12 Mart Muhtırası’na Giden Süreçte: Haşhaş Krizi

21 Eylül 2021 13:07 Elmas ŞİMŞEK
Okunma
2222

12 Mart Muhtırası’na Giden Süreçte: Haşhaş Krizi
Elmas ŞİMŞEK 

Haşhaş, Türkiye’nin Anadolu bölgesinde bin yıldır yetiştirilmekte olan bir bitki türüdür. Dünyanın birçok yerinde de eskiden beri bilinen ve yetiştirilen bu bitki, yapılan araştırmalara göre en erken MÖ 4000’lerde veya öncesinde Doğu Akdeniz bölgesinde tanınmaktaydı.  Olgunlaşmış haşhaş kapsüllerinden elde edilen ve haşhaşla özdeşleşmiş olan afyon ise işlenmesinden sonra morfin başta olmak üzere kodein, tebain, papaverin, narsein, lantopin, pseudomorfin ve narkotin (noskapin) gibi toplam 24 alkaloid elde edilmekteydi ve bu alkaloidler ilaç sanayisinin en önemli hammaddesini oluşturmaktaydı.  Osmanlı Devleti Dönemi’nde haşhaş bitkisinin ekimi tarımda oldukça geniş bir yer tutmaktaydı. Aynı zamanda bitkinin işlenmesi ve başta Çin olmak üzere farklı eyaletlere ihracatı, Osmanlı Devleti’nin ekonomisine önemli ölçüde katkı sağlamaktaydı.
 19. yüzyıl boyunca haşhaşın Anadolu'daki yerini karakterize eden bir tarihçi “Afyon herkese dokundu.” ifadesini kullanarak o dönemde haşhaş bitkisinin önemini vurgulamıştır.  1805 yılında İngiliz Doğu Hindistan Şirketi gemilerinin Çin’e afyon taşımasını yasaklaması ile Amerikan gemileri Türkiye’den Çin’e afyon ticaretine başladı. Amerika bu ticareti tam on beş yıl boyunca tekelinde tutmuştur: Hatta Kanton’daki bir Çinli yetkili Türkiye’nin ABD’nin bir parçası olduğunu düşünmüştür.  19. yüzyılda Avrupa’da morfin ve kodeinin hem gelişmesi hem de yaygınlaşmasıyla birlikte afyon uluslararası ticarette kârlı bir ticari emtia olmaya başlamıştır. Osmanlı Devleti tarafından farklı eyaletlere ihraç edilen afyon giderek büyük önem kazanmış ve uluslararası ticarette “Türk afyonu” üstün kalitesi ile üne sahip olmuştur.    
 19. yüzyıla kadar narkotik uyuşturucu sorunu, dünya çapında uluslararası bir sorun olarak görülmeyerek, sorunun ulusal yargı sınırları içinde çözülebileceği düşünülüyordu. Fakat 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren meydana gelen gelişmeler soruna yeni bir boyut kazandırdı.  Uyuşturucu bağımlılığı konusundaki artan endişe ve uyuşturucu ticaretinin dünya çapında yaygın bir hâle gelmesi, Amerikalı yetkililerin uluslararası alanda afyon konusunu ele geçirmesine yol açtı. ABD afyon kullanımının ve ticaretinin engel olmaya yönelik, 1909'da Şanghay'da uluslararası bir afyon komisyonu toplanmasında ve 1912'de Lahey Uluslararası Afyon Konvansiyonunun hazırlanmasında öncü bir rol oynadı.  Amerikalı yetkililer, düzenlenen bu konferanslara Osmanlı Devleti’nin de bir temsilci göndermesini tavsiye etmişler fakat Osmanlı Devleti konferanslara katılamayacağını bildirmiştir. Bunun önemli iki nedeni vardı: Birincisi, Osmanlı Devleti’nin en büyük gelir kaynağı afyon olmasa da diğer tarım ürünleriyle kıyasla hacmine göre en yüksek fiyatlı ihraç kaynağı olması. İkincisi ise özellikle devletin Gerileme Dönemine girdiği yıllarda afyon gelirlerinin emperyal ekonomide sabitlik oluşturmasıydı.  
Birinci Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle birlikte ABD, haşhaş bitkisinin yetiştirilmesinin ve afyon ticaretinin yasaklanması konusunda tekrardan çalışmalar yapmaya başlamış ve Millet Cemiyeti tarafından bu konuda Cenevre’de 3 konferans düzenlenmesi kararı alınmıştır.  ABD’nin düzenlenen konferanslarda ısrarla üzerinde durduğu konu Türkiye olmuş: Türkiye’nin haşhaş bitkisi yetiştiren tarım alanlarının geniş olması bakımından mutlaka Türkiye’nin de sınırlamalara dâhil edilmesi konusu ele alınmıştır.  1923 yılında İstanbul’da bulunan başkonsolos, Türkiye’nin afyon ekimini ortadan kaldırma adına, afyonun yerine ipek gibi mahsullerinde kullanılabileceği tavsiyesine karşın, Türk hükûmeti bu konuda herhangi bir yanıt vermemiştir.  Dönemin Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras, Başbakan İsmet İnönü ile görüşerek etkili önlemler alınması konusunda fikir birliğine varılarak konu Atatürk’e götürülmüş: Atatürk bu konuda; “Bu kaçakçılığın önüne geçilmezse, herkesi zehirleyici olan bu maddeler, bizim ülkemizde de üretilmiş olacaktır. Zamanla bizim halkımızın bu yüzden zehirlenmesi olasılığı vardır. Herhâlde böyle bir olasılık olmasa bile, insanları zehirleyici madde yetiştiricisi olamayız. Bu, bize yakışmaz.” diyerek, hükûmetten gerekli önlemleri almasını istemiştir.   
 12 Şubat 1925 tarihinde gerçekleşecek Birinci Cenevre Afyon Konferansına davet edilen Türkiye, katılacağını bildirmiştir. Konferansa Türkiye’yi temsilen Ziraat Vekâleti Müsteşarı Süreyya Bey katılmış. Görüşmelerin başlamasının ardından hükûmet tarafından Süreyya Bey’e gönderilen telgrafta, Bakanlar Kurulunun talimatı olmadan herhangi bir taahhütnamede bulunmaması istenmiştir.  Sonuç olarak Türkiye, Osmanlı Devleti’nden devralmış olduğu ekonomi alanında yaşanacak kayıp kaygısıyla sözleşmeye imza koymamış; fakat ülke içinde kendi kanunlarında bazı düzenlemeler yapmıştır.  Adliye Vekâleti tarafından hazırlanan yeni Ceza Kanunu 403. maddesinde “Tıbbî; afyon ve afyon hülâsasını, morfin ve emlâhını ve disetil morfin ve bunların emlâhını ve kodeinden maada afyon şibih kaleviyatını ve bunların emlâh ve müştakkatını ve kokain emlâh ve müştakatını ve esrar ve müstahzaratını kaçak suretiyle ithal ve Türkiye dâhilinde bir mahalden diğer bir mahalle nakledenler ve ettirenler ve izinsiz satanlar ve alanlar veya satmak üzere nezdinde bulunduranlar ve bunların alınıp satılmasına ve her ne suretle olursa olsun tedarikine vasıta olanlar veya mahsus bir mahal tedarikiyle veya diğer bir suretle halkı celbederek bunların kullanılmasını kolaylaştıranlar altı aydan aşağı olmamak üzere hapsolunur ve yüz liradan bin liraya kadar ağır cezayı nakdî alınır.” ifadesi yer almıştır.  
