Türkiye’nin coğrafi ve sosyolojik yönden ayrılmaz bir parçası olan Kıbrıs Adası, tarih boyunca hemen hemen bütün bölge devletlerinin hedefi olmuştur. Bunun sebebi Ada’nın jeopolitik önemidir. Tarihin her döneminde farklı sebepleri olmakla beraber, Doğu Akdeniz hâkimiyeti için vazgeçilemeyen bir adadır. İlk çağlarda zengin bakır madenleri ve keresteleri için önemliydi. Orta Çağ’da Doğu Akdeniz ticaret yollarının kontrolü için önemliydi, günümüzde sabit bir uçak gemisi sayılacak kadar başta deniz kuvvetleri olmak üzere bütün kuvvetlerin yığınak yapması ve her yöne, özellikle Orta Doğu petrol bölgelerine yapılacak harekâta elverişli bir üs konumunda olduğu için önemlidir. Ada’ya sahip olan devletler ise bölgesel bir güce dönüşmüştür. Akdeniz’in üçüncü büyük adası Kıbrıs’ın en yakın komşusu ve jeolojik parçası ise Türkiye’dir.
1571 yılında ise askerî, ekonomik ve stratejik nedenlerle Kıbrıs Venediklilerden alınarak Türk hâkimiyetine girmiştir. 1878 yılında İngiltere’ye kiralana kadar da 308 sene Ada tarihinin en huzurlu ve barış dolu günleri yaşamıştır. İngiliz Dönemi’nde ise barış içinde yaşayan Türk ve Rum toplumunun siyasi, ekonomik ve sosyolojik dengesi Türkler aleyhine bozulmaya başlamıştır.
20. yüzyılda ise I ve II. Dünya Savaşı’nın ardından eski gücünü kaybeden ve değişen dünya düzeninde İngiltere için Kıbrıs, Orta Doğu’nun kontrolü açısından daha da önemli bir hâl almıştır. Diğer yandan Kıbrıs Rumları ise Yunanistan’ın ve kilisenin desteği ile asırlardır sorunsuz yaşadıkları Kıbrıs Türklerine karşı düşmanca bir tavır içine girmişlerdir. 1955 yılında da Rum-Yunan terör örgütü EOKA’yı kurmuşlardır.
Öte yandan İngiltere 1960’da kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nde de kendisine yönelen EOKA terör örgütünün eylemlerini önlemek için Kıbrıs Türklerini kullanmıştır. İki toplumun 1974 yılına kadar gelen çatışmalarının kaynağında da İngiltere vardır. Rumlar Ada’da Türklerin hâkimiyetinde üç asır boyunca her alanda özgür yaşamalarına rağmen, 1960-1974 arasındaki devrede İngilizleri Ada’dan atmak, Türk toplumunu da imha ederek Kıbrıs’ı Yunanistan’a Enosis (ilhak) yapmak için sayısız eylemler ve katliamlar yapmışlardır.
En büyük zulmü Kıbrıs Türk toplumu yaşamış, ancak aralarında teşkilatlanarak Türk Mukavemet Teşkilatı’nı (TMT) kurarak tam bir istiklal mücadelesi vermişlerdir. Anadolu’yu çevreleyen kuşakta Türkiye nüfusuna yakın bir Türk varlığı bulunmaktadır. Kıbrıs Türkleri bütün dış Türklere örnek olacak bir fedakârlık ve başarı göstermiş, kendi hür devletlerini kurmuşlardır. 20 Temmuz 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı ile Kıbrıs’ta tam bir sükûn ve istikrar sağlanmış, bugüne kadar yarım asır geçmesine rağmen ne Türklerden ne de Rumlardan hiç kimse hayatını kaybetmemiştir. Günümüzde KKTC’nin varlığını kabul edemeyen dış güçlerin en büyük korkusu Kıbrıs Türk’ünün mücadelesini örnek alacak başka Türk topluluklarının ortaya çıkmasıdır.
Türkiye açısından ise Kıbrıs’ın iki önceliği vardı: Birincisi; Kıbrıs Türk’ünün soydaşlık ve kardeşlik hukuku, ikincisi ise yarımada devleti olması nedeniyle özellikle Ege Denizi’nde Yunanistan tarafından her fırsatta yapılan siyasi tacizlerin önüne geçerek Türkiye’nin jeopolitik ve stratejik anlamda önünü açmaktı. Dünya tarihinde son iki yüzyılda gizli ya da açıktan karşı karşıya gelmiş Türkiye ve İngiltere’nin en son hesaplaştığı bölge olan Kıbrıs bu açıdan çok önemi bir yere sahiptir.
Son olarak Kıbrıs, İngiltere için sadece bir askerî üs bölgesi ya da sömürge iken, Türkiye’nin için vatandır. Bununla birlikte, bilindiği gibi Yunanistan millî politikasını Megali İdea üzerine inşa etmiştir. On bir maddelik hedeflerinin onu Türkiye üzerinedir. Ne yazık ki bu hedeflerden birçoğunu Batı’nın ve Çarlık Rusya’sının yardımıyla gerçekleştirmiştir.
