YERİNDE ÇAKILAN TÜRK EKONOMİSİ YENİ BİR İVME BEKLİYOR

09 Ağustos 2014 12:13 Prof. Dr.Celalettin YAVUZ
Okunma
5728
YERİNDE ÇAKILAN TÜRK EKONOMİSİ YENİ BİR İVME BEKLİYOR


Dış politika da büyük ölçüde ülkenin ekonomik gücü ve kalifiye insan gücüyle doğru orantılıdır. Şubat 1923’te daha Lozan görüşmeleri sürerken İzmir’de düzenlenen ilk Türkiye İktisat Kongresi’nde Gazi Mustafa Kemal Atatürk “süngünün dahi ekonomiye dayandığını” ifade etmiştir. Bu sebeple dış politika uzmanları kendi ülkeleri ile çevre ülkelerdeki ve küresel düzeydeki ekonomik gelişmeleri yakından izlemek mecburiyetindedirler.
 
  19-24 Mayıs 2014 haftası içerisinde Türk ekonomisi ile ilgili 3 önemli etkinlik mevcuttu. Bunlar sırasıyla şöyledir:

  • 19 Mayıs 2014’te Rekabet Kongresi ve İmalat Sanayii Sektörleri Rekabet Göstergeleri Raporu Tanıtım Toplantısı
  • 22 Mayıs 2014’te TOBB 70.  Genel Kurulu
  • 23 Mayıs 2014’te Hazine Müsteşarlığı ile Dünya Bankası’nca düzenlenen “Yüksek Gelir Statüsüne Geçişte Dış Ticaretin Rolü” Programındaki Türkiye Ülke Ekonomik Raporu’nun Tanıtım Toplantısı
 
  Türkiye’nin ekonomisinde “SOS” veren belirtileri ve kımıldamayarak bulunduğumuz yere çakıldığımızı, bu durumdan kurtulup ekonomiyi geliştirmek için yeni ve ivedi ivmelere ihtiyaç duyulduğunu âdeta tekrarlayan bu etkinliklerde önemli bulunan hususlar şöyledir:
 
  Rekabet Kongresi ve İmalat Sanayii Sektörleri Rekabet Göstergeleri Raporu Tanıtım Toplantısı
 
  Rekabet Kongresi ve İmalat Sanayii Sektörleri Rekabet Göstergeleri Raporu Tanıtım Toplantısı sırasında en çarpıcı konuşmalardan biri; daha sonra AKP hükûmeti ile anlaşamayan ve TÜSİAD’a zarar gelmesin diye bu görevden istifa eden, Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) Yönetim Kurulu Başkanı Muharrem Yılmaz tarafından yapıldı.
 
  Yılmaz, krizden daha az etkilenen ülkelerin imalat sanayiini merkeze alan ülkeler olduğunu belirtti. Türkiye’nin bunu dikkate almaması hâlinde geleneksel büyüme anlayışı veya bugünkü verimlilik düzeyi ile 2023 hedeflerinin kesinlikle yakalanamayacağını, mevcut büyüme anlayışının büyümenin niteliğine katkı sağlamayacağını söyledi. Bunun, büyümeyi vasati düzeyde tutarken Türkiye’yi de orta gelir tuzağına kilitleyeceği uyarısında bulundu.
 
  TÜSİAD Başkanı Yılmaz’ın konuşmasındaki diğer satır başları şöyleydi:
  • Rekabet gücünü artırmak için aynı miktardaki girdiyle daha fazla üretim ve katma değer oluşturulması gereklidir.
  • Sektörlerin ve devletin toplam faktör verimliliğini öğrenmesi gereklidir.
  • Uluslararası rekabet, küreselleşme derinleştikçe artmaktadır.
  • Etkilerinin kısmen azaldığı iddia edilen küresel kriz, temel makroekonomik politikaları sorgulanır hâle getirmiştir.
  • Büyümenin temel belirleyicisi rekabet gücüdür. Verimlilik, teknolojik atılım ve beşerî sermayedir. Rekabet gücü yüksek ülkeler güçlüdür, refah oluşturur. Rekabet gücü düşük ülkeler ise zayıftır. Vasati ürün üretir ve zenginlik oluşturmaz. Makro tedbirlerle aşılmaya çalışılan krizin temelinde mikroekonomik sorunlar yatmaktadır.
  • Türkiye’de giderek küçülen bir imalat sanayi ve buna bağlı olarak giderek azalan rekabet gücü söz konusudur. İmalat sanayii sektörünün millî gelir içindeki payı son 10 yılda %25’ten %15’e geriledi. Bu önemli bir zafiyettir. Asıl zafiyet, bu düşüşe neden olan sektördeki verimlilik kaybıdır. Daha fazla kişi ile daha az üretir hâle gelmiştir.  Oysa hem sürdürülebilir, hem de rekabetçi olabilmenin yegâne yolu, toplam faktör verimliliğinden geçmektedir. Yeni nesil sanayi stratejileri bu temel unsura odaklanmalıdır.
 
