TERÖR BATAKLIĞINDAN TAM BAĞIMSIZLIĞA
Bulut Ömer MİMİROĞLU
Emekli Tuğgeneral
I.
Kronoloji (zaman dizin), olayların tarihsel sıralanması ile ilgili bilim dalıdır. Tarih bilimi ile yakından ilgili olan bu bilim dalı,oluşum süreçlerinin tarihlenmesi ve raporlanması ile uğraşmaktadır. Ancak tüm bilim dalları tarafından kullanılmakta olan bu dal, meydana gelmiş olayları anlamlandırabilmek ve geleceği planlayabilmek adına yapılacak değerlendirmeler açısından son derece önemlidir.
Biz devlet olarak öyle bir coğrafyada yaşıyoruz ki; bu bölgede meydana gelen olayların kronolojisi, geleceği görmek ve planlamak açısından,dünyanın diğer bölgelerine göre çok daha fazla fırsatlar ve avantajlar sunmaktadır. İlk insandan bugüne devam eden sürecin tüm izlerini, bu coğrafyada görmek mümkündür. Dolayısıyla yaşanmış ve yaşanmakta olanlar açısından baktığımızda ileride neler olabileceğini kestirmek güçlü bir olasılıktır.Gelecek konusundaki öngörülerimizin gerçekleşmiş olması bizi diğerlerine göre avantajlı duruma getirir ve bize “genişlemiş inisiyatif alanıyla” fırsatlar sunar. Bu nedenle tarihsel süreç içinde yaşanmış ne varsa irdelemek ve bu doğrultuda gelecek konusunda öngörüler ortaya koymalıyız.
Bölücü terör konusunu irdelerken bazı araştırmacılar gibi konuyu iki safhaya ayırmak kanaatimce en doğru olandır. Birinci safha bölücü teröristbaşı Abdullah Öcalan’ın yakalanışına kadar geçen süreç ikinci safha ise bundan sonraki süreçtir.
Bölücübaşı Abdullah Öcalan’ın teslim edilişine kadar geçen süreçte; silahlı terör, ilk çıkış noktası olan Suriye’den Irak’a geçiş yapmış, Irak topraklarını kendine yurt edindikten sonra Ülkemiz topraklarında yaşam alanları oluşturmuş ve yoğun çatışmaların yaşandığı yıllar sonrasında da Suriye toprakları kararlı bir şekilde hedef gösterilince, dış güçler tarafından ABD-İsrail ortaklığıyla Kenya üzerinden teslim edilmiştir. Burada dikkat edilmesi gereken husus, Suriye konusundaki kararlılıktır.
O yıllarda dış güçler tarafından Türkiye’nin Suriye topraklarına girip orada kalmasının yaratacağı sonuçlar öngörülememiştir. Çünkü bu coğrafyadaki asıl büyük oyuncu Türkiye Cumhuriyeti’dir ve tarih boyunca bu coğrafyayı kendisine yurt edinmiş Türk milletinin neler yapabileceği endişe yaratmıştır. Bu nedenle de bu millet, bu vatan ve bu devlet her zaman dış güçlerin hedefi olmuştur ve olacaktır da. Fakat biz Türk toplumu olarak bunu ne derece de algılıyoruz işte burası şüphe ile doludur.
TSK’lerde uzun yıllar çatışma ortamlarında görev yapmışbir asker olarak şunu ifade etmek isterim ki dünyanın en güçlü ordusu Türk Silahlı Kuvvetleridir ve biz her yönüyle güçlü bir devlet yönetimine sahibiz.
Dış güçler veya diğer bir ifadeyle üst akıl açısından bakılırsa Türkiye Cumhuriyeti, kontrol dışında kendi hâline bırakılacak bir devlet değildir ve her zaman kontrol edilebilir hâlde tutulması zorunludur. Çünkü tarihsel geçmişi, mahremiyeti, değer yargıları, toplum yapısı, din, dil, kültür konusundaki duyarlılığı, yönetim anlayışı onun neler yapabileceğini göstermektedir. Üzerinden 40 yıl geçmesine rağmen hâlâ Kıbrıs Barış Harekâtı tüm dünyanın kursağında oturmaktadır. Bu nedenle AB kapısında 50 yılı aşkın süredir bekletilmekte, ekonomik bir güce dönüşmemesi için önüne demokratikleşme gibibir çok engeller konulmakta ve savunma sanayisinin gelişmemesi için de her türlü tedbir alınmaktadır.
