MONTRÖ BOĞAZLAR SÖZLEŞMESİ VE TARİHİ ARKA PLANI

23 Haziran 2021 10:15 Prof. Dr.İsmail ÖZÇELİK
Okunma
2262
MONTRÖ BOĞAZLAR SÖZLEŞMESİ VE TARİHİ ARKA PLANI


İstanbul ve Çanakkale Boğazları ile Marmara Denizi’nden oluşan Türk Boğazlar, Karadeniz’i Akdeniz’e bağlayan tek su yolu olarak stratejik öneme sahiptir. Boğazlar, Türkiye’nin olduğu kadar, Karadeniz’e kıyısı olan ülkelerin de gerek ekonomisi gerek askeri güvenliği açısından hayati önem taşımaktadır. Ayrıca Boğazlar, Karadeniz’e kıyısı olan ülkeleri dünyaya bağlayan önemli bir ticaret güzergâhıdır. Bu bağlamda deniz taşımacılığı ulaşım yöntemlerinden en etkili ve ucuzu olması sebebiyle, kıyıdaş ülkelerin ticari çıkarları için Karadeniz vazgeçilmezdir. Rusya ve Türkiye dışındaki kıyıdaş olan ülkelerin denizlere çıkışları ancak Karadeniz ve dolayısıyla Türk Boğazları iledir. Coğrafî mevkileri bakımından Türk Boğazları dünyanın en önemli deniz yollarından birisidir. Bu bağlamada tarihî sürece bakıldığında XIV. yüzyılın ortalarında Anadolu kıyılarından ilk defa denizlere ulaşan Osmanlı Devleti, denize ve denizciliğe verdiği önem ölçüsünde büyümüştür. Osmanlı Devleti, XV. yüzyılın ortalarından itibaren İstanbul’u, arkasından Sinop, Trabzon, Kırım, Eflâk-Buğdan’ı fethetmiş, böylece Marmara ve Karade¬niz’i bir iç deniz hâline getirip, Boğazların egemenliğini tamamen kontrolüne almıştır. Tarihi boyunca Boğazlar ve Ka¬radeniz’in yabancı gemilere kapalılığı, Osmanlı Dev¬leti’nin ısrarla üzerinde durduğu önemli bir konu olmuştur. Osmanlı Devleti zamanla Karadeniz ve Ege Denizi’ni Osmanlı iç denizleri hâline dönüştürmek suretiyle de jeopolitik ve stratejik önemi tartışmasız olan Türk Boğazlarının güvenliğini sağlamıştır. Ayrıca Osmanlı Devleti, bu süreçte Girit Adası’nı Çanakkale Boğazı’nın güney karakolu hâline getirmiş, Karadeniz ve Ege Denizi’nde hâkimiyetini tesis ettikten sonra, Türk Boğazları yaklaşık üç asır mutlak Osmanlı Devleti egemenliği altında yaşayarak dünyanın güç merkezi kimliğini taşımıştır. Osmanlı Devleti, kendi hâkimiyetinde bulunan Karadeniz bölgesindeki ticaretin Boğazlar yoluyla Akdeniz’e ulaştırması sonucu, coğrafi keşiflerin yapılmasını ve ticaret yollarının daha geniş yelpazeye yayılmasının gerekliliğini görmüş ve o günkü şartlarda Kızıldeniz ve Basra Körfezi ile okyanuslara da ulaşmıştır. Denize verdiği önemden dolayı, XV. yüzyılın sonlarından itibaren denizlerde egemenliğini kurarak, deniz hâkimiyet teorisinin temellerini oluşturmuştur. Bunun sonucunda Türk Boğazları, bu tarihten itibaren günümüze kadar Türk toprakları içinde kalmıştır. İstanbul ve Çanakkale Boğazları, Türk topraklarıyla çevrili olmasından dolayı, “Türk Boğazları” olarak anılagelmiştir. Ancak, ilerleyen süreçte Osmanlı Devleti’nin güç kaybetmesi, denize ve denizciliğe verdiği önemini azaltması sonucunda, küçülmesi ve gerilemesi neticesinde yüzlerce yıl sonra Anadolu kıyılarına geri dönmek zorunda kalmıştır.
“Türk Boğazları” ile İlgili Tarihsel Süreç
“Türk Boğazları” ile ilgili tarihsel sürece baktığımızda 1535 yılı kapitülasyonlarıyla Osmanlı Devleti, Fransız bayrağı taşıyan ticaret gemilerine tüm Türk limanlarına girip çıkmak izni verildi. Bu ayrıcalıklar zamanla diğer devletlere de tanındı. Boğazlar tamimiyle Osmanlı Devleti’nin egemenliğinde olduğu için tasarruf hakkı da tek taraflı olarak Osmanlı Devleti tarafından kullanıldı. Bu doğrultuda Osmanlı Devleti, 16 yıl süren 1683-1699  “Osmanlı-Kutsal İttifak Savaşlarına kadar ki bu savaşlar, Osmanlı tarihinde “Felaket Seneleri” veya “Küçük Kıyamet” olarak da adlandırılır. Avrupa tarihinde ise genelde “Büyük Türk Savaşı” olarak bilinir. Akdeniz, Karadeniz, Kızıldeniz, Basra Körfezi ve karadan Viyana’ya kadar uzanan topraklarda mutlak hâkimiyetini sürdürmüştür. Ancak Osmanlı Devleti’nin II. Viyana Kuşatması’nda başarısızlığa uğramasından sonra cesaretlenen Avrupa devletleri, “Kutsal İttifak” adı altında Osmanlı Devleti’ne karşı birleşerek savaşmışlardır. Bu ülkeler, Macaristan ve Dalmaçya’da hâkimiyet kurarak, Balkanlar’daki Osmanlı hâkimiyetine büyük darbe vurmuş ve bunun sonucunda başarısızlıkla sonuçlanan bir dizi savaşları Osmanlı Devleti kaybetmiştir. Bu savaşların sonucunda 26 Ocak 1699’da imzalanan Karlofça Antlaşması ile Osmanlı Devleti büyük oranda itibar ve toprak kaybetmiştir.
