FIRAT KALKANI HAREKATI VE AMAÇLARI ÜZERİNE

04 Nisan 2017 13:36 Prof. Dr.Cemalettin TAŞKIRAN
Okunma
6452
FIRAT KALKANI HAREKATI VE AMAÇLARI ÜZERİNE

FIRAT KALKANI HAREKÂTI VE AMAÇLARI ÜZERİNE

Prof. Dr. Cemalettin TAŞKIRAN*

24 Ağustos 2016 tarihinde başlayan Fırat Kalkanı Harekâtı şu an 40. gününde. Bu zaman dilimi içinde ülke güvenliğimiz için önemli kazançlar sağlanmıştır. Son açıklamalara göre yaklaşık 1.000 kilometrekarelik alan Türk ordusu ve onun yardım ettiği Özgür Suriye Ordusu (ÖSO)tarafından IŞİD veya DAEŞ ve PYD militanlarından arındırılmıştır. IŞİD’in sınırımızdan daha gerilere atılması önemli bir olaydır. Önemli bir askerî başarıdır ve ülke topraklarımızın güvenliği için de önemli bir adımdır.

Fırat Kalkanı Harekâtı Türkiye Cumhuriyeti’nin Kıbrıs Barış Harekâtı’ndan sonra kendi inisiyatifini kullanarak giriştiği en önemli harekâttır. Cerablus Harekâtı da denen bu askerî operasyon aynı zamanda bir diplomatik başarıdır da. Harekâtın 10-15 gün öncesine kadar uçaklarımızın ve tanklarımızın Suriye sahasına bile giremediğini düşünürsek ne demek istediğimiz kolayca anlaşılır. Aralarında bir “Kürt bölgesi” veya “devleti”konusunda anlaştıklarını düşündüğümüz ABD ve Rusya’yı oluşan durum ve şartlardan yararlanıp ikna ederek böyle bir harekâta girişebilmek önemli bir diplomatik başarıdır. Aslında bu harekâtla Türkiye şimdiye kadar yürüttüğü Suriye politikasından vazgeçmiştir bile denilebilir. Bilindiği gibi hükûmetin daha önceki Suriye politikası öngörüsüz, bölgede ortaya çıkan olayların peşine takılan, dış etkilere açık ve ona göre şekillenen bir politikaydı. Çıkmaza girdi ve iflas etti.

Yeni Suriye politikasının şimdilik görünenlerini de şöyle söylememiz mümkün görünüyor: inisiyatif alan, kararlı,planlı ve “Beşar Esat’ın gitmesi” merkezli olmayan bir politika. Gelişmeler yaşandıkça farklı şeyler de söylemek mümkün olacaktır elbette.

Fırat Kalkanı Harekâtı’nın amacı veya amaçları nelerdir? Aslında bu harekâtın gecikmiş bir harekât olduğunu ve çok daha önceden yapılması gerektiğini söyleyerek harekâtın amaçlarını şöyle belirtebiliriz:

-  Öncelikle sınırlarımızın ve ülkemizin güvenliğini ihlal ederek halkımızı tedirgin eden ve vatandaşlarımızı öldüren IŞİD unsurlarını sınırımızdaki yakın bölgelerden uzaklaştırmak.

-   Bölücü Suriye Kürtlerinin (PYD-YPG) planlarını bozarak Azez-Cerablus hattının bunların kontrolüne geçmesini engellemek.Böylece Azez-Cerablus arasında güvenli bir bölge oluşturmak ve bu bağlamda Halep’in güvenliğini de sağlamak.

-  Daha sonra Fırat Nehri’nin batısına geçmiş olan bölücü PYD ve YPG gruplarını Fırat’ın doğusuna çıkarmak. Bu amaçlaABD’nin destek ve yardımlarıyla Fırat’ın batısında Menbiç bölgesinde kontrolü ele alan PYD-YPG güçlerini Fırat’ın doğusuna atmak.

-  Suriye’de rejime muhalif güçler olarak kurulan ve Türkmenlerle Araplardan oluşan Özgür Suriye Ordusunu mücadele verilen bölgede etkin ve güçlü kılmak.