Bölücü teröristbaşının 15 ŞUBAT 1999 da teslim alınmasından sonra bölücü terörle ilgili yeni bir süreç başlamıştır. Bölücübaşının Suriye’den çıkışıyla PKK’nın ipleri de başta ABD ve İsrail olmak üzere başka güç odaklarının eline geçmiş ve özellikle ABD, örgütü yönetme konusunda tek başına inisiyatif kazanmıştır.Yeni süreçte oyun kurucular değişince bir takım değişikliklerin meydana gelmesi de kaçınılmaz olacaktır. Başlangıçta bölgede barış umudu vardır ve çatışma yoktur.
Önce 20 Ocak 2001 tarihinde ABD başkanı olarak George W.Bush göreve başlar ve 8 ay sonra 11 EYLÜL saldırısı meydana gelir, arkasından 7EKİM 2001 tarihinde 11 EYLÜL saldırısı gerekçe gösterilerek AFGANİSTAN savaşı başlayacaktır.
24 Eylül 2002’de İngiliz hükûmeti tarafından Saddam Hüseyin'in elindeki kitle imha silahlarına ilişkin dosyanın yayınlanmasıyla Irak savaşının da ilk adımı atılacaktır.
Ülkemizde ise bölücübaşının teslim alınma sürecindeki hükûmet, koalisyon hükûmetidir ancak Başbakan, KIBRIS konusundaki süreci ülkemiz lehine sonuçlandırmış olan Bülent Ecevit’tir.
Önce Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in 19 Şubat 2001'deki MGK toplantısında dönemin Başbakanı Bülent Ecevit'e Anayasa kitapçığını fırlatmasıyla başlayan “2001 Türkiye Ekonomik Krizi” ortaya çıkacak ve kamuoyunda "Kara Çarşamba"olarak adlandırılan bu süreç siyasi bir krize dönüşecektir.
8 Temmuz 2002'de, Ecevit'in sağ kolu olarak nitelendirilen Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan, Dışişleri Bakanı İsmail Cem, DSP'li bakanlar ve milletvekillerinin istifa etmesiyle 3 KASIM Seçimi yapılacak ve daha sonra da 18 Kasım 2002’de Abdullah GÜL'ÜN 58. hükûmeti kurmasıyla 57. hükûmetin görevi de sona erecektir.
Dikkat edilirse koalisyon hükûmetinin dağılma süreci ekonomik gerekçelerle başlamış ve tamamlanmıştır. Bu süreçteki (Kara Çarşamba-2001 Türkiye Ekonomi Krizi) ana oyuncular, vadesi gelmemiş kredilerini geri çekmeye başlayan küresel güç merkezinin kontrolündeki yabancı bankalar ile“Gerekirse devalüasyon yapın, ek veya sıcak para da beklemeyin.” söylevinde bulunan IMF’dir.
Aslında olan şudur; bölücübaşının teslim alınması sürecini yönetip IRAK topraklarındaki terör bataklığını kurutmak için Saddam yönetimiyle uzlaşma yolunda adım atmış hükûmet, belirlenmiş çizginin dışına çıkınca birbirini tetikleyen olaylar zinciriyle parçalanmış ve yerini yeni bir parti yönetimine bırakmıştır. O güne kadar TBMM’de temsil edilmemiş yeni bir partinin büyük oyuncuyu (Türkiye Cumhuriyeti) yönetmesi,oyun kurucular (dış güç) veya üst akıl açısından daha uygun bulunmuştur çünkü bölge her yönüyle yeniden yapılandırılacaktır.
ABD Başkanı değişmiş Afganistan’da savaş başlamış, IRAK Savaşı’nın ilk adımları için gerekçeler ortaya konulmuş ve bölücü başının teslim alma sürecini yöneten koalisyon hükûmeti de yerini yeni bir hükûmete bırakmıştır.
Artık bölgede kartlar yeniden dağıtılacaktır. Oyun masası oyun kurucular (üst akıl) tarafından yeniden kurulurken kapalı kapılar ardında hazırlanıp son şekli verilen planlar da yürürlüğe konulacaktır. Gizli planların uygulanabilmesi için tüm taraflar ve özellikle büyük oyuncu (TürkiyeCumhuriyeti), ürkütülmemeli samimi bir havayla süreç yönetilmelidir. Bu sürecien uygun şekilde yönetebilmek adına da ABD ve İngiltere bölücübaşının teslim edilmesiyle yeni bir sürecin planlamasını da yapmışlar ve bölgenin yeni baştan yapılanmasını sağlamak için Irak’a yapılacak bir müdahalenin de temellerini atmışlardır.
Onların söylevine göre; Irak’ta kimyasal silah vardır ve birçok ülkeyi tehdit etmektedir ayrıca müdahale edilerek Irak özgürleştirilmelidir.
