Evin Bey, kırmızılı yerlere dikkat!
Büyük Erol Güngör Hakkında: Hakikatin, İlmin, Milletin Derdiyle Geçen Bir Ömür
Doç. Dr. Gökhan GÜNEYSU
Anadolu Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi
Yazının Esbab-ı Mucibesi
Meslekten bir hukuk öğrencisi olarak, Erol Güngör hakkında kısa bir yazı yazma niyetimin temeli rahmetli düşünür hakkında sahip olduğum derinlemesine bilgi değildir. Bilakis, böyle bir iddiam asla bulunmamaktadır. Ancak bu yazı, bir Türk milliyetçisinin, kendisine çok şey borçlu olduğunu bildiği/hissettiği bir büyüğüne saygı ve şükran hislerinin mütevazı yansıması, bir samimi “gönül taşmasıdır”.
Güngör Neden (Bugün de) Okunmalıdır?
Şurası kesin: Erol Güngör gibi bir tefekkür devi hakkında böylesine kısa bir çalışma ile yetinilmemeli; çok sayıda ilmî çalışma yapılmalı, daha fazla sayıda makaleler ve tezlerin hazırlanmasına ön ayak olunmalıdır . Bu yazı ile amaçlanan, mühim bir düşünce adamının mesleki bilginin teknik ve sıkıcı aktarımının çok ötesine geçmiş fikrî-ilmî katkılarının kısaca tanıtılması ve hatırlatılmasıdır. İlaveten, müellifin sadece bilgi aktarımı ile özetlenemeyecek derin analiz ve ifade zenginliğine de bir saygı duruşudur. Erol Güngör’ü okuma bahtiyarlığına erişmiş bir şahsın, müellifin derin bilgisi karşısında hayrete kapılması kaçınılmazdır. Ancak en az bilgisi kadar önemli bulduğum, bilginin sunulmasında kullandığı o şahane üslubudur. Güngör’ün bir edebî gözle de değerlendirilmesi kanaatimce faydalı olacaktır. Bu üslubun en parlak yansımalarını doğal olarak müellifin eserlerinde görmekteyiz. Ayrıca, sosyal bilimlerde çeviri gibi netameli bir görevi mahir bir tarzda yerine getiren Güngör’ün çevirilerini okumak büyük bir keyfe dönüşmektedir. Bir misal olarak Güngör’ün Paul Hazard çevirisini dikkatlerinize sunmak isterim . Batı Düşüncesindeki Büyük Değişme, Avrupa Tarihi’nin uzunca bir dönemi hakkında kapsamlı bilgi veren ancak bunu yaparken pek de okunur kalan bir tarih lektürüdür. Bu kapsamlı sayılabilecek eseri çok defa okumuş bir hukukçu olarak eserin hiçbir sayfasında “çeviri kokan” bir paragrafa-cümleye dahi rastlamamış olduğuma hâlâ şaşırırım. Bu eser, tercüme eserler arasında müstesna bir yere sahiptir kanaatimce.
Güngör’ün en az üç husustaki başarısı gözlerden kaçmamaktadır. İlk olarak, Güngör yılların içinde kesbettiği sağlam bir kavramsal zenginliğe sahiptir. Bu zenginlik yalnızca kısıtlı bir kültür alanına da mahsus değildir. Güngör gerek öğrencilik ve asistanlık zamanında gerekse sonraki ABD tecrübesi ile Batı ile derinlemesine iştigal etmiş, Batı’yı ciddi seviyede tanımış bir dimağdır. Ancak Güngör aynı zamanda ve hatta Batı ile olan karşılaşmasından çok daha önceleri Türk/İslam medeniyetinin ilmine talip olmuş bir mütefekkirdir . Dolayısıyla yerelden, millîden evrensele doğru olan tanı(ş)ma serüveninde, sağlam köklere sahip olma avantajı olan bir ağaç gibidir Güngör. Çalışmaları ve hususen de tercümeleri ışığında, Batı ile uğraşmakta beis görmemiştir çünkü kendi