ve böylece Mete, Hun tahtına geçmiş olur.
Vızıldayan veya ıslık çalan sesli oklar hakkında Çin kaynaklarında da bilgiler mevcuttur . Savaşta çıkarttıkları çığlık biçimli seslerle psikolojik etki yaratan bu oklar, sonraki dönemlerde “çavuş oku” adıyla ve daha ziyade işaret vermek ve yön göstermek amacıyla kullanılmıştır.  Bu okların, okun ucundaki kemiğe delikler açmak suretiyle yapıldığı bilinmektedir. Anlaşıldığı kadarıyla sesli oklar, deliğin kenarına ayrılan hava akımı, metal iğne, ses bölümünün duvarları, ok şaftı ve ses çıkarma bölümünü bağlayan sinir bölümlerine ayrılmaktadır. Bir parça katı madde (çoğunlukla boynuz) bir torna tezgâhında sıkıştırılıp, üzerinde ses bölümünü oluşturmak için bir ucundan delinmekte ve sonra istenilen şekle getirilmektedir. Ardından üzerine delikler açılarak, ses bölümüne havanın girmesini sağlayacak şekilde biçim verilmektedir. Bu delikler ve okun şekli sesin çıkmasını sağlamaktadır. Üç bölüm şaft üzerine yerleştirilir ve bazen sinirlerin bağlanması ile sabitlenir. Ses çıkaran uçların çoğunun kesit alanı yuvarlak olmasına rağmen başka şekiller de kullanılır.  Moğolların Gizli Tarihi’ndeki kayda göre de Ca¬muha, iki yaşlık bir öküzün iki boynuzunu kesip ok uçları yapmış ve bunları delip yapıştırmak suretiyle ıslık çalan ok meydana getirmiştir.
Hunlarda “vızıldayan” veya “ıslık çalan ok” dışında kullanım amaçları, mesafesi veya yapımında kullanılan maddelere göre isim alan farklı ok çeşitlerinin varlığı şüphesizdir. Nitekim yukarda bahsettiğimiz arkeolojik bulgular Hun devrinde kullanılan okların üç kenarlı, demirden ve eşkenar dörtgen biçimli, yan kesimli ve 3-9 cm. arası uzunluğunda ok uçları bulunduğunu göstermektedir. Bunların yanı sıra baklava biçimli yapraklı, çivi stilinde düz ok uçları da elde edilmiştir. Ayrıca kemikten yapılmış ok uçlarının olduğu da anlaşılmaktadır.  Nitekim Ob çevresinde, Tugoswonowo mezarında bulunan oklukta, demir ve kemik uçlu 32 parça ok çıkarılmıştır. Bunların yanında Nowogrigorewka, Rownoje, Fedoro¬wka ve Aktöbe mezarlarında da çok sayıda ok bulunmuştur.
Çin kaynaklarında Hun ok ve yayları hakkındaki verilen şu bilgiler de dikkat çekicidir. Çin Saray koruması Hou Ying, M.Ö..33 yılında İmparatorla yaptığı bir mülakat sırasında Hunlar ve onlar üzerindeki Çin siyasetini değerlendirirken “Duyduğuma göre kuzeyde Liao-tung’a kadar uzanan sınırlarımızın ötesinde bulunan Yin Dağı’nın, doğu batı mesafesi 1000 li’den (415 km) fazla olup burada geniş otlak ve ormanlar ile çok sayıda av hayvanı bulunmaktadır. Esasen Mo-tu (Mete) Ch’an-yü bu bölgeye dayanarak ok ve yaylarını yapıyor, akınlar düzenliyordu; burası ona ait bir yerdi.” demekte ve “Hunların Yin Dağı’nı kaybettikten sonra, buradan ağlamadan geçemediklerini” eklemektedir.  Bu bilgiden hareketle Hunların ok ve yaylarını -en azından büyük bir kısmını- adı geçen dağdaki ağaçlardan yaptıkları düşünülebilir.
Buna benzer bir kayıtta da bazı kişilerin Çevik Birlikler Generali Wang Ken’e söylemiş oldukları şu sözlerdir: “Hsiung-nu arazisi, Han topraklarının içine girerek, Chang-yeh iline kadar uzanmaktadır. Bu bölgede eşine az rastlanan ve kartal tüylü ok yapımına elverişli ağaçlar yetişmektedir. Buraları alırsak sınır bölgelerimiz zenginleşecek, ülkemiz geniş topraklara sahip olacak, Generalim siz başarılı görüleceksiniz ve ününüz sonsuza kadar sürecektir.”