Neticede 20 Mart 2003 tarihinde Irak’a askerî müdahale başlamıştır. Ancak işler başlangıçta arzu edildiği gibi ilerlememiştir. Bölgenin büyük oyuncusununda yapacakları vardır ve 1 MART Tezkeresi bir şekilde TBMM’den geçmemiştir. Budurum onlar için hem sürpriz hem de değildir. Bu saatten sonra geri dönüş yoktur ve kurulan oyun, bir şekilde oynanmalıdır. Bunun için alternatif planı devreye sokarak Irak Savaşı sürecini sürdürürler. Ancak bu andan itibaren büyük oyuncuyu kendi hâline bırakmayacaklardır, hâlâ tam olarak arzu edildiği şekliyle yönlendiremedikleri bu ülkeyi yeni bir anlayışla “toplumsal algı operasyonlarıyla”kontrol altında tutacaklardır. Yıllardır yaptıkları yatırımın kazancını alma zamanı gelmiştir ve onu kendi içinden FETÖ ile yöneteceklerdir. Şimdilik bu savaşın galibi yoktur.
1 MART Tezkeresi’nin TBMM’den geçmemesi bölge açısından çok önemlidir ve nedenleri bugün hâlâ kamuoyunda tartışılmaya devam etmektedir. Oylama sırasında yerli ve yabancı medyada öyle bir hava estirilmiştir ki sayım tamamlanmadan tezkerenin geçtiği farz edilerek yorumlar yapılmış ve canlı bağlantılarla kamuoyu algısı yaratılmıştır.
Sayım sonucu açıklandıktan sonra ise dakikalar öncesindeki haberler hiç yapılmamışçasına herkes kabuğuna çekilip derin düşünceler içine girivermiştir.Ben o anki tabloyu başka bir yerde daha hatırlıyorum. Hatırladığım tarih 1 MART Tezkeresi’nden çok fazla uzak değildir. Tarih 24 NİSAN 2004-Kıbrıs Annan Planı Halk Oylaması, oylama sonucu beklentileri karşılamamıştır ve yine medya,kamuoyu algısında yanılmış herkes yine kabuğuna çekilivermiştir.
Tezkere geçmemiş ve ABD, Türkiye üzerinden yapmayı düşündüğü harekâtı iptal edip IRAK Savaşı’nı başlatmıştır. Neticede tezkerenin TBMM’den geçmemiş olmasının elbette ki birtakım sonuçları olacaktır. Oyunu kuranların başka planları da vardır. Biri olmazsa diğeri olacaktır. Dişe diş süren bu mücadelenin galibi heran değişmekte ancak büyük oyuncuyu oyun alanında kontrol altında tutmak zor olmaktadır.
Neticede oyun kurucular ileriye dönük birkaç adım daha atarlar. Bunlar içinde akılda kalan en önemlilerinden birisi Çuval Olayı’dır.4 Temmuz 2003 günü Kuzey Irak'ın Süleymaniye kentinde karargâh kurmuş bulunan Türk Silahlı Kuvvetleri mensubu ve Türkmen mihmandarları Irak'taki işgal kuvvetlerinin bir parçası olan Amerikan 173. Hava İndirme Tugayına bağlı askerlerce ve yanlarında peşmergelerin de bulunduğu bir ortamda, sürpriz bir baskın sonucu derdest edilmişler ve başlarına çuval (kukuleta) geçirilmek suretiyle götürülüp 60 saat süresince alıkonulmuşlardır.
1 MART Tezkeresi’nin üzerinden 4 ay gibi kısa bir süre sonra gerçekleşmiş bu olayın, ABD’nin Bağımsızlık Günü kutlamalarına denk gelmesi olayın nederecede planlanmış olduğunu ortaya koymaktadır.Ne kadar zarar vereceklerse verecekler ve büyük oyuncunun bölgedeki etkisini silip onu oyun alanında kontrol etmeye çalışacaklardır. Ancak ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar onun bölge üzerindeki etkisini silmek o kadar da kolay değildir çünkü onun bölgeyle olan bağları öylesine kuvvetlidir ki o bağları bir çırpıda koparmak mümkün değildir.
II.
Şimdi olayı daha iyi algılayabilmek adına buraya kadar yaşananları tarihsel olaraksıralayalım:
15 ŞUBAT 1999 bölücü başının teslim alınışı.
EYLÜL 1999 bölücü başının yakalanmasından sonra PKK’nın tek taraflı olarak ateşkes ilan etmesi ve tüm güçlerini Türkiye Cumhuriyeti topraklarından çekerek Kandil dağlarında üsleneceklerini açıklaması.
Şubat 2000 PKK’nın resmî olarak savaşın sona erdiğini ve artık görüşmeler aracılığıyla çözüm arayacağını açıklaması.