Rusların Karadeniz’e İnmeleri
Ayrıca bu süreçte Azak’ın da Ruslar tarafından alınması, Rusya’nın bir donanma gücüne sahip olması gibi çok önemli bir sonuç yaratmış ve Rusya, Azak’ta deniz üssü kurmuştur. Bunu da yeterli görmeyen Rusya, Azak Denizi kenarında Taganrog’da I. Petro zamanında 12 Eylül 1698 tarihinde bir Rus deniz üssü kurumuştur. Böylece Rusların Karadeniz donanmasının temelleri atılmıştır. Ancak, Kırım’da devam eden Osmanlı hâkimiyeti yüzünden Rusya Karadeniz’e tam olarak açılımını şimdilik kaydıyla henüz sağlayamamıştır.
Ne var ki zamanla Rusya, Karlofça ve İstanbul (1700) Antlaşmalarından sonra, Karadeniz sahilinin kuzey şeridini kendi topraklarına katan Rusya, deniz ticaret filosunu ve donanmasını güçlendirmeyi başarmıştır. Böylece Rusya kuzeyde Karadeniz’e indikten sonra, burada seyir ve Boğazlardan geçiş hakkını aramaya başlamıştır.  
Küçük Kaynarca Antlaşması ve Boğazların Ruslara Açılması
Bu bağlamda Rusya, ticaret gemilerinin Karadeniz’de ticaret yapmak ve Boğazlardan geçerek Akdeniz’e inmek için büyük çaba sarf etmiş ve 74 yıl sonra Küçük Kaynarca Antlaşması ile bu isteğini elde etmiştir. Sonuç olarak ilk defa 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması ile Rus ticaret gemilerine Boğazlardan serbestçe geçebilmek hakkı tanınmıştır. Böylece Osmanlı Devleti Karadeniz’de yüzlerce yıldır devam eden salt egemenliğini kaybetmiştir. Bunun ardından III. Selim zamanında 1798 ve 1805'te Rusya ile yapılan ittifak antlaşmalarında da Rus savaş gemilerinin Boğazlardan serbestçe geçeceğine dair hükümler konulmuştur. Her ne kadar 1806-1812 Osmanlı-Rus Savaşı ve sonrasında Osmanlı Devleti ile Rusya arasında söz konusu antlaşma hükümleri geçersiz kalmışsa da bu durum uzun sürmemiştir.
Kale-i Sultaniye Antlaşması (1809)
Osmanlı Devleti, II. Mahmut zamanında 5 Ocak 1809 tarihinde Çanakkale’de İngiltere ile “Kale-i Sultaniye Antlaşması” adını taşıyan bir antlaşma imzaladı. Bu antlaşmada İngiltere’nin işgal etmiş olduğu Osmanlı topraklarının geri verilmesi, savaş gemilerinin Çanakkale ve İstanbul Boğazlarından geçmelerinin önceki dönemlerde her zaman yasak olduğunu ve bu eski kurala tüm devletlerin barış döneminde de uymasını, İngiltere’nin de bu kurala uyacağını, kabul ettiği bir antlaşmadır. Bu antlaşma ile Osmanlı Devleti ile Rusya arasında sorun olan Boğazlar konusuna, ilk defa Boğazlarla ilgisi olmayan bir üçüncü devlet olarak İngiltere resmen yer almıştır. Böylece 1809'da İngiltere ile imzalanan “Kale-i Sultaniye Antlaşması” ile Boğazların tüm devletlerin savaş gemilerine kapalı tutulması prensibi kabul edilmiştir.
 Edirne Antlaşması (1829)
“Kale-i Sultaniye Antlaşması” ile Boğazların tüm devletlerin savaş gemilerine kapalı tutulması prensibi ilerleyen süreçte 1828 Osmanlı-Rus Savaşı sonunda, Edirne’de 14 Eylül 1829 tarihinde imzalanan antlaşma ile değişmiştir. Şöyle ki, 1827 Navarin olayından sonra başlayan Osmanlı-Rus Savaşı, Osmanlı Devleti’nin yenilgisiyle sonuçlanmış ve neticede 1829 yaz aylarında, Çarlık orduları, Balkanlar’ı aşarak Edirne’yi kuşatmış, ardından ateşkes ilanı sağlanmış ve taraflar Edirne’de barış esaslarını görüşmeye karar vermişlerdi. 15 Ağustos 1829’da başlayan görüşmeler bir ay sürmüş ve sonuçta “Edirne Antlaşması” olarak tarihe geçen antlaşma ile Osmanlı Devleti büyük topraklar kaybetmiştir. “1829 Edirne Antlaşması” ile Boğazların bütün devletlerin ticaret gemilerine açık tutulacağı hüküm altına alınmıştır.
Hünkâr İskelesi Antlaşması (1833)
Bundan sonra Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın Osmanlı Devleti’ne karşı isyan etmesi ve Osmanlı Devleti’nin isyanı bastırmak için Rusya’dan yardım istemek zorunda kalması sonucunda Rusya, Mısır’a baskı yaparak, 1833 yılında Osmanlı Devleti ile “Kütahya Antlaşması”nın yapılmasını sağlamıştır. Bunun üzerine Osmanlı Devleti ile Rusya arasında 8 Temmuz 1833 tarihinde yardımlaşma ve saldırmazlık antlaşması olarak bilinen ve “Hünkâr İskelesi Antlaşması” adını taşıya antlaşma imzalanmıştır. 1833 tarihli “Hünkâr İskelesi Antlaşması”nın bir gizli maddesinde, Osmanlı Devleti’nin Çanakkale Boğazı’nı Rusya lehine kapatacağına, yani hiçbir yabancı savaş gemisinin hiçbir sebep ve bahane ile Çanakkale'den giriş yapmasına müsaade etmeyeceğine dair teminat vermiştir. Dikkat edilecek olursa buraya kadar Boğazlarla ilgili yaşanan gelişmeler ve yapılan antlaşmalar her zaman ikili düzeyde kalmış ve hep iki devlet arasında sözleşme ve antlaşmalar yapılmıştır. Ancak Mısır meselesinden sonra durumu kabullenmek istemeyen Avrupalı devletler başta İngiltere olmak üzere, devreye girmiş ve Boğazların, Rusya'nın kontrolünden alınarak, kendi kontrolleri altına verilmesi ve etkin olabilmeleri için duruma el koymuş ve böylece Boğazlarla ilgili “Çok Taraflı Antlaşmalar Dönemi” başlamıştır.