-  Bütün bunları gerçekleştirerek Büyük Orta Doğu Projesi çerçevesinde gerçekleştirilmeye çalışılan 4 parçalı“Kürdistan” planını ve oyununu bozmak.

-  Her ne kadar Fırat’ın doğusunda ise de Süleyman Şah’ın resmi ve uluslararası anlaşmalarla Türk toprağı olan türbesinide tekrar kontrol altına alarak buradan çıkmakla yapılan hatayı tamir etmek.

Bu amaçları biraz daha yakından analiz edersek durumun ciddiyetini ve ülkemiz için önemini yakından görmemiz mümkün olabilir.

- Ülkemizin güvenliğini sınırımızda ihlal ederek halkımızı tedirgin eden ve vatandaşlarımızı öldüren IŞİD unsurlarını sınırımızdaki yakın bölgelerden uzaklaştırarak sınır güvenliğini sağlamak bu harekâtın temel amaçlarından biridir. IŞİD 2016 yılının Ocak ayından itibaren Suriye’de sınırımıza yakın elinde tuttuğu bölgelerden ülkemiz topraklarına 24 Ağustos 2016 tarihine kadar 60 havan topu atmıştır. Bununla da yetinmemiş 80 kadar da Katyuşka füzesi fırlatmıştır. Bu havan topları ve füzeler başta Kilis olmak üzere birçok bölgemizde hem maddi hem de manevi hasara sebep olmuştur. Bu saldırılar karşısında 20’den fazla vatandaşımız hayatını kaybetmiştir. 24 Ağustos’a kadar önleyici tedbir olarak yapılabilenler sadece çok namlulu toplarımızı IŞİD hedeflerine doğru kendi topraklarımızdan ateşleyerek cevap vermek olmuştur. Ama bunlar saldırıları ve ölümleri önlemekte yetersiz kalmıştır.

Bir devletin, eğer devletse, birinci görevi vatandaşlarının can ve mal güvenliğini sağlamaktır. Bu yüzden sınır güvenliğini ve bu suretle de vatandaşlarımızın can güvenliğinin sağlanması bu harekâtın en önemli amaçlarındandır. Her ne kadar harekât sırasında da bazı füzeler atılmışsa da harekâtın 40. gününde bu amaca ulaşıldığını söylememiz yanlış olmaz. IŞİD güçleri sınır bölgelerimizden uzaklaştırılmıştır.

- Bölücü Suriye Kürtlerinin (PYD)planlarını bozarak Azez- Cerablus hattının PYD’nin kontrolüne geçmesini ve Irak’ın kuzeyinden itibaren gelen, adına bazılarınca “Kürt koridoru”,bazılarınca “İsrail koridoru” bazılarınca da “ABD koridoru” denen oluşumu engellemek ve Azez-Cerablus arasında güvenli bir bölge oluşturmak da harekâtın önemli amaçlarından biridir.

Kürt koridorundan amaç Irak’ın kuzeyinde bir oldu bitti ile oluşan Kürt bölgesindeki petrolün Kerkük-Yumurtalık Boru Hattı ile Türkiye'den taşınmasına gerek kalmadan, Suriye’nin kuzeyinde Kürtlerin kontrolünde kurulması planlanan bir koridor ile Türkiye devre dışı bırakılarak Akdeniz'e ulaştırmaktır. Aslında koridor Türkiye’nin yanlış politikaları yüzünden neredeyse tamamlanmıştır. Tamamlanmayan sadece 40-50 kilometrelik bir Azez-Cerablus bölgesi kalmıştır. ABD’nin âdeta bir kara gücü olarak şimdilik Suriye’de kullandığı PYD’nin Menbiç’i alması ve Fırat’ın batısında diğer noktalara da Suriye Demokratik Güçleri adıyla, PYD adını gizleyerek geçmeye çalışması bu hattın da yakın bir zamanda PYD’nin kontrolüne geçeceği ve koridorun tamamlanacağı endişesini doğurmuştur.Türkiye bunun üzerine harekete geçmek durumunda kalmıştır. Zira PYD güçlerinin Fırat’ın batısına geçmesini kabul etmeyeceğini ve bunun Türkiye’nin bir kırmızı çizgisi, yani vazgeçilmez bir kararı olduğunu en yetkili ağızdan dünyaya ilan etmiştir. Fırat’ın batısına, mesela Menbiç’e, PYD’nin geçmesiyle kırmızı çizgiler aşılmıştır. Ama eğer koridor tamamlanırsa bu, kırmızı çizgilerin silinmesi anlamına gelecektir ki, bu da onurlu bir devlete ve onurlu bir yönetime yakışan hususlar değildir.