19 ŞUBAT 2001 Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in MGK toplantısında dönemin başbakanı Bülent Ecevit'e Anayasa kitapçığını fırlatmasıyla 2001 Türkiye ekonomik krizinin başlaması.
20 OCAK 2001 ABD başkanı olarak Cumhuriyetçi partiden George W. Bush’un göreve başlaması.
11 EYLÜL 2001 11 EYLÜL saldırısı.
07 EKİM 2001 ABD ve İngiltere tarafından Afganistan Savaşı’nın başlatılması.
NİSAN 2002 PKK adının değiştirilerek KADEK adını alması.
08 TEMMUZ 2002 Ecevit'in sağ kolu olarak nitelendirilen Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan, Dışişleri Bakanı İsmail Cem, DSP'li bakanlar ve milletvekillerinin istifa etmesi.
24 EYLÜL 2002 İngiliz hükûmeti tarafından Saddam Hüseyin'in elinde kitle imha silahları olduğuna ilişkin dosyanın yayımlanması.
03 KASIM 2002 Seçiminin yapılması.
18 KASIM 2002 Abdullah Gül'ün 58. hükûmeti kurmasıyla 57. hükûmetin görevinin sona ermesi.
01 MART 2003 Tezkerenin reddedilmesi.
20 MART 2003 ABD ve İngiltere öncülüğünde Irak’a askerî müdahalenin başlaması.
04TEMMUZ 2003 Çuval Olayı.
EKİM 2003 PKK/ KADEK, KONGRA-GEL adını alması.
01 HAZİRAN 2004 PKK/KADEK, ateşkesi sona erdirerek silahlı faaliyetlere başlaması.
Tezkerenin geçmemesiyle yeni bir sürecin başlaması da doğaldır.Plan değişmiştir. Eğer tezkere geçmiş olsaydı başta ABD olmak üzere oyun kurucuların bölgeyle ilgili diğer planları işlerlik kazanmış olacaktı. Belki debir oldu bitti ile tezkerenin kapsamına uygun olarak İskenderun Körfezi’nden Silopi’ye,Silopi’den Irak’ın güneyine ve Suriye’nin kuzeyinde Akdeniz’e kadar olan bir havza kontrol altına alınacak ve günümüzde yapılmaya çalışılan koridor açma faaliyeti bir anda oluverecekti. Ancak olan olmuştur ve tezkere geçmeyince bu olasılıklar o an için geçerliliğini yitirmiştir.
Tezkerenin geçmemesiyle başlayan kronolojiye dikkat edildiğinde görüleceği üzere ABD’nin Bağımsızlık Günü kutlamalarına denk gelen 4 TEMMUZ 2003 tarihinde Çuval Olayı meydana gelmiş ve PKK/ KONGRA-GEL HAZİRAN 2004 tarihinde ateşkesi sona erdirerek silahlı faaliyetlerine başlamıştır.
Anlaşılan odur ki tezkerenin geçmemesiyle tekrar çatışma ortamına dönülüp yeni plan yürürlüğe konmuştur.
Peki, yeni plan nedir?
Bu konuda herkes bir şeyler söylüyor. Planın ne olduğunu anlamak için neler söylendiğine değil nelerin olduğuna ve nelerin yapıldığına bakmakdaha doğrudur. Çünkü tüm icraatlar kamuoyu algısı ile yapılmaktadır. Gerçek ise farklıdır. Oyunu kuranlar için önemli olan kamuoyunu, algıyla yönetmektir. Onlar, öncelikle insanların ilgisini bir noktaya çekmek isterler daha sonra insanları bir düşünce etrafında birleştirmek ve birleşmiş insan topluluklarını da yönetmek isterler. Bu nedenle doğruyu kavramak adına biz meydana gelen olaylara ve olayların akışına bakarak gerçeği görebiliriz.
2004 tarihinden sonra meydana gelen terör olaylarına bakıldığında 1984-1999 çatışma döneminden farklı olarak PKK’nın, batıdaki şehirlerde yaşayan sivilleri de hedef almaya başladığı görülecektir. Nitekim 2005'te Kuşadası, 2006'da Adana, Marmaris, Antalya ve Mersin ile 2007'de Ankara'daki saldırılar bunun göstergesi olacaktır. Oyun alanı genişleyip ateş,tüm yurt sathına yayılmıştır.
Tüm yurt sathının yangın yerine dönüşmesi mi arzu edilmiştir? Gerçekten neden örgüt eylemlerine başlamıştır? Bahane hazırdır;askeri operasyonlar, hükûmetin sözde Kürt sorununa kayıtsız kalması ve PKK’nın çağrılarının görmezden gelinmesi, işte hepsi bu kadar…
Peki, bu konuda hiç istihbarat elde edilememiş midir?
