MİLLÎ İRADE MESELESİ

05 Mayıs 2015 18:01 Prof. Dr.Cemalettin TAŞKIRAN
Okunma
6145
 MİLLÎ İRADE MESELESİ

 

Cumhurbaşkanı Erdoğan, 2014 Aralık ayında katıldığı Millî Eğitim Şûrasının açılış konuşmasında “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Anayasa Mahkemesinin değildir… Millî irade seçim sandığında belirlenir. TBMM’de de tecelli eder. 2014 yılındayız, 21. yüzyıldayız ama ne acıdır ki ben şu kuralı tekrar tekrar hatırlatmak zorunda kalıyorum: Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir…  Hiç kimse, hiçbir kurum, kendisini, milletin üzerinde, milletin Meclisinin üzerinde, özellikle de siyaset kurumunun üzerinde görmemelidir…” diyerek yine “millî irade” vurgusu yaptı.
Hemen söylemeliyiz ki bir hukuk devletinde her şeyin üzerinde olan hukuktur. Hukuk siyasetin de üzerindedir, Meclisin de.  Sadece milletin temsilcileri değil, milletin kendisi de evrensel hukuk kurallarına uymak zorundadır. Bu, Amerika’da da böyledir. Almanya’da da. İngiltere’de de. Bütün demokratik ülkelerde durum aynıdır.
Mesela ABD vatandaşları istese de sandıkta verecekleri oylarla köleliği geri getiremezler. Köleliğe son veren 1863 tarihli Yasa’yı yok hükmünde sayamazlar. Herhangi bir ülkede hırsızlığı, yolsuzluğu ve namussuzluğu kanun çıkararak meşrulaştırmak mümkün olamaz. O zaman seçimde beliren millet iradesinin üzerinde de bir şey var demektir: Hukuk.
Aslında 2002’den beri ülkemizde en fazla söz konusu edilen; ancak anlam ve muhteva olarak da en fazla istismar edilen kavramlardan biri millî irade kavramıdır.
Millî irade nedir? Bunu şöyle açıklayabiliriz: Önce iradeden başlayalım. İrade, aklın, kalp ve vicdanın eğilimi, arzusu olan anlamındadır. Nasıl bir insanın iradesi varsa, insanlardan oluşan bir toplumun da iradesi vardır. Millî irade işte budur. Millî irade bütün millet bireylerinin arzu ve emellerinin bileşkesidir.
Millet her türlü iradesini gerçekleştirmeye muktedirdir. Girişimlerinin önüne geçebilecek hiçbir kuvvet yoktur. Her nereden gelirse gelsin, yasaklama girişimleri hiçbir yerde, hiçbir kimse tarafından uygulanamaz. Zorla uygulansa da kalıcı olmaz. Zira adalet ve hukuk ağır ağır yürür, fakat gideceği yere er geç mutlaka ulaşır.
Oysa 3 Kasım 2002 seçimlerinden bu yana her gün sıklıkla AKP ileri gelenleri tarafından ifade edilen “millî irade” kavramı hep sandıktan çıkan seçmen kararı olarak algılanıyor. Yani millî irade sadece kendilerine oy verenlerin iradesi olarak değerlendiriliyor.
Muhalif irade hiç dikkate alınmıyor. Hükûmetin yolsuzluk ve haksızlıklarını protesto etmek için sokağa çıkan milyonlarca insan, bu ülkedeki “millî iradenin” bir parçası değil onlara göre.
Yolsuzluk soruşturmalarını yürüten yargı, gücünün kaynağını “millî iradeden” aldığı ve Türk milleti adına karar verdiği hâlde millî irade sayılmıyor. Hukuki ve keyfî yanlışları ve yasaklarını ortadan kaldıran Anayasa Mahkemesi’nin millî iradeyi yok saydığını söylemek siyaset bilimi ile ne kadar örtüşür?