Görüldüğü üzere her iki kayıtta da Hunların ok ve yay yapmakta kullandıkları ağaçlardan ve bu ağaçların yetiştiği bölgelerden bahsedilmekle beraber ağacın cinsi belirtilmemiştir. Bununla beraber Türklerin ok ve yay yapımında kullandıkları ağaçla ilgili olarak gerek arkeolojik buluntularda gerek yukarıda zikrettiğimiz kavimlere ait bilgilerde gerekse daha sonraki dönemlere ait kaynaklarda “hu/huş ağacı”nın zikredilmesinin bir rastlantı olması düşünülemez. Birçok araştırmacı, “hu/huş ağacı”nın kayın ağacı olduğunu belirtmişler ise de “huş”un, özellikle yay yapımı için en uygun ağaç olduğu bilinen  “bir nevi akçaağaç” olduğu anlaşılmaktadır.  Müslüman Arap müelliflerinin “halenc (خلنج/خشب الخلنج/الخلنج شجر)” olarak kaydettiği bu ağaç , Ortaçağ’da Mâverâü’n-nehr, Horâsân ve Türkistân’ın önemli ticarî emtialarından biri hâline gelmiştir.  Kaynaklardan anlaşıldığı kadarıyla muhtelif ev aletlerinin imalinde de kullanılan bu ağaçtan yapılan oklara “halencden yapılmış” veya “halenc oku (السهام الخلنج/ نشاب من الخلنج / نشاب خلنج )” denmekte, ayrıca okluk imalinde de bu ağacın kabuklarından istifade edilmektedir.  
Ok ve yay yapımında kullanılan ağaçlardan bir diğeri de Türk mitolojisinde önemli bir yeri olan kayın ağacıdır . Farsça kaynaklarda “hadeng (خدنگ)” şeklinde karşılaşılan kayın ağacından yapılan oklara “tîr-i hadeng (تیر خدنگ)” adı verilmektedir . Bunların dışında kamış ve sarıçam, köknar, dişbudak, gürgen, çam , selvi, şeftali , söğüt  gibi ağaçların da ok yapımında kullanıldığı anlaşılmaktadır.
c) AVRUPA HUNLARI’NDA
Ok ve yay, IV. yüzyılın sonundan itibaren Hunların Avrupa’daki temsilcileri olarak kabul edilen  ve bu bölgede son derece önemli olaylara sebep olan Avrupa Hunları’nın da en önemli silahları olmuştur.  Daha Balamir zamanında Hunların birden bire ortaya çıkan başarıları “mükemmel okçulara sahip olmalarına” bağlanmış, okçuların isabetli atışları herkesin dikkatini çekmiştir.  Kaynaklara göre “Hunların şaşılacak kadar uzak mesafelere attıkları demir kadar sert ve öldürücü sivri kemik uçlu oklarına ve ok atmadaki maharetlerine kimse erişemez.” “Gayet büyük bir yay ve uzun oklarla mücehhez Hun, hedefini şaşırmaz, ölüm taşıyan oklarıyla nişan aldığı kimseye daima yazık olmuştur.”  
Attila’nın Vizigot Kralı Thedorik ile yaptığı savaşta askerlerine yaptığı konuşmada söylediği “…düşmana ilk oku ben atıyorum ki, okumun değdiği adam ölmüş demektir. Zira Attila savaş yapmaktadır.” sözleri de Avrupa Hunlarının en etkili silahlarının ok ve yay olduğuna işaret eden önemli bir göstergedir.  
Doğu Avrupa’da o güne kadar görülmemiş yapı özelliklerine sahip olan bu “sihirli silahlar”  hakkında bilgi veren kaynaklar, Hunların muhârebe taktiklerinden, silahlarından özellikle de ok atmadaki becerilerinden ve Romalıların dahi bu üstün silahlara rağbet gösterdiklerinden hayret ve hayranlıkla bahsetmişlerdir.  
