12 EYLÜL 1980 DARBESİ VE MHP

25 Ekim 2024 12:12 Bünyamin Nami TONKA
Okunma
105
12 EYLÜL 1980 DARBESİ VE MHP

12 EYLÜL 1980 DARBESİ VE MHP
Bünyamin Namı TONKA (Çanakkale Üniversitesi Emekli Öğretiml Üyesi)

1789 Fransız İhtilali’yle bütün dünyada yeni bir dönem başladı. Avrupa'da sanayileşme sonucu emekçi ve patron çatışması başladı. Burjuva, ekonomik olarak çok güçlü olmasına rağmen kast tipi sıralamada, en başta kral bulunuyordu. Onu, din adamları takip ediyordu. Arkasından çok zenginleşmiş burjuva gelmekteydi. Daha sonra, kendi ürettiğini tüketen köylüler ve en son halkada da işçiler ve köleler gelmekteydi. Milliyet fikri yeni yeni gelişiyordu... Fransa'da seksen kadar mahallî dil konuşuluyordu.
Toplumda ortak bir dil ve bir  millete mensubiyet yoktu. Fransız ihtilali, eski Avrupa'nın siyasi yapısını altüst etti. Din, etki sahasını yitiriyor ve sanayileşmenin de verdiği etki ile millet olma, tek dil konuşma, mutlak otoritenin kralda olduğu, din adamlarının devlet idaresine karışmadığı bir sistem benimsenmeye başladı. Bu arada, eğitimde yeni hamleler başladı. Yeni meslekler ortaya çıkmaya başladı. Üretilenleri satacak pazar aranmaya başlandı. İlk sanayileşme, İngiltere'de gerçekleştirildi. Toplumsal bunalımlar, ücretli çalışanların hakkını alamaması üzerine daha da derinleşerek sendikaları ortaya çıkarttı. İşveren de başka başka tedbirlerle emek yoğun yapıdan makine üretimine geçişin yollarını buldu. Toplumlar, için için kaynamaya başladı. Ürettiklerini satmak ve zenginleşmek için yeni pazar yerleri ve ham madde temin edilecek coğrafyalara, topraklara gidilmeye başlandı. Dünya, yeni  tarz bir yönetim sistemine gidiyordu. Biz emek yoğun üretime devam ediyorduk. İngilizlerin daha ucuza ürettiği her şeyi biz daha pahalıya üretiyorduk. Tanzimat Fermanı ve arkasından Islahat Fetmanı ile biz de toplumsal yapımızı güçlendirmek istedik. Biz, geç de olsa okullaşma işine eğilmeye başladık. Ancak, bu iş için  de yeterince öğretmenimiz yoktu. Örnek okullar yaptık ama sayı yönünden bunlar da bütün toplumu kuşatacak bir sayıya ve kaliteye hiçbir zaman ulaşamamış durumdaydı. Bu arada, Almanya, sanayileşmesini tamamlamış  birliğini de siyaseten sağlayınca kendisine sömürgeler aramaya başladı. Dünya parsellenmişti. Almanlar da kendilerine en uygun sömürge toprakları olarak, Osmanlı Devleti'nin topraklarını çok bakir ve alınması kolay bir yer olarak gördü. Kendi politikalarını "3B Projesi" olarak sistemleştirdi. Bunlar, Berlin, Bosfor, Bağdat şehirlerinin birbirine bağlanması şeklindeydi. Burada, "B"harfi  ile başlayan  şehirleri de bu projeye kattığımızda, Almanların hangi niyetler içinde olduğunu da  anlamış oluruz. Bunlar; Berlin, Budapeşte, Bükreş, Belgrat, Bosfor( İstanbul) Bağdat, Basra, Bombay olarak sayılabilir. İşte, tam da bu dönemde birliğini sağlayan Almanya, bu işe hazırlanmaya başladı. Bu durum, bilhassa İngiltere'de infial yarattı. İngilizler, Ruslar, Fransızlar ve daha sonra İtalyanların da bu süreçe dâhil olmasıyla, yeni bir dünya dönemi başlamış oldu...