1928 Aralık ayında yapılan Meclis toplantısında söz alan Sağlık Bakanı Refik Bey, Türkiye’nin 1912 Lahey’de ve 1925’te Cenevre’de uyuşturucu maddeler hakkında yapılan sözleşmelere imza konulmamasını, afyonun satış ve ticaretindeki önemini ifade etmiştir; fakat afyonun milletler arasında uyuşturucu madde olarak kullanımının giderek yaygınlaştığını belirtmiştir: Türkiye haricinde 48 milletin afyon satışı hakkında gerekli önlemleri aldığını vurgulayan Refik Bey, Türkiye’nin ise afyon mahsulü hakkında hiçbir kayıt ve şart koyulmadığını tamamen serbest bırakıldığını ve önlem alınması konusundaki zaruriyi ifade etmiştir.  Mecliste alınan karar üzerine 19. madde oluşturan Uyuşturucu Maddeler Hakkında Kanun kabul edilerek gerekli önlemler alınmıştır.  Birleşmiş Milletler Daimî Merkezi Afyon Komitesi, 9 Ocak 1931 tarihinde Cenevre’de yapacağı toplantıda Türkiye’de uyuşturucu madde imal etmek üzere kurulan fabrikaların üretimi ve ihraç faaliyeti hakkında konuları görüşmek üzere 6 Ocak 1931 tarihinde bir davet mektubu göndermiştir. Türkiye bu davete olumlu cevap vererek, müzakerelere katılmak için Cenevre Konsolosu Şevket Süreyya Bey görevlendirilir.  Hükûmet tarafından, Şevket Süreyya Bey’e çekilen talimat telgrafı beş maddeden oluşmaktadır: Birinci madde. Türkiye’nin hukuki vaziyeti hakkında bilgi vermektedir. İkinci madde. Hükûmetin afyon meselesindeki hedefleri olarak: Afyon ziraatını korumak mühim mesele olmakla birlikte, insaniyeti afyonculuk belasından kurtarmak için Türk hükûmeti de elinden geleni yapacağını, afyon ziraatını himaye ve müdafaa etmek şartıyla alınacak karara muhalif olmadıkları belirtilmiştir. Üçüncü madde. Önceden kurulan 3 fabrikanın kullandıkları ham maddenin memleket mahsulü olduğu ve uyuşturucu madde üretimini hükümetin muhafaza etme azminde olduklarını. Dördüncü madde: kurulan üç fabrikanın da 1928 yılında yapılan kanun hükmüne bağlı kalınarak tesis edildiği. Beşinci madde: Kurulan fabrikaların hükûmet kontrolünde olduğunu ve burada üretilen ürünlerin nereye gideceği daha önceden hükûmete bildirildiği, hükûmetin ise ürün sevkini öğrenir öğrenmez derhâl alakadar devletlerin konsoloshanelerine bilgi verdikleri ifade edilmiştir.  Konferansta alınan karar doğrultusunda uyuşturucu maddeler hakkında 1369 numaralı Kanun gereği:
1.    Afyon ihracatında ve dâhilî satışında bulunmuş olanların gerek bu fiillerinden ve gerek aynı kanunun diğer hükümlerini ihlal eden fiillerinden dolayı haklarında kanuni işlem yapılması için mahkemeye verilmesi
2.    Bundan böyle kanuna bağlı kalmaları ve ellerinde bulunan imal edilmiş uyuşturucu maddeler miktarının tespit edilmesi ve her gün üretilecek ürünün sayısını kayıt ettirilmesi
3.    Uyuşturucu maddeleri ihraç edecek olanların yapacakları ihracat için malın gideceği memleketin yetkili makamlarınca alınmış resmî ithal vesikası almakla yükümlü olması
4.    Dâhildeki satışlar için de hangi eczane veya ecza ticaretine satmışlarsa onu da kırk sekiz saat zarfında SİM Vekâletine bildirmeye mecbur tutulmaları
Türk hükûmeti tarafından uyuşturucu madde imalı ve ihracına dair alınan bu kararlar ile memleket içinde sıkı bir kontrolün başlamış: fakat devletin tüm uyarılarına rağmen bilgi vermeden uyuşturucu madde ürütmeye devam etmesi, stoklarının eksik olması ve kaçak yollarla satış yapmasından dolayı İstanbul Eyüp’te bulunan ekim uyuşturucu fabrikası, 15 Şubat 1931 tarihli 10642 numaralı Kararname ile kapatılmasına karar verilmiştir.         
12 Temmuz 1931 tarihinde ise toplanacak olan İkinci Cenevre Konferansına da davet edilen Türkiye katılacağını bildirmiş: Cenevre’de gerçekleşecek Afyon Konferansına İktisat Bakanı Mustafa Şeref riyasetinde, İçtima Muavemet Vekâletinden Asım ve Hariciye V. Siyasi Müşaviri Suphi Ziya Beylerin Murahhas ve Mehmet Ali Tayyar Beyin de Müşavir olarak katılması kararı verilmiştir.  Fakat Afyon Konferansına gidecek heyeti başkanlığına tayin olunan İktisat Vekili Mustafa Şeref’in işlerinden dolayı ayrılmasına imkân olmadığı ifade edilerek yerine TBMM İkinci Reisi ve Trabzon Mebusu Hasan Hüsnü Bey tayin edilmiştir.  13 Temmuz gerçekleşen görüşmeler neticesinde bir sözleşme imzalanmış fakat Türkiye bu sözleşmeyi imzalamayarak ülke içinde uyuşturucu maddelerin ticaretine ve ihracına dair birtakım kısıtlamalar ve önlemler almaya çalışmıştır.
Mecliste 21 maddeden oluşan Türkiye afyon yetiştiriciler satış birliği hakkında kanun çıkarılarak, Türkiye Afyon Yetiştiriciler Satış Birliği kurulmuştur. Böylelikle afyon alım ve satımı ve pazarlanması bu birlik eliyle yapılması kararlaştırılarak, Türkiye’de sahibi veya kiracı olduğu araziye afyon eken her çiftçinin de bu yeni kurulan birliğin üyesi olması kabul edilmiştir.  1930'ların başlarından itibaren Türkiye hem yasal hem de quasilicit ilaç endüstrisi için dünyanın birincil afyon kaynağı hâline gelmiş; toplam 390 metrik ton küresel afyon tedarikinin 226 metrik tonunu oluşturmaktaydı.  Türk hükûmeti her ne afyon konusunda tedbirler alsa da bu yeterli olmamıştır. 29 Şubat 1932 tarihinde ABD’nin Türkiye Büyükelçisi Joseph C. George ile Türk Dışişleri Bakanı arasında yapılan görüşmeden sonra elçi: İlişkiler üzerinde olumsuz bir etki yaratabilecek talihsiz bir unsurun olduğunu gözlemlediği belirterek hâlâ Türkiye'den ABD'ye narkotikte devam eden gizli trafik olduğunu ifade etmiştir.  Bunun üzerine İcra Heyeti Vekilleri, Mustafa Kemal reisliğinde toplanarak uyuşturucu maddenin verdiği tahribat ve yapılacak mücadele konusunu görüşmüşledir. Cumhuriyet Halk Fırkasında müzakere konacak program maddeleri şunlardır:
1.    1912 Lahey, 1925 Cenevre, 1931 Cenevre Beynelmilel Mukavelesi’ne iştirak meselesinin intacı.
2.    Uyuşturucu maddeler ithal eden ve bugün kapatılmış bulunan İstanbul’daki hususi üç fabrikanın bir daha açtırılmaması ve her nevi hususi imalatın şiddetle takibi.
3.    Dünyanın tıbbi ve fenni ihtiyacı için beynelmilel müşterek ve x menfaat kastından ari bir fabrikanın kurulması, uyuşturucu maddelerin x fenalıklarının önüne geçmek için en müessir bir çaredir. Beynelmilel bu imkân bulunacağı zamana kadar Türkiye tıbbi ve fenni ihtiyaçları mahsus imalatı devlet inhisar ve idaresinde ve dâhilde bir fabrika ile temin edecektir. 
4.    Ham afyonun harici ticareti işinin ticari bir birlik merkezine hasrı.
5.    Afyon istihsalinin tahdidi ve zeriyatının mürakabe ve müsaadeye tabi tutulması zaruridir. Bu suretle nameşru harici ticaret için ve dâhilde gizli imal ve istimal için her türlü ihtimaller kaldırılmış olacaktır.
6.    Esrar çıkarılan Hint kenevirinin Türkiye’de ekilmesinin katiyen cemi.
7.    Uyuşturucu maddelerin gizli imalinin ve kaçakçılığının ihtisas mahkemelerine tevdii ve hususi ceza hükümlerine tabi tutulması.
8.    Bu programın tatbiki ile biz büyük Türk milletine ve ailesinden bulunduğumuz büyük insanlık âlemine karşı en asil ve medeni bir vazifemizi ifa etmiş olacağız.
 Mustafa Kemal başkanlığında alınan bu kararlar 14 Ocak 1933 tarihinde toplanan mecliste tekrar görüşülerek, 1912 senesinde Lahay’de imzalanan Afyon Antlaşması, 1914 tarihli protokole ve 1925 tarihli Cenevre’de imzalanan Afyon Antlaşması ile protokolüne, 1931 tarihli Cenevre’de imzalanan antlaşma ile protokolüne hükûmetin iltihakı kabul edilmiştir.  Kabul edilen 2108 numaralı Kanun 26 Ocak 1933 tarihinde de Resmî Gazete’de yayımlamıştır.  Türk hükûmeti 1933 yılında Uluslararası Afyon Antlaşması’nı onayladıktan sonra, uyuşturucu maddeler inhisarı hakkındaki 2253 numaralı Kanun’un beşinci maddesi gereğince iktisat ve ziraat vekillerinden seçilen bir heyet tarafından memlekette afyon ekim alanlarının tespit edilerek, hangi mıntıka kaç dönüm afyon ekileceğinin belirlenmesi karara bağlanmıştır.  Çıkarılan bu ilk yerli uyuşturucu kontrol mevzuatı ile haşhaşlardan afyon sakızı çıkarılması veya tohumlar için afyon haşhaşının yetiştirilmesi il sayısı ve yıllık olarak Bakanlar Kuruluna bildirilmesi zorunlu kılınmıştır. Ayrıca şeker fabrikalarının inşası da dâhil olmak üzere üretimden yasaklanan alanlarda ikame ürünler teşvik edildi ve tüm afyon alım, satımı konusunda Ziraat Bankasına tekel verildi.    26 Haziran 1936 tarihinde yapılan Üçüncü Cenevre Afyon Konferansına katılması için Türkiye’ye davetiye gönderilmiş ve Türkiye bu davete katılacağını bildirmiştir. Türk hükûmeti kendisini konferansta temsil etmesi için Cenevre Başkonsolosu Numan Tahir Seymen’e görev vermiştir.  Konferansın sonunda yapılan antlaşmaya  Türkiye’de imza atmıştır. Fakat imzalanan antlaşmadaki maddelerin ağırlığı 24 Haziran 1938 tarihinde Mecliste yapılan toplantıda vekiller tarafından itiraza neden olmuştur. Mecliste konu ile ilgili konuşmak üzere söz alan Antalya Vekili Rasih Kaplan: “Arkadaşlar, bu afyon işinde Türk ulusuna öyle bir zarar yüklettik ki hâlâ bu zararı telâfi için aldığımız tedbirler zannederim kâfi değildir. Biz dünya milletlerinin güya Allah tarafından vekili umumisi naspedilmişiz gibi afyon zararından bütün beşeriyeti kurtarma için her türlü külfeti üzerimize aldık. Bilmiyorum, bütün dünya milletlerinin külfetini taşıyacak kadar Türk ulusu kuvvetli ve kudretli midir? Herkes istediği gibi afyonunu yetiştiriyor, istediği gibi satıyor ve yine istediği gibi kaçakçılık yapıyor. Türk ulusu kendisine has olan ahde vefa şiarıyla yetiştirdiği mahsulden, dünya milletlerinin halâsı için ve Cemiyet-i Akvamdaki komisyonun manasız hareketleri yüzünden mütemadiyen zarar ediyor.”
