YENİ YÜZYILIN PSİKOLOJİK HARP SİLAHLARI “TERÖRİSTLER”

01 Ocak 2014 15:20 Bora İYİAT
Okunma
6389
YENİ YÜZYILIN PSİKOLOJİK HARP SİLAHLARI  “TERÖRİSTLER”

Psikolojik savaş; klasik anlamdaki savaşın kazanılması veya kaybedilmesinde, savaştan sonra da üstünlüğün devam etmesinde yahut sorunların çözülmesinde insanların ruh hâline etki ederek sonuç almak olarak tanımlanır. Psikolojik savaş olgusu, tarih kadar eski bir temele uzanan, ancak özellikle de yoğunlukla geçtiğimiz yüzyılda uygulama alanını geliştiren ve genişleten, günümüzde ve gelecekte uygulanacak olan bir etkileme ve kontrol silahı olarak varlığını sürdürmektedir. Özellikle İkinci Dünya Savaşı’nın ardından konvansiyonel savaşın yıkıcı etkisine maruz kalan ülkeler, artık birbirleri üzerindeki menfaatleri ya da hasımca niyetleri karşısında savaşmak yerine, uydu ülkeleri ve terör örgütlerini çatışma sahnesine sürmüşlerdir. Terör örgütlerinin bu sahnedeki rolü, sistemin devamını sağlamak olmuştur ve bir hem devletleri hem de toplumları önemli ölçüde etkilemiştir.
 
Terör, Fransız İhtilali ile birlikte literatüre girmiş bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. İhtilal sonrasında jakoben yönetimin toplum üzerinde kontrolü sağlamak amacıyla uyguladığı baskı dönemine verilen isim “terör dönemi” olmuştur. Sistemli terörü ilk uygulayanlar ise Roma dönemine kadar uzanmaktadır. Sicariiler denen örgüt, kargaşa ortamında yaptıkları eylemler ile adlarını duyurmuştur. Bugünkü terör örgütlenmelerine temel oluşturan yapıyı ise Hasan Sabbah’ın örgütü olan Haşhaşinler oluşturmuşlardır. Hücre yapılanması ile çalışan bu örgütte elemanlar tam bir sadakat ile liderlerine bağlıdırlar. Terör kavramının yoğunlaştığı soğuk savaş süreci, bu kavramın gelişimini sağladığı bir dönem olarak gözükmektedir. Uluslararası terör örgütlerinin sistem üzerinde etkili oldukları soğuk savaş dönemi, korkular yüzyılı olurken terör örgütleri korku atmosferinin oluşumunda ve devamında başat rol oynamışlardır.
 
Küresel sistemde etkili olan bir olgu olmasına rağmen üzerinde net bir tanım yapılamayan terör kavramı, korku ve şiddeti siyasal amaçlarla kullanmak olarak tanımlanabilir. Ayrıca sistemli şiddet olarak da görülebilir. Sistemli şiddetin bir amacı da nitelikli insanları öldürmek, karşı tarafı mantığıyla değil duygularıyla hareket ettirmek, insanları sindirmek, birbirlerinden kuşkulandırmaktır. Terörizm ile psikolojik savaş arasındaki bağlantı da bu noktada ortaya çıkmaktadır. Bu noktada önemli bir diğer unsur da gelişen ve değişen dünyada terörizmin birçok değişikliğe uğramış olmasıdır.
 
Bu noktada özellikle “Terörizm nedir, kim tarafından uygulanır ve kime karşıdır?”, “Hangisi terör, hangisi bağımsızlık mücadelesidir?” şeklinde soru(n)lar ortaya çıkmıştır. Tanımlamanın zorluğu, etkilediği kesimlerin ortak duyguları paylaşmamasından ileri gelmektedir. Kime göre ve neye göre tanımlanacağı belli olmayan terörizm, toplumdan topluma farklılık göstermektedir. Yeni bir kavram olmamasına rağmen netliğin sağlanamaması terörizmi oldukça etkileyici bir görünüme kavuşturmaktadır. Terörizm yeni bir şey değil ama etkisi yenidir ve kendini uluslararası farkındalık odağı hâline getirmiştir.
 