1841 Tarihli Boğazlar Sözleşmesi Boğazlar Konusunun Çok Taraflı Nitelik Kazanması
Mehmet Ali Paşa 1839’da bağımsızlığını ilân ede¬rek Osmanlı Devleti’ne karşı ayaklandı. Ancak, Osmanlı Devleti’nin bu ayaklanma ve Rusla¬rın Hünkâr İskelesi Antlaşması’ndan istifade ile İs¬tanbul Boğazı’na girebileceğini düşünen İngiltere ve Fransa, Mısır sorununu bir Avrupa meselesi hâline getir¬meye karar verdiler. Bu arada İngiltere ile çatışmayı göze ala-mayan Rusya da bu durumu kabul etti. Sonunda İn¬giltere, Avusturya, Prusya, Rusya ve Osmanlı Devleti’nin delegeleri Londra’da toplandılar. Mısır so¬runu görüşülerek 15 Temmuz 1840 tarihinde taraflar arasında Londra Antlaşması’nı imzaladılar. İşte bu gelişmenin yaşandığı sırada Boğazlar konusu gündeme taşınmış ve 1841 tarihli çok taraflı Boğazlar Sözleşmesi’ni gündeme getirilmiştir. Kavalalı’nın Mısır İsyanı sonunda Osmanlı Devleti’nin tam bir çöküntü içine düştüğü ortaya çıkınca Boğazlar meselesi önemli bir konu olarak yeniden ön plana çıktı. Çünkü Akdeniz'in doğu kapısı durumunda olan İstanbul ve Çanakkale Boğazları, devletler arası ilişkiler ve dengeler açısından hayati önemi haizdi. Aslında, bu safhada Boğazlar, Birleşik Krallık veya Rusya'nın kontrolüne girebilirdi. Fakat bu güçler karşı karşıya gelmemek için ve dengelerin muhafazası maksadıyla bu türden bir uygulamaya teşebbüs etmediler. Bunun sonucunda Avusturya, Fransa, İngiltere, Prusya, Rusya ve Osmanlı Devleti’nin 13 Temmuz 1841'de Londra'da imzaladığı uluslararası sözleşme ortaya çıktı.1841 tarihli Boğazlar Sözleşmesi ile Boğazların barış zamanında savaş gemilerine kapalılığı uluslararası yükümlülük altına alınmıştır. Osmanlı Devleti savaşa girdiği takdirde Boğazları istediği gibi tasarruf edebilecektir. Yani, dilediği devletin savaş gemilerine açabilecektir. Nitekim bu prensip Kırım Savaşı'nda uygulanacak, İngiliz ve Fransız savaş gemilerinin Karadeniz'e geçmelerine izin verilecektir.
Sonuç olarak; 1841 yılında Osmanlı İmparatorluğu üzerindeki Rus nüfuzu ve baskısı gerilemiş; Fransa'nın Mısır üzerindeki etkinliği ortadan kalkmış, Hünkâr İskelesi Antlaşması hükümleri sona ermiş; İngiltere ise en kazançlı ülke durumuna gelmiştir.
1856 Tarihli Paris Antlaşması ve Boğazlar
Boğazlarla ilgili süreç, Osmanlı Devleti ile Rusya arasında “Kırım Savaşı” olarak bilinen savaşı sonucunda bir daha gündeme gelmiş ve 1856 tarihli Paris Antlaşması’na konu olmuştur. Kırım Savaşı’nı kazanan Osmanlı Devleti, İngiltere ve Fransa arasında 30 Mart 1856 tarihinde Paris’te Paris Antlaşması adını taşıyan barış antlaşması imzalanmıştır. Bu antlaşmanın Boğazlarla ilgili getirdiği düzenlemeleri çok önemli ve ağır olan şu kuralları içeriyordu; Boğazların kapalılığını öngören 1841 tarihli Londra Boğazlar Sözleşmesi esaslarının devamlılığı kabul ediliyor, Karadeniz tarafsız ve her milletin ticaret gemilerine açık tutuluyor, hiçbir devletin savaş gemilerinin Karadeniz’de bulunmayacağı kayıt altına alınıyor, Osmanlı Devleti’nin ve Rusya’nın Karadeniz sahillerinde hiçbir tersanesinin olmaması ve mevcut tersanelerin de kapatılması kararlaştırılıyordu.
1871 Tarihli Londra Boğazlar Sözleşmesi  
1856 tarihli Paris Antlaşması, Rusya’nın emellerini 1870 yılı¬na kadar engelledi. Bu tarihlerde Avrupa’nın siyasi den¬gesini değiştiren gelişmeler meydana geldi. Rusya, bu gelişmelerden yararlanmayı amaçlaya¬rak, Paris Antlaşması’nın Karadeniz’in tarafsızlığı¬na ilişkin olan maddesini tanımadığını bildirdi. Bunun üzerine Osmanlı Devleti, İngiltere, Rusya, Fransa, Almanya, İtalya ve Avusturya’nın katılmasıyla Londra’da bir konferans yapılması kararlaştırıldı. Londra’da 17 Şubat’ta başlayan konferans, 13 Mart 1971 tarihinde anlaşmayla sona erdi ve 1871 Londra Boğazlar Sözleşmesi adını alarak taraflarca imzalandı. Bu sözleşmenin önemli maddeleri şöyleydi:
“Paris Antlaşması’nın, Karadeniz’de savaş gemisi bulundurmasını ve tersane kurulmasını önleyen hükümleri kaldırdı, Karadeniz eskiden olduğu gibi bütün devletlerin ti¬caret gemilerine açık olacak, Osmanlı Devleti, müttefiklerinin barış zamanında da Sultan’ın izniyle Boğazlardan savaş gemisi geçirebilecekti. Böylece Rusya, elde ettiği bu başarıdan sonra tekrar Os¬manlı Devleti üzerindeki emellerinin yerine getirilmesi için çalışmaya başladı. Aslında Rusya, Türk Boğazlarının yabancı savaş gemilerine açılmasını ve bu yolla Akdeniz’e inmeyi amaçlıyordu.