Çanakkale Vekili Ziya Gevher Etili: “Mademki beynelmilel ahlâk nokta-i nazarından mucibi iftihar bir kararla bir kıymetli ürünümüzden vazgeçiyoruz, onlar da bize bir şey vermelidir. Meselâ ihraç edilecek mallarımızdan fazla miktarda satın almalıdırlar. Meselâ buğday ve sair mallardan fazla miktarda alınması gibi.”
Eskişehir Vekili Emin Sazak: “Arkadaşlar; bu medeni insanlar, çok insaniyetperverler, amma kendileri sırf insanları öldürmek için mütemadiyen zehirli gazlar yapıyorlar. Bizim afyon niçin zararlı olsun? Afyon uyuşturduğu kadar ilâç olarak da kullanılan bir nesnedir.”  diyerek tepkilerini ortaya koymuşlardır.
İkinci Dünya Savaşı boyunca uluslararası afyon üretimi ve ticaret üzerindeki kontrol çabaları azalmış olsa da 1943 yılından itibaren yeniden ivme kazanmıştır. 1944 başlarında savaş sonrası afyon konusunda alınacak tedbirler hakkında ABD’li yetkililer hiç zaman kaybetmeden, Türk hükûmeti ile temasa geçmiştir. Büyükelçi Laurence Steinhardt, Türk yetkililere: Savaş sonrası döneme özel olarak bir düzenleme yapılması, Afyon Danışma Komitesi tarafından birkaç yıl önce yapılan hazırlıklara uygun bir taslak hazırlanması için toplanacak konferansa Türkiye’nin de katılmaya istekli olmasını ümit ettiklerini ifade etmiştir.  14 Mayıs 1945'te Türkiye Dışişleri Bakanlığı, 1932'den bu yana Türkiye'nin 1931 Üretimini Sınırlama ve Narkotik İlaçların Dağıtımını Düzenleme Sözleşmesi'ne uymayı onayladıklarını belirterek, Türkiye'nin afyon üretiminin Türkiye’de dâhil olmak üzere birkaç ülke ile sınırlı olması konusundaki tutumunu açıkladı. Ayrıca konferansın sonucunda ortaya çıkacak uluslararası standartların eşit bir şekilde uygulanması konusunda endişeleri olduğunu ifade eden bakan, eşit koşullar altında yapılacak üretimin her sınırlamasına rıza göstereceğine dair güvence verdi.
1953 Afyon Protokolü, afyon üretimi kontrolü konusunda ilk uluslararası girişimdir. Protokol, tıp dışı amaçlar için afyon tüketiminin yanı sıra, üretici ülkelerin ulusal afyon tekellerini yasaklamaktaydı: Ayrıca Birleşmiş Milletler Kalıcı Afyon Kontrol Panosu’nun icra yetkilerini de arttırmaktaydı. Protokole göre yedi afyon üretici ülkenin, üretiminde sınırlamaya gidilmiş ve buna Türkiye’de dâhildir.  Türkiye bu protokolü imzalayarak, aynı yıl afyon yetiştiren çiftçilere ilk kez ruhsat verdi. Bunun yanı sıra afyon üretimi ve ihracatını ise tamamen Türkiye Toprak Mahsulleri Ofisinin sorumluluğuna vermiştir.  1950'lerin sonlarında Amerika'nın iç eroin sorununu kontrol etme çabaları daha çok Türkiye’ye baskı yapma yönünde oldu. Çünkü Türkiye, Amerika’ya giren afyonun başlıca üreticilerinden biri olarak kabul edilmekteydi. 1958 yılında afyon, Türkiye'nin 67 ilinin 42'sinde yetişmekteydi ve onlara göre Türkiye, dünyadaki en yüksek ham morfin içeriğini veren bir mahsulü olgunlaştırıyordu. 1958'de ABD Devlet Sekreteri Christian B. Herter, yasa dışı trafiğe çok fazla Türk afyonunun girdiğini vurgulayarak, ülkenin bir an önce afyon üretimini durdurmaya ciddi bir şekilde başlaması gerektiğini belirtmiştir.  1959'da Washington'da yapılan bir CENTO toplantısında, Herter ve CIA Direktörü Duhles, Türkiye Başbakanı Adnan Menderes'ten Türkiye'de afyon yetiştiriciliğinin yasaklanması istediler; ancak Menderes, bu talepleri şiddetle reddederek, ABD’ye Türkiye'de afyon ürünlerini Avrupa'ya satacak ortak bir afyon fabrikası kurmayı teklif etti.  Bu teklif ABD tarafından kabul edilmedi.  Oysa Menderes’in bu teklifi bu öneriden on dört yıl sonra başka biçimde Türkiye tarafından uygulamaya konulacak, uluslararası kuruluşlarca desteklenip onaylanacaktı.  Menderes’in talebi reddetmesinin iki önemli nedeni vardır. Birincisi, ülkenin ekonomide hala büyük ölçüde tarıma dayanması, bir diğeri ise ülkenin kırsal seçmenlere dayanan bir iktidar partisine sahip olmasından dolayıdır. Başkan Johnson, uyuşturucu bağımlılığı konusundaki iç meseleyi, üretici ülkelerin afyon üretimini kontrol altında tutmakla ilişkilendirerek, bu çizgide bir dış politika benimsemiştir.  İlk olarak ABD, 1961 yılına kadar uyuşturucu maddeler hakkında yapılan anlaşmaları tek bir metin hâlinde getirmek üzere New York’ta milletlerarası bir konferans düzenledi. Türkiye bu konferansa katılmak üzere kendisini temsil etmek için bir heyet tayin etti.  1961 yılında toplanan konferansın sonunda imzalanan Tek Narkotik Uyuşturucu Sözleşmesi, 1964 yılında yürürlüğe girdi. Bu sözleşme ABD’nin Türkiye üzerinde baskı yapması için ek bir diplomatik araç hâline gelmekle beraber: Vietnam Savaşı sırasında ABD’de afyon ve eroin kullanımının artmasıyla birlikte ABD’nin Türkiye üzerindeki baskısı çok ciddi boyutlara ulaşmıştır. ABD'nin yerli eroin bağımlılığı sorununu yükleyebileceği bir günah keçisine ihtiyacı vardı: O sırada Türkiye, ABD için bu sorumluluğu üstlenecek kolay bir lokma olarak görülmekteydi.  1960’lardan itibaren ABD, Türkiye’yi yasa dışı uyuşturucu ticareti yapan ülkelerin başı olarak görmeye başlamış ve her fırsatta Türkiye’de haşhaş ekimin mutlaka yasaklanması için baskı yapmaya başlamıştır. Türkiye’nin 1965 yılına kadar katıldığı konferanslar şöyledir: Birleşmiş Millet Dünya Sağlık Örgütü Teşkilatınca uyuşturucu oldukları kabul edilen ve alışkanlık meydana getirdikleri kabul edilen maddelerin, 2313 sayılı Kanun hükümlerine tabi tutulması kararı alınmıştır.  Birleşmiş Milletler Uyuşturucu Maddeler Komisyonu ile bu Komisyonun Kaçakçılık Komitesinin Cenevre’de yapacağı toplantılara, Türkiye’yi temsilen Ticaret Bakanlığı İç Ticaret Genel Müdürü ve Kurucu Meclis Üyesi Mazhar Özkol başkanlığında bir heyet gönderilmesi kararı alınmıştır.  12 Haziran 1961 tarihinde Tahran’da yapılacak CENTO memleketleri Uyuşturucu Maddeler Konferansında da Türkiye’yi temsilen Mazhar Özkol görevlendirilmiştir.  Birleşmiş Milletler Ekonomik ve Sosyal Konseyi Uyuşturucu Maddeler Komisyonuna bağlı Dünya Uyuşturucu Maddeler Kaçakçılık Komitesinin 24 Nisan 1963 tarihinde ve adı geçen komisyonun 29 Nisan 1963 tarihinde Cenevre’de yaptığı toplantılara Türkiye’yi temsilen Ticaret Bakanlığı İç Ticaret Genel Müdürü Süleyman Çeşmebaşı’nın başkanlığında Toprak Mahsulleri Ofisi İstanbul Afyon İşleri Şube Müdürü Selman Açba ile aynı Genel Müdürlük Uyuşturucu Maddeler Şube Müdürü Hakkı Küçük’ten oluşan bir heyet katılması kararı alınmıştır.  10-14 Ekim 1963 tarihlerinde CENTO Uyuşturucu Maddelerin Kontrolü Çalışma Grubunun yapacağı toplantıya, Türkiye’yi temsilen Süleyman Çeşmebaşı’nın başkanlığında bir heyetin katılması kararı alınmıştır.  CENTO Uyuşturucu Maddeler Çalışma Grubunun Tahran’da yapılacak toplantısına, Türkiye’yi temsilen Necdet Tezel’in başkanlığında bir heyetin katılması kararı alınmıştır.    