TOBB 70.  Genel Kurulu ve Ekonomiyle İlgili Önemli Hususlar
 
Soma faciası, cumhurbaşkanlığı seçimi ve yargıyla yaşadığı sorunlar yüzünden Başbakan Erdoğan’ın içerisine düştüğü hezeyana kavgacı-kutuplaştırıcı konuşmaları da eklenince 22 Mayıs 2014’te gerçekleştirilen TOBB 70. Genel Kurulu kamuoyuna gerektiği kadar yansıtılamadı.  
 
  TOBB’un 70. Genel Kurulunda TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu da Türk ekonomisinin sıkıntılarına vurgu yaptı. Millî gelirimizin 6 yıldır hâlâ 10 bin dolarda seyrettiğini ifade eden Hisarcıklıoğlu’nun Türk ekonomisini çakıldığı yerden kurtarabilmek için önerdiği teklifleri içeren konuşmasının ana hatları şöyleydi:
  • Yüksek hızda büyümeye ve rekabet gücünü korumaya cevap verecek yeni bir büyüme modeline ihtiyaç vardır.
  • Vergi reformu sadece devletin gelirini artırmayı değil, elde edilecek ilave vergi geliri yüksek vergilerin indirilmesi için kullanılmalı. Vergisini düzenli ödeyenlere pozitif ayrımcılık yapılarak herkesin vergi ödemeye teşvik edilmesi sağlanmalı, bu maksatla vergisini aksatmadan ödeyenler ödüllendirilmelidir.
  • Türkiye’nin ihracatı içinde ileri teknoloji içeren ürünler azalmaktadır.
  • Dünyayı değiştirecek 7 küresel eğilim şöyledir:
  1. Küresel finansman iklimi değişiyor. Küresel kriz sonrasında başlayan parasal genişleme ve bol likidite dönemi sona eriyor. FED (ABD Merkez Bankası) piyasaya verdiği parayı azaltıp tamamen sonlandıracak.
  2. Küresel ticaret ve yatırım ortamı değişiyor. Dünyada bölgeselleşme hız kazanıyor.
  3.  Gelişen teknoloji sayesinde kaya gazının giderek daha ucuz ve daha fazla üretilir hâle gelmesiyle enerji haritası değişmektedir.  
  4. Bir diğer küresel eğilim ülkelerarası rekabette girişimciliğin ana unsur hâline gelmesidir. Tüm ülkeler yenilikçi girişimcileri kendi topraklarına çekmek için mücadele veriyor, icat çıkartan kazanıyor. Genç ve dinamik nüfusumuzu bu alana yönlendirmeliyiz.
  5. 5’inci eğilim, İnternet’in ekonominin belkemiği hâline gelmesidir. Ne yazık ki biz İnternet’i sadece sosyal medya gibi, hatta kahvehane gibi kullanıyoruz.
  6. Bir diğer küresel eğilim, bütün dünyada orta sınıfın büyümesidir. Her yıl dünyada orta sınıfa 150 milyon kişi dâhil oluyor. Yani 2 Türkiye ekleniyor. Küresel orta sınıfın bugün yaptığı harcama yılda 7 trilyon dolar. 2020’de bu harcama 3’e katlanacak ve 20 trilyon dolara yükselecek.
  7. Yedinci küresel eğilim ekonomide şehirlerin öne çıkmasıdır. 10 yıl sonra şehirlerde yaşayanların sayısı 2 milyara yükselecek.
 
Hazine Müsteşarlığı ile Dünya Bankasınca Düzenlenen “Yüksek Gelir Statüsüne Geçişte Dış Ticaretin Rolü” Programındaki Türkiye Ülke Ekonomik Raporu’nun Tanıtım Toplantısı
 