Hiç gereği yokken çok büyük paralar harcanarak yapılan saray için yürütmeyi durdurma kararı veren idare mahkemelerinin millî irade ile alakası yok siyasi iradeye göre.
Gayrimüslimler, Sünni olmayan İslami unsurlar, AKP’yi desteklemeyen dindarlar ve cemaatler de hep millî iradenin dışında ve gayrimillî unsurlar olarak değerlendiriliyor. O yüzden hiçbir hak talepleri karşılanmıyor.  Hükûmeti eleştiren medya, hükûmete yakın durmayan iş adamları hep gayri millî bir iradenin ürünü onlara göre. Yapılan yanlışları eleştiren sivil toplum örgütleri, sendikalar, dernekler, vakıflar da onlar için hep gayrimillî bir iradeyi temsil ediyorlar. Ama böyle düşünenler kendilerini millî iradenin üzerinde gören azınlık bir grup olarak görülüyor toplum tarafından.
Günümüzdeki siyasi irade,  millî irade sandıktan çıkan iradedir diyor.  Peki, ya seçim sandığı millî iradeyi belirleyemiyorsa ne olacak? Ya seçim sandığı millî iradeyi tam yansıtamıyor, millî iradenin hakkıyla tecelli etmesine imkân tanımıyorsa ne yapacağız? O zaman da bu adaletsizliği Meclis düzeltecek. Ama Meclis çoğunluğu varlığını ve gücünü, millî iradeyi tam yansıtmayan seçim sandığına göre oluşmuş ve bu adaletsizliği yansıtıyorsa, varlığını ve meşruluğunu çarpık sandık sisteminden alıyorsa ne olacak? İşte o zaman hukukun üstünlüğü devreye girecek. Tabii hukukun üstünlüğü varsa. Tabii hukuk her şeyin üstündeyse...
Ayrıca millî iradeyi sandıkta kendilerine oy veren olarak gören zihniyette olanlar, “millî irade sandıktan çıkan iradedir.” söyleminde de samimi değiller. Çünkü o sandıktan çıkıp Meclise gelen muhalefet partilerinin hiçbir dediğine kulak asmıyorlar hiçbir önergesini görüşmüyorlar, onların istediği hiçbir komisyonu kurmuyorlar. Hatta onları yok sayıyor hiçbir kararı paylaşmıyorlar.
Oysa sandığa giderek oy veren halk iktidara getirdiği partiye devleti yıkıp yeniden kurma hakkı vermez. Sandıktan çıkan irade asla bu demek değildir.  Böyle bir millî irade kavramı olmaz. Eğer iktidara büyük bir oy çoğunluğuyla gelmiş olan her siyasi parti veya anlaşan birkaç parti devleti ve Cumhuriyet’i yıkıp yeniden yapma hakkına sahip olsaydı, o zaman Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin şimdiye kadar çoğunlukla iktidara gelen partiler tarafından defalarca yıkılıp defalarca yeniden kurulması gerekirdi.
Aslında millî irade Cumhuriyet'i kuran iradedir. O irade halkın bütününün iradesidir. Yeni Türkiye devletini kurmak için 23 Nisan 1920 günü seçimler sonucu toplanan ve yeni bir devlet kurma yönünde iradesini ortaya koyan Türk halkı aynı zamanda Türk milleti olma iradesini de o gün göstermiştir. Bu süreç,  Osmanlı Devleti’nin 19. yüzyılda başlayan ve 20. yüzyılda hız kazanan imparatorluğun dağılıp parçalanması sürecinin sonunda ortaya çıkan bir durumdur.
O zaman seçimlerin bir anlamı yok mu? Elbette var. Seçim sırasında sandıkta halkın verdiği karar ve bu karar sonucu ortaya çıkan irade “kurulu irade”dir. Sandıkta verilen karar yeni bir devlet kurmak için verilmemiştir. “Kurucu irade” daha doğrusu millî irade tarafından kurulan devleti o kurucu esaslara göre belli bir süre hangi partinin yöneteceğine dair halkın verdiği bir karardır. Sandıkta verilen oy asla devletin yıkılıp yeniden kurulması için verilmez.