Türkiye bu koridora asla izin vermemeliydi. Vermemelidir. Bu koridor Türkiye için sadece petrolün taşınması meselesi değil, ülkenin birlik bütünlüğü meselesi ve ülke güvenliği meselesidir.

Harekâtın 40. gününde bu amaca da ulaşılmış Azez-Cerablus hattı IŞİD unsurlarından temizlenmiş ve o bölgeye PYD unsurlarının girmesine izin verilmemiştir. Türk ve ÖSO güçleri söz konusu hattı kontrolleri altına almışlardır.

Ancak burada ikinci bir tehlike söz konusudur. Kuzeyden Afrin Kürt bölgesi ile birleşme sağlayamayan PYD ve ona destek verenler bu defa Türkiye sınırı yerine, daha güneyden El Bab üzerine yürüyerek bu bölgeleri IŞİD’den almak ve Halep üzerinden Afrin’le birleşerek koridoru tamamlamak istemektedirler. Türkiye için bu durum da asla kabul edilemez. Koridorun önlenmesi asıl amaçtır. Bu cümleden hem Menbiç’in hem de El Bab’ın PYD kontrolüne geçmesine asla izin verilemez, verilmemelidir. Görünen durum ve en üst yetkili seviyelerden yapılan açıklamalar bu duruma asla müsaade edilmeyeceği yönündedir. El Bab’a mutlaka PYD güçlerinden önce girmek ve oradaki IŞİD güçlerini uzaklaştırarak bölgenin kontrolünü ÖSO’ya devretmek gerekir ki daha güneyden tamamlanacak koridor da tamamen gündemden düşsün ve planlardan çıksın.

- Yine yukarda biraz değinildiği gibi, Fırat Nehri’nin batısına geçmiş olan bölücü PYD ve YPG gruplarını, özellikle de hâlen Fırat’ın batısındaki Menbiç bölgesinde bulunan PYD-YPG güçlerini Fırat’ın doğusuna çıkarmak da harekâtın önemli amaçlarındandır. Burada ne yazık ki karşımıza ABD çıkmakta ve PYD’nin Fırat’ın batısına çekildiğini, Menbiç’ten çıktığını iddia etmekte ve Menbiç operasyonuna engel olmaya çalışmaktadır. PYD unsurlarının Menbiç’ten çıktıkları doğru değildir. Türkiye bunu hemen bütün dünyaya delilleri ile göstermelidir.  PYD Menbiç’ten çıkmadığı gibi, orada Kürt olmayan grupları korku ve yıldırma ile çıkararak diğer kanton dedikleri bölgelerde yaptığı gibi, orada da etnik temizlik yapmış ve bölgenin adını bile Kürtçe “Mabuk” olarak değiştirmiştir. PYD unsurları neye mal olursa olsun Menbiç’ten çıkarılmalıdır. Menbiç bölgesine de bölgenin eski ahalisi yerleştirilmelidir. Bu amaç henüz gerçekleşmemiştir. Biraz direnme ve zorluklarla karşılaşıldığı, daha da karşılaşılacağı ortadadır. Türkiye yeni bir manevra olarak Esat ile görüşme pahasına bile bu sorunu çözmeli ve bölücü Kürtlerin oyununu bozmalıdır.

