ALMANLAR VE OSMANLI DEVLETİ
Prof. Dr. Celalettin YAVUZ
Enver Paşa ile Almanya’nın İstanbul’daki Askerî Misyon Şefi von Sanders arasında 2 Ağustos 1914’te “Türk-Alman İttifakı” da imzalandı.
Sözleşmenin askerî açıdan önemli 3’üncü maddesi; “Harp hâlinde Almanya askerî heyeti Türkiye’nin emrine bırakılacaktır. Derhâl yürürlüğe girecek olan Ekselans (Türk) Harbiye Nazırıyla, Ekselans (Alman) Askerî Heyeti Reisi arasında evvelce yapılan anlaşmaya göre Türkiye’ye sözü geçen askerî heyete (Türk) ordusunun genel kumandasında gerçek nüfuz sağlayacaktır.” şeklindeydi.
Von Wangenheim, mesajında sözleşmenin yukarıda belirtilen maddesi için şu notu eklemişti: “Türkler Sultan’ın Türk ordusunun başkomutanı olması dolayısıyla bu bendi istediler. Mamafih daha evvelden General Liman, Enver Paşa ile askerî heyete gerçek kumandayı garanti eden bir anlaşma yapmış olduğundan beni haberdar etmişti!”
Bu olaydan bir gün sonra Amiral Souchon komutasındaki Göben ve Breslau zırhlılarından oluşan Alman Akdeniz Filosu, 4 Ağustos 1914’te Çanakkale Boğazı’na doğru ilerleme emri aldı. 5 Ağustos’ta Messina Limanı’nda demirleyen gemiler, aynı gün İngiltere’nin Almanya’ya karşı harp ilan etmesi üzerine, 6 Ağustos akşamı Ege’nin batı girişindeki Matapan Burnu’na doğru hareket ettiler.
Hemen arkalarında Gluecester ve Dublin ismindeki İngiliz kruvazörleri ile 2 muhrip vardı.
7 Ağustos sabahı Breslau ve Gluecester arasında top muharebesi cereyan etmiş, Breslau önemsiz bir hasar almıştı. 10 Ağustos’ta Sakız Adası civarında iken Alman Deniz Kuvvetlerinden saat 12.10’da aldıkları bir mesajla; “Mümkün olduğunca çabuk Çanakkale’ye seyredin.” emrini aldılar.
Alman Gemileri Çanakkale’de
Alman Amirali Tirpitz’in söylediklerine göre, bu iki gemi Osmanlı Devleti’nin harbe girişine etki etmek üzere Çanakkale’ye bilhassa gönderilmişti.
O sıralarda Osmanlı Devleti’nde “Almanya dostluğu” rüzgârları hâkimdi.
İngiltere’ye ısmarlanan ve parası ödenmiş, Sultan Osman ve Sultan Reşad adlı zırhlıların inşası tamamlandıktan sonra, teslimine ramak kala, İngiltere tarafından el konulması sebebiyle, İngiltere’ye karşı büyük bir öfke duyuluyordu.
Almanya önemsiz derecedeki tavizleriyle bile Osmanlı Devleti’nın Almanya’nın müttefiki olarak harbe taraf olması kuvvetle muhtemeldi.
Gemiler Çanakkale’ye sığındılar. İngiliz gemileri Çanakkale Boğazı dışında beklerken, gemiler satın alındı(!) Alman personel «fes» giydirilerek «çare» bulundu!
Osmanlının Harbe Girişi: Bu Nasıl Yönetim?
Türk donanma komutanlığına getirilen Souchon, Almanya’dan yeni personel getirtip, ayrı bir muhabere merkezini İstanbul’da kurarak donanmayı seri bir eğitimden geçirdi.
Enver-Talat-Cemal Paşaların bilgisi dâhilinde 27 Ekim’de Karadeniz’e sözde eğitim için çıkan donanma, 29 Mayıs’ta Rus limanlarını top ateşine tuttu ve böylece Osmanlı Devleti savaşın taraftarı oldu. Bu durumdan habersiz olan Sadrazam Sadi Halim Paşa; “Almanlar bizi harbe sokmak istiyorlar. Biz harbe girmeliydik, amma onların ihtiyar eyledikleri zamanda değil, bizim ihtiyar edeceğimiz zamanda.” diyerek devlet yönetimindeki acınacak hâli açıklıyordu.
Osmanlı Devleti’nin en üst yetkilisi olan Padişah’ın dahi durumdan haberi yoktu.