  24 Mayıs 2014’te Ankara’da Hazine Müsteşarlığı ile Dünya Bankasınca düzenlenen “Yüksek Gelir Statüsüne Geçişte Dış Ticaretin Rolü” Programı’ndaki Türkiye Ülke Ekonomik Raporu’nun Tanıtım Toplantısı gerçekleştirildi. İlgili bakanlıkların (Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi), Dünya Bankası Türkiye Direktörü Martin Raiser, Dünya Bankası Türkiye Raportörü Kamer Karakurum Özdemir ve Türkiye İhracatçılar Birliği (TİB) Başkanı Mehmet Büyükekşi’nin konuşmalarıyla açılan toplantıda Türk ekonomisiyle ilgili önemli bulunan hususlar şöyleydi:
  İlk konuşmacı Dünya Bankası Türkiye Direktörü Martin Raiser: 1995’te imzalanan Gümrük Birliği (GB) Anlaşması Türkiye’ye büyük yarar sağlamıştır. Türkiye’nin; ihracatta rekabet gücünü arttırmak için 2’nci derecede teknolojik gelişimini sağlamış ürünlerine yönelmesi, KOBİ desteğine ağırlık vermesi, dış yatırımcılara teşvikler getirmesi gereklidir.
  TİB Başkanı Mehmet Büyükekşi: Türkiye son 10 yılda ihracatta büyük bir atılımı gerçekleştirerek dünya ticaretindeki %0.50’lik payını %0.80’e yükseltmiştir. En önemli ticari alan AB’dir ama bu arada Türkiye Kuzey Afrika, Orta Doğu, Asya ülkelerine de yönelmiştir. AB ile GB Anlaşması her ne kadar başlangıçta dezavantaj gibi görünse de bu sayede Türkiye AB standartlarını yakalamış, çok önemli olan AB tecrübesini kazanmıştır. Yeni başlattığımız İnnovasyon (para kazandıran yenilikçilik, farklılık yaratmak) Projesi’ne 350 firma başvurdu. 4-6 Aralık 2014’te İstanbul’da, daha sonra da İzmir’de “İnnovasyon Haftası” düzenleyeceğiz. Artık gelinen noktada yapılması gerekenler şunlardır:
  • Yüksek teknolojiye dayalı ürün ihracatında atılım yapılmalıdır.
  • Sermaye yoğun dönüşümlü ürünlerin üretimine ve ihracatına yönlenmelidir.
  • Türkiye’nin gerçek açığı dış ticaret değil, innovasyondur ve bunun için AR-GE olmazsa olmaz şarttır.
  Dünya Bankası Türkiye Raportörü Kamer Karakurum Özdemir: Raportörün Kalkınma Bakanlığı ile birlikte hazırladıkları Türkiye İhracat Raporu’ndan sunduğu bilgiler özetle şöyleydi:
  • Büyüme, dış finansman bağımlılığının azalması ve yurt içinde tasarrufla mümkündür.
  • Türkiye’nin dünyadaki ihracattaki pazar payı 2002’de %0.50 iken %0.80’e yükseldi.
  • Son yıllarda AB’ye yapılan ihracat payında düşüş var ama gene de AB en büyük ihracat pazarı.
  • AB ile GB Anlaşması sonucu ihracatta çok önemli olan rekabet gücünü yükseltmeyi öğrendik.
  • 2010’da orta kaliteli ürün ihracatı arttı. Son yıllarda ileri teknoloji ürünlerinin ihracatında düşüş var. 
  • 2012 itibarıyla Türkiye’nin ihracatı 148.5 milyar dolardır. 2023 hedefi ise 500 milyar dolar ihracat, %1.25 pazar payıdır.
  • Yeni ürünler ve yeni şirketlerle yeni pazarlara ihracat yapılmalıdır.
  • Çalışan sayısı 50’den az olan ihracat firmalarının ihracattaki payı düşerken 2000’i aşan çalışanı olan şirketlerin payı giderek artmıştır.
  • Türkiye’nin ihracatını arttırabilmek için mutlaka “Küresel Değerler Zinciri”ne (AR-GE, tasarım, ticarileşme, standardize üretim, montaj, dağıtım, pazarlama, markalaşma, lojistik vb.) ağırlık vermesi gereklidir. Zira Türkiye “küresel değerler zinciri” açısından nispeten “düşük seviye”deki ülkeler arasında sıralanmaktadır.
  • İhracat ürünlerinde katma değeri arttırabilmek için;
1.  Yüksek teknolojili ürün ihracatı gereklidir. Bu maksatla AR-GE, yabancı yatırım, yüksek kaliteli ara malı ithalatı gereklidir.
2.  Yeni firmalar ile ihracatta yeni ürün girişleri olmalıdır.
  • Üretkenliğin ve ürün kalitesinin arttırılması gereklidir. Bu maksatla;
1.  Uluslararası entegrasyon
2.  AR-GE ve innovasyon
3.  Yüksek beceriye sahip işgücü
4.  KOBİ finansmanı gereklidir.
  • Hizmetler sektörü geliştirilmelidir. Bu maksatla;
1.  Hizmet ihracatı (özellikle profesyonel hizmetler, iş hizmetleri)
2.  Mal ihracatını destekleyici hususlar (nakliyat gibi).
 