Ayrıca Türkiye Cumhuriyeti Devleti sandıkta verilen oylarla kurulmuş bir devlet de değildir. Bu Cumhuriyet’in arkasında canla, kanla verilen ortak bir mücadele vardır. Sandıktan çıkan her hangi bir çoğunluk Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluşunda ortaya çıkan ve bütün halkın katıldığı millî birlik ruhu ile Millî Mücadele ruhu ile mukayese bile edilemez.
Elbette seçimlerde halkın verdiği oy çok önemlidir ve demokrasi açısından değerlidir. Zira ülkeyi belirli bir dönem için kimin ya da kimlerin yöneteceğini ortaya koyar. Ancak hiçbir zaman kurucu millî iradeden üstün olamaz. Olmamalıdır.
Bir milletin bireylerinde hâkim olması ve mutlaka uyulması gereken şey,  doğru yolda yürüyebilmek için esas milletin ortak arzusudur, milletin ortak fikridir. Yönetimler, milletin ortak arzu ve eğilimlerine kulak vermek zorundadır. Ülke ve milletine faydalı bir iş yaparken, her an göz önünde tutulması gereken prensip milletin gerçek eğilimidir. Esin kaynağı, kuvvet kaynağı milletin kendisidir. Milletin bütününün eğilimleri dikkate alınmak zorundadır. Ancak o zaman millî iradeden bahsedilebilir. Yani sadece kendi düşüncelerimize ve bizim gibi düşünenlerin eğilimlerine göre değil, milletimizin bütününün istek ve düşüncelerine göre hareket etmek gerekir. Yoksa bunun sonu önce kutuplaşmaya sonra da iç kavgaya varır.
Günümüzde “millî irade” kavramını farklılaştırma çabalarının Türkiye’nin millî ve üniter devlet yapısını değiştirip çok uluslu bir ortaklık devletine dönüştürmek olduğunu hepimiz görüyoruz. Ancak unutulmamalıdır ki eski Yugoslavya, Kıbrıs, Çekoslovakya ve Belçika’da görüldüğü gibi  çok uluslu ortaklık devletleri yönetilmesi ve yaşatılması çok zor  ve yıkılmaya mahkum yapılardır. “Millî irade” kavramının anlamını sandıktan çıkan irade ile eş değer görmek ve ona dayanarak devletin üniter ve merkezî yapısını değiştirmeye kalkmak, Türkiye Cumhuriyeti’ni  yıkmak demektir. Onun temel yapılarını değiştirmek demektir. Sandıktan çıkan halk tercihini bu kadar zorlama yorumlara tabi tutarak onu “kurucu millî irade” yerine koymak hem kardeş kavgalarına hem de ülkede önemli rejim krizlerine yol açar.
Cumhuriyet’in, milletimizin ortak eğilimi ve genel isteği olduğunu kabul etmeyenler de vardır. Bunlar genelde tarih bilmeyen, devlet bilmeyen ve okumayan gafil insanlardır. Varlığımızı kurtaran, bağımsızlığımızı kurtaran ve Cumhuriyet’imizi kuran bütün eylem ve hareketler; milletin ortak fikrinin, arzusunun, azminin yüksek tecellisinden ve eserinden başka bir şey değildir.
Maalesef milletin ortak istek ve eğilimlerini yeterince dikkate almayanlar bugün de vardır. Onlar hep bu inançtan yoksun olarak değerlendirme ve iş yapmaktadırlar. Oysa her şeyimizi güvenceye alacak, bağımsızlığımızı koruyacak, varlığımızı sürdürecek olan,  ortak itsek ve eğilimdir. Bunun aksi keyfî yönetime yol açar. Israrı ülkeyi kavgaya ve kaosa götürür.
Son sözümüz M. Duverger’den olsun: “Hukukun gücünün azaldığı yerde, güçlünün hukuku geçerli olmaya başlar.”