Lozan Barış Antlaşması ve Boğazlar
TBMM hükûmetinin Yunan kuvvetlerine karşı elde ettiği başarının ardından Mudanya Ateşkes Antlaşması'nın imzalanmasından sonra, İtilaf Devletleri 28 Ekim 1922'de TBMM hükûmetini Lozan'da toplanacak olan barış konferansına davet ettiler. Barış şartlarını görüşmek için konferansa önce Başvekil Rauf Orbay katılmak istemiştir. Fakat Mustafa Kemal Atatürk, İsmet Paşa'nın katılmasını uygun görmüştür. Mustafa Kemal Paşa, Mudanya görüşmelerine de katılan İsmet Paşa'nın Lozan'a baştemsilci olarak gönderilmesini uygun buldu. İsmet Paşa, Dışişleri Bakanlığına getirildi ve çalışmalar hızlandırıldı. Lozan Antlaşması, 24 Temmuz 1923 tarihinde İsviçre'nin Lozan şehrinde, TBMM temsilcileriyle İngiltere, Fransa, İtalya, Japon İmparatorluğu, Yunanistan, Romanya ve Sırp, Hırvat ve Sloven Krallığı (Yugoslavya) temsilcileri tarafından, Leman Gölü kıyısındaki Beau-Rivage Palace'ta imzalanmıştır. TBMM hükûmeti İlk görüşmelerde Lozan Konferansı'na katılarak Misakımillî'yi gerçekleştirmeyi, Türkiye'de bir Ermeni devletinin kurulmasını engellemeyi, kapitülasyonları kaldırmayı, Türkiye ile Yunanistan arasındaki sorunları (Batı Trakya, Ege adaları, nüfus değişimi ve savaş tazminatı) çözmeyi ve Türkiye ile Avrupa devletleri arasındaki sorunları (ekonomik, siyasal, hukuksal) çözmeyi amaçlamış Ermeni meselesi ve kapitülasyonlar hakkında anlaşma sağlanamazsa görüşmeleri kesme kararı almıştır. Lozan’da ikinci görüşmelerde, temel konularda tarafların tavize yanaşmaması ve önemli görüş ayrılıkları çıkması üzerine 4 Şubat 1923'te görüşmelerin kesilmesi savaş ihtimalini yeniden gündeme getirmiştir. Başkomutan Mareşal Mustafa Kemal Paşa, Türk ordusuna savaş hazırlıklarının başlamasını emretmiştir. Sovyetler Birliği eğer tekrar savaş çıkarsa bu sefer Türkiye'nin yanında savaşa gireceğini duyurmuştur. Haim Nahum Efendi  öncülüğündeki azınlık temsilcileri de Türkiye'yi destekleyerek ara bulucu olmuşlardır. Yeni bir savaşı ve kendi kamuoyunun tepkisini göze alamayan İtilaf Devletleri barış görüşmelerini yeniden başlatmak için Türkiye'yi tekrar Lozan'a çağırmıştır. Taraflar arasında karşılıklı verilen tavizler ile Lozan görüşmeleri 23 Nisan 1923'te tekrar başlamıştır. Görüşmeler, 24 Temmuz 1923'e kadar devam etmiş ve bu süreç Lozan Barış Antlaşması'nın imzalanması ile sonuçlanmıştır. Taraf ülkelerin temsilcileri arasında imzalanan anlaşma, uluslararası anlaşmaların ülke meclislerince onaylanmasını gerektiren yasalar gereğince taraf ülkelerin meclislerinde görüşülmüş ve onaylanmıştır. Lozan’da Türk Boğazları, görüşmeler boyunca üzerinde en çok tartışılan konulardan biri olmuştur. Bu konu ile ilgili olarak Türkiye’nin çok da lehinde olmayan bir çözüm getirilmiş ve buna göre askerî olmayan gemi ve uçaklara barış zamanında Boğazlardan geçebilmesi kararlaştırılmıştır. Ayrıca Boğazların her iki yakası askersizleştirilip, geçişi sağlamak amacıyla başkanı Türk olan uluslararası bir komisyon oluşturulmasına ve idarenin bu komisyona bırakılmasına karar verilmiştir. Boğazlarla ilgili yapılan bu düzenlemelerin Milletler Cemiyetinin güvencesi altında sürdürülmesine karar verilmiştir. Böylece Boğazlar bölgesine Türk askerlerinin girişi yasaklanmıştır. Ancak bu hüküm, 1936 yılında imzalanan Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile değiştirilmiştir.
Montrö Boğazlar Konferansı Görüşmeleri; Çeşitli Tezler ve Sözleşme
Montrö Konferansı’nın toplanma nedenleri, öncelikle Boğazlar Rejimi’ni kendi himayesi altında kurduran Milletler Cemiyetinin işlemez hâle gelmesi, Mussolini tarafından girişilen Habeşistan Saldırısı ve İtalya’nın üstelik Türk sahillerinin hemen civarında, On İki Ada’da  tahkimat inşasına başlaması gibi nedenlerle Akdeniz’de ortaya çıkan güvensizlik ortamıdır. Türkiye açıkça nazikleşen bu gelişmeler karşısında Boğazlar meselesinin durumunu yeniden ele almak ve değerlendirmek istedi. Ayrıca Türkiye Boğazlar Statüsü’nün tadili konusunu Versay askerî hükümlerinin Almanya tarafından feshedilmesi ve tanınmamasını da ayrı bir gerekçe olarak değerlendirdi. Bütün bu olaylar, Türkiye’nin Lozan Boğazlar Sözleşmesi’nin tadili için Milletler Cemiyeti nezdinde girişimlerinin başlamasına yol açmıştır.