Yapılan tanımların bazılarında; terör, herhangi bir amaca ulaşmak için, sivillerin veya güvenlik görevlilerinin, propagandaya yönelik, ses getirici eylemlerle öldürülmesidir, şeklinde geçerken, güvenlik eksenli bu tanımın dışında bir başka tanımlama şu şekilde yapılabilmektedir: “Terörizm ‘hesaplı’ bir şiddettir. Amacı olabildiğince çok insan öldürmek değil, kitlelerin eylemlerinden etkilenmesini sağlamaktır. Kitlelerin dehşete kapılmasını, bir umutsuzluk içinde teröristin isteklerine boyun eğilmesinden başka çare olmadığını düşünmesini sağlamaktır.” Teröristin de arzuladığı sonuç budur. Otoritenin zayıflatılması, insanların geleceklerini görememesi, tedirginlik ve sisteme inançsızlığın yaratılmasıdır.
 
Tüm bunlar önce zihinlerde bir canavar yaratır. İnsanlar korktukları şey karşısında daha kolay teslim olurlar. Terörün zihinlerde yaptığı tam da budur işte. Önce onlardan olmayan herkesin düşman ya da hedef olduğu gerçeğine inandırır, ardından sürekli canınıza kastetmiş bir hasmınızın olması davranış normlarınızı, hareket tarzınızı değiştirmeye başlar. Terörün belki de en önemli amacı işte böyle güvensizlik ya da belirsizlik ortamı yaratmasıdır. Güvensizlik, terörün seyircisi durumundaki insanlarda geleceğe yönelik kaygıları artırırken, belirsizlik ise buna ek olarak bir kontrolsüzlük duygusu verir. Ortaya çıkan bu kontrolsüzlük duygusu, toplumlar arasında ayrışmayı derinleştirirken zihinlerde de güvenlik sağlama duygusunu arttırmaktadır.
 
İnsanoğlu, doğduğu andan, o ilk ağlama sesinden itibaren, bir güvenlik ihtiyacı içindedir ve bu ölümüne kadar sürer. Kaygılar, ilk olarak kişinin benliğinin farkında olmasıyla başlar ve öğrenme ile birlikte bildiklerimiz kadar kaygılanırız. İşte terör adı verilen tehdit, size yaşama şansınızın örgüt inisiyatifinde olduğunu anlatır bunun için kurulmuş ve ona göre donatılmıştır.
 
Kaygılar aynı şekilde düşünen insanları bir araya getirir ve hareket ettirir ancak bu hareket yönü, aslında eylemi planlayanlarca sizin çekilmek istendiğiniz, ustaca hazırlanmış, tasarlanmış bir yönden başkası değildir.
 
Yapılan bir terör eylemi ile birlikte toplumlarda oluşan ilk algı “şok” durumudur. Şokun etkisi yavaş yavaş geçmeye başladıktan sonra verilen yeni tepki bir kızgınlık durumudur. Kızgınlık, muhatap(lar)ın duyduğu ve duyacağı haberler ile birlikte nefret krizine doğru yönelmektedir. İşte bu noktada psikolojik savaş kavramı devreye girmekte ve terörden etkilenmiş olan toplumun hassas noktalarını ortaya çıkarmakta ve toplumu kışkırtmaktadır. Aşırı uçlu düşünceler, ülke içindeki ve dışındaki çeşitli unsurlar tarafından provoke edilmekte ve toplum içerisinde ayrışmalar yaratılmaktadır. Yapılan terör eylemi bütün bir topluluğa mal edilirken, karşı tarafta oluşan dışlanmışlık duygusu aynı ülkede yaşayan faklı unsurları birbirinden daha da koparmaktadır. Bunun yanı sıra provokasyona uğrayan bütün duygular âkil davranışı olumsuz yönde etkilerken, toplumda bir infial yaratmaktadır. Kızgınlık, sinir harbi, öfke, nefret ve daha birçok olumsuz duyguyu bünyesinde barındıran kitleler; birbirlerini anlamazken, düşmanlıkları artar ve yaşanan bu süreç kanlı bir atmosfere doğru sürüklenir.  Terör eylemleri toplumlara korku ve telaşı gösterir. Eylemlerin ardından ortaya çıkan görüntüler, toplumları endişeye sevk ederken, güvenlik duygusunu en üst seviyeye çıkartır. Güvenliğini sağlama içgüdüsü ile hareket eden toplumlar, birbirlerine güvenmemeye başlarlar. Çünkü her an tehdit algılaması ile yaşamaktadırlar. Kimseye güvenmeden, herkesi düşman ya da tehdit görerek yaşamını sürdürmeye çalışan kitleler tüm enerjilerini, korunmaya ayırırken dünyalarını küçültmekte, ayrıca kendi içerisinde farklı olan unsurlara tahammül gösterememekte, içine kapanık toplumlar meydana gelmekte ve bir arada yaşayabilme şansı terörizm sebebiyle azalmaktadır.
 