III.
Geçmiş yıllarda bir süreliğine Irak’ta görev yaptım. O yıllar sırasında irtibatlı olduğumuz bir şahıs, yıllar sonra2005-2007 yılları arasında aşağıdaki bilgiyi ulaştırdı. Ben de bu bilgiyi üst makamlara yazı ile ilettim.
Bu bilgiye göre; Irak kuzeyinde yapılan toplantılarda ABD’liler bir plan üzerinde uzun zamandır çalıştıklarını ifade ediyorlar, plana göre;
ABD, Irak’a müdahale ederek Irakkuzeyini ayırdı ve bir özerk bölge yarattı, ileride İran ve Suriye’ye de askerî müdahale edilerek buradaki Kürt parçaları da ayrılacak, Türkiye Cumhuriyeti’ne askerî bir müdahale yapılmayacak ancak Türkiye’de yakın zamanda öyle önemli gelişmeler olacak ki bu gelişmeler sonrasında Türkiye, öncelikle “demokratik özerkliği” kabul edecek ve sonra Abdullah Öcalan ya ev hapsine çıkarılacak yada yurt dışına sürgüne gönderilecek ve nihayet 2019 yılında da tüm parçalar birleştirilerek “bağımsız bir Kürt devleti”kurulacak.
Bu bilginin bana ulaştırıldığı tarih, ateşkesin çeşitli bahanelerle kaldırılmasıyla başlayan yeni sürecin ilk yıllarıdır. Tezkere geçmemiş, Çuval Olayı meydana gelmiş ve PKK ateşkesi bozarak tekrar sahada boy göstermeye başlamıştır.
Yukarıdaki bilgiye göre ABD’nin bölgeyle ilgili planının safhaları bellidir ve bu safhalar şu şekilde sıralanmıştır:
-Kuzey Irak’ta özerk yapının oluşması.
-Suriye ve İran’a yapılacak askerî müdahalelerle bu bölgelerde de özerk yapıların oluşturulması,
-Türkiye’de önemli gelişmelerin yaşanması.
-Türkiye’nin kendiliğinden özerk bir yapıyı kabullenmesi.
-Abdullah Öcalan’ın ev hapsine çıkarılması veya yurt dışına sürgüne gönderilmesi.
-Tüm parçaların birleştirilerek 2019 yılında bağımsız Kürt devletinin kurulması.
Sıralanmış bu safhalar zincirine dikkat edilirse meydana gelen olaylar zinciri 2019 yılına kadar devam etmesi planlanan sürecin kronolojisi gibi görünmektedir. 2004 tarihindeki ateşkesin bozulmasından sonraki kronolojiye genel hatlarıyla kısaca bakıldığında ana başlıklarıyla şunları görürüz:
Oslo Görüşmeleri
Çözüm Süreci
Ergenekon, Balyoz, Poyrazköy gibi davalar süreci
28 Aralık 2011 Uludere (Roboski) Olayı
17 Aralık 2013 Soruşturması, Türkiye rüşvet skandalı
2013 Taksim Gezi Parkı Olayları
19 Ocak 2014 Mit Tırları Olayı
8-9-10 Ekim 2014 Kobani Olayları
2015-2016 Hendek Operasyonları
24 Kasım 2015 Rus uçağının düşürülmesi
Suriye-Rojova çatışmaları
15 Temmuz Darbe Girişimi
Henüz 2017 yılındayız istihbarat bilgisine bakarsak 2019 yılına kadar devam eden süreçte bölgede daha birçok sürpriz gelişmelerin yaşanacağı aşikârdır. Olayların akışına müdahale edilmediği takdirde oyun kurucuların bölgedeki inisiyatifleri de devam edecektir. Ülkemizi de içine alan coğrafyada devam eden olayların götürülmek istendiği son nokta; “Bağımsız bir Kürt devleti yaratmak” fikridir.
Tezkerenin geçmemesiyle bölgeyle ilgili planlarını tadil etmek zorunda kalan oyun kurucuların yeni oyunlarını yaşayarak gördük ve görmeye de devam edeceğiz. Irak ve Suriye topraklarındaki hedeflerine ulaşabilmek için gereken gerekçe bir anda ortaya çıkıp ortalığı kasıp kavurmaya başladığında, karşımızda birden IŞİD/DAEŞ örgütünü buluverdik.Oyunun yeni kuralı belliydi “terörle mücadele”.
Irak ve Suriye topraklarında Kürt devleti hedefine ulaşabilmek için IŞİD/DEAŞ örgütüyle savaşılıp terörle mücadeleedilecek ve bunun için de güvenilir dost güç olarak Suriye’de yapılandırılmış olan PKK’NIN uzantısı YPG kullanılacaktı. Türkiye ise kontrol altına alınacak ve barış içinde çözülmeye doğru götürülecekti.
