TERÖR, TERÖRLE MÜCADELE VE BEKA SORUNU
Bulut Ömer MİMİROĞLU*
I.
Terör, Latince “terrere” sözcüğünden gelmektedir. Lügat anlamı “korkudan sarsıntı geçirme, korkudan dehşete düşmeye sebep olma” demektir.
3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununda ise;
“Terör; cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasî, hukukî, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemlerdir.” şeklinde tanımlanmıştır.
Bir jandarma subayı olarak meslek hayatımın yaklaşık 16 yılını terörle mücadelede geçirdim. Yaşantımın bana öğrettiği Terör tanımı ise şöyledir;
Bir devletin tarihi, ekonomik, sosyal ve kültürel hassasiyetlerinden istifade edilerek çoğunlukla o devletin vatandaşlarından, belli bir düşünce altında teşkil ve teçhiz edilmiş örgütlenmelerle, o ülkenin bekasına yönelik dış güçler tarafından icra edilen faaliyetlerin tamamıdır.
Bekaya yönelik örgütlenmeler silahlı olduğu gibi silahsız da olabilir. Biz Türk toplumu olarak bu örgütlenmelerin her türden örneklerini yaşamımız içinde gördük. Çok acılar çektik. Hala da bu acıları yaşıyoruz ve bunlarla yaşamaya ve yüzleşmeye de devam ediyoruz.
Bilindiği gibi üzerinde yaşadığımız coğrafya, dünyanın en değerli toprak parçasıdır. Bu toprak parçası, insanlık tarihinin en eski devirlerinden itibaren Türklerin ana yurdu olmuştur ve öyle de kalacaktır.
Türkiye’nin sahip olduğu coğrafi konum, dünya devletleri arasında jeopolitik ve jeostratejik önem arz etmektedir. Bu sebepledir ki dünya güç dengesini etkileyebilecek potansiyele sahiptir.
Türklerin tarihsel gelişimi şunu göstermiştir ki; 600 yıllık Osmanlı İmparatorluğunun yıkıntıları arasından yaşadığımız topraklar üzerinde filizlenip de devletleşmiş Türk toplumunun iki ana temel dayanağı vardır. Bunlar “Din” ve “Milliyetçilik” tir. Bu iki ana dayanağın önemini çok iyi bilen Mustafa Kemal Atatürk, bu iki temeli sağlamlaştırmak adına bunları kurumsallaştırmıştır. Bu maksatla;
Diyanet İşleri Başkanlığı 3 Mart 1924 tarihinde,
Türk Tarih Kurumu 12 Nisan 1931 tarihinde,
Türk Dil Kurumu ise 12 Temmuz 1932 tarihinde kurulmuştur.
Mustafa Kemal Atatürk, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’ni sağlam temeller üzerinde kurumsallaştırırken Nutuk’u 15 Ekim 1927- 20 Ekim 1927 tarihleri arasında 6 gün ( otuz altı buçuk saat) süre ile okumuş ve “Ey Türk İstikbalinin evladı! İşte bu ahval ve şeriat içinde dahi vazifen Türk İstiklal ve Cumhuriyeti’ni kurtarmaktır” diyerek eserini Türk Gençliğine hitap ederek bitirmiştir. Ayrıca ebedi hayata intikalinden 11 gün önce 29 Ekim 1938 tarihinde Türk Ordusuna verdiği mesajında “Türk vatanının ve Türk camiasının şan ve şerefini, dâhilî ve harici her türlü tehlikelere karşı korumaktan ibaret olan vazifeni…” sözüyle de Türk Vatanını ve Türklük Camiasını Türk Ordusuna emanet etmiştir.
O, 600 yıl boyunca dünyaya hükmetmiş bir imparatorluğun külleri arasından yeni bir devleti yoktan var edip şekillendirirken sağlam temeller üzerinde inşa ettiği devleti gençliğe emanet ederek gelecek yılların vizyonunu ve Türk Ordusuna verdiği mesajıyla da Türk Dünyası hedeflerini ortaya koymuştur. O’nun bu vizyonunun sınırları çok büyüktür. Bu vizyon, kısaca bölgesel ve küresel düşünmeyi ifade etmektedir.
Din, Dil, Türk Tarih ve Kültürüyle ilgili araştırmaların kurumlara emanet edilmiş olması yeni kurulan Türkiye Cumhuriyetinin sağlam temeller üzerinde yükselmesi açısından son derece önemlidir. Çünkü zamanla devletimize yönelik ortaya çıkmış her türden terör, bu sağlam temeller üzerinde oynanan oyunlarla ilgilidir. Asıl hedef, Din ve Milliyetçiliktir.
Ülkemizde Din ve Milliyetçilik üzerinden terör kurgusu yapılırken Türk toplumunun dini ve etnik yapısı esas alınmıştır. Özellikle azınlıklar üzerinden hareket edilirken Türk toplumunun etnik ve dini yapısına yönelik olarak bazı kesimler de azınlıkmış gibi gösterilerek bu algıyla teröre yönlendirilmiştir.
Azınlık konusuyla ilgili olarak Lozan anlaşmasına bakıldığında azınlık, Müslüman olmayanlar olarak belirlenmiştir. Tüm azınlıklar Türk uyruklu kabul edilmiş ve hiçbir şekilde ayrıcalık tanınmayacağı da belirtilmiştir. Azınlık olarak isim belirtilmemişse de bunlar Rum, Ermeni ve Yahudi cemaatleridir.