Türkiye, Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras vasıtasıyla Boğazların askersizleştirilmesi hükümlerinin, Türkiye’nin hem sahillerinin savunulmasına hem de topraklarının iki parçası arasındaki geçit ve transitin güvenliğine zarar verdiğini belirtmiş ve bu konuda ilgili devletlere 11 Nisan 1936 tarihli aynı mealde birer nota göndermeği daha uygun bulmuştu. Tam bu sırada Versay Antlaşması’ndan doğan bazı askerî taahhütlerin Hitler tarafımdan tek taraflı olarak feshi zamanlamasına rastlaması itibariyle, Türk teşebbüsü, çok uygun bir zamanda vuku bulmuştu. Bu gelişmeler üzerine toplanan Montrö Konferansı; Avusturalya, Büyük Britanya, Bulgaristan. Fransa, Yunanistan, Romanya, Sovyetler Birliği, Türkiye ve Yugoslavya hükûmetlerinin katılımıyla 22 Haziran 1936 günü çalışmalarına başlamıştır. Avusturalya konferansa iştirak ile kabul edilen tek dominyon devlet idi. Açılış oturumu İsviçre Federal Devleti Politik Depertman Şefi M. Motto'nın başkanlığında yapıldı. Motta Türkiye'nin davranışını "Diplomatik bir konunun en isabetli ve en arzu edilen tarzda halli bakımından yüksek dürüstlük misali” olarak övdü. Daha sonra bir divan oluşturularak, çalışmalara başlandı. Konferansta Türkiye Delegasyonu, Dışişleri Bakanı Dr. Tevfık Rüştü Aras başkanlığında, Londra Büyükelçisi Fethi Okyar, Paris Büyükelçisi Suad Davaz, Dışişleri Bakanlığından Büyükelçi Numan Menemencioğlu, Genelkurmay İkinci Başkanı Korgeneral Asım Gündüz, Türkiye’nin Milletler Cemiyeti katındaki sürekli Delegesi ve Sivas Milletvekili Necmettin Sadak yer almışlardı. Ayrıca 11’i diplomat, 7’si yüksek rütbeli asker, 2’si uzman yüksek memur, 4’ü enformasyon işleriyle görevli olmak üzere 24 yedek üye bulunuyordu. Konferansın çalışmaları Karadeniz'de sahili olan ve olmayan devletlerarasında bugüne kadar süregelen alışılmış menfaatlerin çatışmasıyla başladı. Sovyetler Birliği daha öncesinde de olduğu gibi sahil sahibi devletlerin kendi gemilerini Boğazlardan geçirebilmesi için tam serbesti verilmesini ve sahili olmayan devletlere ait gemilerin geçişinde mümkün olduğunca kısıtlamalar getirilmesini istiyordu. Diğer yandan başta İngiltere olmak üzere Karadeniz'e kıyısı bulunmayan devletler de bu deniz üzerinde akla uygun bir denge kurmaya özen göstererek, Karadeniz'e kıyısı olan devletlerden herhangi biri ile bir sorun çıkması hâlinde hareket serbestliğini savunuyorlardı. Temelde birbirinin karşıtı bu iki görüş arasında kalan Türkiye'nin tezi kendi güvenliği endişesi üzerine bina edilmişti. Yani Türkiye Karadeniz'e sınırı olsun veya olmasın kendi sularından geçecek savaş gemilerinin mümkün olduğu ölçüde sınırlandırılması taraftarı idi. Çalışmanın yönetilmesi için ortak bir yöntem kabul edildi. Tartışmalara Türk heyetince hazırlanan 13 maddelik bir projenin ele alınması ile başlandı. Maddeler görüşüldükçe yapılan iş, teknik komiteye ya da yazı kuruluna gönderiliyordu.
Boğazlar Konusunda Türk Tezi
Türkiye tarafından hazırlanan görüşme metni Boğazların yeniden silahlanması hakkında hiçbir koşul taşımıyordu. Bu metninin birinci kısmı, ticaret, hastane ve balıkçı gemilerine ait idi. Proje ilk madde olarak bu gemiler için, barışta ve savaşta Türkiye ister tarafsız ister savaşan olsun, serbest geçiş hakkını içeriyordu. Bundan sonraki hususlar, geçiş esnasında sıhhi muayene, Kılavuzluk ve fener gibi ticari geliş gidiş yapılan mecburi hizmetleri içeriyordu. Savaş hâlinde, Türkiye savaşan olduğu takdirde, geçme serbestisini düşmana hiçbir surette yardımda bulunmamak şartını kapsıyordu. Türk metninin ikinci kısmı harp gemilerinin geçişine ait idi. Burada Türk Projesi yürürlükteki rejimi önemli ölçüde değiştirmişti. Türk heyetince "Güvenlik içinde serbesti" adı verilen bu kısım Lozan Sözleşmesi'nin kabul ettiği şartlı geçme serbestisini, Boğazlar bölgesi ve Marmara Denizi'nin güvenliğini sağlamak zorunluğundan doğan yeni kısıntılara tabi tutuyordu. Türk projesindeki serbest geçiş hakkı da şu iki kısıtlamaya tabi tutulmuştu: “Öncelikle geçişler gündüz yapılacak, denizaltılar Boğaz’dan geçemeyecek, diğer geçişler için Türkiye'nin iznine gerek yoktur, ancak birden fazla devletin gemileri geçecekse bir ay evvelinden peşin bildiri yapılacaktır. Ayrıca kontrollü serbest geçiş sağlanacaktı. Türkiye'nin tarafsızlığı hâlinde harp esnasında da bu durum uygulanacaktı. Karadeniz'e kıyısı olmayan bir devletin, Boğazlardan geçebileceği tonaj ile sınırlanıyordu. Ayrıca Boğazlardan geçişte harp gemileri, tankları ve uçakları kullanamayacaktı. Yine transit olarak geçen savaş gemileri, arıza dışında gereken süreden fazla Boğazlarda kalamayacaktı. Savaş zamanında ve Türkiye'nin de savaşan durumu hâlinde, Türk projesi, harp gemileri ve yardımcı gemilerin geçişine dair düzenlemeyi Türkiye bakımından, harp halinden doğan zaruretlere göre düzenleyecekti. Görüldüğü gibi Türk projesinin getirdiği başlıca yenilik "savaş tehlikesi" hâlidir. Türkiye kendisini savaş tehlikesinde gördüğü takdirde, yeni hükme göre, Milletler Cemiyetine ve taraf devletlere bilgi vermek suretiyle, savaş hâli için kararlaştırılan düzeni aynen uygulamak hakkına sahip olacaktı. Bu yenilik hem Türk topraklarının güvenliğini hem de genel bir barış dengesi için gerekiyordu. Türk projesinde harp gemilerinin geçmelerini düzenleyen genel mekanizma bir nevi otomatik kontrol koyuyor ve bu suretle özel bir komisyona lüzum kalmıyordu. İşte bu sebeple Türkiye Boğazlar Komisyonunun kaldırılmasını istemekte idi. Son kısımda Türk projesi yeni sözleşmenin uygulanması hakkında üç yeni hüküm koymuştu. Birinci nokta sözleşmenin uygulamasını imza anından itibaren başlatıyordu. İkinci nokta, sözleşmeye geçici bir nokta tayin ediyordu. Türkiye kendi haklan üzerinde kısıntılar yapan geçiş, sözleşmesinin kendi egemenliğine zarar verdiği görüşünde idi. Türk heyetine göre, sözleşmenin geçiciliği Türkiye lehine şart koşulacaktı.