Evet, bu planın başarıya ulaşabilmesiiçin tüm bölge IŞİD/DAEŞ teröründen temizlenmeli ve bu örgütle savaşılmalıydı.Bu örgütle savaş devam ederken topraklarımızda başlatılan çözüm süreciyle de sonuca gidilmeye çalışılacaktı. Her olasılık düşünülmüş olacak ki FETÖ devlet kadrolarındaki uzantılarıyla süreci yönetiyor ve haksız olarak açılan çeşitli davalarla da TSK içindeki yapının da önü açılıyordu. Çözüm süreciyle ilgili tıkanıklık hâlinde en üst makamlara kadar yargısal saldırılar yapılıyor ve devlet içinden ve dışından gelen baskılarla uçuruma doğru sürüklenip oyun kurucuların isteklerine boyun eğecek, diz çökecek konuma getirilmeye çalışılıyordu.
Büyük oyuncunun (Türkiye) tarihsel süreçte yaptıkları ortadaydı. Bu konuda öngörüler tutarlı değildi. Dolayısıyla artık eski devirlerde olduğu gibi çizgi dışına çıkılmayacak ve herhangi bir oldu bittiyede müsaade edilmeyecekti. Bunun için her yer dinlenecek ve atılacak adımlar önceden öğrenilecekti. Yıllar süren çalışmalar sonunda öyle bir ağ (FETÖ)kurulmuştu ki bu ağ, Türk halkının manevi duyguları üzerinden “saadet zinciri”olarak faaliyet gösteriyor ve her adımda zincire yeni halkaların dâhil olması için de çaba sarf ediliyordu.
Büyük oyuncu kıskıvrak elegeçirilmiş ve tüm damarlarına kadar nüfus edilmişti. Komşu ülkelerinin hepsiyle arasına nifak sokulmuş ve en son olarak uçak düşürülme olayıyla Rusya ile olan ilişkileri de bozulmuştu.Yakında Avrupa’da dost da bulamayacaktı. Hiçbir zaman hataya izin verilmeyecek ve en güçsüz olduğu anda da bölgenin büyük oyuncusuna asıl darbe vurulacaktı.
Öyle de yapıldı, 15 Temmuz girişimiyle Türk halkı ve devleti gerçeklerle yüzleşmek zorunda kaldı. Bu girişimle oyun kurucular asıl başarının şimdi geleceğinden emin olarak masa başında yerlerini almış sonucu beklerlerken bir anda her şey tersine dönüverdi.Türk halkı sokağa çıkıp birlik olmuş devletine sahip çıkarak bedenini silah yapıp savaşıyordu. İşte bunu öngörememişlerdi.
Büyük oyuncu olabilmenin de kuralları ve iç dinamikleri vardır. İç dinamikler harekete geçince onun neler yapabileceğinin öngörüsü olmaz. Olmayacaktır da. O anda millet, devlet ve inanç konusunda Türk insanının genlerinde var olan dinamik harekete geçmiştir. Bu durumda olan insanlarda iç denge yoktur. Her şey bilinçsizce yapılır, korku ve endişe duyguları yok olur. O duygular yerini üstün cesaret gösterisine bırakır. Bu insanların oluşturduğu yapı yani devletde öyle hareket edecektir.
Bir süre sonra devlet (büyük oyuncu),içindeki ihaneti görünce harekete geçmiş ve Rusya ile arasını düzeltip,içindeki pisliği temizlerken Suriye topraklarına adımını atarak yapması gerekenleri uygulamaya başlamıştır. Artık hedefi bellidir. Her yerden geleni kazlara kulaklarını tıkayıp üzerine düşen vazifeyi yapacaktır. Önüne ne çıkarsa çıksın yıkıp geçecektir. En büyük korkusu yavaş olmasıdır. Acelecidir,telaşsız, kontrollü ve kararlıdır. İç dinamiklerinden gelen sesin isteklerine uyacak buna ulaşmak için gerekirse işleyiş sistemini de değiştirecektir ve öylede olmuştur. Millî güç unsurlarını yönetecek yapıya referandumla geçiş yapmış ve inisiyatifi tek elde toplamıştır.
Dünya artık ona dar gelmektedir.Önündeki engeli aşmış sel suları gibidir. Onu durdurmanın pek yolu yoktur.Duygu yoğunluğuna ulaşıncaya kadar durmayacak ve tarihî emellerine, millî hedeflerine ulaşmak için yoluna devam edecektir. Onun duygu yoğunluğu millî hedefleriyle bire bir örtüşmektedir. Ancak ozaman sakinleşe bilecektir.