1965 yılının Haziran ayında Washington, Amerika gençliğini zehirleyen uyuşturucunun kaynağının Türkiye olduğu konusunda ısrar etmekle birlikte, Türkiye ile iş birliği yapma talebinde bulunmuştur. Fakat ABD’nin iş birliği dediği, haşhaş ekiminin Türkiye’de tamamen yasaklanmasıydı. İsmet İnönü başkanlığındaki ortak hükûmet, ABD’nin Türkiye’de haşhaş ekimini yasaklama isteğini inceleyerek geri çevirdi.  1965 Genel Seçimleri ile Adalet Partisinin, tek başına iktidara gelmesinden sonrada ABD’nin baskısı devam etti. Türkiye, ABD’ye haşhaş konusundaki tutumunu şöyle açıklıyordu: “…Türkiye, hiçbir zaman Amerikan gençliğinin zehirlenmesinin tek kaynağı olduğu savını kabul edemez. Bu insancıl bir sorun. Haşhaş, yalnız Türkiye'de ekilmiyor. Hindistan'da, Güneydoğu Asya'da, Çin'de ve Sovyetler Birliği'nde de haşhaş ekimi yapılıyor ve Türkiye'nin afyon üretimindeki yeri yüzde 5'i geçmez.” diyordu.  
Türkiye’nin batı ve iç kesimlerinde, afyonun ham maddesi olan haşhaş bitkisi binlerce yıldır üretilmekteydi. Türkiye 1931'de Cenevre Afyon Sözleşmesi’ni imzaladıktan sonra, afyon kaçakçılığını önlemek için etkili yöntemler geliştirmiş ve bu sayede köylünün ürettiği afyonun büyük bölümünün Toprak Mahsulleri Ofisine (TMO) satılması sağlanmıştı. Yine de kaçakçıların verdiği yüksek fiyatı TMO'nun ürün bedellerine tercih eden bazı köylüler oluyordu. Fakat bu kaçak miktar, ABD'de iddia edilenin çok altındaydı. Yapılan bir hesaplamaya göre, Türkiye'de üretilen tüm afyon yasa dışı yollardan ABD'ye kaçırılsa bile, bu ülkedeki eroin bağımlılarının ancak bir aylık ihtiyacını karşılayabiliyordu.  1968’e gelindiğinde afyon konusu Amerika’da seçim malzemesi hâline gelmiş, Demokrat ve Cumhuriyetçi Partilerin her ikisi de uyuşturucu bağımlılığını seçim kampanyalarında ulusal bir sorun olarak ele alırken, aday Richard Nixon ise bu konuyu federal ve uluslararası ölçekte bir çözüm gerektiren bir tehdit olarak algılamıştır. Seçimlerden önce Nixon ve onun kampanya ekibi, yasa dışı uyuşturucu ve bununla ilişkili ahlaki çöküş sorununu, Nixon’ın “sessiz çoğunluğuna” hitap etmek için hayati bir siyasi mesele olarak yapılandırma yoluna gittiler.  Nixon, Amerika’nın eroin kaynağı olarak Türkiye’yi hedef göstererek, uyuşturucuya karşı sonuna kadar savaşacağı sözü ile 1968 Seçimleri kazanarak başa geçti. Cumhurbaşkanı Nixon, Kasım 1969 gibi erken bir tarihte eroin bağımlılığının neden olduğu ulusal refahın zarar görmesinden dolayı çok endişe duyduğunu belirtmiş, bu ilacın ABD'ye ithalatını engellemek için gerekli tüm önlemleri almaya kararlı olduğunu vurgulayarak: ABD’ye eroinin %80'inin Fransa'da rafine edilmiş Türk afyonundan geldiğini iddia etmiştir.  Fakat Nixon’un iddiasının aksine çağdaş kaynakların çoğu Türk afyon üretiminin, dünyanın yasadışı narkotik tedarikinin sadece %7 ila 15'ini oluşturduğunu belirtmekteydi.  
ABD, CIA’dan desteklediği bilgilerle kaynağın Türkiye olduğu konusunda ısrarına devam etti. Ünlü Time dergisinde Amerika’ya uyuşturucunun nasıl ve nereden geldiğini gösteren bir harita yayımlandı. Buna göre, haşhaş Türkiye’nin Afyon ili ve çevresinde üretiliyor, İtalya ve Fransa üzerinden ABD’ye giriyordu.  Bu iddia DEA (Uyuşturucuyla Mücadele Örgütü) yöneticileri tarafından sık sık dile getirilmeye başlanmış, basında da Türkiye’yi suçlayan haber ve makalelerin sayısı artmıştır.  Basına göre ABD “mağdur” Türkiye ise “eşkıya” idi.  Ekim 1966’da Büyükelçi Hart, Başbakan Demirel’e haşhaşın tamamen yasaklanması için 3 milyon dolarlık AID yardımı önerdi. Başbakan Demirel, büyükelçiye haşhaşın derhâl ortadan kaldırmanın siyasi olarak mümkün olmadığını, Türkiye'nin üç ila dört yıl boyunca haşhaş ekimini ortadan kaldıramayacağını vurguladı. Bu görüşmeler 1967 Haziran’a kadar devam etmiş: Büyükelçi Hart ile yapılan tartışmaların ardından, Türk hükûmeti ABD’ye yeni bir yaklaşımda bulunarak, haşhaş alanlarını sınırlandıracağını bildirmiştir. Türk hükûmeti, üç ilin dikimine ilişkin yıllık kararında 1967-1968 sonbahar ve ilkbahar sezonunda ekimden çıkarılacağını ve kalan yedi ili de gelecek yıl kaldırılacağını duyurdu. 1968-1969 Haziran aylarında hükûmet önceki programı kamuoyuna açıkladı ve her yıl iki ilin daha da azaltılacağını duyurdu.   Nitekim Türkiye; 1961- 62 yılında 30 ilde haşhaş ekimine izin verilmişken bu 1963- 64'te 25 ile 1965-66'da 19 ile 1967-68'de 18 ile 1968'de 11 ile 1969'da da 9 ile indirdi: Üstelik kaçakçılığı önlemek için çok ciddi ve başarılı önlemler de aldı.
5 Mart 1970 tarihinde Birleşik Amerika hükûmeti, Türkiye'yi afyon kaçakçılığını önleyici sıkı tedbirler için iş birliğine çağırmış; Amerika Federal Uyuşturucu Maddeler Dairesi Başkanı John Ingersoll, Türk yetkililere şu hususları açıklamıştır:
1.    Türkiye'de haşhaş yetiştiricilerini başka maddeler ekimine teşvik için 3 milyon dolarlık tarım kredisi yardımı yapılması.
2.    Eroinin ham maddesi olan haşhaşın kanun dışı ekimini kontrol etmek ve önlemek İçin Türk polisine uçak, silah, cephane ve diğer motorlu araçlar verilmesi.   Fakat Türkiye bu teşviklere karşı kesin bir cevap vermeyerek iç politikada daha kontrollü tedbirler alma yoluna gitmiştir.
 Nixon, Amerika'nın ulusal istikrarı için Türkiye’deki haşhaş endüstrisinin tamamen ortadan kaldırılması gerektiğini açıkça ifade ediyor ve “Eğer ABD bu konuda enerji ve kararlılıkla hareket ederse, 12 ile 24 ay içinde eroin trafiği tamamen ortadan kalkacak. […] Şimdi eğer eroin trafiğini bozmazsak, kısa süre içinde orta sınıf Amerikalıların eline geçecek ve durdurulamayabilir.” diyordu.  Sonuç olarak, 1969'da Türk afyon üretiminin durdurulması, bu hedefe ulaşma girişimlerinde birtakım taktikler benimseyen ABD için diplomatik yol en önemli öncelik hâline geldi. Nixon şöyle diyordu: “İhtiyaç duyulan şey, ekonomik teşviklerle birlikte önemli bir diplomatik girişimdir ve gerekirse Türkiye'yi işten çıkarmak için tasarlanmış yaptırımlar […]”   Bu doğrultuda Türkiye ve Amerika arasında karşılıklı mesajlaşma ve haber alma dönemi başlamıştır.