Bölücü terör süreci devam ederken, Kürtlerin ve Alevilerin azınlık olduğu iddiaları da ortaya atılmış hatta bu iddialar AB komisyonunun ilerleme raporlarına dahi girmiştir. AB ilerleme raporlarında; Türkiye’de Lozan anlaşmasıyla tanınan azınlıkların Ermeni, Yahudi ve Rumlar olduğuna, bunların dışındakilerin azınlık olarak tanınmadığına değinilmekte, tanınmayan azınlıklar ise çeşitli raporlarda; Kürtler, Aleviler, Çingeneler, Bahailer, Yehova Şahitleri, Boşnaklar ve Çerkezler olarak sayılmaktadır. Ülkemizin 11-12 Aralık 1999 Helsinki Zirvesinde adaylık statüsü kazanmasından sonra yayınlanan AB ilerleme raporlarına bakıldığında ise; Dini Özgürlükler, İfade özgürlükleri ve Kadın Haklarından bahsedilmesinin yanı sıra Kürtlerin ve Alevilerin azınlık olduğu vurgusu yapılmış ve bunlara “azınlık olarak tanımlanabilecek topluluklar” denilmiştir.
II.
Dünya savaşı sona erince savaş baltaları bir süreliğine toprağa gömülmüş ve iki kutuplu dünya için taraflar yerlerini aldıktan sonra soğuk savaşla birlikte devletler, meşru yollarla elde edilemeyen zaferlere ulaşmak için terör faaliyetlerine başvurmuşlardır.
Bu dönemde Türkiye Cumhuriyeti iki kutuplu dünya üzerinde özellikle güvenlik ve ekonomik nedenlerle kendisine yer ararken batıyı yani NATO’yu dost olarak seçmiş ve 1952 yılında NATO’ya girmiştir. Özellikle ABD ile yapılan ve halen sayılarının ne olduğu da kesin olarak bilinmeyen anlaşmalarla, toplumda başlayan değişim süreci ve NATO üyesi ülkelerle olan ilişkiler neticesinde ülkemiz terörle tanışmaya ve yüzleşmeye başlamıştır.
Mustafa Kemal Atatürk’ün vefatından sonraki bu dönem, karanlık ilişkilerin ve zorlukların yaşandığı yıllardır. Günümüzde yaşananları düşündüğümüzde; özellikle 1938-1952 yılları arasında meydana gelen olaylar, her şeyin sebebi olarak görünmektedir.
Bu tarihlerden itibaren başlayan terör olaylarına baktığımızda bunları (6) başlık altında toplamak mümkündür.
a. 1955-Kıbrıs- Rum, EOKA Terörü ve 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı,
b. 1968-1980 yılları arasında sağ-sol çatışmalarından kaynaklanan İdeolojik Terörizm,
c. 1970-1984 yılları arasında Ermeni Terörizmi,
d. 1984 yılından sonra Etnik Bölücü Terör,
e. 1990 yılından sonra Dini Motifli Terör Örgütleri
f. 15 Temmuz 2016 PDY-FETÖ Terörü
a. 1955-Kıbrıs- Rum, EOKA Terörü ve 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı
18 Şubat 1952 tarihinde TBMM’nin NATO anlaşmasını onaylamasından 4 ay sonra Kıbrıs’ta Türk Halkını yok edip adayı Yunanistan’a bağlamak için kurulmuş EOKA adlı terör örgütü, ilk gizli görüşmelerini 2 Temmuz 1952 tarihinde Atina’da Makarios’un başkanlığında yapmış ve 21 Haziran 1955 tarihinden itibaren adadaki Türklere karşı eylemlerine başlamıştır.
Türkiye Cumhuriyeti 20 Temmuz 1974 Kıbrıs Barış Harekâtıyla Kıbrıs’a sınır ötesi harekât yaparak bu teröre son vermiş ve devam eden süreçte 15 Kasım 1983 tarihinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti kurulmuştur.
b.1968-1980 Yılları Arasında “Sağ-Sol” Çatışmalarından Kaynaklanan İdeolojik Terörizm
Ülkemizde terörizmin gelişmesi sol gruplaşmalarla birlikte olmuştur. Bu doğrultuda ilk kurulan örgüt Türkiye Komünist Partisidir ve 1920’de Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de faaliyetlerine başlamıştır. Parti özellikle üniversite gençleri arasında zemin oluşturmaya çalışmıştır.1961 Anayasasının hak ve özgürlüklere önem vermesiyle birlikte sol faaliyetler hız kazanmıştır. İdeolojik alt yapıyla 1960-1970 arasında Türkiye İşçi Partisi, Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu ve öğrenci örgütü olarak da Fikir kulüpleri kurulmuştur. 1969’da Fikir Kulüpleri Dev-Genç adını almıştır. Bu dönemde hem devletin güvenlik güçleri hem de devletin bekasına sahip çıkan Türk milliyetçileri aşırı sol örgütlerin hedefi haline gelmiş, 1973 yılından sonra hızlı bir şekilde ülke anarşi ve terör sarmalının içine düşürülmüştür. Kökü dışarıda olan aşırı sol örgütlerin yarattığı anarşi ve terör ortamı 12 Eylül 1980 İhtilaline kadar sürmüş, hatta yaratılan ortam ihtilalin gerekçelerinden birini oluşturmuştur. Gençlik başta olmak üzere, polis, asker, bürokrasi ideolojik olarak bölünmüş, hatta sol kendi içinde kırk parçaya ayrılmıştır. “Bölünme” bununla da sınırlı kalmamış, Türk milleti etnik ve mezhep çatışmalarına doğru sürüklenmiştir.