  Ekonomi Bakanı Nihat Zeybek: Türkiye’nin 1981’de toplam ticareti 4.5 milyar dolar olmuştur. Turgut Özal ihracat hedefini 5 milyar dolar koyduğu zaman kimse buna inanamamış ancak ihracatla birlikte Türkiye kaliteyi, kalibrasyonu ve standartları yakalayıp rekabeti öğrenmiştir. 2002’de millî gelir 208 milyar dolar iken 2013’te 820 milyar dolara ulaşılmıştır. Millî gelirin artışında itici güç, ihracattaki artıştır. 2023 hedefi; 500 milyar dolar ihracat, dünya pazarından %1.50’lik pay ve 70 bin ihracatçı firmadır.
  • TL’nin kur değişimi sebebiyle ithalat aynı seviyede kalırken ihracatta artış sürmektedir. Bu sayede dış ticaret açığı %30 iyileştirildi.
  • Türkiye’nin ihracatta lig değişikliği yapması gereklidir. Bunun için de bir ray değişikliği elzemdir. 500 milyar dolarlık hedef için bu şarttır.
  • Türkiye’nin etki alanındaki coğrafyada (Orta Doğu, Balkanlar, Kafkaslar, Orta Asya, Kuzey Afrika, AB) insanların tüketim alışkanlıklarını belirlemeliyiz. Türk dizi filmleri ve sineması ile bu görülmeye başlandı.
  • Sürdürülebilir ihracat artışı, yüksek rekabet gücü ile birlikte ileri teknolojili ürünlerin ihracatında %15’ler düzeyi ve üzerine çıkılmalıdır.
  • Türkiye, gelinen günde GB Anlaşması ile sorun yaşamaya başladı. Çünkü AB, 3. ülkelerle serbest ticaret anlaşmaları yapıyor. Meksika ve Cezayir ile bile serbest ticaret anlaşması yaptı ama Türkiye’nin hâlâ adı geçmiyor.
AB-ABD Serbest Ticaret Anlaşması sıradan bir ticaret anlaşmasının ötesinde, bir ekonomik ve siyaset entegrasyonudur. ABD, bu anlaşmayla AB üzerinden Türkiye ile ilgili tüm imkânlardan yararlanabilecek ama Türk ihracatçıları aynı imkânları ABD’de bulamayacaktır. Şayet Türkiye; ABD, Kuzey Amerika, Uzak Doğu ve AB ile yaptığı yeni ekonomik dizayn içerisinde kalamaz ise bunun adı “dostluk” veya “müttefiklik” olamaz.
 
  Başbakan Yardımcısı Ali Babacan: Türkiye 2002’de 4 seviyeli ülke grubu (üst, üst orta, alt orta, alt gelir grubu) içerisinde “alt orta gelir grubu” içerisinde yer alırken bugün “üst orta gelir grubu” içerisinde yer almıştır. 2.000-2.500 dolarlık fert başına millî gelir artışı hâlinde “üst gelir grubu” ülkeler arasına katılacaktır. Küresel çıkış sebebiyle ABD’de toparlanma hızlı, AB’de yavaş seyretmektedir. Gelişmekte olan ülkelerde de büyüme düşmüştür. Çin’de de artık eski büyüme hızlarının kesilecek ve %7-8’i geçmeyecektir. Bunun gerekçesi büyük ölçüde “sosyal sorunlar” olacaktır.
  • AB’nin iç piyasasındaki toparlanma, Türkiye’nin ihracatına katkı sağlar.
  • Korumacılık, ülkeler arasında ticareti sınırlamaktadır. Bunu istemiyoruz. Dünya pazarlarının birleştiği bu dönemde korumacılık çok tehlikelidir. Rekabet kalkacağı için ürün kalitesi ve fiyatı olumsuz etkilenir.
  • Türkiye; AR-GE, innovasyon, markalaşma, nitelikli iş gücü gibi hususlara yönelmeli ve bunun sonucunda yüksek nitelikli ihracat ürünlerine erişmelidir. Türkiye artık ihracatta fason üretimle “kölelik” döneminden, katma değeri çok daha yüksek üretime ve ihracatla “efendilik” dönemine geçmelidir.
  • İhracatı artırmak için teşvikler üzerinde çalışılmaktadır.
  • TÜBİTAK 2 aydır yeni AR-GE destek programı üzerinde çalışmaktadır. 2013’te Türkiye’de millî gelirden AR-GE’ye %3 pay ayılması hedeflenmektedir. Bunun %2’si devlete, %1’i özel sektöre ait olacaktır. Hâlen Türkiye’de AR-GE payı %0.95 iken AB ortalaması %2’dir.
  • Türkiye artık çok kaliteli ürün üretmeyi öğrendi. Üretimi yatırım ve ihracatla arttırdı.
  • İthalata dayalı tüketim, en büyük tehlikedir. İç tüketime dayalı büyüme ile dış ticaret dengesi bozulmaktadır. İhracat ne kadar artarsa içeride refah artışı olacaktır. Verim için ihracat ekonomisi şarttır.
  • Makro ihtiyati tedbirler uygulayan BDDK ve Merkez Bankası gibi kurumların tutumları uygundur. ABD’de faiz artışı, küresel krizden kurtuluşun ve toparlanmanın işaretidir.
  • Gerek bir hukuk devleti gerekse demokrasi, ekonomik sistemin gelişmesi için olmazsa olmaz koşullardır!
 