- Suriye’de rejime muhalif güçler olarak kurulan ve Türkmenlerle Araplardan oluşan Özgür Suriye Ordusunu mücadele verilen bölgede etkin ve güçlü kılmak esastır. Türkiye her zaman söylediği gibi, Suriye’nin toprak bütünlüğünden yanadır. Suriye’nin ne şekilde olursa olsun bölünmesine karşıdır. Türkiye daha önce çok daha kolay yapabileceği,Suriye’deki yerli taraflar arasındaki uzlaşmayı sağlama gayreti içinde olmalıdır.  Maalesef günümüzde haklı olmak tek başına sonuç almaya yetmemektedir. Bu haklılığı savunacak ve gerçekleştirecek bir gücün varlığı da kaçınılmazdır. Türkiye bu fırsatı olayların başında yakalamıştı. Türkmenleri bölgede çok etkin bir unsur yapabilir ve onlara dayanarak hem Suriye’nin şekillenmesinde ve geleceğinde etin olabilirdi hem de Türkmenler de aynı Kürtler gibi, belirli bir bölgede birlikte bulunabilirlerdi.

Türkiye bu fırsatı geç de olsa Fırat Kalkanı Harekâtı ile yakalamıştır. Bugün için sayıları 2.000-2.500 civarında gözüken ve düzenli bir birlik görüntüsü vermeyen Özgür Suriye Ordusu,  daha çok ilgilenerek ve burada Türkmenlerin sayı ve etkinliğini daha arttırarak Suriye’de önemli bir güç hâline getirilebilir. Türkiye de bu güce dayanarak Suriye konusunda hem masada olur hem de şimdiye kadar ihmal ettiği kardeşlerinin haklarını almalarında yardımcı olur.

Hep hatırlanmalıdır ki, Suriye nüfusunun % 8’ini oluşturan Kürtlerin bir bölgesi ve güçleri var; ama yine Suriye nüfusunun%  6’sını oluşturan Türkmenleri siyasi hesaplara bile dâhil eden yok. Bu kabul edilemez ve buna sebep olanlar yarın tarih önünde mahcup ve sorumlu olurlar.

- Aslında harekâtın temel amacı Büyük Orta Doğu Projesi çerçevesinde oluşturulmaya çalışılan 4 parçalı “Kürdistan” planını ve oyununu bozmaktır. Görüyoruz ki bölgede bulunan yabancı güçler bölücü Kürtlere bir Kürt devleti kurma konusunda söz vermişler. Ancak çıkarları ve çıkarları için destekledikleri gruplar farklı olduğu için anlaşmakta güçlük çekiyorlar.Türkiye bu durumdan yararlanabilir.

ABD Başkan yardımcısı Biden, 2015 Mayıs ayında ABD’de resmî (?) ziyarette bulunan Barzani’ye verilen sözü basına açıklayarak âdeta verilen sözü itiraf etmiştir. Biden’ın Barzani’ye dediği şudur: “…Müsterih olun, ikimizin de ömrü bir Kürt devletinin kurulduğunu görmeye yetecek…”Anlaşılan ABD’nin ihtiyacı biraz zamandır. Türkiye’deki yöneticiler, askerler,akademisyenler ve ülkede yaşayan herkes Orta Doğu’daki olaylarda nihai hedefin 4 parçalı Kürdistan olduğunu unutmamalıdır. Bunu dikkate almadan yapılan planların, üretilen politikaların, belirlenen stratejilerin ve yapılan analizlerin bizce hiçbir anlamı olmaz. Bu tür analiz, yorum ve politikalar zihin yormaktan ve halkı oyalamaktan öteye geçmeyen çabalardan ileriye gitmezler. Türkiye ne pahasına olursa olsun bu oyunu bozmalıdır. Bu oyun bozulmazsa Türkiye’nin kısa veya orta vadede birlik bütünlüğü bozulur.

- Resmî ve uluslararası antlaşmalarla Türk toprağı olan Süleyman Şah’ın türbesini kontrol altına alarak buradan çıkmakla yapılan hatayı tamir etmek de Fırat Kalkanı Harekâtı’nın önemli amaçlarından biri olmalıdır. Süleyman Şah Türbesi ile buradaki Saygı Karakolu  ve bunların bulunduğu alan Suriye'nin Halep ilinin sınırları içerisindedir ve  Türkiye'nin kendi sınırları dışında sahip olduğu statüsündeki tek toprak parçasıdır.