kültürüne aşina ve âşıktır. Batı karşısında hiçbir zaman köksüz bir lümpen ezikliği içinde olmamıştır, esasen hikmeti de Türk milletinin kendi derinliğinde aramıştır. İslam’a karşı da dışlayıcı bir tavrı tarzı yoktur Güngör’ün. Bu, farklı kültür birikimlerinden yararlanabilme hususiyeti yukarıda bahsedilen kavramsal/fikrî zenginliği mümkün kılmıştır kılmasına ama ilaveten Güngör’de gözleyebileceğiniz terkip veya “bilginin yeniden üretimini” de kolaylaştırmıştır. Güngör’ü kanaatimce çok ayrı bir yere koyan ikinci husus tam da bu terkip yeteneğidir. Tüm bu üstün özelliklerine, az yukarıda işaret ettiğimiz edebî üslubunu da eklediğimizde ortaya dikkat çekici bir düşünür çıkmaktadır, tüm görkemiyle. Böyle bir münevverin zaman geçtikçe okunurluğunun devam etmesi işte bu nedenlerdendir. Hâlâ içtimai sorunlarını çözmekle uğraşan Türk milletinin geleceğinden kaygılı ve umutlu her Türk milliyetçisi, Güngör’de fikrî/edebî bir zenginleşme vesilesi bulacaktır. Bu fırsatın dinamik bir kazanca dönüştürülmesi önemlidir ve hâlâ gereklidir. Güngör günümüzde de söyleyecekleri olan/kalan önemli bir isimdir. Bu minvalde son olarak Güngör’ün çağdaşı olan milliyetçi gençler ve bilim insanlarınca algılanışını bizlere aktaran şu tespitlere de atıf yapmak isterim: “Erol Güngör çeşitli yönleriyle uzun uzun üzerinde durulması ve tahlil edilmesi gereken bir muharrir, âlim ve mütefekkirdir. Günlük yazıları, cemiyetimizin bugünkü meselelerini tahlil edişi, millî kültürümüz ve tarihimiz üzerindeki düşünceleri, milliyetçiliğin fikir tarihi üzerine yazıları, bugünün şartlarında İslâmiyet ve tasavvufun meseleleri hakkındaki görüşleri, Marksizmi tahlil ve tenkit eden makaleleri, sosyal psikoloji alanındaki mesleki çalışmaları, tercümeleri ve nihayet üslubu ayrı ayrı üzerinde durulması gereken konulardır.”
Fikirleri
Erol Güngör’ün dil açısından başarılı eserler ortaya koyması şaşılacak bir vakıa da değildir. Bu, şahsi ve kasti bir cehdin yadsınamaz bir sonucudur. Burada, millî olan, milletin bağrında gelişen dildir Güngör için amaç olan, amaç edinilen. O, en başından dil tasfiyeciliğine açıkça tavır almış; bu tasfiyeciliğin öz iddiasının aksine Atatürkçü olmadığına ve-fakat Aristo skolastisizmi olduğuna işaret etmiştir . Ancak, Güngör’ün dil ile olan meşguliyeti bir edebî hassasiyetin yahut ilginin ötesindedir. Dil ile ilgili durumumuzun ve çalışmalarımızın ve nihayetinde bu konudaki olası başarılarımızın Türk ilmî hayatı ile olan yakın ilgisi dikkatini çekmektedir. İlmî terimlerin dilimize yerleşmesi onun için çok önemlidir, ancak yaşanan tecrübe, üzerinde düşünülmeden yabancı terimlerin dilimize sokulması olmuştur. Bu Güngör için kabul edilemez bir hâldir. Güngör şöyle vuzuha kavuşturmaktadır asıl kaygısını:
“… Türk aydınları… Türkçede ilim terimleri kurmaya çalışmışlar, fakat bunu yaparlarken kültürümüzde ve dilimizde yeni başlayan milliyetçilik temayüllerinin tamamen dışında kaldıkları için, yaptıkları terimler Türkler için Latince kadar yabancı olmuştu.”