Sovyetler Birliği’nin Tezi
Sovyet Temsilcisi M. Litvinov Boğazların kapanmasını, Türkiye ve bütün Karadeniz devletlerinin güvenliği bakımından önemli saymakla beraber, kapama formülü üzerinde ısrarlı durmuyor ve Boğazların "belirli bazı kısıntılar ve belirli bazı hedeflerle" bütün memleketlerin savaş gemilerine açılmasını uygun gören Türk formülünü desteklemeye hazır olduğunu bildiriyordu. Litvinov, Karadeniz memleketlerine ait harp gemilerinin Boğazlardan geçmelerine mâni olmak için pek sebep göstermediğini belirtiyor ve bu isteğimde Sovyetler Birliği’nin aralarında bağ bulunmayan denizlerle çevrilmiş olmak gibi özel durumu ve deniz kuvvetlerinin birliğe ait liman ve deniz üsleri ile temasta bulunma mecburiyeti ile haklı göstermeye çalışıyor. Yani Karadeniz'e sahili olan devletler için geçiş serbestisi, sınırı olmayan devletler için ise kısıntılı serbesti istiyor ve Türk görüşünü destekliyordu.
Fransa’nın Tezi
Fransızlar Türk projesini kabul ediyorlar ve Lozan Sözleşmesi ile amaçlanan hedeflerin hâlen devam etmekte olduğunu ve onlara günün şartlarına daha uygun yollarla ulaşmak gerektiğine inanıyorlar. Bu hedefler evvela Türkiye'nin sonra Karadeniz devletlerinin güvenliği ve genel olarak dünyanın geri kalan kısmı ile serbest ulaşımların sağlanmasıdır
İngiltere’nin Tezi
İngiliz delege Lord Stanhope Türk projesinin bazı özelliklerini eleştirmiş ve şunları söylemiştir:
“Konferans bütün taraflar için memnuniyet verici, adil, hakkaniyetli bir sözleşme ortaya çıkarmayı başarırsa, İngiltere askerileştirme konusunda rızasını verir. İkinci olarak da Boğazlar Komisyonunun devamını istiyor ve gene İngiltere bütün devletler için geçiş serbestisi taraftarıdır.”
 Bu şekildeki karşıt tezlerin çatışması ve uzun tartışmalarla 22 Haziran’da başlayan konferans 20 Temmuz 1936’da Boğazlar Sözleşmesi’nin imzalanmasıyla son buldu. Sözleşme, Türkiye, İngiltere, Fransa, Sovyetler Birliği, Japonya, Romanya, Bulgaristan, Yunanistan ve Yugoslavya arasında imzalanmıştır. İtalya Boğazlar Sözleşmesi’ne sonradan 2 Mayıs 1938’de katılmıştır.
Montrö Antlaşmasının Boğazlar Sözleşmesi ve Getirdiği Düzenlemeler
Montrö (Montreux) Sözleşmesi beş kısım ve dört eke ayrılmış 29 maddeden, ibarettir. Montreux Sözleşmesi’ne göre Boğazların kanuni statüsü Aşağıdaki gibi beş başlık altında sonuçlanmış ve kabul edilmiştir.
1- Ticaret gemileri 2- Harp gemileri 3- Uçaklar, 4- Genel hükümler 5- Nihai hükümler
1-Ticaret Gemilerinin Geçişi
“Gidiş-geliş serbestisi” Sözleşmenin birinci maddesinin ilk fıkrasında, "Yüksek akit taraflar Boğazlarda denizden geçiş ve seyrisefayin serbestisi prensibini kabul ve teyit ederler." denilmektedir. Aynı maddenin ikinci fıkrasında bu serbestliğin bundan böyle bu sözleşme hükümleri ile düzenlendiği belirtilmektedir. Ticaret gemilerinin de boğazlardan geçiş serbestisini şu başlıklar altında verilmiştir:
a) Barış Zamanı: Ticaret gemileri gündüz ve gece herhangi bir engellemeye tabi olmadan Boğazlardan serbest bir şekilde geçeceklerdir. Boğazlardan transit olarak geçen gemilerden, sıhhi kontrol, fener, şamandıra gibi hizmetler karşılığında alınan ücretlerin haricinde bir ücret talep edilmeyecektir.
b) Savaş Zamanı ve Türkiye Savaşan Değilse: Barış zamanı için öngörülen serbesti rejimi Türkiye savaşan değilse savaş zamanı içinde de aynen geçerli olacaktır.
c) Savaş Zamanı ve Türkiye Savaşan ise: Bu durumda Boğazlardan ancak Türkiye ile savaş hâlinde bulunmayan devletlerin gemileri geçebilecektir. Bu geçişe hak kazanan gemiler, Boğazlara gündüz girecekler ve her defasında Türk makamları tarafından gösterilecek yol takip edilerek yapılacaktır. Bu hâlde kılavuzluk ücrete tabii tutulmadan mecburi kullanılabilecektir.