Türbe'de Osmanlı İmparatorluğu'nun kurucusu ve ilk padişahı Osman Gazi'nin dedesi ve Ertuğrul Gazi'nin babası Süleyman Şah ve iki askerinin naaşları bulunmaktaydı. Süleyman Şah Türbesi ve türbeyi koruyan Saygı Karakolu’na yönelik IŞİD tehdidinin artması üzerine Şubat 2015’teŞah Fırat operasyonunu düzenledi. Karakoldaki bordo bereli askerlerle birlikte Süleyman Şah’ın naaşı da Türkiye’ye getirildi. Aslında ülke dışındaki tek vatan toprağını bırakıp oradan çekildik. Bizce bu bölge, Lozan’dan sonra Ege adalarında Yunanistan’ın işgal ettiği son adalarla birlikte kaybettiğimiz bir toprak parçasıdır. Oysa bu 1 km’lik alan Türkiye’nin elini rahatlatan ve bazı askerî,siyasi kullanımlarda bile işe yarayacak bir durumdu. Bu toprağımızdan şu anda mahrumuz. Ama bu harekâtla o bölgeye kadar giderek resmen de bizim olan o topraklara tekrar Türk bayrağını dikmek de amaç olmalıdır. Bu yapılabilir ve mutlaka yapılmalıdır.

Hepimiz görüyoruz. Günümüzde sınırlar değişiyor. Yeni yeni yapılar, yapılanmalar ortaya çıkıyor. Ama hep güçlü olanların lehine. O hâlde haklılıktan doğan gücümüzü kullanarak ve mevcut ortaya çıkan durumlardan yararlanarak bu amaçları gerçekleştirmemiz gerekir.

Böyle söyleyince şu sorularla muhatap oluyoruz:

Diyorlar ki: “ABD ve RUSYA’ya rağmen mi bunları yapacaksınız? Onlar bunların yapılmasına izin verir mi?

Öncelikle söylemeliyiz ki kimseden izin istenmeyecektir. İstenmemelidir. Onlar bu coğrafyadan er ya da geç gidicidirler. Bu coğrafyada var olabilmek için çeşitli gruplara dayanmak zorundadırlar. Bugün şartlar lehlerine görülebilir. Ama yarın çok şey değişir, değişecektir. Üstelik ciddi bir Türkiye her ikisinin de vazgeçmek istemeyeceği bir ortak olacaktır. Tel Abyad’da PYD merkezlerine ABD bayrağı astırmaları da bizce Türkiye’nin son harekâtından duydukları endişenin bir sonucudur. Onlar bölgede çıkar ve işgal amacı taşımaktadırlar. Ya yönetime ya halkın bir kısmına yaranmak için oradadırlar. Bunu halk da yönetimde bir gün mutlaka görür ve değerlendirir. Türkiye’nin şansı onlarla mukayese edilemeyecek kadar büyüktür. Yeter ki biz şartları iyi değerlendirip kararlarımızın ve amaçların arkasında duralım.

Bir başka itiraz noktası da ÖSO’dur. ÖSO’yu sayı ve askerî eğitim bakımından yetersiz görüp amaçların onlarla gerçekleştirmenin mümkün olmadığı söylenmektedir. Türkiye elbette ÖSO’ya, bugünkü gibi destek vermekte geç kalmıştır. Sayı, eğitim ve teçhizat yetersizliği ortadadır. Ama bu işlerde önemli, olan samimiyettir.Davasına inanmak ve mücadele etmektir. Gerisi bir şekilde halledilir. Nitekim yavaş yavaş bahsedilen eksiklik ve aksaklıklar giderilmektedir. Halk arasında“beş benzemez” denilen, birbirlerini ve savaştıkları coğrafyayı hiç bilmeyen IŞİD mensupları çok çeşitli yerlerden, kültürlerden ve kimliklerden gelerek zülüm ve cehalet üzerine o topraklarda bir devlet kurabiliyor da o coğrafyanın o toprakların çocukları önemli bir destekle kendi topraklarında niçin etkin olamasınlar?