ÇOK PARTİLİ HAYATA GEÇİŞ
Türkiye, 1946 yılına geldiğinde, kendisini demokrasi deneyimi içinde  buldu. İktidar içinden ayrılan, Celal Bayar, Adnan Menderes, Fuat Köprülü gibi milletvekilleri  yeni bir oluşum gerçekleştirdiler ve Demokrat Partiyi kurdular. Garabet içindeki 1946 Seçimleriyle ana muhalefet partisi oldular. Yine, 14 Mayıs 1950 Seçimleriyle iktidar el değiştirdi ve Demokrat Parti iktidar oldu. Toplumsal değişmeler başladı. Köyden kente göç başladı. Yeni yatırımlar başladı. Kore Harbi’ne katıldık ve bunun ödülü olarak NATO’ya girdik. Çok kutuplu bir dünyada, biz de Batı Kulübü içinde yer aldık. 1959 yılında, Kıbrıs için garantör devlet olduk. İktidarın Rusya ile iyi komşuluk ilişkileri kurması, Batı'yı bilhassa ABD'yi rahatsız etti. 1960 İhtilali oldu. Daha sonra, ihtilal kadrosu, yenilikçi hamleler yapsın, diyen rahmetli Alpaslan Türkeş ve on üç arkadaşı, karşı darbe ile yurt dışına gönderildi. Bir kaos dönemi başladı. 1965 Seçimlerinde, Adalet Partisi tek başına iktidar oldu. 1961 Anayasa'sı, daha hürriyetçi ve örgütlenmeye izin veren bir yapıya sahipti. Bu dönemde ABD emperyalizmi karşıtı ancak, Rus ve Çin emperyalizmini görmezden gelen dış kaynaklardan beslenen bir karşı devrim hareketi başlatıldı. Bir kısmı, işçi tabanlı, emekçi bir devrim yapmayı düşünen bir gençlik kitlesi eylemlere başladı. Diğer bir kısmı da topluma bakarak köylüyü de dâhil edecek bir devrim peşinde koşuyorlardı. Bu her iki oluşumu da reddeden başka bir grup daha vardı. Bunlar, millî kaynaktan beslenen, tarihi iyi bilen ve kendi köklerimize giderek Türk Birliği kuralım, diyen gençlik grubuydu. Bunlar, slogan olarak "Ne ABD! Ne Rusya! Ne Çin! Her şey, milliyetçi Türkiye için!" diyen bir grup öğrenciydi. Bu gençler, kompradar, para babası, zengin aile çocukları değildi. Belki de hayatlarında ilk defa büyük şehirlere gelmişlerdi...
Bunlar, rahmetli Osman Yüksel Serdengeçti'nin dediği gibi "Anadolu'nun kavruk, büyüklerine saygılı, öğretmenlerine hürmette kusur etmeyen, dini bütün, geleneksel Anadolu irfanına sahip, Türk milletinin bir ferdi olmaktan mutluluk duyan, gençlerdi."
Bu gençler, Leon Cahun'un Gökbayrak, Ahmet Cevat'ın "Balkanlarda Akan Kan" , Ziya Gökalp'ın "Türkçülüğün Esasları" , Ömer Seyfettin'in "Turanlı'nın Defteri" , Osman Turan'ın "Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi Tarihi" , Dündar Taşer'in "Mesele"sini, Alpaslan Türkeş'in "Dokuz Işık"ını, Necmettin Hacıeminoğlu'nun "Türkçenin Karanlık Günleri'ni" , Hüseyin Nihal Atsız'ın "Bozkurtlar, Türk Ülküsü, Türk Tarihinden Meseleler, Çanakkale'ye Yürüyüş" , Emine Işınsu "Sancı" , Falih Rıfkı Atay "Zeytindağı" , Ahmet Hikmet Müftüoğlu "Çağlayanlar, Gönül Hanım" , Şevket Süreyya Aydemir "Suyu Arayan Adam" , İlhan Selçuk "Yüzbaşı Selahattin'in Romanı" , Kemal Tahir "Yorgun Savaşçı" , Yaşar Kemal "İnce Memet" , Orhan Kemal'in  "Hanımın Çiftliği, Vukuat Var, Bir Filiz Vardı" , Bekir Yıldız'ın "Kara Vagon", Fakir Baykut'un  "Tırpan" gibi eserleri okudu. Ayrıca Mustafa Kemal Atatürk "Nutuk" , dünya klasikleri ki bilhassa Rus ve Fransız klasiklerini de okumuşlardı. Türkiye'nin dertleriyle dertleniyor, Türk'ün her şeyini seviyorlardı... Yine, Töre, Devlet, Ülkü Pınarı, Ülkü - Tek, Bozkurt gibi dergileri, Hergün, Bizim Anadolu, Orta Doğu gibi gazeteleri de okuyordu.
Yine, 1973-1974 yıllarında uygulanan Yıba Düğün Salonu Konferanslarını takip etti.
Bu gençlere, kısaca "Ülkücü" deniliyordu. Herkes, birbirine saygılıydı. Bu gençler, dünya nimetlerini elinin tersiyle itiyordu. Bir makam olacaksa oraya kendisini değil, arkadaşını layık görürdü.