Nixon, Dışişleri Bakanlığı aracılığı ile Türkiye Başkanı Demirel’e iletmesi için gönderdiği mesajda şunları söylemiştir: “Cumhurbaşkanı ABD’de artan eroin bağımlılığı sorunundan derin rahatsızlık duymakta, yasalarımız ve icra yetkililerimiz bu sorunla başa çıkamıyor, tek çare ABD’ye eroin akışını engellemek (…) Cumhurbaşkanı, Türkiye’nin insani gerekçelerle afyon üretiminde aldığı kısıtlamaları takdir etmekte, ayrıca Demirel’in Haziran 1967’de Büyükelçi Hart’a üç ila dört yıl içinde haşhaş ekimini ortadan kaldırma taahhüdü ve Eylül 1968’de Türkiye’nin üretimi kısıtlamanın karşılığında imzalanan 3 milyon dolarlık AID kredisi sözleşmesinden sonra kaydedilen ilerlemenin de farkında. Türkiye’nin dokuz ilinde 1970 ilkbaharı ve yazında haşhaş ekme yetkisine sahip olduğunu ve GOT’un açıklamasına göre 1970 sonbaharında haşhaş ekimi yapılacak ilin yediye düşeceğini bilmekteyiz. GOT, 1972 hasadından dan sonra haşhaş üretiminin sona erdiğini duyurduğunda, Türk çiftçilerin elinde bulunan stoklarından dolayı üç yıl daha ticaret yapmaya devam edecek (…) Cumhurbaşkanı, Türkiye’nin bu sonbaharda haşhaş eken çiftçilerinin, ekimlerin altını sürüp tekrar ekim yapmamalarını şiddetle tavsiye etmektedir. Bunun karşılığında ise Türk Hükümetine, çiftçilerin zararlarını telafi etmesi için yaklaşık 5 milyon dolarlık ek kredi öngörüyoruz.”  
Başkan Nixon tarafından gelen bu mesaja Demirel şu yanıtı vermiştir. “Elimizden gelenin en iyisini yaptık. Türkiye bu sonbaharda on bir ilden dokuzunda haşhaş üretimini azalttı. Size bu yıl üretimi elimine edeceğimizi söylemiş olsaydık, bu mümkün olmazdı. Temizlediğimiz alanlar kaçakçılığın baskın olduğu alanlardır. Yüzlerce çiftçiye artık haşhaş ekimi yapmayacaksınız diye nasıl söyleyebiliriz? Türkiye’nin birçok yerinde çiftçilerin diyetinin önemli bir parçası olan yağları için haşhaş yetiştirilir. Başkan Nixon’ın görüşlerini anlıyorum. Siz de bizim problemimizi fark etmelisiniz. Size yapabileceğimiz en iyisini söyledik. Ancak, tekrar deneyeceğim. Çiftçilere gitmek ve onlardan ekinlerinin altına sürülmesini istemek imkânsız, onu kontrol edemeyiz…”  ABD’nin Türkiye büyükelçisi mesajın sonuna şu sözleri eklemiştir: “Başbakan, polis güçlerinin organizasyonu ve sınır kontrolleri hakkında konuştu. Örneğin, bazı yerlerde kaçakçılığı önlemek için mayınlar sınırlara konulmuştur. Başbakan, sorunun çiftçilerin büyük çoğunluğu ekmek parasını yalnızca haşhaş ekiminden kazandıklarını, haşhaş ekimi, bazı çiftçiler için bir kurum, bir yaşam biçimi olduğunu belirtti. Kampanya sırasında Malatya bölgesini ziyaret ederken havaalanından yola çıkana kadar her 100 metrede bir bulunan işaretlerde ‘Lütfen haşhaş ekimini yasaklamayın’ bulunmakta” olduğunu ifade etmiştir.  Fakat Nixon için Türkiye’nin zor durumda kalması önemli değildi, onun tek amacı Amerikalılara verdiği sözü gerçekleştirmekti. Yani Türkiye’de haşhaş yasaklanacaktı başka bir yolu yoktu. Ortaya çıkan “savaş” stratejisinin ilk başarısızlığına rağmen, Nixon yönetimi devam etti. Nixon yalnızca Türkiye üzerinde baskı yapmıyor aynı zamanda büyükelçi üzerinde de baskı yaparak bu konunun bir an evvel halledilmesini istiyordu.
Büyükelçi Hart, Washington’a çektiği mesajda: “Tekrardan Demirel ile görüştüm, Demirel’in mevcut mahsulün altından sürmenin siyasi ve teknik pratiklik açısından neredeyse imkânsız olduğunu düşünüyor. Ayrıca bunun bir para meselesi olmadığını, ancak sorunun üstesinden gelmek için yeni bir yol bulmak istediğini söylüyor. Senatör Javits de Başkan Sunay ile görüşmüş ve kendilerine narkotik bağımlılığını New York halkı üzerinde yıkıcı bir etki yaptığına dair etkili bir konuşma yapmış.”  diyordu.
ABD Dışişleri Bakanlığı ise Türkiye Büyükelçiliğine gönderdiği mesajda: “Türk hükûmeti, yıllardır Uluslararası Narkotik Kontrol Kuruluna toplam Türk afyon üretimi olarak rapor etmiş olup, raporda toplam üretim rakamları ile toplam yasal satış sözleşmelerini temsil eden rakamlar arasında geniş bir fark vardır. Aradaki rakam farkının büyük bir kısmı, çoğunlukla Fransa'ya ve oradan Batı Avrupa ve Amerika'ya eroin şeklinde yasadışı kanallara dönüştü. Narkotik Bürosu, sorunun büyüklüğü hakkında bir fikir vermek için, bu yıl ilaç firmalarına 76 ton afyon teklif eden Türklerin, 130 ton kadar üretilebileceğini tahmin ediyor. (…) 1970'ler için Türk enstitüsünün haşhaş dönümleri tahsisi ve sakız afyonu üretimi ve toplanması üzerinde daha sıkı kontroller yapması için artık çok geç. Şimdi yapmamız gereken, ister mevcut stoklar isterse gelecekteki üretim olsun, Türkiye'deki tüm afyonları toplamak için bir plan uygulamaktır. Türkiye hükûmeti, mevcut mahsulleri hasat edilmeden önce eğer durduramayacak bir pozisyon alırsa, acilen Türkiye hükûmeti ile iki hat çevresinde etkili iş birliğini arıyoruz; Birincisi: Genellikle yaz aylarında toprağa konulan ve sonbaharda hasat edilen ekimler dâhil daha fazla ekime izin verilmemesi. İkincisi: Türk hükûmetinin TMO ve kolluk kuvvetleri ile birlikte Türkiye'deki tüm afyonları toplamak ve ilaç firmalarına satışını gerçekleştirmek”  olduğunu ifade eder.
Dışişleri Bakanı Rogers ile Türkiye Büyükelçisi Melih Rauf Esenbel arasında, Türk afyon mahsulünün kontrolü üzerine yapılan görüşmede Rogers Esenbel’e, başbakan ve tüm Amerikalıların narkotik problemi hakkında ciddi bir şekilde endişelendiklerini belirterek, ABD ile Türkiye arasında tek sorunun bu olduğunu, paranın ABD için sorun olmadığını Türk çiftçilerin zararını ödemeye hazır olduklarını ifade etmiştir. Esenbel ise: “GOT'un sınırlarında bazı kontrol önlemleri alındı. Yasa dışı trafikle başa çıkmak için yeni bir güvenlik gücü hazırlanıyor. Türkiye bu alanda ABD, Fransa ve Almanya ile uzun yıllardır iş birliği yapmaktadır. Türkiye'de haşhaş tarımı ilk kırk iki ilden şu anda dokuza indirgenmiştir ve kısa süre sonra daha da kısıtlanacaktır. (…) Türk çiftçileri 800 yıldır yemeklik yağ için haşhaş yetiştiriyorlar. Bu nedenle, böyle bir geleneği kökünden sökmek o kadar kolay değildir. Zaman alacak. Bu gerçekten bir para meselesi değil.”  diyerek, ABD’nin haşhaş ekimini tamamen durdurma talebini karşılık oyalama taktiğini sürdürmüştür.
Büyükelçi Handley, Başbakan Demirel’e bu yılki mahsulün altına sürülmeye konusunda bir karara varılıp varılmadığını sorusuna karşılık Demirel: “Türkiye hükûmetinin bu yılki haşhaş mahsulünün altında pulluk yapabileceği hiçbir pratik yol yok.  Eğer bunu yapmaya kalkışırsak, hükümet güçleri ile halk arasında bir çatışma yaratır ve sorun daha da kötüleşir. (…) Bunu yapmak imkânsız. GOT tarafından afyon üretimini durduğumuz her ilde parti seçimleri kaybetti. Gelecek yıl hakkında henüz bir şey söyleyemiyoruz. Davayı inceleyeceğiz ve yardımcı olmak için elimizden geleni yapacağız.”  demiştir. Türk hükûmeti, ABD’ye cevap verirken bazı dengeleri gözeterek hareket etmiş ve tümüyle tepkisiz kalmak ABD’yi kızdırarak, olumsuz sonuçlara yol açabileceği düşüncesiyle, ABD Dışişleri Müsteşarı Elliot L. Richardson’ın 23 Nisan 1970’te Türkiye ziyaretinden bir gün önce Tarım Bakanı İlhami Ertem’in ağzından haşhaş ekim alanının 50 bin 600 hektardan 13 bin hektara indirileceğini duyurmuştur.  
Başbakan Demirel’in 38 Haziran 1970 tarihli Kararname’sinin ardından, haşhaşın yasal olarak yetiştirilebileceği alanların 1971’de dokuz ilden yedi ile 1972’ de ise ilkbahar hasadı ile dört ilde daha azaltılacağını duyurdu. Kararname, 1971 yılına kadar afyon yetiştiriciliğini tamamen yasaklamayı amaçlayan ABD'nin çabalarına bir engel teşkil etmekteydi. Bu durum Ankara’nın Washington'la olan ilişkisini giderek gerginleşmesine neden oldu.