2- Savaş Gemilerinin Durumu
a) Barış Zamanında: Harp gemilerinin geçiş düzeni usul, esas, tonaj ve gemi adedine ilişkin bir dizi kuralları içerir.
Geçiş İzni Elde Etmek İçin İzlenecek Usul: 13’üncü maddede belirtilmektedir. Bu maddeye göre Türk hükûmetine çeşitli yollarla peşin bildiri verilecektir. Bu bildirinin süresi sadece 8 gün olacaktır. Ancak Karadeniz'e sahil olmayan devletler için bu süre 15 gün olacaktır. Bu bildiride gemilerin gidecekleri yer, isimleri, tipleri ve adetleri ile giderken ve dönüşte yine geçiş tarihleri bildirilecektir.
Esasa Ait Şartlar: Karadeniz’de sahili olan ve olmayan devletlerin hafif su üstü gemilerine, küçük muharebe gemilerine ve yardımcı gemilerine hiçbir resim ve vergiye tabi tutulmaksızın geçiş serbestisi tanınmıştır. Bunlar Boğazlara gündüz gireceklerdir. Aynı istisnalar şartı ile Boğazlardan geçecek yabancı deniz kuvvetlerinin tüm tonajı 15 bin tonu aşamayacaktır. Karadeniz'e sahili olmayan devletlerin barış zamanında bu denizde bulundurabilecekleri en yüksek tonaj 30 bin tonu aşamayacaktır.
Savaş Zamanı ve Türkiye Savaş Dışında ise: Bu durum sözleşmenin 19’uncu maddesinde düzenlenmiştir. Bu maddeye göre harp zamanında ve Türkiye harbe dâhil bulunmadığı takdirde, harp gemileri, barış zamanı için tespit edilen aynı şartlar içinde, boğazlardan tam geçiş serbestisinden yararlanacaklardır.
Savaş Zamanı ve Türkiye Savaşan ise: Türkiye'nin savaşan olması hâlinde 20'nci madde barış zamanı için tespit edilen düzenlemeyi kayıtsız olarak kaldıracak ve harp gemilerinin geçişini tamamıyla Türk hükûmetinin takdirine bırakacaktır. Bu şekilde Türkiye'ye verilen tam yetkinin sonucu olarak, bu memleket için savaşan olmak, harp gemilerinin geçişi konusundaki bütün kuralların süreli olarak ortadan kalkması ve boğazlar üzerinde egemenlik hakkının yeniden ve tam olarak tecili manasına gelmektedir.
Yakın Savaş Tehlikesi Hâli: Türkiye'nin kendisini yakın bir savaş tehlikesinin tehdidine maruz hissederek 21. madde gereğince, henüz barışın mevcut olduğu bir anda harp zamanı için öngörülen tedbirleri almağa yetkili olması hâlidir. Ancak bu kural harp tehlikesi hâlinde Türkiye'nin fiilen savaşan olduğu zamanki şiddetiyle işleyebilir. Ancak bu yetkinin kullanılmasından evvel Boğazlardan geçmiş ve bu yüzden bağlı bulundukları limanlardan ayrılmış olan harp gemileri limanlarına dönebileceklerdir
3- Hava Taşıtları
Montrö (Montreux) Sözleşmesi’nin 23’üncü maddesi, toprağı üzerinden uçulan devletin hava güvenliğini sivil havacılıkta uluslararası iş birliği ve dayanışmanın icaplarıyla bağdaştırmak endişesiyle kabul edilmiş bir ulaşma modelidir. Bu maddede şöyle deniliyor: "Akdeniz ile Karadeniz arasında sivil hava taşıtlarının geçişini sağlamak amacıyla, Türk hükûmeti Boğazların memnu bölge dışında, bu geçişe mahsus hava yollarını bildirecektir. Tesadüfü uçuşlar üç günlük peşin bildiriye tabi bulunacak muntazam uçuşlar ise geçiş tarihlerine ait genel bir bildiri ile yapılacaktır.
4- Genel Hükümler
Türkiye'nin 1923 Lozan Sözleşmesi’yle kurulan uluslararası Boğazlar Komisyonu’nun yetki ve görevlerini üstlenmesine ilişkin 24’üncü madde Boğazlar Komisyonu’nun kaldırıldığını ve yetkililerinin Türk hükûmetine verildiğini kaydediyor. Türk hükûmeti Karadeniz'e kıyısı olan ve olmayan devletlerin Boğazları geçen harp gemilerinin tonajı hakkında bilgi toplamayı ve gereken diğer bildirileri vermeyi üzerine alıyor. Ayrıca Türk hükûmeti Milletler Cemiyeti Genel Sekreterine ve aktif devletlere her yıl bir rapor göndererek Boğazlarda yabancı harp gemilerin gidiş gelişlerini gösterecek ve ticaret ve deniz geliş gidiş trafiğine ait diğer gerekli bilgileri sunacaktır.
5- Son Hükümler
Son hükümler ile Sözleşme’nin onaylanması, yürürlüğe girişi, ona katılma ve ortadan kaldırma koşulları, süresi, değişiklik getirme biçimi ve koşulları düzenlenmiştir.
Sözleşmenin Onayı: 26'ncı madde Sözleşme’nin onayı Paris’te Fransız hükûmetinin Evrak Dairesine verileceğinin kaydıdır. Türkiye'ninki de dâhil 6 tasdikname verilir verilmez, bir verildi tutanağı düzenlenecek ve bunun tarihi, yeni sözleşmenin yürürlüğe girdiği günün tarihini belirtecektir.