Terör, eski fakat kendisini en iyi şekilde güncelleyebilen bir kavramdır. Toplum kontrolünde en etkili olan unsurdur. Aynı anda insanların hem duygularına hem de zihinlerine etki ederek onları kontrol altına almayı başarır. Bu noktadan sonra terörizm, misyonunu psikolojik savaşa teslim etmektedir.
 
Terör örgütleri hedef aldıkları kitleleri bu yöntemlerle baskı altında tutmaktadırlar; ancak bir örgütün yaşaması için sempatizan, militan bulması da gerekmektedir. Bu, bir örgütün yaşaması için olmazsa olmazıdır. 
 
Pekâla bu sorun örgütlerde nasıl çözülür?
 
Terör örgütleri, tüm dünyada nitelikten önce, nicelik diyerek sayıca çok sempatizan bulup onlardan militan yaratmak için beyin yıkama diye adlandırdığımız yönlendirme faaliyetlerini en ustaca kullanan birlikteliklerdir. Burada örneği daha da pekiştirmek adına yapılabilecek en doğru anlatım şekli, somutlaştırarak örneklendirmek olacaktır. Ülkemizde faaliyet yürüten terör örgütlerinden belki de en bilinir olanı hiç kuşkusuz etnik temelli bir bölücü örgüt olan PKK’dır. Bu terörist örgüt,  militanlarını birtakım  psikolojik süreçlerden geçirdikten sonra silahlı faaliyetlere sokmaktadır.
 
Psikolojinin önemli alanlarından birisi sosyal psikolojidir. Şimdi bu alt bilim eşiğinde terör örgütlerinin adam kazanma yöntemine bir göz atalım.
 
Bu amaca varmak için yasa dışı oluşumların kullandığı ilk  psikolojik süreç,  grup dinamiğidir.  Grup, bilindiği gibi belirli bir amacı gerçekleştirmek için bir araya gelmiş, birbiri ile ilişkide bulunan iki veya daha çok kimsenin oluşturduğu bir beraberlik olarak tanımlanmaktadır.
Grup dinamiği diye adlandırdığımız bilimsel temelde grup üyeleri arasındaki ilişki dâhilinde karşılıklı etkileme, başka gruplardan ayırma, özel bir iletişim ve anlam bağı sağlama hatta hayalî bir dünya yaratma sıkça rastlanan bir gerçekliktir. Bu, aynı zamanda bir baskıyı da beraberinde getirmektedir. Grup olmanın kendisine has bedelleri vardır ve tabii ödülleri de. Örneğin nasıl birisi olursanız olun, eğitiminiz, sosyal statünüz ne olursa olsun; o grubun bir üyesi olduğunuz sürece destek görürsünüz. Bu yönüyle bir grubu tek tek tellerden örülmüş bir çekice benzetmek mümkündür. Üyelerin birlikteyken güçlü, tek başına zayıf addedildiği bir sosyal yapıdır aslında ve bu birliktelik kendisine bir anlam dünyası yaratır. Gruplar için neyi savunduğu değil daha çok nasıl savunduğu önemlidir. Bu savunma şekline, kurallarına ve idaresine de sadece grup karar verir.
 