Bu gençler, hızla Anadolu'ya yayıldı. Türkiye'nin millî damarını temsil ediyorlardı. Şaheser uyanmıştı. Türk milletinin hadimi olmaya talep, Türk'ün her şeyini seven bir nesildi. Birbirlerine bağlılıkları kardeşten ileriydi. Büyük bir güç oluyorlardı. Mazlum milletlere kurtuluşu sağlayacaklar, ezenlere karşı büyük bir güç olacaklardı.
İşte, tam da bu sırada, Zeki Velidi Togan'ın "Türklüğün Mukadderatı Üzerine" adlı eserinde yazdığı gibi, dış mihraklar, yerli piyonlar bulmaya çalıştı. Milliyetsiz ve Rusya kontrolunda bir devrim isteyenlerle yine milliyetsiz ve Çin kontrolunda devrim isteyenler, bu Anadolu çocuklarına kıymaya başladı.
ABD, bu işte en şanslı ülke konumuna gelmişti. Çünkü, kendisine gelecekte büyük bir engel oluşturabilecek olan Ülkücüler öldürülüyor, şehit ediliyordu. Aslında, Ülkücüler, kendilerine saldıran bu kişilerden daha çok toplumcuydu. Çünkü, nerede bir Türk varsa o, ilgi alanları içindeydi. Yani, bütün toplumu kuçaklayan  bir hareket, Batı çıkarlarına tersti. Bu yüzden kişilik açısından, doğrudan yana olan bu gençler, kimseden talimat almıyorlardı. Eşari değil, Maturidi tavır içindeydi. Akıl ön plandaydı. Herkes onlara gıptayla bakıyordu. Babalar, çocuklarını Ocak'a teslim etmişse o çocuk güvende demekti. Aş paylaşılıyordu.

VE MHP...
1969 Seçimlerinde bir milletvekilimiz vardı...
1973 Seçimlerinde üç milletvekilimiz oldu... 1977 Seçimlerinde 16 milletvekilimiz vardı ve grup kurmuştuk. Milletvekillerimizin her biri partiyi temsil etmede öncü kişiliklerdi.
İki defa, hükûmet ortağı olmuştuk. MHP'nin bakanlıklarında yolsuzluklar, kayırmalar, vurgunlar son buluyordu. Halk MHP'ye  güveniyordu.
ABD'de bir istihbarat raporunda, ABD'nin en büyük düşmanı olarak, Kızılordu, Ülkü Ocakları ilk iki sırayı alıyordu.
Siyasi persfektifte, MHP, 1981 Seçimlerinde yüz kadar milletvekili çıkarıp bir sonraki seçimlerde de iki yüz kırk kadar milletvekili çıkararak tek başına iktidar oluyordu. Bu, Batı'da da kabul edilebilir bir şey değildi. Doğu'da da kabul edilebilecek bir şey değildi.
Binlerce Ülkücü şehit edildi. Benim de çok yakından tanıdığım Niyazi Haskırış, Selim Aksakal, Salih Zencir, Erol Türkmen, Ali Bülent Orkan, Kemal Fedai Coşkuner, Alper Tunga Uytun ve diğer bağırdaşlarımız, emperyalizmin yerli iş birlikçileri tarafından şehit edildi.
MHP, Sultan Galiyev'in ve Turar Rıskulov'un formüle ettiği bir Turan için güzel işler yapmıştı. Sonuçta hedefe varmak için bir çeyrek yüz yıl gerekiyordu. Çıkarları bozulanların tamamının hedefinde siyasi parti olarak MHP vardı. Bu dönemde, TKP, THKP, TİKKO, DHKP gibi illegal oluşumlar cezaevine doldurulurken denge olsun, diye de Anadolu'nun yağız yiğit delikanlılarını da cezaevlerine gönderdiler. Birçoğu suçsuz yere cezaevlerinde yattılar. Genelde, E tipi cezaevlerinin B ve  C koğuşlarını bu yiğitler doldurdu. Bunlar, avukat tutacak maddi güce de sahip değillerdi. Yine, birçoğu avukatları olmadığı için yıllarca cezaevinde yattı. İnsaflı savcı ve hâkimlere denk geldiklerinde de tahliye oldular.
Cezaevlerinde yatan benim de kardeşim gibi sevdiğim dostlarım oldu. Onlarla zaman zaman görüşüyoruz.
Aramızdan ayrılanlara Allah'tan rahmet dilerim. Durakları cennet olsun. Dua ile...