c.1970-1984 Yılları Arasında Ermeni Terörizmi
Kıbrıs olaylarıyla birlikte yurt içinde “sağ-sol” ideolojik çatışmaları yaşanırken, bunlar yetmezmiş gibi 1970’li yıllarda sözde “Ermeni Soykırımını” kabul ettirmek ve Türkiye’nin doğusu ile Sovyet Ermenistan’ı kapsayan “bağımsız bir Ermenistan” kurmak amacıyla Ermeni terör örgütü ASALA ortaya çıkmış ve yurt dışındaki Türk görevlilerine, temsilciliklerine ve kuruluşlarına yönelik silahlı saldırılar şeklinde kısa zamanda hızlı bir tırmanış göstererek yoğunluk kazanmıştır. Bu dönemde, Avrupa ve doğu ülkeleri ile Suriye ve Lübnan`da üsler edinen örgüt elemanları, Kıbrıs Rumları ve Yunanistan ile işbirliği içine girerek eylemlerini gerçekleştirmişlerdir.
ASALA Teör örgütü, 1970-1984 tarihleri arasında 21 ülkede toplam 110 eylemle 42 diplomatı şehit etmişlerdir. Eylemleri ve suikastları sonucu 46 kişi ölmüş 299 kişi de yaralanmıştır.
d.1984 Yılından Sonra Etnik Bölücü Terör, Dini Motifli Terör Ve FETÖ Terörü;
1984 yılından sonra meydana gelen terör olayları, içinde bulunduğumuz coğrafyanın yeniden şekillendirilmesi maksadıyla kurgulanmış olaylardır. Bu tarihten itibaren Bölücü Terör Örgütü PKK sahneye itilmiş ve ASALA-Ermeni Terörü geri plana çekilmiştir. Zamanlama açısından bakıldığında Bölücü Terörün başlamasından kısa bir süre önce İsrail’in KIVINUM ODED YINON dergisinde Büyük İsrail haritası yayınlanmıştır. (Şubat 1982, sayı: 14)
Haritayla ilgili olarak ifade etmek gerekirse; Siyonizm’in kurucusu Theodore Herzl’e göre, Yahudi Devletinin toprakları Nil nehrinden Fırat nehrine kadar uzanmaktadır ve bu topraklar “Vadedilmiş Topraklardır.” Bu ideale ulaşabilmek için Ortadoğu haritasının parçalara ayrılması gerektiği açıkça görünmektedir. Günümüzde PKK, DEAŞ, YPG gibi tüm terör örgütleriyle Mısır, Suriye, Lübnan ve Irak topraklarında geniş anlamıyla Anadolu yarımadasıyla Ortadoğu’da meydana gelen tüm olayların altında yatan gerçek “Vadedilmiş Topraklara” ulaşmak idealidir. Ne yazık ki bu ideali savunan Yahudi cemaati de Lozan anlaşmasına göre ülkemizdeki azınlıklardandır.
Bölücü terörün ortaya çıkmasından önce teröre destek verecek sosyo-kültürel alt yapının nasıl hazırlandığına açıklık getirmek maksadıyla bir anımı burada aktarmak istiyorum.
Bölücü terörün ilk mermi sesi 15 Ağustos 1984 tarihinde SİİRT ilinin Eruh ilçesinden gelmesinden bir yıl sonra Kasım ayında HAKKÂRİ ili Yüksekova İlçesi Dağlıca sınır bölüğüne atandım. Atama emri olağanüstü bir durum olduğunu gösteriyordu. Çünkü kasım ayı atama dönemi içinde değildi ve çokça personel atama görmüştü.
Hakkâri iline gittiğimizde tüm atanmış personel ildeki tek sinema salonunda bir araya getirilip toplantıya alındı. Devletin istihbarat birimleri “Bölücü Terör” konusunda bilgi vereceklerdi.
Görevliler ülkenin doğusunda başlamış olan TERÖR konusunda bilgilendirme yapmaya çalışıyordu ama konuşulanlardan anlaşıldığı kadarıyla devlet görevlilerinin hiçbir şey bilmediği de açıkça görülüyordu. Bilgilendirme sırasında sinema perdesine birçok bilgi yansıtıldı. Yansıtılan bilgilerin hepsinin sonunda kocaman soru işaretleri göze çarpıyordu.
Terörü yaratanlar kimdi?
Bu örgüt nerede yaşıyor ve nerede geziniyordu?
Amaçları ve kuruluşları neydi?
Hangi silahları kullanıyorlar ve bu silahların özellikleri nelerdi?
Bunlar gibi çok sayıda soru cevapsız olarak ortaya konmuş ve toplantıya katılmış bizlerden bu sorulara cevap bulunması talep ediliyordu.
Benim gibi herkes şaşkınlıkla izliyordu. Bir devlet o güne kadar bilmediği, görmediği, duymadığı bir canavarla karşılaşmış ve bunu tanımlama ihtiyacı hissediyordu. Bu nasıl bir şeydi? Hiç anlayamamıştım. Bunun böyle mi olması gerekiyordu?
Göreve başladıktan bir süre sonra Bölük merkezine yaya olarak 4-5 saat uzaklıkta bulunan 8-10 haneli mezradan bir kişi geldi. Tek başınaydı ve dışarıda oldukça kalın bir kar tabakası vardı. Bu kar Haziran ayına kadar da öylece kalıp katman katman olacaktı.