Narkotik ve Tehlikeli İlaçlar Bürosu Müdürü (BNDD) John E. Ingersoll, 26 Ekim 1970 tarihli açıklamasında konunun önemini göstermek adına bazı rakamlar verdi: "On yıl önce ABD'de 60.000 narkotik bağımlısı olduğunu tahmin ettik; bugün bu miktar iki ila üç katıdır. Bağımlıların %97’si eroine bağımlı. Bağımlılık listemiz her yıl birkaç bin büyüyor ve 1969'da yeni bağımlıların sayısı bir önceki yıla göre iki katına çıktı. Uyuşturucu bağımlılığı sorunlarından etkilenen ailelerin sayısı da büyük oranda artmaktadır. İstatistiksel rakamlar, Amerikalı ailelerin neredeyse üçte birinin çocuklarının eroin bağımlılığından şikâyet ettiğini gösterdi.”  
Amerika kaynaklarında eroin kaçakçılığının ana kaynağı Türkiye olduğu tezi her geçen gün daha artıyordu; Amerika halkına bu konuyu kesin bir şekilde halledeceğine dair söz veren Nixon, İngersoll’un eline bir mektup vererek Türkiye’ye gönderdi. Bu gönderilen mektubun Johnson mektubu ile eş değer olduğunu vurgulayan Türkiye İşleri Ofisi Direktöründen Joseph J. Sisco, Yakın Doğu ve Güney Asya İşleri Dışişleri Bakan Yardımcısı'na gönderdiği “Türk Bebeğini Narkotik Banyo Suyu ile Dışarı Atmayalım” konulu memorandumda şunları ifade etmiştir: “Geçen aralık ayında Moynihan, Bill Handley ve bana, Türklerin afyonla bize karşı “saldırganlık” yapmasına misilleme olarak Sultanahmet Camii'ni bombalamamız gerektiğini söyledi.  Moynihan'ın şaka yaptığını düşündük. Şimdi, o kadar emin değilim. 1966'dan beri Demirel'e afyon konusunda ağır baskı yapıyoruz ve o haşhaşların yetiştiği illerden oy kaybına uğrayacağını bile bile giderek azaltıyor. (…) Demirel, 1971'de üretime son vereceğine söz verdi. Fakat bu gönderilecek mektup Türkiye’yi ABD’den daha da uzaklaştırabilir.”  Sisco, Türkiye’den istenilen taleplerin bu zorlamamalarla gerçekleşme şansı olmayacağını birkaç defa mesajda vurgulamıştır.
 İngersoll, kendisine verilen mektubu Başbakan Demirel'e ulaştırmıştı. Johnson mektubunun Türkiye'de yarattığı tepkiden sonra Nixon, mektubunda “gayet nazikane” ifadeler kullanıyor, yalnızca sorunun önemine değiniyordu. 10 Kasım 1970’te Demirel mektuba cevap olarak: “Konunun ciddiyetini bildiklerini ve yapıcı bir iş birliği kararlılığını saklı tuttuklarını: Ama Türkiye bu konuda tutumunu artık kesin bir dille ortaya koyulması gerektiğini düşünerek, Cenevre'deki Birleşmiş Milletler Uyuşturucu Maddeler Komisyonuna Büyükelçi Coşkun Kırca aracılığıyla “haşhaş ekimini tümüyle yasaklamayacağını” bildiriyordu.
Müzakereler çıkmaza girdiğinde Amerika Adalet Bakanı John Mitchell 20 Temmuz 1970’te Amerika Senatosunda yaptığı konuşmada: Türkiye’nin uyuşturucu trafiğini kontrol altına alana kadar Türkiye’ye ambargo uygulanması, ticaretin askıya alınması, hatta ilişkilerin askıya alınmasını sağlayacak bir sistem kurulması gerektiğini ifade etmiştir. ABD, Türkiye’ye vadettiği yardım ve tazminat paketlerinin istenilen etkiyi yaratmadığı fikrine vararak Türkiye'ye daha ciddi ekonomik ve askerî yaptırımlar uygulama tehdidinde bulunmaya karar verdi. ABD askeri hibe programı Türkiye için yılda 100 milyon ABD doları tutarında olduğu için bu ciddi bir tehditti ve ülke her yıl 40 milyon ABD doları yardım ve bu yardıma ek olarak 20 milyon ABD doları gıda yardımı almaktaydı. Fakat Türkiye hükûmeti bu tehdide teslim olmadı. ABD haşhaş ortadan kaldırılması karşılığında başka bir mali tazminat paketi teklif ettiğinde Türk hükümeti, ekonomisi yalnızca haşhaş mahsulüne dayanan 70.000 çiftçi ailenin siyasi ağırlığını ve hayatta kalma ihtimalini vurgulamaya devam etti.
Mitchell’in bu açıklaması Türkiye’de ABD’ye yönelik bir öfke patlamasına sebep olmuş: Devlet Bakanı ve Dışişleri Bakanı Vekili Turhan Bilgin, afyon ihracı konusunda Amerika Adalet Bakanının açıklaması ile ilgili olarak mecliste şunları ifade etmiştir: “Bu konu, Türk kamuoyunda günlerdir tartışılıyor. Gerçekte hükûmetiniz, her Türk hükûmetinin yapmakla mükellef olduğu, olacağı gerekli hassasiyeti göstermiş, Amerika'nın Ankara maslahatgüzarını davet ederek, teessür ve teessüflerini bildirmiştir. Maslahatgüzar, resmî bilgiler geldiğinde arz edeceğini söylemiştir. Amerika Birleşik Devletleri’nin resmî beyanı, bugünkü gazeteler ve bütün dünya matbuatında yayımlanmıştır. Türkiye Cumhuriyeti hükûmetinin bir üyesi, Hariciye Vekiline vekâlet eden bir vekil olarak bütün dünyaya ilan ediyorum ki bizi cezalandırmak, kimsenin haddi ve hakkı değildir. Böyle bir beyanda bulunan olursa, buna cüret eden olursa, sanki susacakmışız gibi kabul edip, bu kürsüye gelip, millî menfaatlerimize gölge düşürecek tarzda beyanda bulunmak, en hafif manasıyla, ucuz kahramanlıktır. Gelmiş- geçmiş ve gelecek bütün Türkiye Cumhuriyeti hükûmetleri Türk milletinin haysiyet ve şerefini, her şeyden ustun tutar.” Öte yandan, Tarım Bakanı İlhami Ertem ise Mecliste konu hakkında şunları söylemiştir: “Bugün, haşhaş ekimi ele alınmak suretiyle Türkiye’nin bağımsız olmadığı kamuoyunda işlenmek istenmektedir. Türkiye’de bir afyon ekim tanzimi vardır. Bu da Amerika’nın hatırı ile yapılmaz. 1963 yılında çıkarılan 245 sayılı Kanun ve 1966 yılında çıkan 812 sayılı Kanun’la tespit edilmiştir. Bu kanunlarda, beynelmilel anlaşmalara dayanmaktadır. Afyon ekimini ruhsata bağlayan kanun tasarısı hazırlanmıştır. Yakında meclise sunulacaktır. Buna göre, afyon ekimine sahilden ve sınırlarımızdan uzak bölgelerde müsaade edilecektir. Söylendiği gibi, afyon ihracından, büyük döviz sağlanmamıştır. Geçen yıl 3,5 milyon dolarlık ihracat yapılmıştır. Türkiye’de haşhaş ekimi ile geçinen 110 bin aile mevcuttur. Biz hükûmet olarak, haşhaş ekiminin, iller itibariyle tahdit yoluna gidiyoruz. Miktar itibariyle tahdidi düşünmüyoruz, biz anlaşmalara bağlıyız. Şerefli bir millet olarak, hemen belirteyim ki hiçbir devletin, Türkiye’nin işlerine karışmasına müsaade etmeyeceğiz.”  diyerek ABD’nin yaptırım tehditlerine karşı geri atım atmayacaklarını kesin bir dille ifade etmiştir.
ABD’nin Türkiye’ye karşı yapmış olduğu bu ekonomik tehdit ülke içinde Türkiye’nin bağımsız olup olmadığı konusunu gündeme taşımış: İçel Milletvekili Celal Kargılı, Mecliste bu konu hakkında yapmış olduğu konuşmada, Amerika Adalet Bakanının tehdidini müstehlik ülkelerine layık olacak tarzda bir azarlayış olarak niteleyerek, parlamentoyu tam bağımsızlık konusunda tam bir uyanışa ve birleşme çağrısında bulunmuştur. Kargılı konuşmasının devamında sayısal veriler ile Türkiye’nin haşhaş yetiştiren illerde yapılan kısıtlamalara ve Türkiye’nin afyon ihracatını yarı yarıya düşürdüğünü belirterek, bu verileri “Amerika'nın afyon için istediği sadece dostluk nişanesidir.” diyen, Tarım Bakanı İlhami Ertem’e cevap olarak göstermek istediğini ifade etmiştir.  Devlet Bakanı Turhan Bilgili, Mecliste Kargılı tarafından tam bağımsızlık sözlerine karşılık “Sanki Türk milleti tam bağımsız değilmiş gibi.” sözleriyle tepki göstermiştir. Tarım Bakanı İlhami Ertem ise bu sözlerin bir oyun olduğunu belirterek: “Oynanmak istenen oyun şudur; bugün haşhaş ekimini ele almak suretiyle, Türkiye'nin bir nevi bağımsız olmadığı vurgulanmak istenmekte ve Türkiye’nin Amerika emellerine uygun hareket ettiğini işlemektedir. İşte Sayın Kargılı tarafından yapılan konuşma bu temayı tamamen ortaya çıkarmıştır.” demiştir.  