Arkeolojik kazılarda ele geçirilen Hunlara ait malzeme içerisinde ok ve yaylar önemli bir yer tutmaktadır. Hun askerlerinin en önemli aksesuarları, elastiki ağaçtan yapılmış, iki ucunun sonu ve ortası kemik levha ile sertleştirilmiş, bundan dolayı bileşik (kompozit) diye de adlandırılan “mucize silahları” yaylarıdır. Doğu Avrupa’da şimdiye kadar hiç tanımadığı bu yaylar, Volga-Dinyeper bölge¬sinde, Kerç yarımadasında Katakomb’da, Kuzey Pontus şehirlerinin yıkıntı¬larında (Tanais, Tiritaka) ortaya çıkmıştır. Batı Pannoniada tahrip edilmiş bir mezarda da hemen hemen ta¬mamen sağlam yedi parçadan oluşan kemik sertleştirici bulunmuştur.  Viyana Semmering’de bulunan ve uzunluğu 110-160 cm tahmin edilen en uzun yay artığı ise tartışmalara sebep olmuştur. Bu uzunluğun yayın gerilmiş hâli mi, gerilmemiş hâli mi yoksa yayın bütün uzunluğu mu olduğu açıklığa kavuşturulamıştır. Hun yaylarının çok büyük, 1 metreyi aşan uzunlukta ol¬duğu düşüncesi ortaya çıkmış, ancak biraz önce verdiğimiz Orta Asya’da bulunan yayların yardımıyla bir neticeye varılmıştır. Buna göre Kırgızistan’da Kenkol’deki Katakomb mezarında bulunan uzunluğu 105 cm’lik yay ve 81 cm’lik okun, Avusturya-Semmering yayının ilk örneği olduğu sonucuna varılmıştır.
Avrupa Hunları döneminde yayların, babadan oğula miras bırakıldığı ve Hunlar arasında yay yapan ustalar çok sayıda bulunduğu bilinmektedir. At üzerinde hızlı hareketi sayesinde her tarafa ve oldukça isabetli ok atabilen Hun süvarisi, döneme damgasını vurmuş ve bu özellik daha sonraları Roma ordusuna örnek teşkil ederek onların yaylı birlikler kurmalarına sebep teşkil etmiştir. Nitekim yukarıda da belirttiğimiz gibi birçok Hun birliği ücretli asker olarak Romalılar tarafından Pannoriya’ya çağırıldığı, Hun yaylarının Roma ordusunda kullanılmaya başlandığı, Hun tipi “yay” yapma usulünün İngiltere’ye kadar yayıldığı da tesbit edilmiştir. Nitekim Wales’teki Gaerlaon adlı bir Roma askerî kışlasının harabeleri arasında V. yüzyıl başına ait Hun tipinde bir “yay” imalathanesi meydana çıkarılmıştır ki, İngiltere tarihinde Wales ahalisinin “yay” kullanmadaki maharetleri ve “ok¬çuları”nın İngiltere tarihindeki önemi, bu suretle Hun tipi yaylar ile ilgili olsa gerektir.  Bununla beraber Hunların yaptığı baklava biçimli, üç kanatlı, demirden savaş oklarının Avrupalı kavimler tarafından taklit edilemediği bilinmektedir.
d) GÖKTÜRKLER VE UYGURLAR’DA
Hunların bir kolu ve Türk kültür tarihi bakımından devamı olan Göktürkler’de  de gelişmiş bir silah teknolojisi olduğu dikkat çekmektedir.  Bu teknoloji, Göktürk Kağanlığı’nın dağılışından sonra da Orta Asya’da kurulan Türk devletlerinde devam etmiştir. Bu dönem boyunca (VI-X. yüzyıl) Eski Türklerin uzak mesafeli savaşlar¬da kullandıkları önemli bir silahlar, farklı tipli ok ve yaylar olmuştur.  Bunlar içinde en dikkat çekenleri şüphesiz “boynuzla süslenmiş yay” ve vızıldayan oklardır.  
Ok ve yayla ilgili Orta Asya Türk yazıtlarında da önemli bilgilere rastlanmaktadır. Sulek köyünün yakınında bulunan Kara-yüs’de bulunan kaya resimlerinde, zırhlı bir süvari ile okçu bulunmaktadır.  1939’da Kopeni köyünde yapılan kazılarda S. V. Kiseleff tarafından bulunan bir bronz ferahide de (VII. yy) başlıksız bir süvari resmedilmiştir ki, bu süvarinin sağ tarafından aşağı doğru sarkan sadak ve “m” harfini andıran yayı dikkat çekmektedir. Gumilëv’e göre bu tasvir, Türklerde zırhlı birliklerden başka, mağlup edilen halklar arasından seçilen hafif silahlı okçu süvarilerden birisidir.  Pod¬kamennaya’da da mezar üzerine kazılmış bir av sahnesinde yine ok ve yay kullanan avcılar görülmektedir.  