Gelen şahıs 20-30 yaşları arasındaydı ve yürüyerek gelmişti. Elinde o yöre insanlarının baston yerine kullandığı bir ağaç dalı vardı. Gelen şahıs benimle görüşmek istediğini bir şekilde anlatmıştı.
Şahıs bize bir mektup getirmişti ve bunu okumamızı istiyordu. Mektubu vermesini istedim. Şahıs önce oturduğu yerden kalktı, üzerindeki kalın birkaç giysisini çıkardı sonra da en iç cebinde sakladığı naylona sarılmış mektubu özenle açıp bana verdi.
Mektup İngiltere’den geliyordu. Üzerindeki yazılı adresten bu şahsa gönderildiği belliydi. Mektubun zarfı açılmıştı. Görünen o ki mektup zarftan çıkarılmış ama okunamamış olduğundan bize kadar getirilmişti.
Mektubu aldım ve okuduk. Evet, mektup, gerçekten İngiltere’den geliyordu. Çok şaşırmıştık. Sonraki günlerde mektupla ilgili yaptığımız araştırmalarda öğrendiklerimiz bizi daha da çok şaşırtacaktı.
1986 yılından birkaç yıl önce yani 12 EYLÜL ihtilalinden sonra İngiltere hükümeti Türkiye Cumhuriyetinden bir talepte bulunmuş. İngiltere’de bir üniversitede tahsil gören İngiliz kız öğrencinin tez hazırlamak için araştırma yapmak maksadıyla ülkemize gelmesine müsaade edilmesini istemiş. Türkiye Cumhuriyeti de buna izin vermiş. Tez hazırlamak maksadıyla kız öğrenci, talep uygun görülünce de tüm zorlu yolları aşıp tek başına 8-10 haneli mezraya kadar gelip burada 6-8 ay kalmış, köy evlerinde onlar gibi yaşamış, dil bilmediği halde dili öğrenmiş ve çalışmalarını tamamlayıp İngiltere’ye geri dönmüş.
İşte bu kız mektup yazmış. Mektubu da Türkçe ve Kürtçeyi az da olsa bilmesine rağmen İngilizce yazmış. Belli ki mektubun başkaları tarafından da okunmasını istemiş. Mektupta da hal hatır sormaktan, selam göndermekten başka da bir şey yazmamıştı.
Köylülerle konuştum ve kız öğrencinin neler yaptığını da sordum. Kız öğrenci köyde ne yapılıyorsa hepsini yapmış bazen çobanlara eşlik etmiş bazen de kadınlara eşlik etmiş ve tüm bölgeyi gezip dolaşmıştı.
Bu konuda yapacak bir şey yoktu. Mektubu okuduktan ve yazılanları da izah ettikten sonra tekrar gelen kişiye geri verdim.
Sonraki günlerde her fırsatta bu mektubu konuştuk. Boş kaldığımız zamanlarda özellikle ağır kış mevsiminin karanlık, gaz lambası, mum ışığı altındaki gecelerinde güncel olan konu terördü ve biz de terörü anlamaya, sebepleri üzerinde düşünmeye ve alınacak tedbirler konusunda da fikir üretmeye çalışıyorduk. Tüm bunları düşünürken de bölgenin tarihi ve coğrafi özellikleri üzerindeki bilgilerimizi tazeliyorduk.
En çok merak edip de bir türlü anlayamadığımız konu mektupla ilgili öğrendiklerimizdi. Fakat tarih sayfalarını geriye doğru karıştırdığımızda bölgede İngiltere’nin nasıl etkin olduğu açıkça görünüyordu. Tüm coğrafya tarih boyunca İngiltere’nin ilgi alanı olmuştu.
III.
Bölücü terörün başladığı o yıllarda terörle mücadele edebilmek için yapılan tek şey güvenlik tedbirlerini artırmaktı. Koruma ve korunmadan başka bölücü teröre karşı alınacak tedbirlerde henüz bir konsept ortaya çıkmamıştı. Çünkü Hakkâri ilindeki sinema salonunda anlatılanlara bakılırsa henüz devletin istihbarat birimleri dahi bölücü terörle ilgili pek fazla bilgi sahibi değildi. Yıllar içinde bilgi ve tecrübe arttıkça terörle mücadele tedbirleri de gelişmeye başladı.
1987 yılına gelince artan terör olayları nedeniyle Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da 13 ili kapsayan OHAL ilan edildi. OHAL ilanıyla devlet, bölgede teröre karşı mücadele alanını belirlemiş ve mücadeleyi tek elden sevk ve idare etmeye başlamıştı. Böylece bürokratik engeller ortadan kaldırılıyor meydana gelen olaylara karşı reaksiyon süresi de kısalmış oluyordu.
Bölücü terörün gelişmesi ve teröre karşı atılan adımları algılayabilmek için o yılların kısa bir kronolojisine bakmanın yararlı olacağına şüphe yok. Aşağıdaki kronoloji ayrıntılı olarak incelendiğinde görüleceği üzere teröre destek veren güç merkezlerinin hangi amaçta olduklarını anlamak da kolay olacaktır. Bu nedenle kronoloji içinde ülkemiz aleyhinde meydana gelen gelişmeler “italik” karakterde gösterilmiştir.
-1985 yaz döneminde batıda görevli askeri birlikler geçici olarak teröristle mücadele görevi ile bölgeye sevk edilmiş ve teröristlerin hareket alanı daraltılmıştır.
-1985 GKK-Geçici Köy koruculuğu uygulaması başlatılmıştır.