O şunu çok iyi bilmektedir ki millîhedeflerine ulaşabilmenin tek yolu vardır: Tambağımsızlık.
IV.
Tarihsel gelişimlerin hepsinde biyolojik evrimleşmeye benzer bir süreç vardır. İnsanlık tarihi geçirmiş olduğu sürece bağlı olarak mükemmelleşmektedir. Sürece uygun olmayan suni yapılar yokolmaya mahkûmdur. Çünkü tarihsel süreçle ilgili dayanakları yoktur. Tarih oluşturmak için ne uğraş verirseniz verin gerçeklerden uzak yaptıklarınız, birgün oluşturmaya çalıştığınız o yapıyla beraber çöküp gidecektir.
Günümüzde, yaşadığımız dünya üzerinde çok sayıda devlet vardır. Bu devletlerin hepsinin insanlık tarihi içinde de bir geçmişi vardır. Bu geçmiş;tarihsel, kültürel, dinsel, dilsel ve sosyolojik değerleri içerir. Bu değerlerin hepsi onun en kutsal geçmişi, mahremiyetidir. Bu geçmiş ve mahremiyet; korunması, kollanması ve çağa uydurarak yaşatılması gereken değerlerdir.Bu değerler; korunmadığında, çağa uygun hâle getirilmediğinde o devlet tartışılır hâle gelir. Çünkü temel dayanaklarından yoksun bırakılan devlet uzun süreli yaşayamaz. Temel dayanaklarından yoksun devlet yaşayamaz ise temel dayanakları olmayan bir devlette yaratılamaz.
15 yıl boyunca Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde çalıştım. Edindiğim tecrübeye dayanarak ifade etmek isterimki; ülkemizde “Kürt sorunu” diye bir sorun yoktur. Terör sorunu vardır ve terörsorunu da dış güçler tarafından planlanmış ve yürütülmekte olan projelerdir.
Dış güç, üst akıl veya oyun kurucu olarak niteleyebileceğimiz bu odaklar, bu projelerini gerçekleştirebilmek adına tarihin her döneminde kullandıkları “Truva atına” benzer yöntemle 15 Temmuz girişiminde bir kez daha boy göstermişlerdir. Her devlet kısa veya uzun vadelihedefleriyle kendi çıkarları doğrultusunda planlamalar yapabilir veyapacaklardır da. Ancak acı olan gerçek şudur ki tarihimizin her döneminde“Truva atı” benzeri olaylar tekrar tekrar kullanılmıştır.
15 Temmuz tarihindeki girişim, dış odaklar tarafından içimizdeki vatan hainleri kullanılarak planlanmış ve icra edilmiştir. Bu hainler ülkemizde mevki ve makam sahibiydiler. Ancak bu vatan hainleri kendilerine emanet edilmiş her şeye ihanet ederek dış güçlerin emelleri doğrultusunda şahsi istek ve çıkarlarını her şeyin üstünde, onların emelleriyle birleştirerek insanlık tarihinin ender olarak karşılaşabileceği bir olayı yaşamamıza neden olmuşlardır. Bunlara karşı yapılan mücadele her türlü takdirin üzerindedir. O gece verilen mücadele ülkemiz için çok büyük bir kazanımdır ve tüm dünyaya da bir ders verilmiştir.
Eğer 15 Temmuz girişimi onların nezdinde başarılmış olsaydı o gece ve sonrasında birçok infaz işlemi derhâl gerçekleştirilecek, devlet, tüm yapısıyla çökertilecek, katliam derecesinde bombalamalar yapılacak, halkın korku ve endişe içerisinde evlerine kapanması sağlanacak, alınan tüm tedbirlerin denetimi sıkıyönetim uygulamasıyla yapılıp,tüm yayın ve iletişimin kesilmesiyle halkın göstereceği reaksiyonların önüne geçilecek ve belki de NATO antlaşmasına dayanarak çeşitli bahanelerle (NATOüsleri, araç, gereç ve silahları, vb.) ülke yönetimine NATO tarafından elkonulacaktı. Müteakiben suçlu olarak görülenler yargı önüne çıkarılıp kendilerince adalet sağlanacak, halkın refahını artırıcı tedbirlere başvurulup yaratılacak kamuoyu algılarıyla yıllardır bir türlü halledilemeyen tüm sorunlar(Kıbrıs, Ege Adaları, sözde Kürt ve Ermeni sorunu, boğazlar, AB’ye üyelik vs.)bir anda kendilerince çözüme kavuşturulacaktı. Fakat olmadı. Kurulan kumpas tüm çıplaklığıyla ortaya dökülüverdi. Hepsi de suçüstünde yakalandı.
