EDİTÖRDEN

27 Ağustos 2021 15:01 Prof. Dr.E. Semih YALÇIN
Okunma
1070

Değerli Devlet Okurları,
Bilindiği gibi insan  toplulukların belirli bir kültür etrafında bir araya gelmesiyle meydana gelen en büyük kitle millet, milletin kurduğu  sosyal, siyasi ve hukuki en büyük müessese de devlettir. Türk tarihi ile alakalı yazılı belgelerin ortaya koymuş olduğu bilgiler, bize burada şu hükmü verdirmektedir: Türkler; vatan, devlet, millet fikrine ve bilincine pek erken çağlarda ulaşmış ve bunları hayata geçirmiş örneğine az rastlanan topluluklardan biridir.
Yine yazılı kaynaklara göre, tarihte teşkilatlanmış ilk Türk devleti Büyük Hun Devleti’dir. Türklerin Hunlardan itibaren günümüze kadar kurmuş oldukları devlet sayısı 100’ün çok üzerindedir. Tarihte bu sayıya ulaşan başka bir millet görülmemiştir.
 Diyebiliriz ki Türkler, tarihin hiçbir devrinde devletsiz ve teşkilatsız kalmamışlardır. Çünkü Türkler için devlet, millî varlığı her türlü tehlikeye karşı koruyan, halkı düzen ve adalet içinde yaşatan, onun maddi ve manevi bakımdan gelişmesini ve refahını sağlayan vazgeçilmez bir müessesedir. Dolayısıyla Türklerde devletin daima ebedî bir kurum olduğu düşüncesi ve anlayışı Bengü il=Devlet-i ebed-müddet olarak hâkim olmuştur.
Bu düşüncenin ve anlayışın en büyük temsilcisi olan Bilge Kağan (716-734), hem Türk devletinin hem Türk milletinin ve hem de her ikisini birlik ve düzen içinde tutan Türk töresinin ölümsüzlüğüne inanmış büyük bir devlet adamıdır. O, bu inancını ve düşüncesini, Göktürk Yazıtları’nda “Üstte gök basmasa, altta yer delinmese (yani kıyamet kopmazsa), Türk milleti, devletini ve töreni kim bozabilir?” şeklinde net ve kesin bir ifade ile ortaya koymuştur.
Türk devletleri, daima iki temel kuruma dayanmıştır. Bunlardan biri aile diğeri ise ordu idi. Ordu, Türk devletinin hem temelini hem de başlıca güç kaynağını oluşturmuştur. “Ordu-millet anlayışı”na sahip olan milletimiz, temmuz ve ağustos aylarını kazanılan zaferler ile gurur ayları olarak anmaktadır. Zaferlerimizin kazanılmasında sonucu belirleyen en önemli unsur gayemiz ve niteliklerimizdir. Eğer verilen mücadele müspet bir sonuca ulaştırılmak isteniyorsa her şeyden önce güdülen gayenin meşru, geçerli, haklı ve hayati bir sebebe dayanması gerekmektedir. Aksi takdirde olumlu bir sonuca ulaşmak mümkün değildir. İşte 1071’de Alparslan ve 1922’de Mustafa Kemal Atatürk’ün gayeleri devleti ve milleti korumak gibi yüce bir gaye iken, düşmanın gayesi Türkleri tarih sahnesinden silmek gibi tecavüzkâr bir gayedir. Şurasını unutmamak gerekir ki, tecavüzkâr gaye güdenlerle devlet ve milleti korumak gibi yüce gaye güdenler hiçbir zaman aynı psikolojide olamazlar. Bu psikoloji sayesinde Alparslan kurucu lider olarak Anadolu’yu Türklere yurt etmiş, Atatürk ise koruyucu lider olarak yurdumuzu savunmuş, Türk devleti ve Türk töresi devam etmiştir.
Devletimiz ve milletimiz, tarihî düşmanlarımıza karşı son savunmasını 15 Temmuz 2016 hain FETÖ darbe girişimine karşı yapmış ve çelik yumruğu ile hainlerin başını ezmiş, Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemini oluşturarak, Türkiye’nin bekasını, birliğini ve istikrarını muhafaza etmeyi esas alan bir siyasi mutabakat olan Cumhur İttifakı ile yoluna devam etmiştir. Su uyuyup, düşman uyumamıştır fakat Türkler yine devlet-i ebed-müddet ideali uğruna kendisine yakışan büyük ve şanlı mücadelesini vermiş komploları da hain darbeyi de yerle bir etmiştir.

Eylül-ekim sayımızda buluşmak üzere  esen kalınız efendim.
Saygılarımızla…