Öte yandan Kıbrıs Rumlarının da on yıllardır en büyük hedefi Enosis yani Yunanistan’la birleşmekti. Bununla birlikte son yıllarda İsrail’in Doğu Akdeniz’de yeni enerji keşiflerinin de etkisiyle düşmanınım düşmanı benim dostumdur mantığı ile olaya yaklaşmaktadırlar. Türk ordusu ve Kıbrıs Türk mücahidi karşısında yaşadığı 1974 Kıbrıs mağlubiyeti başta olmak üzere, Ege Adaları, kara suları, kıta sahanlığı ve bunun gibi daha birçok alandaki sorunlarda dünyanın güçlü devletlerini de yanına çekerek Türkiye’yi ekonomik, siyasi ve askerî alanlarda köşeye sıkıştırmak istemektedir. Bu durum tam da Yunanistan’ın yüzyıllardır Türkiye’ye uyguladığı Megali İdea politikasına uygundur.
Türkiye’nin son yıllarda PKK, PYD, YPG, DAEŞ ve FETÖ gibi terör örgütleriyle uğraşmasını fırsat bilerek birtakım tahrik edici hamlelerde bulunup her fırsatta Yunan yetkililerin Türkiye aleyhinde demeçler vermesi bunun en açık örneğidir. Ege ve Doğu Akdeniz’deki Yunan ve Rum tahrikleri Türkiye açısından katlanılır bir durum değildir. Doğu Akdeniz’deki doğal gaz keşiflerinde ise Türkiye ve İsrail arasında son yıllardaki gerilimden de faydalanarak bu durumdan kendilerine pay çıkarmak istemektedirler. Ayrıca, Avrupa Birliği’nin Rusya’ya olan enerji bağımlılığının da bu proje ile büyük oranda önüne geçileceği planlanmaktadır.
Özellikle de Vladimir Putin dönemiyle eski caydırıcı günlerine ve yeniden emperyalist gücüne kavuşmayı arzulayan Rusya’yı önlemek isteyen Batılı ülkeler bu projenin en tabii takipçisi ve destekçisi olacaklardır. 1990’lardaki gücünü yavaş yavaş yitiren Amerika Birleşik Devletleri bir yandan Pasifik’te Çin ile boğuşurken, diğer yanda Rusya ile yeniden Soğuk Savaş yıllarına dönüyor gibi gözükmektedir. Her ne kadar ABD bunu istemese de Rusya ve Çin’in eski Soğuk Savaş günlerine dönmek istedikleri aşikârdır. Dünyamız yeniden iki kutuplu ve hatta daha fazlası bir sisteme doğru gitmektedir.
Türkiye ise elbette bu durumdan nasıl avantajlı ve daha güçlü bir konuma geleceğini planlıyordur. Ancak şu bir gerçek ki sürekli vurgulamaya çalıştığımız gibi Yunanistan’da ya da Kıbrıs Rum kesiminde hangi hükûmet iktidara gelirse gelsin tek bir millî politikaları vardır. O da Megali İdea’dır ve bunun da en büyük rakibi ve düşmanı Türkiye ve Türklerdir.
Günümüzde Suriye’de ve daha öncesinde 1980’lerde Türk milletinin ve devletinin başına örülen terör belasının da en büyük yardımcıları yine Yunanistan ve Kıbrıs Rum kesimidir. Türkiye ile sıcak bir çatışmayı göze alamayan bu iki vekil ve kukla devlet, Türkiye’nin ve Türk milletinin aleyhine ne varsa onu desteklemekten asla vazgeçmeyeceklerdir.
Rusya ise Çar “Deli” Petro’dan bu yana uygulamak istediği “sıcak denizlere inme” politikasını gerçekleştirmiş durumdadır. Bugün Suriye’nin en büyük destekçisi Rusya Federasyonu’dur. Ne yazık ki Türkiye tam bir ateş çemberinin içindedir. 1984’te başlayan PKK terörüne en büyük coğrafi destek komşularımız Irak ve Suriye’den gelmiştir. 1990’ların başında Türk toprağı olan ve Azerbaycan’dan Rus destekli Ermeni birlikler tarafından işgal edilen Karabağ’ın ve Ermenistan’ın düşmanca tutumu da ortadadır.
Yunanistan ise Ege’de millî devlet doktrinini olan Türk düşmanlığını her daim uygulamaktadır. Kıbrıs Rum kesimi ise Yunanistan’ın ufak gölgesi konumundadır. Karadeniz’de ise binlerce yıllık kadim Türk yurdu olan Kırım, tıpkı diğer kadim Türk yurdu olan, Karabağ, Erivan, Tebriz, Kerkük, Musul, Halep, Batı Trakya ve Ege Adaları gibi işgal altındadır. Kırım’ın Ruslar tarafından ilhakı sonrası Türkiye dört bir taraftan kuşatılmak istenmektedir.
Elbette umutsuzluğa düşecek değiliz. Binlerce yıllık kadim devlet ve millet geleneğimiz ile her türlü zorlukların ve düşman çemberini aşacak akılda, kabiliyette ve güçteyiz. Yeter ki Türklük şuuru aklımızdan ve ruhumuzdan silinmesin. Zaman birlik olma, kenetlenme ve akılla hareket etme zamanıdır.