Sonuç
 
   Türkiye’de ekonominin ve millî gelir artışının çakıldığı, 6 yıl önce bir gecede 3 kat arttırılan fert başına millî gelirin hâlâ o yıldaki gibi 10 bin dolarda yalpaladığı, Türkiye’nin “orta gelir” düzeyi tuzağına yakalanmakta olduğu, Türkiye’nin ekonomiyle ilgili resmi özel sektörün en yetkili ağızları tarafından paylaşılarak tekrarlandı.
  Türk ekonomisinin yeni bir ray değişikliği ve yeni bir ivme kazanarak Türkiye’nin 2023 hedefleri ile “üst gelir grubu” ülkeler arasına gelebilmesi için öngörülen hususlar şöyle özetlenebilir:
  • Büyümenin temel belirleyicisi rekabet gücüdür. Verimlilik, teknolojik atılım ve beşerî sermayedir. Rekabet gücü yüksek ülkeler güçlüdür, refah oluşturur. Türkiye rekabet gücünü arttırmalıdır.
  • İmalat sanayii sektörünün millî gelir içindeki payı son 10 yılda %25’ten %15’e geriledi. Bu önemli bir zafiyettir. Asıl zafiyet bu düşüşe neden olan sektördeki verimlilik kaybıdır. Bu sektördeki verimlilik kaybını önleyecek tedbirler alınmalıdır. 
  • Vergi reformu sadece devletin gelirini artırmayı değil, elde edilecek ilave vergi geliri yüksek vergilerin indirilmesi için kullanılmalıdır. Vergisini düzenli ödeyenlere pozitif ayrımcılık yapılarak herkesin vergi ödemeye teşvik edilmesi sağlanmalıdır. 
  • Bütün ülkeler yenilikçi girişimcileri kendi topraklarına çekmek için mücadele vermekte, icat çıkartan kazanmaktadır. Genç neslin kazanılması esastır.
  • Büyüme, dış finansman bağımlılığının azalması ve yurt içinde tasarrufla mümkündür. İthalata dayalı tüketim, en büyük tehlikedir. İç tüketime dayalı büyüme ile dış ticaret dengesi bozulmaktadır. Bunun yerine ihracat ne kadar artarsa içeride refah artışı olmalıdır. Verim için ihracat ekonomisi şarttır.
  • Son yıllarda ileri teknoloji ürünlerinin ihracatında düşüş vardır.  Yeni ürünler ve yeni şirketlerle yeni pazarlara ihracat yapılmalıdır.
  • Türkiye’nin ihracatını arttırabilmek için mutlaka “küresel değerler zinciri”ne (AR-GE, tasarım, ticarileşme, standardize üretim, montaj, dağıtım, pazarlama, markalaşma, lojistik vb.) ağırlık vermesi gereklidir.
  • Türkiye; AR-GE, innovasyon, markalaşma, nitelikli iş gücü gibi hususlara yönelmeli ve bunun sonucunda yüksek nitelikli ihracat ürünlerine erişmelidir. Türkiye artık ihracatta fason üretimle “kölelik” döneminden, katma değeri çok daha yüksek üretime ve ihracatla “efendilik” dönemine geçmelidir.
  • Türkiye, gelinen noktada GB Anlaşması ile sorun yaşamaya başladı. Çünkü AB, 3. ülkelerle serbest ticaret anlaşmaları yapıyor. Bu mesele Türkiye’nin lehine çözüme kavuşturulmalıdır. Türkiye; ABD, Kuzey Amerika, Uzak Doğu ve AB ile vücuda getirdiği yeni ekonomik dizayn içerisinde kalmalıdır.