Terör örgütleri bu noktada hem grubun sağladığı avantajları hem de psikososyal gerçekleri doğru ve yerinde kullanır. Örgütün bu anlamda eleman temin etmekle görevli militanları; liselerde, üniversitelerde, işçiler ve kamu çalışanları içerisinde, mahallî alanda örgüte kazanmayı planladıkları kişilere yönelik bir etüt yaparlar. Bu çalışma belli bir disiplin ve temel bazı kıstaslar üzerinden yapılır. Bu kıstaslara ulaşmak için gerekli bilgiler şunlardır:

 

1.  Kişinin aile yapısı

2.  Kişinin zaafları

3.  Kişinin irtibatta olduğu arkadaşları ve sosyal çevresi

4.  Kişinin ekonomik düzeyi

 
Hedef kişi ile diyaloğa geçmek için farklı nedenler bulunabilmektedir. Bazen bir çay, sinema, tiyatro ve konser daveti, ekonomik sıkıntıda olan öğrencilere burs ve kalacak yer temini yeterlidir. Tüm bunlar zaten yukarıda belirtilen söz konusu etüt sonrasında karar verilen hareket tarzıdır.
 
Örgüte kazandırılması planlanan genç, kurulan sıcak diyaloglardan sonra kendini olduğu gibi kabul eden, kendine değer veren, senaryosu, sahnesi ve oyuncuları önceden planlanmış bir grubun içerisine girmiştir.
 
Görüldüğü üzere; örgütlenme ve militan kazanma da terör örgütleri tarafından planlı ve devamlı aksiyonlar şeklinde uygulanan bir psikolojik harekât faaliyetleri bütünüdür ve belirlenen insanın zihnini, kalbini ve ruhunu hedef almaktadır. Planlayıcısı, uygulayıcısı ve hedefi insan olan bu faaliyet türü, öylesine karmaşık bir şekilde cereyan eder ki çoğu zaman hedef hâline gelen bireyler, kendi düşünce, duygu ve davranışlarında meydana gelen değişikliklerin farkına bile varamazlar.
 
İnsan psikolojisinden istifadeyle grubun içine çekilen bireye; adına örgüt içi eğitim ve çözümleme dedikleri faaliyet zamanlarında sürekli olarak propaganda yapılır. Bu süreç boyunca adına bilinçlenme denilen düzenli bir faaliyetle her yeni katılana, gruptaki diğer ve tecrübeli militanlarca örgüte ait kitap, gazete ve dergiler okutturulmaya başlanır. Çünkü kitaplar, gazeteler ve dergiler beyin yıkamanın ve şartlandırmanın en etkili araçlarıdır.
 
Çağımızda yaygın olarak kullanılan dergi, gazete, kitap gibi basılı; radyo, sinema, TV gibi görüntülü ve sesli iletişim araçları, insanlara aktardıkları bilgi ve neden oldukları davranış değişikliğiyle ortak amaçların, beklentilerin, değerlerin, inançların, duygu ve düşüncelerin oluşmasında önemli rol oynarlar. Daha önce de belirttiğimiz gibi her yasa dışı örgütün yasal ve yasa dışı yayınları vardır. Yasa dışı yayınlar tamamen korsan olarak çıkarılırlar. Bir de yasalara uygun olarak  çıkarılan; kitap, dergi ve  gazete  satıcılarında aleni olarak satılabilen dergi ve kitaplar  vardır ki  insanlar  bunların içeriğindeki tehlikeyi sezemeden etkisinde kalırlar. Bir sempatizan için ilk başta en etkili yol tam buradan geçer.
 