Şahsıma 2005-2007 yıllarında intikaleden bahse konu istihbarat değerlendirildiğinde 2019 yılında kurulması düşünülen bağımsız Kürt devleti projesinde “Türkiye’nin kendiliğinden özerk bir yapıyı kabullenmesi” ifadesi ülkemiz açısından o günün şartlarında hiç de kabul edilebilecekmiş gibi görünmemektedir. Ancak 2007 yılından itibaren meydana gelen olaylar düşünüldüğünde üst akıl tarafından üzerinde uzun yıllar çalışılıp icraya konulan planın nasıl işlerlik kazanarak yürütüldüğü açıkça görünmektedir. Bu planın yürütülmesi sırasında devlet bürokrasisinin plan doğrultusunda dışarıdan yönlendirilip yönetildiği açıkça ortadadır. Aksi takdirde devlet, örgütün işine yarayacak düzenlemeler yapmaz ve hatalı davranışlarda bulunmazdı.
Eğer bir devleti dış güç olarak kendi çıkarlarınız,planlarınız doğrultusunda yönetmek istiyorsanız ya devleti yönetenlerle açıkaçık konuşup anlaşacaksınız ya o devleti özellikle ekonomik alanlarda köşeye sıkıştırıp istekleriniz doğrultusunda yönlendireceksiniz ya da devlet bürokrasisinin yetkili makamlarına yerleştirdiğiniz adamlarınızla yöneteceksiniz. İşte burada kullanılan yapı FETÖ’dür.
FETÖ, uzun yıllar içinde üst akıl,oyun kurucu veya dış güç tarafından içimize ekilen nifak tohumlarından sadece birisinin meyvesidir. Yıllar içinde büyütülmüş, dallanmış, serpilmiş ve devletin her kademesine nüfus ettirilmiştir. Yılan her zaman kendini güvende hissettiği yere sokulup yaşamına orada devam eder. Yılanın başı FETÖ’nün başı da kendisini güvende hissedeceği, himaye edileceği, kol kanat gerileceği yerde yaşamını sürdürmektedir. Kendisine biat etmiş olan müritleri de oluşturulan saadet zincirinin birer halkası olarak uzun yıllar boyunca refah içinde yaşamışlardır.Refah içinde yaşamlarını sürdürürken kendilerine verilen görevleri de yerine getirmişler ve oyun kurucunun planı doğrultusunda devlet bürokrasisinin kararlar almasını sağlamışlardır.
Devlet istemediği kararları alırken bazen şüphe etmiş ancak karar alıcı yöneticilerin etrafında oluşturdukları algı yönetimiyle sahte, yanlış, hata dolu raporlar, yazılar, delillerle vs.yöneticileri yanıltmışlardır.
Devlet zaman içinde gerçeklerialgılamaya başladığı andan itibaren de yöneticiler (Başbakan, Cumhurbaşkanı,Mit Başkanı gibi) hedef alınmış ve devlet MİT Tırları Olayı’na benzer olaylarla acz içine sokulmuştur.Nihayet devşirilmiş, uşaklaştırılmış vatan hainleri biat ettikleri yerdenaldıkları talimatlarla 15 Temmuz girişimine sebep olmuşlardır.
Tarihimizin her döneminde vatan hainleri olmuştur ve olacaktır da. Önemli olan vatan hainliğinin çıkış sebeplerini irdelemek ve bunları ortadan kaldırmaktır.15 Temmuz Olayı’ndan sonraki olaylar zinciri, tarihî bir kararla Suriye topraklarına girmemize sebep oldu. Kanaatimce bu doğru bir karardır.Çünkü bir zamanlar Suriye topraklarında doğup Irak topraklarında büyüyen ve avlanma sahası olarak topraklarımızı kullanan, büyüdükçe kafasını Akdeniz’e doğru uzatan bir yılana dış güçlerin Kürt devleti projesinin akışına müdahale etmenin zamanı gelmişti. Aksi takdirde önlenemeyen bir çöküş ve hiç de arzu etmediğimiz bir sonuçla yüzleşmek zorunda kalacaktık.
Onların elmayı yemek için projesi varsa bizim de onların yaşatıp büyüterek Akdeniz’e doğru uzatmaya çalıştıkları yılanı önce parçalama sonra da yok edip öldürme ve bunun bedelini de onlara çok ağır ödeterek millî hedeflerimize ulaşma projemiz olmalıdır.
Bölgenin büyük oyuncusu ve gerçek sahibi Türkiye Cumhuriyeti’dir.
Yürümek istediği yol ise atalarından miras kalan millî hedeflerine ulaşmak için tam bağımsızlık ufkuyla dil, inanç, tarih ve kültür bilinciyle onu yükseltmek ve yüceltmektir.