Orhun Abideleri’nde ise Türklerde bu derece önemli ve yaygın bir silah olan yay’a rastlanmamaktadır. Ok ise sadece iki yerde geçmektedir.  Bu kayıtlardan okla ilgili belirleyici bir özelliğin çıkarılamayacağı malumdur. Ancak bu durum, okun Göktürklerde kullanılmadığı veya fazla önem verilmediği şeklinde yorumlanamaz. Orhun Abidelerinden anlaşıldığına göre bu dönemde Göktürk ordusunun üçte ikisi atlı birliklerden oluşmaktadır  ki, bu atlı birliklerin, Türk tarihinin her devrinde hayranlık uyandırmış olan atlı okçular olduğunda şüphe yoktur. Nitekim Çin kaynakları da Göktürklerin askerî kuvvetini yay çeken birkaç yüz bin, hatta üç yüz bin süvari olarak vermektedirler  ki,  bu sayının da Hun çağında olduğu gibi mübalağalı olduğu söylenebilir. 624 yılında İl Kağan tarafından Çin’e yapılan akın, Göktürklerde ok ve yayın önemini açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu akın, Göktürk beyleri arasında çıkan anlaşmazlık yüzünden başarısız olmuş ve ordu geri çekilmek zorunda kalmıştır. Tam bu sırada şiddetli bir yağmur yağmış ve Çin kumandanı Li Shih-min, “yağmurun bozkırı deniz hâline getirdiğini, Türklerin ok atamadıkları zaman tehlikesiz olduklarını , kılıç ve balta ile aralarına dalmak suretiyle onları kısa sürede saf dışı bırakacaklarını” söylemiştir. Neticede yağmur dolayısıyla ıslanan yayları kullanılmaz hale gelen Göktürk ordusu Çinlilere karşı koyamamış ve İl Kağan barış teklif ederek Ötüken’e çekilmek zorunda kalmıştır.  630 yılı başlarında Suyab’a gelen Çinli Rahip Hüen-Çang da ava gitmek üzere şehrin yakınında bulunan T’ong Şe Hu Kağan’ın maiyetinde bulunan iki yüz kişilik askerî birliğin atlı olduğunu ve askerlerin ellerinde mızrak, bayrak ve yay bulunduğunu kaydetmiştir.  580 yılında Ch’ien-chin adlı prensesin gelin olarak gönderilmesi sırasında eli Yü-wen Sheng-ch’ing’e yardımcı tayin edilen Çinli casus Ch’ang Sun-sheng’in, bu göreve seçilme nedeni mâhir bir okçu olmasıydı. Çinliler bu özelliği sayesinde Göktürklerle daha iyi anlaşacağını düşünmüşler, bu düşüncelerinde de haklı çıkmışlardı. Nitekim Taspar (T’apo) Kağan Çin heyetinde sadece ona iyi davranmış, hatta Çin’e geri gönderilmemişti. Daha sonra İşbara Kağan’ın da yanında bulunan bu Çinli casus, her ava çıkışında çok başarılı atışlar yapmış, ok atmada zaman zaman Kağanı ve Göktürk okçularını bile geçmişti. Bu başarısı dolayısıyla İşbara’nın teveccühünü kazanmış ve bizzat Kağan bütün oğul ve kardeşlerine, ileri gleen devlet adamlarına Ch’ang Sun-sheng ile dostluk kurmalarını, bu vesileyle nişancılık tekniğini kazanmalarını istemişti.  
Buna benzer bir örnek de Tardu Kağan dönemine aittir. 582 yılı sonrasında Çin’e giden elçilik heyeti şerefine düzenlenen av partisinde Ts’ui P’eng isminde bir Çin generalinin yaptığı atışlar Göktürk elçisinin dikkatini çekmiş ve dönüşünde hayran kaldığı bu okçudan Tardu Kağan’a bahsetmişti. Tardu Kağan bu okçuyu o kadar merak etmişti ki, yeni bir elçilik heyeti göndererek Çin İmparatorundan onu ülkesine göndermesini istemişti. Göktürk ülkesine gelen usta atıcı Ts’ui P’eng, düzenlenen av partilerinde Göktürk okçularını geride bıraktı. Attığı her hedefi vuruyordu. Tardu onun nişancılığına hayran kalmış ve onu uzun bir süre (yüz günden fazla) memleketine geri göndermemişti.  Çin kaynakları Göktürklerle Çinliler arasında Çin İmparatorluk sarayına yapılan büyük ok atma müsabakalarından da bahsetmişlerdir.