İşte kitaplar, gazeteler ve dergilerle yapılmak istenen, tutumların oluşumunda birinci süreç olan düşünce boyutunun beslenmesidir. Bu boyut beslenirken grupta özellikle gruba yeni katılmış bireyin okuduklarını hazmetmesi için yukarıda çeşitli adlarla ifade edilen sözde tartışmalar ve münazaralar yapılır. Aslında bu münazara ve tartışmalar genellikle güdümlü sorular ve bunlara verilen cevaplardan oluşur. Bu arada bireye okuduklarına dair görüşleri sorulur. Grup hâlinde örgütün planlı ve programlı olarak hazırladığı  seminer ve toplantılara gidilir. Bitirilen her yeni kitabın ve derginin yerini ise başka bir kitap ve dergi  alır. Bunun amacı bireye bir at gözlüğü kazandırabilmektir. Tek yönden, tek kaynaktan alınan bilgilerle beslenen bir zihin ne kadar analitik bir zekâ yapısına sahip olursa olsun belli bir süre sonra mutlaka teslim olacaktır. Bu, yapılırken düşünme sistemine planlı olarak yapılan manipülasyon mutlaka bir yan faktörle beslenir. Bu duygu boyutudur. Bunun için de örgüt tarafından hazırlanmış sloganlar ve müzikler kullanılır. Bilindiği üzere insan, düşündüğü gibi duygulanan bir varlıktır.
Yasa dışı örgütlerin, kendilerince oluşturulan veya desteklenen müzik ve dinleti grupları,  kendilerine  has sloganları ve kalıplaşmış söylemleri  vardır. Düşünce ve duygu boyutu her geçen günle birlikte beslenen bir bireye davranış boyutu olan silahlı eylemlere hazırlık teşkil etmesi için, içine çekildiği grupla beraber bildiri dağıtma, afiş asma, mitinge katılma gibi faaliyetlerde görev verilir. Bu çalışmaların tümü bir örgüte katılan ferde aidiyet duygusu katar ancak bunu pekiştirmenin tek bir yolu vardır: Sahiplenme denilen güdü. Bunu sağlamak için de örgütler militan adayına örgüt içerisinde küçük küçük sorumluluklar verirler.
 
Grup psikolojisinin etkisiyle tamamen kuşatılmış olan birey, yapılan işlerin yanlış olduğunu düşünse bile artık itiraz edemez. İşte bu andan itibaren sempatizanlık süreci militanlık sürecine doğru hızla kaymaya başlamıştır. Terör, acımasızlık zırhı ile kuşatılmış, insani vasıfların çok ötesinde bir eylem biçimidir. Tam bu noktada bu eylemi yapacak olan kişilerin öncelikte bu vasıflardan arındırılması gerekmektedir.
 
Düşünce ve duygu boyutu; örgütün yaşam felsefesi doğrultusunda beslenmiş bir birey, artık asla eskisi gibi olmayacaktır. Tüm hafızası silinmiştir. Onun yaşamına karar verenlerin istediği kadar bilecektir. O artık silahlı eylemlere katılmayı kendi ister hâle gelmiş olur. Çünkü bunun artık bir gereklilik olduğuna inanacak ve statü kazanmanın yolunun buradan geçtiğini düşünecektir. Bu arzuyu fark eden örgüt ilk başlarda yeni kazandığı militanına görev vermeye pek istekli görünmez. Tabii ki, bu yeni kazandığı militanına bir taktik davranıştan başka bir şey değildir. Örgütün böylesi bir tutum sergilemesi yeni kazanılan militanı davasına daha da motive eder.
 
O artık eli kanlı, acımasız bir terörist olmuştur. Bir militandır. Bir örgüt militanının bu evrelerden geçtikten sonra kendi duyu organlarıyla algılayabilmesi ve kendi beyniyle düşünebilmesine imkân yoktur. Çünkü beyin yıkama ve şartlandırma süreci profesyonelce gerçekleştirilmiştir. Yoksa bir militanın kundaktaki bebekleri gözünü dahi kırpmadan öldürebilmesi nasıl izah edilebilir? Terör örgütlerinin, bir gencin beynini yıkayarak onu ideolojileri çerçevesinde şartlandırmalarının en önemli nedeni “kesin inanç” adamı hâline getirmektir. Nitekim bir gencin örgüte gelene kadar ailesinden ve çevresinden aldığı kimlik ve kişilik silinerek yerine yeni bir kimlik ve kişilik konulmaktadır. Biz buna “militan kimliği ve kişiliği” diyoruz. Bir terör örgütünün militanlarını bu süreçten geçirmesindeki amaç ise, işleteceği cinayetlerin meşruiyet dayanağını o kişinin iç dünyasına yerleştirebilmektir. Bundan sonra, bir militan işlediği cinayetlerden dolayı vicdani herhangi bir sıkıntı çekmeyecektir.