-1987 OHAL ilanı
-1987 Bölgede profesyonel birliklerin, helikopterlerin ve özel silahların kullanılması
-1991 Terörle Mücadele yasasının çıkarılması
-1991 Alan Hâkimiyeti Konsepti uygulamaya konulmuştur.
-Terör olaylarının başladığı 1984 yılından itibaren ABD’den gece uçuş kabiliyeti olan taarruz helikopterleri alınması için yapılan girişimler reddedilmiş, helikopterler ancak 1991 yılında terörle mücadelede kullanılmaya başlamıştır.
-25 Aralık 1991 tarihinde Sovyetler Birliği Devlet Başkanı Mihail Gorbaçov’un istifa etmesinin ardından Sovyetler Birliğini teşkil eden Cumhuriyetlerin bağımsızlığını kazanmalarıyla Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği dağılmıştır.
-Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla birlikte Dini Motifli Terör Örgütlenmelerinin artış göstermesi ve bu örgütlerle mücadele maksadıyla Orta Asya ile Ortadoğu bölgelerine askeri müdahalelerinin başlaması
-1991 1. Körfez savaşı
-Körfez savaşı sonrasında Saddam rejiminin, Kuzey Irak’a yönelmesi ve Türkiye sınırına doğru kitlesel bir göç dalgası sonucunda 36 ve 42 inci paralel kısıtlamalarıyla “Çekiç Güç” olarak bilinen “Huzur Operasyonu-1991- 1 Mayıs 2003”
-1992 Büyük çaplı sınır ötesi operasyonlarının başlaması
-4 Ekim 1992 Kürdistan Federe Kürt Devletinin kurulduğu ilan edilip Barzani ve Talabani güçlerinin birleşmesi sağlandı.
-14 Kasım 1992 tarihinde Suriye, İran ve Türkiye Ankara görüşmelerinde Irak kuzeyinde bir Kürt Devleti kurulmasına izin vermeyecekleri konusunda anlaşmaya vardılar.
-1993 Topyekûn Savaş Politikası, Milli Güç Unsurlarının kullanılması konusunda iradenin ortaya çıkması.
-1993 Olayları (Uğur Mumcu, Adnan Kahveci, J.Gn.K. Or. Eşref Bitlis’in uçağının düşmesi, Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın ölümü, Bingöl’de 33 askerin şehit edilmesi, Sivas Madımak Oteli olayı, Diyarbakır J. Bölge K. Tuğg. Bahtiyar Aydın’ın şehit edilmesi vs.)
-20 Kasım 1993 Suriye ile Türkiye bir güvenlik protokolü imzalamış ve Suriye’deki PKK faaliyetlerinin yasaklandığı duyurulmuştur.
-1993 Gönüllü Köy Koruculuğu uygulamasına geçilmiştir,
-1994 Termal kameralar kullanılarak gece görüş imkânları artırılmış ve gece operasyonları yaygınlaştırılmıştır.
-23 Temmuz 1994 tarihinde düzenlenen Paris Konferansında ABD, İngiltere, Fransa, KYB (Talabani) ve KDP (Barzani) temsilcileri bölgesel yönetimin devletleştirilmesi yönünde önemli kararlar almışlardır.
-1994 yılında ABD, İnsan Hakları İhlal iddialarını öne sürerek Türkiye’ye verilecek yardımın bir bölümünü askıya almıştır.
-Ocak 1995’de Avrupa’da “Sürgündeki Kürt Parlemantosu” kurulmuş, PKK’nın finanse ettiği ve yayınlarını hazırladığı MED TV yayına başlamış Türkiye, Londra’dan yayın yapan MED TV yayınlarının kesilmesi için İngiltere’ye baskı yapmıştır.
-Nevruz’un 1996 yılından itibaren resmi bayram olarak kutlanması kararı, 21 Mart tarihini terör örgütü PKK için kitlesel eylemler yapabileceği bir gün olmaktan çıkarmıştır.
-KKK Orgeneral Atilla Ateş 17 Temmuz 1998 tarihinde terör örgütü PKK’nın desteklenmeye devam edilmesi halinde Suriye’ye karşı güç kullanılacağını açıklamış ve bu çıkış bölgeye kaydırılan askeri kuvvetlerle de desteklenmiştir.
-1 Ekim 1998 günü TBMM açılış konuşmasında Cumhurbaşkanı Demirel “Türkiye’nin gerekirse Suriye ile savaşa hazır olduğunu” açıklamıştır.
-Bölücü başı 15 Şubat 1999 tarihinde yakalanıp Türkiye’ye getirilmiştir.
IV.
Bölücü başının teslim edilme süreci, Türkiye’nin Suriye’ye askeri müdahalesini önlemek maksadıyla yapıldığını göstermektedir. Aksi takdirde Türkiye, Suriye’ye askeri bir harekâta girişirse bölge üzerinde etkili olan devletler (ABD, Rusya, İngiltere, İsrail, Fransa, Almanya vs.) arasında kriz ortaya çıkacak ilerleyen zamanda Türkiye’yi Suriye topraklarından çıkarmak da ayrı bir sorunu beraberinde getirecektir. Çünkü Kıbrıs Barış Harekâtı sonucu ortaya çıkan durum hala ortadadır ve Türk Silahlı Kuvvetleri Kıbrıs’ta varlığını devam ettirmektedir. Bu sonuç ne batı ne de doğu bloku için kabul edilebilir bir sonuç değildir. Bu nedenle bölücü başının yakalanmasından sonra yeni bir dönem başlamıştır.
-Eylül 1999 bölücü başının yakalanmasından sonra PKK’nın tek taraflı olarak ateşkes ilan etmesi ve tüm güçlerini yurt dışına çekerek Kandil dağında üsleneceklerini açıklaması.