ABD, Türkiye’den aldığı bu olumsuz yanıta rağmen vazgeçmeyerek Amerikan Tarım Bakanı Yardımcısı Joseph M. Robertson başkanlığında bir uzman ekip, Türk yetkilere haşhaş yerine başka ürünler yetiştirme konusunda tavsiye vermek üzere Türkiye’ye gönderilmiştir. Fakat bu durum ülke içinde ABD’ye karşı olan tepkiyi daha da alevlendirmiştir: Dev-Genç Başkanı Attila Sarp bir bildiri yayımlayarak halka şu çağrıda bulunmuştur: “Biz Amerikan emperyalistlerinin ve emrindeki iş birlikçilerinin anlaşmaları, oyunlarını bozmak için tüm haşhaş üreticilerini ve yurt severleri birlikte mücadeleye çağırıyoruz.” demiştir.  
Wasgington Post gazetesinde Amerika’nın Türkiye’ye karşı yapacağı yardımı “Afyon ekmekten vazgeç Amerika’dan yardım al.” sözüyle sloganlaştıran gazeteci Alfred Friendley kaleme aldığı yazıda, Türkiye’de afyon eken çiftçilerin yılda 10 milyon dolar gelir sağladıklarını ve yapılacak yardımla bunun karşılanmasına çalışılacağını ifade etmiştir. ABD, Türkiye’nin gündeminde olan Demirel’in kardeşlerinin yolsuzluk olayı ve tüm şiddetiyle devam eden öğrenci olayları gibi iç kaosları yakından takip ederek büyükelçi tarafından gün gün Washington’a rapor halinde gönderilmiş: Özellikle verilen raporlarda Demirel’in Türk askerî teşkilatıyla 1965’ten beri uyum içinde olmadığı CAS raporlarında yer almakta olduğu vurgulanmıştır.  Ayrıca ABD’nin Ankara Büyükelçisi Washington’a gönderdiği raporda, “Türkiye içinde bulunduğu bu karışıklıklar ile uğraşırken ABD Türkiye’ye birkaç yumruk atma fırsatını yakaladı.” ifadesi yer almaktadır.  Bu sözlerin üzerinden çok geçmeden Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından emir-komuta zinciri içerisinde 12 Mart Muhtırası verilmiştir. Türk demokrasi tarihinde ikinci müdahale olarak geçen 12 Mart 1971 Muhtırası,  ABD tarafından yapıldığı konusu hâlâ muamma kalsa da Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil, anılarında Demirel’in ABD Büyükelçisi’ne kesin bir ifade ile afyon ekimini durdurmanın imkânsız olduğunu söyledikten sonra, büyükelçinin: “Çok yazık bundan çok fena neticeler doğacak.” dediğini belirterek, “Çok fena neticeler belli oldu. Üç ay sonra bizim hükümetimiz düşürüldü.” der.  
İsmail Cem, Çağlayangil ile 7 Şubat 1974 tarihinde yaptığı mülakatta Çağlayangil, 12 Mart hakkında: “12 Mart’ta CIA vardır, büyük ölçüde vardır; 12 Mart’ta haşhaş vardır.” demiştir. Çağlayangil konuşmasının devamında: “12 Mart’tan bir süre önceydi. Böyle bir hareketin olacağı, Amerikan Sefiri tarafından bana ihsas edilmişti. Sefir; Sayın Çağlayangil, biz devlet olarak sabrederiz ama devlet dışında olanlar, devleti bile dinlemeyenler sabredemeyebilirler. Bundan açık bir şey olmaz: 12 Mart’ta CIA vardır. CIA Papadopulos’ta vardır. CIA Gizikis’te vardır. CIA’nın nasıl hareket edeceği tahmin edilemez.” demiştir.  Dönemin yaşananlarına yakında şahit olmuş biri olan Çağlayangil’in bu sözleri 12 Mart’ı meydana getiren önemli etmenlerinden birinin CIA olduğunu bize kanıtlar niteliktedir. Çağlayangil’e göre “Amerika ve CIA’nın tek başına iradesi tek başına bir hükûmeti devirmek için yeterli değildir. Ama o hükûmet zaten çeşitli zorluklar altında bunalmışsa, yani bir ortam varsa, CIA hem bu ortamın oluşmasında hem de son darbenin indirilmesinde katkıda bulunur.”  Çağlayangil’in bu sözleri Türkiye’de bulunan ABD temsilcilerinin Türkiye’deki iç karışıklık döneminde gün gün Washington’a raporlar göndererek durum hakkında bilgilendirmesi ve ABD temsilcisinin, Türkiye’nin bu zor durumundan çıkarları adına yararlanmasının tam zamanı olduğunu ifade etmesi, Çağlayangil’in bu sözlerine kanıttır. Nitekim Nihat Erim, İsmet İnönü ile görüşmesinde dönemin durumunu şöyle değerlendirmektedir: “Ben bugünkü gibi ılık, güneşli mayıs havasını çok severim, haz duyarım. Ama bakın karşıda kara bulutlar var. Bora, yağmur geliyor.’ dersem bunu kötümserlik saymayın.”  Erim’in tahmin ettiği gibi 12 Mart’ı hazırlayan iç sebepler artık 1970 Aralık ayında doruk noktaya ulaşmıştır. Erim, 3 Aralık 1970 tarihinde tuttuğu notlarda asker darbe yapacakmış rivayetlerinin sıkça tekrarlandığını söyleyerek, Genelkurmay Başkanı ve Kara Kuvvetleri Komutanı’nın yılbaşında yayımlamış olduğu sert bildirileri vurgular.   Turhan Bilge ise “12 Mart” başlıklı yazısında şunları belirtmiştir: “12 Mart Muhtırası öyle sanıldığı gibi pek çok kişi tarafından ifade edildiği gibi birdenbire ortaya çıkan bir tepkinin sonucu değildir. Aslında 12 Mart olayı, aktörleri tarafından çok daha önceden planlanmış bir senaryonun sadece bir cephenin gün yüzüne çıkmış bir bölümüydü. Aradan beş yıl geçtikten, sıkıyönetim mahkemelerinde pek çok dava görüldükten sonra anlaşıldı ki önceden çok önceden her şey iyiden iyiye tezgâhlanmıştı. Bu tezgâhların işinde dış güçler de faaliyet göstermişlerdi. Bu dış güçler sadece ideolojisi ideolojimize uymayan Doğu bloku ülkeleri, uzaklardaki Çin Halk Cumhuriyeti’nin görünmez güçleri değildi. Bunların yanı sıra, dost ve müttefik birtakım devletlerin de bu hazırlıklarda parmağı vardır.” diyen Bilge de 12 Mart olayında CIA’nın kilit nokta olduğunu işaret eder.  12 Mart’ta devrilen Başbakan Demirel 9 ay sonra yaptığı bir konuşmada, 12 Mart’ta kendi hükûmetinin düşürülmesini, yabancıların Türkiye’ye söz geçirmek ihtiyacına bağlar.  12 Mart 1971 Muhtırası’ndan sonra Demirel hükûmeti istifa etmek zorunda kalmış, yerine Nihat Erim hükûmeti gelmiştir. ABD darbeden hemen sonra CIA’dan Türkiye’de afyonu ortadan kaldırmak için yeni hükûmetin tutum ve yetenekleri hakkında bilgi isteyerek,  Nisan 1971’te ABD Dışişleri Bakanı William P. Rogers afyon sorunu görüşmek üzere Ankara’ya gönderdi. 17 Mayıs’ta ise ABD Büyükelçisi Handley, Erim'e afyon yetiştiriciliğinin yasaklanması durumunda Türk hükûmetine ve haşhaş çiftçilerine ABD tarafından yapılacak bir yardım belgesi sundu. Bu belgede haziranda çıkması mutat olan afyon fiyatları kararnamesiyle ekimin yasaklanması hâlinde, üreticilerin zararına karşılık tazminat verilmesi teklif edildi.  ABD’nin Türkiye’ye teklif ettiği yardım miktarı 35 milyon dolardı. Fakat bu rakam bazı Türk yetkililer tarafından az bulununca Erim ve büyükelçi arasında yapılan görüşmeler ile Türk hükûmetine döviz kazancını kaybetmesinden dolayı 15 milyon dolar tazminat ödenmesi yönünde düzenlemeler yapıldı.  Neticede Türk hükûmeti 30 Haziran 1971 tarihli afyon kararnamesi ile Türkiye sınırları içinde haşhaş ekiminin ve üretiminin 1972 yılının sonbaharından itibaren yasaklanacağını açıkladı. ABD’nin Türkiye’ye yapacağı yardımın ilk taksiti 7 Ocak 1972 tarihinde imzalanan 2 milyon dolarlık anlaşma ile 20 Ocak 1972 tarihli 300 bin dolarlık yardım anlaşmasının onaylanması ile afyon Türkiye’de yasaklanmıştır.  




KAYNAKÇA
Arşivi Belgeleri
Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, Fon Kodu: 30-10-0-0 Yer No:180-243-7, s. 1.
BCA, Fon Kodu:30-10-0-0 Yer No:180-243-7, s. 2-4.
BCA, Fon Kodu: 30-18-1-2 Yer No:17-10-7.   