Alman Subayları Osmanlı Kara Kuvvetlerinde
Harbe girişiyle yüz binlerce Türk’ün yitirileceği ve Osmanlı Devleti’nin tarihten silineceğini o zamanlar büyük bir ihtimalle Amiral Souchon dahi tahayyül edemiyordu.
Alman Generali Bronsart von Schellendorf, II. Başkan sıfatıyla Osmanlı Genelkurmay Başkanlığını idare ediyordu.
Genelkurmayda şubelere birer Alman subayı ve Türk subayı “yardımcı” verildi. Talim Terbiyede Binbaşı Ali İhsan Bey (Sabis), İstihbaratta Binbaşı Kâzım Bey (Karabekir), Seferberlik ve Harekâtta Binbaşı İsmet Bey (İnönü) müdürdü. Bir süre sonra 3. Şubeye de bir Alman binbaşı atanınca İsmet Bey onun yardımcılığına getirilmişti.
3. Ordu Komutanı Hafız Hakkı Paşa da von Schellendorf’un yardımcısıydı.
Alman Subayları Osmanlı Kara Kuvvetlerinde
20 Ocak 1918’de Türk topraklarında 352 subay ve 1.682 astsubay olmak üzere, toplam 7.020 Alman askeri vardı.
Alman personel demir yolu komutanlığı, depolar, sahra hastaneleri, motorlu araç konvoyları, terminal-konaklama birlikleri ve cephelerle karargâhlara dağılmışlardı.
Genelkurmay II. Başkanlığı görevinde Tümgeneral von Seeckt, 8. Ordu Komutanlığı görevinde General Friedrich Freiherr Kress von Kressenstein’dı.
General Bischof Tren Yolları Şefi, General Schlee Sahra Topçuluğu Müfettişi, General Wahle Ağır Topçu Birliği Genel Müfettişi, Yarbay von Lagat da Harp Akademisi Komutanı idi.
2016’da tifüsten ölen General von der Goltz, Irak Cephe Komutanıydı.
Çanakkale Cephe Komutanlığı yapan Liman von Sanders, Mondros Ateşkes Sözleşmesi’nden sonra Yıldırım Orduları Komutanlığını Mustafa Kemal Paşa’ya teslim etmişti.
Almanlar ve Osmanlı Devleti
Alman subay ve asker sayısı I. Dünya Harbi sırasında 18.000-20.000 arasında tahmin edilmektedir.
Bunların içinde Mareşal von der Goltz, General Liman von Sanders ve General von Falkenheim, Amirallerden Souchon, Usedom ve Martens ile 10 da general ve çeşitli rütbedeki subay olan personel mevcuttu.
Osmanlı kolordularının komutanları da Almanlaşmıştı.
Donanma, Boğaz komutanlıkları, hava birlikleri, askerî hastaneler hep Alman yöneticilerle doluydu.
Harbin sona ermesini takiben deniz yolu ile Cebelitarık Boğazı üzerinden yaklaşık 800 subay ve 12.000 diğer personel ülkesine geri gönderilmişti.
Bu kafileler içinde yedi piyade taburu, yaklaşık 15 batarya, teknik, hava vasıtaları, pilotlar, deniz-hava birlikleri, sağlık birlikleri ve muhabere birlikleri de mevcuttu.
Alman Subayları Osmanlı Kara Kuvvetlerinde
O dönemde Genelkurmay Seferberlik ve Harekât Şubede Alman müdürün yardımcılığını yapmış olan İsmet Paşa, bu durumu şöyle açıklamaktadır:
“Bir devletin orduda, siyasette, memleket idaresinde sır denebilecek nesi varsa yabancı devlet memurlarına emanet edilmişti. Garibi şurasıdır ki, yabancı devlet müttefik de değildi. Bundan başka dünya siyasetinde ikiye ayrılmış olan saflardan birini idare ediyordu.»
Atatürk de: “Ben ordunun kayıtsız şartsız, bütün esrarı ile Alman askerî heyetine teslim edilmesinden çok teessür duymuştum. Daha karar verilmezden önce bu vak’ayı tesadüf eseri öğrendiğim vakit, sesimin erişebileceği makamlara kadar itirazlarda bulunmayı vazife saymıştım. İtirazlarıma hiç kimse cevap vermedi, vermeğe lüzum dahi görülmedi!” şeklinde şikâyette bulunmuştu.