Sözleşmenin Süresi ve Tadili: (Değiştirilmesi) 28’inci madde sözleşmenin yürürlüğe girdiği andan itibaren yirmi yıllık bir süreyi kapsayacağını belirtir. Yirmi yıllık bu süre şarta bağlı olup ancak iki yıllık bir fesih peşin bildirim gönderilmesi hâlinde kesinleşecektir. Böyle bir bildirim gönderilmemiş ise, yürürlük devam edecek ve daha sonra herhangi bir tarihte verilen bildirim ancak iki yıl geçtikten sonra etkisini gösterecektir. Sözleşmenin şartlara uygun olarak feshi hâlinde, akitler kendilerini yeni sözleşmenin hükümlerini tespit etmekle görevli bir konferansta temsil etmeyi kararlaştırmışlardır. 29’uncu madde tadil prosedürünü içeriyordu ve şöyle deniyordu: "Sözleşmenin yürürlüğe girmesinden itibaren her beş senelik sürenin sonunda, akit taraflardan her biri sözleşmenin bir veya birkaç hükmünün tadiline teklifle teşebbüs edilecektir.” Bu istek kabule değer olmak için her beş yıllık devrenin bitişinden üç ay evvel akit tarafların her birine tebliğ olunacaktır. Tebliğ teklif olunan gerekçeleri ihtiva etmelidir. Tadil prosedürünün iki yolu vardır. Birincisi ilgili hükûmetler arasında görüşmeleri gerektiren diplomatik prosedürdür. Bundan bir sonuç alınamadığı takdirde akitler tadil konferansına katılacaklardır. Konferans ancak oybirliği ile karar verecektir. Çoğunluk, Türkiye de dâhil olmak üzere, Karadeniz de sahili bulunan devletlerin dörtte üçünü kapsamak şartıyla hesap edilecektir.
Sonuç
Montrö Sözleşmesi, Lozan’ın Boğazlarla ilgili eksiğini tamamlayarak Boğazlarda Türk egemenliğini sağlamıştır. Boğazlar Komisyonu’na son verilmiş, askerden arındırılmış bölge uygulamasına son verilmiştir. Montrö, İstanbul ve Çanakkale Boğazlarından serbest geçişi sağlayan ve denetimi tümüyle Türkiye'ye bırakarak, Boğazların kullanımında Karadeniz'e kıyısı olan ve olmayan devlet ayrımı da yaparak, kıyısı olanlar yararına bazı ayrıcalıklar da getirmiştir. Yine bu sözleşme, Türk-İngiliz ve Türk-Sovyet münasebetlerinde bir dönüm noktası teşkil etmiştir. Türk-İngiliz yakınlaşması bu konferansta en önemli gelişmesini kaydetmiştir. İngiltere'nin Türkiye'ye karşı sıcak yaklaşımı, İtalya’nın doğu Akdeniz bölgesinde ortaya çıkarttığı tehditten doğmuştu. Böyle bir tehdide karşı İngiltere Türkiye'de sağlam bir dayanak görmüş ve Türkiye'yi kendi tarafına çekmek istemişti. Ayrıca Türkiye Akdeniz’deki İtalyan tehlikesi karşısında bu şekilde İngiltere’ye yaklaşırken, Sovyetler Birliğini de terk etmek niyetinde değildi. Nitekim bu devlet her zaman Türk dış politikasının temel unsuru olmaya devam edecektir. Zaten Sovyetler Birliği, daha sonra Boğazlar için yalnızca Türkiye ile Karadeniz'de kıyısı olan devletlerin söz sahibi olması gayesi ile sözleşmeyi değiştirmek üzere, İkinci Dünya Savaşı sona erince önemli bazı istemlerde bulunmuştur. Boğazlar her zaman olduğu gibi bugün de Türkiye'nin tek başına askerî ve diplomatik boyutlarını aşan bir sorundur ve hep de öyle olacaktır. Çünkü Türkiye, geçmişte olduğu gibi günümüzde de üzerinde ve yakın çevresinde dünya güç dengesini etkileyecek düzeyde sürekli ve çok yönlü çıkar ve güç çatışmalarına sahne olan hassas bir coğrafi konuma sahip bulunmaktadır.
Kaynakça
Armaoğlu, Fahir, 20. Yüzyıl Siyasî Tarihi, 1914-1980, Ankara, 1987,
Akyol, Taha, “İktidarın Dilinde Lozan ve Montrö”, Karar Gazetesi, 07.04.2021.
Erkin, Feridun Cemal, Türk-Sovyet İlişkileri ve Boğazlar Meselesi, Başnur Matbaası, Ankara,1968.
Koçu, Reşat Ekrem, Osmanlı Muahedeleri ve Kapitülasyonları, Türkiye Matbaası, İstanbul, 1934.
Meray, Seha L.- Olcay, Osman, Montreux Boğazlar Konferansı Tutanaklar Belgeler, A.Ü.S.B.F. Yayını, Ankara, 1976.
Özdalga, Numan, Türk Boğazlarının Tarih İçindeki Önemi. Deniz Basımevi, 1965.
Özçelik, İsmail-Yavuz Nuri, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi, Nobel Yayınevi, Ankara, 2011.
Soysal, İsmail, Tarihçeleri ve Açıklamaları ile Birlikte Türkiye'nin Siyasal Anlaşmaları, Cilt 1, T.T.K. Yayını, Ankara,1983.
Soysal, İsmail, “Montrö Boğazlar Sözleşmesi”, TDV İslâm Ansiklopedisi, Cilt:30, İstanbul, 2005.
Uçarol, Rıfat, Siyasi Tarih, Filiz Kitabevi, İstanbul, 1985.


Not: Görseller olarak: Aşağdakiler kullanılabilir
1-    Marmara Denizi ve Boğazları gösterir harita
2-    Lozan Görüşmeleri fotoğrafı
3-    Montrö görüşmeleri fotoğrafı
4-    İsmat Paşa Lozan da bir foto.
5-    Tevfik Rüştü Aras’ın fotoğrafı
6-    İstanbul Boğazından görüntü
7-    Çanakkale Boğazından görüntü
8-    Meray, Seha L.- Olcay, Osman, Montreux Boğazlar Konferansı Tutanaklar Belgeler Kitap Kapağı fotosu
9-    Karadeniz ve Boğazlar haritasının görünümü
10-    Goben ve Breslav (Yavuz ve Midilli) Vapur fotoğrafları
11-    Nusret Mayın Gemisi fotoğ
12-    Çanakkale Savaşlarından bir görüntü