BCA, Fon Kodu: 30-18-1 Yer No:20-33-4.
BCA, Fon Kodu: 30-18-1-2 Yer No:19-27-4.
BCA, Fon Kodu: 30-18-1-2 Yer No:19-30-16.
BCA, Fon Kodu:30-18-1-2 Yer No:32-80-7, s. 1-2.   
BCA, Fon Kodu:30-18-1-2 Yer No:38-58-8.
BCA, Fon Kodu:30-18-1-2 Yer No:64-36-9.
BCA, Fon Kodu:30-18-1-2 Yer No:158-40-6.
BCA, Fon Kodu: 30-18-1-2 Yer No:159-14-18.
BCA, Fon Kodu: 30-18-1-2 Yer No:159-18-1.
BCA, Fon Kodu: 30-18-1-2 Yer No: 160-30-18.
BCA, Fon Kodu:30-18-1-2 Yer No:169-20-4.
BCA, Fon Kodu:30-18-1-2 Yer No:173-52-19.
Resmi Yayınlar
TBMM Zabıt Ceridesi, Devre:2, C:23, Birleşim:64, 1.3.1926, s. 43.
TBMM ZC, Devre:3, Cilt:6, Birleşim:14, 15.12.1928, 53-54.
TBMM ZC, Devre:3, Cilt:6, Birleşim:14, 15.12.1928, 54-57.
TBMM ZC, Devre:4, Cilt:9, Birleşim:77, 3.7.1932, 481-484.
TBMM ZC, Devre:4, Cilt:12, Birleşim: 24, 14.1.1933, s. 94.
TBMM ZC, Devre:5, Cilt:26, Birleşim:80, 24.6.1938, s. 311-313.
Millet Meclisi Tutanak Dergisi, Dönem:3, Cilt:8, Birleşim:113, 24.7.1970,627-628.
Dışişleri Bakanlığı Belleteni, Ocak 1970, (5 Mart 1970), Sayı:64, s. 15.
Dışişleri Bakanlığı Belleteni, Ocak 1970, (24 Temmuz 1970), Sayı:64, s. 75.
Dışişleri Bakanlığı Belleteni, Ocak 1972, (18 Şubat 1972), Sayı:88, s. 97.
T.C. Resmî Gazete, 26 Ocak 1933.
T.C. Resmî Gazete, 28 Ağustos 1933.
Dökümanlar
“Telegram 188129 From the Department of State to the Embassy in Turkey”, (Washington, 6 November 1969), FOREIGN RELATIONS OF THE UNITED STATES, 1969–1976, VOLUME E–1, DOCUMENTS ON GLOBAL ISSUES, 1969–1972, (Page 2).
Request for a Recommendation on the Heroin Problem, “Memorandum for the Presıdent”, Washington, 20 October 1969, Foreign Relations, 1969-1976, Volume E-1, Documents on Global Issues, 1969-1972.
“Telegram 188129 From the Department of State to the Embassy in Turkey”, (Washington, 6 November 1969), FOREIGN RELATIONS OF THE UNITED STATES, 1969–1976, VOLUME E–1, DOCUMENTS ON GLOBAL ISSUES, 1969–1972, (Page 4-6).
Telegram 7775 From the Embassy in Turkey to the Department of State”, (Ankara, 17 November 1969), US Office of the Historian, Foreign Relations, 1969-1976, Volume E-1, Documents on Global Issues, 1969-1972, (Page 2).
 “Telegram 0378 From the Embassy in Turkey to the Department of State”, (Ankara, 21 January 1970), FOREIGN RELATIONS OF THE UNITED STATES, 1969–1976, VOLUME E–1, DOCUMENTS ON GLOBAL ISSUES, 1969–1972, (Page 2-3).
 “Telegram 42685 From the Department of State to the Embassy in Turkey”, Washington, 24 March 1970, FOREIGN RELATIONS OF THE UNITED STATES, 1969–1976, VOLUME E–1, DOCUMENTS ON GLOBAL ISSUES, 1969–1972, (Page 3).  
 “Memorandum of Conversation”, Wasginton, 1 April 1970, FOREIGN RELATIONS OF THE UNITED STATES, 1969–1976, VOLUME E–1, DOCUMENTS ON GLOBAL ISSUES, 1969–1972, (Page 2).
Telegram 1957 From the Embassy in Turkey to the Department of State, Ankara, 2 April 1970, FOREIGN RELATIONS OF THE UNITED STATES, 1969–1976, VOLUME E–1, DOCUMENTS ON GLOBAL ISSUES, 1969–1972, (Page 2).
“Intelligence Note Prepared in the Bureau of Intelligence and Research”, Washington, 4  August 1970, FOREIGN RELATIONS OF THE UNITED STATES, 1969–1976, VOLUME E–1, DOCUMENTS ON GLOBAL ISSUES, 1969–1972, (Page 3).
Memorandum From the Director of the Office of Turkish Affairs (Cash) to the Assistant Secretary of State for Near East and South Asian Affairs, Washington, 18 June 1970, Foreign Relations of the United States, 1969–1976, Volume XXIX, Eastern Europe; Eastern Mediterranean, 1969–1972, Office Of The Historian.
Paper Prepared in the Department of State, ‘POLITICAL SITUATION IN TURKEY’ FOREIGN RELATIONS OF THE UNITED STATES, 1969–1976, VOLUME XXIX, EASTERN EUROPE; EASTERN MEDITERRANEAN, 1969–1972.
Memorandum From the Presidentʼs Assistant for National Security Affairs (Kissinger) to President Nixon, Washington, 6 March 1971, FOREIGN RELATIONS OF THE UNITED STATES, 1969–1976, VOLUME XXIX, EASTERN EUROPE; EASTERN MEDITERRANEAN, 1969–1972.
Memorandum From Harold H. Saunders of the National Security Council Staff to the President’s Deputy Assistant for Domestic Affairs (Krogh), Washington, March 25, 1971, FOREIGN RELATIONS OF THE UNITED STATES, 1969–1976, VOLUME E–1, DOCUMENTS ON GLOBAL ISSUES, 1969–1972.

Kitap ve Makaleler
ABD Uzmanları Afyon için Türkiye’ye geldi, Milliyet, 25.07.1970, s. 1-9.
Afyon ekmekten vazgeç Amerika’dan Yardım al”, Milliyet, 26.07.1970, s. 1-9.
ALTAN, Suna (Bahar 2019), “Cenevre Afyon Konferansları ve Türkiye’nin Tutumu”, Çanakkale Araştırmaları Türk Yıllığı, Yıl:17, Sayı:26, 45-70.Arcayürek, Cüneyt (1985), Çankaya’ya Giden Yol (1971-1973), Ankara, Bilgi Yayınevi.
Cem, İsmail (2007), Tarih Açısından 12 Mart Nedenleri, Yapısı, Sonuçları, İstanbul, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
Çağlayangil, İhsan Sabri (1990), Anılarım, İstanbul, Yılmaz Yayınları.
Erim, Nihat (2005), Günlükler 1925-1979, II Cilt, Hazırlayan Ahmet Demirel, İstanbul, YKY.
Evered Kyle T. “The Opium Poppy in Turkey: Alternative Perspectives on a Controversial Crop” Uslu, Nasuh (1994) Turkey’s relationship with the United States 1960-1975. Doctoral thesis, Durham University.
Evered, KYLE T. (April 2011), “Tradıtıonal Ecologıes of the Opıum Poppy and Oral Hıstory ın Rural Turkey, Geographical Review, Vol. 101, No. 2, 164-182.
Evered, Kyle T. (July 2011), “Poppıes are Democracy!” a Crıtıcal Geopolıtıcs of Opıum Eradıcatıon and Reıntroductıon ın Turkey, The Geographical Review, 101(3), 299-315.
Kamminga, Jorrit (January 2011), “Opium poppy licensing in Turkey: A model to solve Afghanistan’s illegal opium economy”, The Internatıonal Councıl On Securıty And Development. http://www.jorritkamminga.com/wp-content/uploads/2016/04/A76_JK_Turkey_Report_0.pdf.
Oran, Baskın (2009), Türk Dış Politikası: Kurtuluş Savaşı’ndan Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar Cilt:1 1919-1980, İstanbul, İletişim Yayınları.
Soysüren, Ali H. (2014), 12 Mart Dönemi’nde Nihat Erim Hükûmetleri, Ankara, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları.
Spain, James W. (Summer 1975), “The United States, Turkey and the Poppy”, Middle East Journal, Vol. 29, No. 3, 295-309.
Taşlıgil, Nuran ve Güven Şahin (Haziran 2018), Tarihsel Süreçte Haşhaş (Papaver somniferum L.) Ve Afyon, Tarih Okulu Dergisi (TOD), Yıl 11, Sayı XXXIV, 163-196.
Turhan Bilge, “12 Mart”, 24.03.1976, Milliyet, s. 5.
Windle, James (March 2014), “A Very Gradual Suppression: A History of Turkish Opium Controls 1933-1974”, European Journal of Criminology 11(1), 195-212.
Wright, Quincy (Jul.1934), “The Narcotics Convention of 1931”, The American Journal of International Law Vol. 28, No. 3, 475-486.
Zentner, Joseph L. (Summer 1973), “The 1972 Turkısh Opıum Ban: Needle ın the Haystack Dıplomacy”, World Affairs Vol. 136, No. 1, 36-47.