Bu ve diğer sebepler yaygın bir cehalete dönüşmektedir. O kadar ki demektedir Güngör, Reşat Nuri’yi dahi sadeleştirerek okuma ihtiyacı hissetmektedir genç nesiller. Bu, Güngör için hem büyük bir toplumsal kayıptır hem de kabul edilemez bir sonuçtur. Güngör’ün üzerinde sıklıkla yazığı bir konu da Türk milleti ve münevverleri arasındaki sıkıntılı ilişkidir. Yaygınlaşan cehaletten kendisini sıyırabilenler belli bazı müesseselerde eğitim imkânına kavuşabilen mutlu bir azınlıktır/topluluktur. Bu topluluğun içinde çıkanların toplumdaki münevverlerin çoğunluğunu oluşturacağı ise kaçınılmaz olarak kabul edilmelidir. Ancak bizdeki münevverlerin gelişimi köksüzdür, bildikleri/anlattıkları filhakika sloganlaştırılmış ifadelerden ötesi olamamıştır ve bu münevver tayfası öz kültürüne aykırı/yabancı olmayı da özellikle bir marifet saya gelmiştir . Elbette böylesine özüne yabancılaşmış bir münevver sınıfının toplumda karşılık bulamaması doğaldır. Münevverler ile milletin arasına bir güvensizlik girmiştir. Ancak Güngör’ün programcı yanı burada da kendisini göstermektedir. O, yalnızca anın fotoğrafını çekip bırakmamaktadır. Zamanına dair tespitlerini aksiyona taşıyacak çıkış noktalarını da aslında sunabilmektedir . Yerli kültür eserlerine olan ilginin artmasından duyduğu memnuniyeti belirtirken örneğin, esasen çıkış yolunu da kendince vermektedir Güngör: Özüne düşman kesilmemiş, millî ve dinî hassasiyetlerini sahih bilgiyle yoğurmuş Türk milliyetçileri! Dikkat edilirse, Erol Güngör yalnızca din ve millet işlerinde basit bir “öze dönüş projesinin” savunucusu değildir. Elbette, dupduru millet bilinci onda vazgeçilmez bir unsur olarak mevcuttur. Aynı şekilde dinî kurumlara ve pür inanca olan samimi saygısı da aşikârdır. Güngör nazarında esasen, bu temeller üzerine inşa edilecek bir medeniyet örgüsü için ilmî çalışmalar vazgeçilmezdir. İlimde gelişme olmadan, liyakat sahibi samimi kadroların adanmışlıkla çalışmaları olmadan istenen seviyeye gelinmeyeceği onun için besbellidir . Güngör, hemen her yazısında ilme ama gerçek anlamıyla ve evrensel seviyede makbul olacak ilmî faaliyetlere ne kadar aşina olduğunu kuvvetlice hissettirmektedir. Güngör’ün en büyük problemi bir şeylere, makamlara öykünen, kostaklanan, Batı taklitçisi “üniversite kodamanları” iledir. Taşınan sıfatların evrensel anlamlarının gerektirdiği vasıflarda olamayan vasat kadroların bu yetersizliklerini, kestirme bir şekilde “sözde Atatürkçü, sözde âlim, sözde münevver” pozlarıyla kapatmaya çalışmaları Erol Güngör’ü çok rahatsız etmiştir. Zikrettiğimiz “gerçek ve evrensel ilmî faaliyetler” aynı zamanda müellifin Türk milliyetçileri için de öngördüğü reçetedir.
Sonuç Yerine
Merhum Galip Erdem, Erol Güngör rahmetli için şunları yazmaktadır: “Kabiliyetsiz çalışkanlarımız ve kabiliyetli tembellerimiz çoktur. Kabiliyetli çalışkanlara hasrettik. İşte Erol Güngör bunlardan biri ve belki de birincisi idi. İlim için çok genç sayılacak bir yaşta öldü. Ana az değil çok ve öz yazdı. Kültürümüzün temel meselelerinden hemen hepsi üzerine incelemeleri, hal çareleri, konusunda hepimize rehber olacak cevapları vardır.”
Rahmetli Erdem hakkında “çile” merkezî bir kavram hâline gelmiştir bizim zihinlerimizde. Erol Güngör tam da böylesi bir çilenin samimi, yılmaz (ama bunlar kadar da önemlisi) liyakatli ve çalışkan taşıyıcılarından olmuştur. Güngör’de ciddi bir gerçeklik kaygısı mevcuttur. Gerçek âlim, gerçek inanan, gerçek milliyetçi, gerçeğe saygılı ve çalışkan bireyler onun yazılarından ideallere ve zihinlere taşınan figürler, dilekler olmuştur. Bizlere düşen, bu fikrî devin omuzlarında yükselmeye çalışmaktır. Güngör, eserleriyle, milliyetçinin her daim okuması gereken bir hazinesi ve zenginliği olarak orada durmakta ve bizlere ne olursak olalım ama en hakikisinden olalım çağrısını yinelemektedir. Ruhu şad, mekânı cennet olsun.