-Şubat 2000 PKK’nın resmi olarak savaşın sona erdiğini ve artık görüşmelere aracılığıyla çözüm arayacağını açıklaması.
-11 Eylül 2001 saldırısı
-07 Ekim 2001 ABD ve İngiltere tarafından Afganistan savaşının başlatılması.
-24 Eylül 2002 İngiliz hükümeti tarafından Saddam Hüseyin’in elinde kitle imha silahları olduğuna ilişkin dosyanın yayınlanması.
-01 Mart tezkeresinin TBMM’de ret edilmesi.
-20 Mart 2003 ABD ve İngiltere öncülüğünde BM Güvenlik konseyinin kuvvet kullanılması yönünde bir kararı olmadan Irak’a askeri müdahalenin başlaması.
-04 Temmuz 2003 Çuval olayı
01 Haziran 2004 PKK’nın ateşkesi sona erdirerek silahlı faaliyetlere başlaması.
V.
Geçmiş yıllarda bir süreliğine Irak’da görev yaptım. O yıllar sırasında irtibatlı olduğumuz bir şahıs, yıllar sonra 2005-2007 yılları arasında aşağıdaki bilgiyi ulaştırdı. Ben de bu bilgiyi üst makamlara yazı ile ilettim.
Bu bilgiye göre; Irak kuzeyinde yapılan toplantılarda ABD’liler bir plan üzerinde uzun zamandır çalıştıklarını ifade ediyorlar, plana göre;
ABD Irak’a müdahale ederek Irak kuzeyini ayırdı ve bir özerk bölge yarattı, ileride İran ve Suriye’ye de askeri müdahale edilerek buradaki kürt parçaları da ayrılacak, Türkiye Cumhuriyetine askeri bir müdahale yapılmayacak ancak Türkiye’de yakın zamanda öyle önemli gelişmeler olacak ki bu gelişmeler sonrasında Türkiye, öncelikle “demokratik özerkliği” kabul edecek ve sonra Abdullah Öcalan ya ev hapsine çıkarılacak ya da yurt dışına sürgüne gönderilecek ve nihayet 2019 yılında da tüm parçalar birleştirilerek bağımsız bir Kürt Devleti kurulacak.
Bu bilginin bana ulaştırıldığı tarih, ateşkesin çeşitli bahanelerle kaldırılmasıyla başlayan yeni sürecin ilk yıllarıdır. Tezkere geçmemiş, çuval olayı meydana gelmiş ve PKK ateşkesi bozarak tekrar sahada boy göstermeye başlamıştır.
Yukarıdaki bilgiye göre ABD’NİN bölgeyle ilgili planının safhaları bellidir ve bu safhalar şu şekilde sıralanmıştır;
-Kuzey Irak’da özerk yapının oluşması,
-Suriye ve İran’a yapılacak askeri müdahalelerle bu bölgelerde de özerk yapıların oluşturulması,
-Türkiye’de önemli gelişmelerin yaşanması,
-Türkiye’nin kendiliğinden “demokratik özerkliği” kabullenmesi,
-Abdullah Öcalan’ın ev hapsine çıkarılması veya yurt dışına sürgüne gönderilmesi,
-Tüm parçaların birleştirilerek 2019 yılında da Bağımsız Kürt Devletinin kurulması.
Sıralanmış bu safhalar zincirine dikkat edilirse meydana gelen olaylar zinciri 2019 yılına kadar devam etmesi planlanan sürecin kronolojisi gibi görünmektedir. 2004 tarihindeki ateşkesin bozulmasından sonraki kronolojiye genel hatlarıyla kısaca bakıldığında ana başlıklarıyla şunları görürüz;
-2009 Demokratik açılım çalışmaları kapsamında Oslo’da başlayan “Müzakere Süreci”
-Ergenekon, balyoz, Poyrazköy gibi davalar süreciyle TSK’lerindeki bir kısım personelin tasfiye edilmesi
-28 Aralık 2011 Uludere (Roboski) olayı
-Ocak 2013 tarihinden itibaren PKK’nın silahları bırakması ve sınır dışına çekilmesi ile şiddete bulaşmamış PKK’lıların topluma kazandırılması için başlatılan “Çözüm Süreci”
-17 Aralık 2013 soruşturması, rüşvet skandalı
-2013 Taksim Gezi Parkı olayları
-19 Ocak 2014 MİT tırları olayı
-8-9-10 Ekim 2014 Suriye-Kobani olayları; IŞİD/DAEŞ’in Irak ve Suriye’de elinde bulundurduğu bölgeleri birleştirerek “Hilafet” ilan etmesi ve 2014 yılının Ocak ayı başında Afrin-Kobani-Cizre’de özerklik ilan etmesi sonucu ABD Hava Kuvvetlerinin PYD’ye destek vermeye başlaması.
-2015-2016 Hendek operasyonları
-24 Kasım 2015 Rus uçağının düşürülmesi
-Suriye-Rojova (sözde Batı Kürdistan) çatışmaları
-15 Temmuz 2016 FETÖ darbe girişimi
Darbe girişimi ile dış güçlerin yıllar içinde devlet bürokrasisine yerleştirdiği yapı deşifre olmuş ve Türk Toplumu ile Devlet acı gerçeklerle yüzleşmek zorunda kalmıştır. Artık o tarihten sonra atılacak her adım, tüm terör örgütlenmelerine karşı olacaktır. Bu maksatla bölgesel ve küresel anlamda yeni baştan bir güç dengesi oluşturulmasına çalışılmıştır. Çünkü FETÖ örgütlenmesi, soruşturma ve kovuşturmalarla ortaya çıkarıldıkça arkasındaki güç merkezleri de deşifre olmaktadır.