Bir başka eleştiri de o bölgenin bir bataklık olduğu ve Türkiye’nin bataklığa çekilmek istendiği yönündedir. Orta Doğu’ya askerî anlamda müdahil olmanın bir bataklığa girmekle eş değer olacağı düşüncesi çok yanlış değildir. Bu yüzden yazımızın konusuyla doğrudan alakalı olsa da Musul ve Rakka operasyonları ve bunlara katılım konusuna burada değinmedik, değinmeyeceğiz. Bu ayrı bir yazı konusudur.Ama şunu unutmamak gerekir ki Fırat Kalkanı Harekâtı Türkiye için son şanstır.Türkiye bu şansını iyi kullanmazsa uzun yıllar sürecek yeni bir güvenlik sorunu ile karşı karşıya kalacaktır ve bu da ülkenin bölünmesine kadar gidecek sonuçlar ortaya çıkarabilecektir. Türkiye’nin amacı işgal değildir. Suriye’nin toprak bütünlüğünü parçalamak değildir. Türkiye o toprakların mağdur olangerçek sahiplerine yaptığı ve yapacağı askerî yardımla mağduriyetlerini gidermeye ve haklarını almalarına katkı sağlayarak bölgeye adil bir barışın gelmesine çalışmaktadır. . Türkiye çok akıllı ve maceradan uzak politikalarla bu harekâtla hedeflediği amaçları gerçekleştirebilir.

En çok da “15 Temmuz Darbesi sonrası ordumuzun durumu ortada. Ordunun son durumu ile bu amaçlar gerçekleştirilebilir mi?” şeklinde karşı çıkışlar görüyoruz.

Elbette 15 Temmuz’da yaşanan olaylardan sonra ordumuzla ilgili bazı endişelere bizlerde kapılmadık diyemeyiz. Ancak zaman içinde ordudan temizlenen unsurların orduyu zayıflatmak yerine ordunun safraları olarak atıldığı kanaatine vardık. Yine de ordudan ayrılanlar yüzünden değil ama ordunun yapısını değiştirecek uygulamalar yüzünden bazı endişeler taşıdığımızı belirtmeliyim. Zira etnik ve inanç temelli çatışmaların,petrol, doğal gaz gibi enerji kaynaklarının ve bölge hâkimiyeti nedeniyle emperyalist emelli paylaşım, hükmetme hırsının çok yoğun yaşandığı bizim de merkezinde olduğumuz Balkanlar-Orta Doğu ve Kafkaslar coğrafyasında etkin bir biçimde uzun süre var olmak ve varlığını etkin olarak sürdürmek zordur. Bu zorluğu yenmenin ve varlığınızı sürdürmenin temel şartı güçlü ve caydırıcı bir orduya sahip olmaktır. Güçlü ordu için ise siyasete göre şekillenmeyen tarihî felsefesi, gelenekleri ve etkin emir komuta zinciri asla vazgeçilmez hususlardır.

Ordunun felsefesini,geleneklerini, emir komuta zincirini ve temel yapısını bozmamak gerekir.Bazı şeyleri bozmak şartların da yardımı ile bir anlık ve kolay olabilir. Ama bunları “Yanıldık.” diyerek tekrar eski hâline getirmek çok çok zordur ve milletlere çok pahalıya mal olabilir.

 

Süratle ordumuzda emir komuta zincirini en kısa sürede en etkin şekilde sağlayacak bütünlüklü yapıya dönülmelidir. Ordu tek elden ve siyaset dışı yönetilmelidir. Yoksa yapılan bu yanlışların faturasını milletimiz, özellikle de Anadolu’nun masum, fakir Türk çocukları ödeyecektir.

Ancak hep hatırlamalıyız ki, hayatımızı cehenneme çeviren, güvenliğimizi, millÎ birlik ve bütünlüğümüzü, yaşama hakkımızı tehdit ve gasb edenlere karşı, kendimizi korumaz, gerekli önlemleri almazsak, herşeyimizi kaybederiz. Yaşama hakkımız olmadığı gibi, şikâyete de hakkımız olmaz.

Kendi hayatımıza, ailemize, ülkemize,insanımıza ve insanlığa sahip çıkmazsak, kötülerin egemen olduğu bir ortamda yaşamak zorunda kalırız. Onurlu insan olmaya hakkımız olmaz.

Fırat Kalkanı Harekâtı bölgedeki oyunları bozmuş ve devletimizin ve milletimizin onurunu kurtarmıştır. Hiçbir şey devletimizin ve milletimizin onurundan büyük değildir.

 



* Gazi Üniversitesi  İİBF Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi.