AVRUPA PARLAMENTOSU KARARI VE SONRASI

08 Nisan 2017 13:15 Prof. Dr.Cemalettin TAŞKIRAN
Okunma
4742
AVRUPA PARLAMENTOSU KARARI VE SONRASI

AVRUPA PARLAMENTOSU KARARI VESONRASI

Prof. Dr. Cemalettin TAŞKIRAN*

24 Kasım 2016’da Avrupa Parlamentosu (AP) Türkiyeile üyelik müzakerelerini geçici olarak durdurma kararı aldı. Bu karar bağlayıcı değil elbette. Çünkü AP’nin diğer parlamentolar gibi kararlarını uygulayacak halkı yok. Sonuç önümüzdeki ayda AB liderlerince karara bağlanacak. AP’nin son kararı liderlere tavsiye niteliğinde. Son sözü liderler söyleyecek.Her ne kadar bağlayıcı olmasa da  bu karar ülkemizi Avrupa ve dünya gündemine taşıdı ve bu kararın gerekçeleri bütün dünyada etraflıca konuşuldu, tartışıldı. Bunların da çok lehimize olduğunu söyleyemeyiz. Bu yüzden bu kararı önemsemek gerektiği kanaatindeyiz. Neler yapabiliriz meselesini konuşmadan önce kararla ilgili şahsi kanaatimi belirtmek istiyorum.

Öncelikle AP’nin bu kararı yanlış ve haksız bir karardır. Türkiye ve Türklerle ilgili iki yüzlü politikanın bir kez daha ortaya konmasıdır.

Yanlış ve haksızdır. Çünkü kararda Türkiye’deki OHAL uygulamalarındaki yanlışlıklar ve hukuksuzluklar ile “seçilmiş milletvekillerinin tutuklanması” gerekçe gösterilmiştir. En çok da “seçilmiş milletvekillerinin”bu karara sebep olduğunu herkes bilmektedir. Hemen söylemeliyiz ki AP Türkiye’deki bu uygulamaların nedenlerini hiç irdelemeden çok yanlış, haksız ve ağır bir karar alabilmiştir.

Elbette ülkemizde 15 Temmuz sonrası OHAL uygulamalarında bazı önemli haksızlıklara ve hukuksuzluklara şahit oluyoruz.Ama diğer yandan da bu tür haksız ve hukuksuz uygulamalar ortaya çıkınca,yönetim tarafından giderilmeye çalışıldığına da şahit oluyoruz. Mağduriyet yoktur diyemeyiz, ama bu kararlar biran önce “normalleşme”ye dönmeyi amaçlayan kararlardır. Ülke 15 Temmuz’da hain bir darbe girişimi ile karşı karşıya gelmiştir. Ülkenin düzeni ve düzeni sağlayacak güçleri darmadağın olmuştur.Ülke süratle yaralarını sarma çabasındadır. Bunu görmezden gelmek iyi niyetle asla bağdaşmaz.

“Seçilmiş milletvekilleri” meselesi de AP’ce gösterilmeye çalışıldığı gibi değildir. Elbette bir seçim yapılmıştır. Ama o günkü politika gereği, yönetim, seçimlerin belli bölgelerde ve belli şehirlerde etnik-bölücü örgütün kontrolü altında geçmesine de göz yummuştur. O bölgelerde ve şehirlerde genelde sadece bir tek partiye oy verildiği, diğer partilere oy pusulalarında hiç oy verilmediği görülmüştür. Dolaysıyla “seçilmişlik” meselesi Avrupalıların anladığı “seçilmişlikten” oldukça farklıdır.

Ayrıca, şöyle yada böyle, seçilenler halkın temsilcisi olmak, vatandaşların dilek ve isteklerini yönetime yansıtmak, halka dayanmak ve bütün Türkiye’nin milletvekili olmak yerine bölücü katil örgütün temsilcisi olmuşlar ve arkalarını “PKK, PYD, YPG’ye dayadıklarını” en yetkili ağızlardan açık açık ifade etmişlerdir. Dünyanın hiçbir yerinde hiçbir devlet,eğer devletse, kendisini bölmek isteyenlere izin vermez. Türkiye’de de bugün yapılan da budur. Bölücü terör örgütüne destek vermek, belediyelerin imkânlarını örgüt emrine tahsis etmek, özel araçlarla örgüte silah ve cephane taşımak gibi iddiaları açıklığa kavuşturmak için seçilenlerin dokunulmazlıkları kaldırılmış,adalet önünde yargılanmaları için ifade vermeleri istenmiştir. “Seçilmişler” âdeta devlete meydan okurcasına ifade vermeye gitmemişler, gitmeyeceklerini de basın önünde açıklamışlardır. Her gün şehit verdiğimiz bir ortamda devlet de bunları tutuklamış ve yargılama sürecini başlatmıştır.

AP elbette bunları bilmektedir. Ama bilmezden gelerek 53 yıldır kapı önünde beklettiği Türkiye’ye sözüm ona ceza vererek kendince “ yola getirmek” istemektedir. Bu ahlaki değildir ve kabul edilemez!

Ayrıca AP’nin kararı iki yüzlü bir politikanın son örneklerinden biridir. Hatırlayalım AP 1915 Ermeni Tehciri’ni “ soykırım”olarak kabul eden bir karar almış ve burnunu kendisini hiç ilgilendirmeyen ve hiç bilmediği meselelere de dâhil etmiştir.

AP daha da ileri gitmiş, Avrupa ülkelerinin hemen hemen hepsinin bir “terör örgütü” olarak kabul ettiği PKK’nın temsilcilerini,silahlı bir şekilde Avrupa Parlamentosu binasında kabul etmiş, orada toplantı yapmalarına, bildiri yayımlamalarına izin vermiştir. Bu tavır ikiyüzlü ve Türkkarşıtı bir politikadır. Dostlukla, müttefiklikle ve insanlıkla bağdaşmaz. İştebu yüzden AP’nin aldığı son karar hem yanlış hem haksız hem de Türk karşıtı ikiyüzlübir politik karardır.

Ancak meseleye bir de bizim tarafımızdan bakmamız veyaşananları bir de bizim tarafımızdan değerlendirmemiz gerekir.

Her şeyden önce “Bizim için yok hükmündedir.” “topunuz imzalasa ne yazar” “ Hiçbir değeri yoktur.” gibi açıklamalar siyaseten doğrudeğildir. Bu karar hayata geçirilirse Türkiye’yi ekonomik, siyasi ve hattaaskerî olarak son derece olumsuz etkiler. Detaylarına girmeyeceğim ama 53yıldır üye olmak için büyük çaba harcadığınız, bütün hukuk ve siyasisisteminizi neredeyse tamamen değiştirdiğiniz bir siyasi oluşumun görüşmeleriaskıya almasının  “yok sayılması”anlaşılır ve kabul edilir bir şey değildir. Daha liderler karar almadan Avusturyagibi bazı ülkelerin ve bazı Alman firmalarının Türkiye’ye silah ambargosuuygulama kararı aldıklarını hepimiz biliyoruz. İleride bu genelleşirse şu andahem içeride hem de ülke dışında iki bölgede silahlı mücadele veren Türkiye’yiçok ciddi boyutta sıkıntıya sokar. Alternatif olarak Rusya düşünülüyorsa,  Fırat Kalkanı Harekâtı sırasındaki son olayda,seçerek 5 askerimizi şehit eden, 10’larcasını da yaralayan üstelik bunu Rus uçağının1 yıl önce düşürüldüğü günde gerçekleştiren Halep’te, Rusya kontrolünde olan askerîüsten kalkan uçağın bunu yapmasına izin verenlere ne kadar güvenebileceğimizimutlaka sorgulamamız gerekir.

Biz demokrasi değerlerini almak için AB ülkelerine mecburmuyuz? Onlar olmadan bunları gerçekleştiremiyor muyuz? diye de düşünülebilir.Elbette bu tür bir dönüşümü kendimiz de gerçekleştirebiliriz. Cumhuriyet Dönemi’ndebu konuda oldukça önemli mesafe de alınmıştır. Ama AB içinde olmak bizimzihniyet değişikliğini gerçekleştirerek ilke, kanun ve uygulamalarımızı bir anönce uluslararası standartlara getirmemiz için bir fırsat olacak ve bizim budeğerleri benimsememizi çabuklaştıracaktır.

Bir başka mesele de şudur. “Madem siz öyleyapıyorsunuz, biz de böyle yaparız.” şeklinde bir yaklaşım uluslararasıilişkilerde genelde doğru değildir. Türkiye ve Türkler en az 250 yıldır Batıdemokrasi değerlerine ulaşmak için bir çaba içerisindedir. Bugün hem sosyal,hem siyasi, hem askerî,  hem de kültürelyapımız bu değerlere dayalıdır. Elbette Şarklı özelliklerimiz de vardır. Onlarınönemli bir kısmını da hâlâ muhafaza etmekteyiz. Ama Şanghay İş Birliği Örgütü(ŞİO)gibi, daha çok Orta ve Uzak Asya’da ABD askerî varlığını dengelemek amacıylakurulmuş olan ve içerisinde Çin ve Rusya’nın egemen olduğu,  "içe kapalı otoriter ülkeler topluluğu" olarak değerlendirilen vearalarında güven unsuru olmadığından birbirlerini dengelemek hususunda özeldikkat gösteren bir kuruluşu gündeme getirmek siyasi olarak “blöf” yapmaktır.  Uluslararası ilişkilerde kendinizi ve imkânlarınızıolduğundan fazla gösterme gayreti, eğer bir iç politika hamlesi değilse, sizemutlaka zarar verir. Elinizdekileri bile kaybetmekle karşı karşıyakalabilirsiniz.

Bu yaklaşım ancak Batıdünyasına bir alternatif arayışı olarak değerlendirilebilir ki bu da NATOüyeliğimizi dahi tartışmaya açar. Nitekim NATO Genel Sekreteri bazı uyarılarıyapmakta gecikmemiştir. Türkiye'nin Batı'yla entegrasyonu bırakıp ŞİÖ üyeliğiyoluna girmesi pek mümkün değildir. Zira Türkiye'nin ekonomisi, kültüreldeğerleri, siyasi ve ekonomik yapısı uzun zamandır Batı'ya yönelik ve Batı ileiç içedir. Bunu zorla değiştirmeye kalkmak sosyal, siyasi ve kültürel açıdanülkede bir deprem yaratır. Tam üye olmadan gümrük birliğine girişimiz sebebiylezaten ekonomimizin çok önemli bir kısmı AB ile ilgili ve ilintilidir.

Hemen söyleyelim ki TÜİKverilerine göre ülkemizin AB ülkelerine ihracatı 50,5 milyar dolar civarındadır.Mevcut durumda ŞİO üyelerine ihracatımız ise 3,5 -4 milyar dolar civarında. Çin’e olan ihracatımız 1,5 milyar dolar, Rusya’ya ise 1,2 milyar dolar. Ayrıca Çin’den ithalatımız ise yaklaşık 20 milyar dolar civarında. Tablo bu. Bu tabloda neyi nereye, niçin ve nasıl tercih edeceksiniz?

Bir başka olay da ülkemizde bulunan ve sayıları 3 milyonu aşan Suriyeli sığınmacılarla ilgilidir. Türkiye onları kardeş gördüğü için, dindaş gördüğü için büyük riskler pahasına ülkesine kabul etmiştir. Şimdi onları “sınırları açarak Avrupa’ya göndermek” le Avrupa’yı tehdit etmek Türkiye’ye yakışmaz. Avrupa’yı onlarla tehdit etmek doğru değildir. Bu Türkiye’ye sığınanlara da en hafif tabiri ile yapılan bir ayıptır.

Sonra biz Suriye’den gelen sığınmacıların Avrupa için bir tehlike yaratacağını düşünerek mi gelenlerin hepsini ülkemize kabul etmiştir. Biz böylece Avrupa’nın güvenliğini mi sağlamak istedik? Avrupa’nın güvenliği bizim için de önemlidir ama doğrudan bizim işimiz değildir. Bu yaklaşım ciddi bir devlet yönetiminde olmaması gereken bir yaklaşımdır.

Ayrıca alınan karar “geçici”dir. Bu geriye dönüş imkânınınher zaman olduğunu gösterir. Yapılacak şey önce, ülkede ilanını gerektiren sorunları bir an evvel çözerek OHAL uygulamasından süratle ve en kısa sürede normal yönetime dönmek, tam bir hukuk devleti olmak ve halkın temsilcilerinden oluşan TBMM’yi ülkenin yönetimiyle ilgili kararlarda daha etkin hâle getirmektir. Unutmamalıyız ki demokratik devletlerin tümü hukuk devletidir.Hukuk devleti, her türlü yönetim ve karar alma işlerini yasalara bağlı kalarak gerçekleştiren devlettir. Bu zihniyet AB’nin vazgeçilmez prensibidir. Hukuk devletinde birey-birey ilişkisi veya birey-devlet ilişkisinde ortaya çıkan hertürlü anlaşmazlık yasalara ve mahkemelere müracaat edilerek çözülür.  Ve de hukukun bu şekilde toplumun heralanında belirleyici olmasına “hukukun üstünlüğü” denir. Ülkemizde de biran önce bu zihniyet egemen olmalıdır. Bunlar yapılırsa hem içeride hem dışarıdada bazı şeyleri anlatabilmek daha kolay olacak ve AB ile ilişkiler zamanla normalleşme yoluna girecektir.

Bir de dış politika konularını iç politika malzemesi yapmamak ve mutlaka istişare etmek gerekir.Dış politikada istişare etmeden, danışmadan anlık kararlar vermek ve ilk aklına geleni süzgeçten geçirmeden duygusal olarak hemen söylemek mutlaka yanlışa götürür.

 Hiç unutmamalıyız ki, diplomasideki temel kurallardan biri “ özde kararlı, üslupta yumuşak” olmaktır.  

 



* Gazi Üniversitesi İİBF. ÖğretimÜyesi.