ANKARA 4. Ağır Ceza Mahkemesinde 2016/238- FETÖ Çatı davasında tanık beyanlarındaki şu ifadeler dikkat çekicidir.
“…geldiğimiz bu noktada örgütün amacının İslam ve Ülkemize hizmet etmenin ötesinde işbirliği içinde bulunduğu ABD, AB ve İsrail’e hizmet etmek onların çıkarları doğrultusunda hareket etmek ve dünyanın yönetimini ele geçirmektir.”
Bir başka ifadede; “…her ay faaliyet raporumuzu Amerikan Büyükelçiliği, İsrail Büyükelçiliğine, İngiltere Büyükelçiliğine aylık verilme noktası olunca…, …bize öğretmen olarak gelen öğretim görevlisi olarak gelen üniversitemize kolejlerimize gelen Amerikalılar vardı, Amerikan vatandaşları. Daha sonra biz bunu gördük ki bunlar öğretmen ama CIA ile FBI ile bağlantılı kişiler olduğunu daha sonra geçte olsa fark ettik. Örnek verirsek heyet halinde de bizim bu okullarımız üniversitelerimiz Amerika’dan gelen bir heyet altında teftiş ediliyordu…”
Halen soruşturma ve kovuşturması devam eden birçok FETÖ davasında yukarıda yazılı ifadelere benzer çokça tanık ifadesi mevcuttur. Bu ifadelerin hepsinde FETÖ’nün dış güç tarafından nasıl kurgulandığı ve örgüt faaliyetlerinin nasıl yürütüldüğü konusunda açıklık mevcuttur. Gizli hiçbir konu kalmamıştır. Yıllar içinde Türkiye Cumhuriyetinin bekasına yönelik dış güçler tarafından kurgulanıp uygulamaya konulmuş terör faaliyetlerinin hepsinde Din ve Milliyetçilik temelleri üzerinden icraatlar yapılmıştır. Hedef bellidir. Cumhuriyetin ilk yıllarında kurumsallaştırılmış sağlam temeller üzerinde oynanacak oyunlarla Türk Halkını bölmek, parçalamak, yönetmek ve yok etmektir.
Tüm terör örgütlenmeleriyle yapılacak mücadelede kesin sonuç alabilmenin yolu, adımların doğru ve zamanında atılmasıyla olacaktır. Bu nedenle Devlet ’de böyle yapmıştır. 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında atılan adımların neler olduğuna kronolojik olarak baktığımızda bunu çok açık olarak görebiliriz. Öncelik elbette güç dengesinin oluşturulması ve bölgede inisiyatifin ele alınması olacaktır. Öyle de yapılmıştır.
-17 Temmuz 2016 Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Putin telefonla görüşerek ağustos ayının ilk haftasında yüz yüze görüşme konusunda mutabık kalmışlardır.
-20 Temmuz 2016 OHAL ilanı
-22 Temmuz 2016 Rusya Başbakanı Medvedev Türk hükümeti ile ticari ve ekonomik işbirliğinin devam etmesine yönelik kararnameyi imzalamıştır.
--Cumhurbaşkanı Erdoğan, 09 Ağustos’ta ilk kez Rusya’yı ziyaret etmiştir.
-24 Ağustos 2016 Suriye’nin kuzeyinde ulusal güvenliğe yönelik tehdit oluşturan terör unsurlarının etkisiz hale getirilmesi ve sınır güvenliğinin sağlanması maksadıyla “Fırat Kalkanı Harekâtı” yapılmıştır.
-10 Ekim 2016 Türkiye ve Rusya arasında Türk Akım Gaz Boru Hattı Projesi anlaşmanın imzalanması
-19 Aralık 2016 Rusya’da Türkiye ve İran Dışişleri Bakanlarının katılacağı Suriye zirvesine saatler kala Rusya’nın Ankara Büyükelçisi Andrey KARLOV, Ankara’da katıldığı bir fotoğraf sergisinde uğradığı silahlı saldırıda hayatının kaybetmiştir.
-20 Aralık 2016 Moskova’da bir araya gelen Türkiye, Rusya ve İran Dışişleri Bakanları ortak bir deklarasyonla Suriye’de ateşkes yapılmasını kararlaştırmışlardır.
-23 Ocak 2017 Astana görüşmeleri- Suriye’de ateşkesin denetlenmesi için Türkiye, Rusya ve İran arasında üçlü bir mekanizma kurulması, ortak bir görev gücü kurulması ve çatışmazlık bölgelerinin oluşturulmasıyla, güvenlikli bölgelerde gözlem ve kontrol noktalarının tesisi kararlaştırılmıştır.
-14-15 Mayıs 2017 Modern İpek Yolu projesi için Pekin’de zirve toplantısı
-Haziran 2017 Katar ve Türkiye arasındaki anlaşma gereği Türk askerinin başkent Doha’daki El Rayyan Üssünde bulunması kararlaştırılmıştır.
-Ekim 2017 Somali’de 50 milyon dolarlık askeri eğitim merkezinin açılması
-22 Kasım 2017 Soçi zirvesi- Suriye’de tüm tarafların katılacağı Ulusal Diyalog Kongresi düzenlenmesi ve Anayasa komitesinin kurulması
-Aralık 2017 Sudan Sevakin adasının Türkiye’ye tahsis edilmesiyle Katar-Somali-Sudan üçgeninde dünya deniz ticaret yolu üzerinde stratejik adımın tamamlanması
-29 Aralık 2017 Rusya ile S-400 anlaşması
-30 Aralık 2017 Norveç’ten alınan ilk sondaj gemisinin Akdeniz’de yapılacak petrol ve doğalgaz sondajı için İzmit körfezine gelmesi
-16 Nisan 2017 Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemine geçmek maksadıyla referandum yapılması
-10 Mayıs 2017 ABD Başkanı Trump’ın terör örgütü PKK/PYD’ye ağır silah verilmesiyle ilgili kararı onaylaması.
-11 Mayıs 2017 ABD tarafından terör örgütü PKK/PYD’ye ağır silah sevkiyatının başlaması.
-07 Haziran 2017 Irak Kürt Bölgesel Yönetimince (IKBY) Bağımsızlık referandumunun 25 Eylül’de yapılacağının planlandığı konusunda açıklama
-25 Eylül 2017 Kuzey Irak’ta referandumun yapılması ve Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından yüzde 92.73 Evet sonucunun yok hükmünde olduğu konusunda açıklama yapılması
-08-14 Aralık 2017 TSK tarafından Irak kuzeyinde büyük ve orta çaplı operasyonlara başlanılması
-20 Ocak 2018 Afrin bölgesine yönelik YPG’nin bölgeden temizlenmesi amacıyla Zeytin Dalı Harekâtının başlaması
-10 Mart 2018 TSK tarafından Hakurk-Kandil bölgesini içine alan Kuzey Irak’a operasyon başlatılması
-03 Nisan 2018 Akkuyu Nükleer Santrali için Rusya ve Türkiye tarafından temel atılması
-14 Nisan 2018 Suriye’de 7 Nisan tarihinde Esad rejimince Duma’da 80 kişinin öldüğü hava saldırısında kimyasal silah kullandığı iddiasıyla ABD, İngiltere ve Fransa tarafından belirli hedeflere füze saldırısı yapılması
-18 Nisan 2018 erken seçim kararının alınması ve 24 Haziran seçimlerinin tamamlanmasıyla yönetim sisteminde değişikliğe geçiş sürecinin başlaması.
Ülkemizin terör mücadelesi, Türkiye’nin bekasını sağlamak yolunda uzun soluklu bir mücadeledir. Bu mücadele; ikinci Dünya savaşı sonrasında Türkiye’nin NATO’ya dâhil olması sonucu Kıbrıs olaylarıyla başlamış ve yıllar içinde üst üste bindirilmiş ve kurgulanmış farklı ideolojiler altında, azınlıklar ve azınlıkmış gibi gösterilmeye çalışılan guruplar üzerinden ortaya çıkmış örgütlenmelere karşı sürdürülmüştür. Dünyanın hiçbir ülkesinde bu derece uzun soluklu bir mücadele yapılmamıştır. Devlet; Millet ve Devlet olma bilincinin temel dayanakları olan Din ve Milliyetçilik üzerinde oynanan oyunlarla, yıllar içinde öncelikle dıştan ve sonra içten gelen saldırılarla tahrip edilip ele geçirilmeye çalışılmıştır. Yukarıdaki kronoloji teröre karşı nasıl bir mücadele verildiğini açıkça ortaya koymaktadır.
Bu güne kadar 15 Temmuz girişimi sonrasında OHAL kararlarıyla bürokratik yapıya nüfus etmiş devşirme yapının kökünü kazıyacak adli ve idari tedbirler alınırken, 16 Nisan 2017 referandumuyla Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemine geçilecek adım atılmış, Milli hedeflere ulaşmak ve sınır güvenliğini sağlamak maksadıyla gerekli tedbirler alınırken sınır ötesine harekâtlar gerçekleştirilmiştir.
Devleti yeni baştan yapılandıracak adımları atmak üzere çalışmalara hız verilip içten ve dıştan gelecek tüm saldırılara karşı koymak için Milli Duruş anlamında Millet İttifakı yapılmış ve 24 Haziran seçimleriyle sistem değişikliğine gidilip Devletin Bekası yolunda Millet İttifakı için Türk Milletinden gerekli onay alınmıştır. Önümüzdeki süreçte Devlet, yeniden yapılandırılacak ve liyakata dayalı kadrolarla her sorunun üzerinden gelecek adımlar atılarak dünyanın güç dengeleri değişecektir.
Şu bilinmelidir ki; Türkiye’de azınlıklarla ve/veya azınlık gibi gösterilmeye çalışılanlarla ilgili hiçbir sorun olmadığı gibi “Kürt sorunu” da yoktur. “Terör sorunu” vardır. Bu sorun toplumun iç dinamiklerinden gelen bir sorun değil, dışarıdan yönlendirme ve yapılanmalar sonrasında yaratılıp uygulamaya konulmuş bir sorundur.
Yaşadığımız topraklar dünyanın en değerli toprak parçasıdır. Bu coğrafyaya ve tüm insanlığa karşı sorumluluklarımız olduğu da bir gerçektir. Önümüzdeki süreçte; bu bilinçle adımlar atılmalı ve büyük bir kararlılıkla eldeki inisiyatif doğrultusunda terörle mücadele Milli Hedefler doğrultusunda sonuçlandırılmalı ve Türk Milletinin ve Devletinin bekası için “Türk Devlet Aklı”; insanlığa hizmet etmek adına yeni bir vizyonla küresel güce dönüştürülmelidir.