Hakanlar gibi merasimle tahta çıkan ve eşlerinin veya oğullarının yokluğunda Terken unvanıyla naiblik yapan  Hatunların maiyetinde bile ok atmakta mâhir atlı kadın birliklerin bulunması , Göktürklerin “altın uçlu okları balmumuna sürererek mühür olarak kullanmaları , Çin’de yapılan okçuluk müsabakarında Göktürklerin gösterdiği başarılar  ve II. Göktürk Devleti döneminde Çinli General Chang Chih-lien’in Göktürklerin hayat tarzı ve kültürünü değiştirmek için ok, yay ve sair silahları toplatıp yaktırması da  ok ve yayın Göktürkler devrindeki önemi ve yaygınlığını göstermesi bakımından kayda değer örneklerdir .
Ok ve yay, Göktürklerden sonra gerek Orta Asya’da gerekse Karadeniz’in kuzeyinde varlık gösteren Uy¬gur, Kırgız, Bulgar, Uz, Peçenek  ve Kuman  gibi Türk şubelerinin hepsinde en önemli silahların başında gelmiştir. Kaşgarlı Mahmûd’a göre Uygurlar çok iyi savaşçı ve ok atmada ustadırlar.  Çin Elçisi Wang Yen-Te, X. yüzyılın sonlarında Uygur ülkesine yapmış olduğu seyahat sırasında Uygurların ilkbaharda gruplar halinde seyahat ettiklerinden ve at üstünde giderken bile çeşitli varlıklara yay çekerek ok attıklarından bahsetmektedir.  Uygurlarda da vızıldayan okların kullanıldığı bilinmektedir.
Çin kaynaklarının verdiği bilgiye göre Kırgızların başlıca silahları ok ve yaydır.  İhraç maddeleri arasında ok yapımında kullanılan ağaçlar bulunmaktadır.  Uygur metinlerinde verilen bilgiye göre Kırgızlar bu çağda 400 bin okçuya sahiptirler.  Bulgarların da av için hazırladıkları kalın uçlu okların yanında, kürklü hayvanları avlamak amacıyla yaptıkları deriyi yırtmayacak şekilde tığ gibi ince olan oklar kullanmış olmaları, onların okçuluktaki gelişmelerine örnek olarak verilebilir.  Bunun dışında Bulgarların ihraç malzemeleri arasında ok ve yay yapımında kullanılan akçaağaç ve yapıştırma işlemi için kullanılan balık tutkalının  bulunduğu görülmektedir.  Kaynakların verdiği bilgilerden, Hazarların da balık tutkalı ihraç ettikleri anlaşılmaktadır.  
Sonuç
Çok farklı ve geniş coğrafyalarda hâkimiyet tesis eden Türklerin, Çin, Roma, Bizans gibi devletler karşısında üstünlük kurabilmelerine imkân tanıyan en önemli unsur, teknolojik üstünlüktür. Bu teknolojik üstünlüğün ortaya çıktığı en belirgin alan silah sanayiidir. İşte eski Türklerin harp meydanlarındaki üstünlükleri, silah sanayiindeki gelişmişlikleri diğer bir ifade ile kendi dönemleri içinde son derece üstün teknolojik özellikler taşıyan silahlar kullanmış olmalarından ileri gelir. Bu gelişmiş harp sanayiinin en önemli örneği ok ve yay teknolojisidir. Özellikle diğer milletler tarafından kullanılan yaylardan çok farklı, gelişmiş yapı ve teknik özelliklere sahip olan kompozit Türk yayı, İskit ve Hun çağından itibaren sürekli tekâmül etmiş ve Türk ordularının, çoğu zaman kendilerinden sayı ve teçhizat bakımından üstün olan düşman kuvvetleri karşısında üstün gelmesinin en önemli sebebi olmuştur. Bu yüzdendir ki Türkler, bu teknolojik üstünlüğü, strateji, taktik, bu silahları kullanmadaki ustalık ve lider gibi başka etkenlerle de kuvvetlendirmek suretiyle “okla yükselen millet” unvanını kazanmışlardır.