Sizlere tarihimizde bu vatana şerefle hizmet etmiş, canını ve kanını vermiş olan değerli astsubaylarımızı anlatacağım ve bazı fotoğraflarını sunacağım. Anlatacağım konu “Küçük Zabitten Astsubaya” uzanan uzun bir destandır.
Ben askerî tarihle uğraşıyorum. Özellikle Avusturya-Macaristan ve Türkiye ilişkileri konusunda araştırmalar yapıp kitap ve makaleler yazıyorum. Bunları da yabancı dergilerde yayımlıyorum. Bir gün Brezilya’nın Rio de Janeiro şehrinde oturan Christiano Campos isimli Türk askeri tarihine meraklı bir arkadaş beni internette bulmuş ve Osmanlı Ordusu Küçük Zabitleri hakkında sorular sordu. Bu konu benim çalışma alanım değildi, bilmiyordum ve o arkadaşa yardımcı olmak için araştırmaya koyuldum. Hiç kimsenin şimdiye kadar üzerinde çalışma yapmadığı engin bir derya ile karşılaştım. Şu an benim koleksiyonumda aşağı yukarı 300 adet subay ve astsubay fotoğrafı bulunmaktadır. Şimdi bunları sizlere sunacağım ve bu mübarek insanların aziz ruhlarını saygıyla anacağız.
Kadim ordumuzda, eski ordumuzda yâni Göktürk Ordusunda 4 adet rütbe vardı. (Onbaşı, Çavuş, Yüzbaşı ve Binbaşı.) Daha sonra görülen lüzum üzerine bu rütbelere başka rütbeler de eklendi. Özellikle Osmanlı Devri’nde Ağa eklendi. Sonra Başağa eklendi. Bu Başağa döndü dolaştı Paşa olarak bugün askerî terminolojimize girdi. Daha sonra ihtiyaç arttı. Üstçavuş, Başçavuş, Takımbaşı, Mülazım (Teğmen, Üsteğmen), Kaymakam (Yarbay), Miralay (Albay), Mirliva (Tuğgeneral, Tümgeneral) Ferik (Korgeneral, Orgeneral) gibi rütbeler de eklendi. Ama yukarıda arz ettiğim gibi bizim ordumuzun temel direği dört kişidir. Onbaşı, çavuş, yüzbaşı ve binbaşı.
Büyük Başkomutan, Cumhuriyet’imiz ve devletimizin kurucusu olan Mustafa Kemal Atatürk’ü de her zaman anmamız gerekir. Mustafa Kemal’i Sultan II. Abdülhamit Dönemi’nde Harbiye talebesi iken mavi üniforması içinde görüyorsunuz. Mustafa Kemal’in de sol kolunda bir çavuş işareti var. Mustafa Kemal, Harbiye’de okurken sınıfının çavuşu idi. Bu çavuşluk en çalışkan, en kaliteli, en iyi öğrencilere verilen bir unvandı.
Osmanlı Devri’nde astsubay denilmez “küçük zabit” denilirdi. Askerî okullarda görev için yetiştirilen gençler çok küçük yaşta ordu saflarına komutan olarak atandıklarından dolayı onlara “küçük” denmiştir. Subaylar da büyük zabitlerdi.
Tabii ki her yerde ve her zaman olduğu gibi konuşmamızda bu devlete, bu millete, bu vatana şan ve şerefle hizmet etmiş, bu uğurda canını esirgememiş olan değerli şehitlerimizi de anmak gerekir. On binlerce değerli şehidimiz var. Bunları teker teker burada sıralamamız mümkün değil. Ancak üç astsubay şehidimizin ismini burada anarak onları da yâd edeceğiz.
Hasnun Galip Galatasaray’ın yetiştirdiği büyük sporculardan biridir ve bugün İstanbul’da Hasnun Galip Caddesi Galatasaray Spor Kulübü’nün bulunduğu yerdedir.
Yine küçük zabitlikten gösterdiği kahramanlıklar sebebiyle terfi etmiş olan ve Millî Mücadele’de hayatını veren değerli bir Üsteğmen Hafız Macit Efendi.
En soldaki genç kardeşimiz de Kore şehitlerinden Başçavuş Mesut Kaya Öziş.
Terörde canını kaybeden mübarek vatan evlatlarını anmadan geçemeyiz. Onların bir ikisinin fotoğrafını burada takdim ediyorum. Jandarma Astsubay Üstçavuş Yıldırım Akbulut ve Bakım Onarım Astsubay Çavuş Selman Aksu’ya rahmet diliyorum, nur içinde yatsınlar.
Yaptığımız araştırmalarda Modern Ordumuzda ilk defa astsubay ve subay rütbe işaretlerinin Sultan İkinci Mahmut döneminde ortaya çıktığını gördük. Bunlar renk itibarıyla değişik ama şekil bakımından aynı rozet cinsinden şekillerdir. Bir tanesi yüzbaşı, diğeri başçavuş rütbesi.
Yukarıda Mustafa Kemal’in sınıfının çavuşu olduğunu söylemiştim. Kadim Osmanlı Devleti, eğitime çok önem verirdi. Eğitimde büyük bir disiplin hâkimdi. Sivil okullarında bile üniforma mecburiyeti vardı. Onun için çocuklar ciddi bir şekilde yetişirlerdi. Bunların da sınıflarında bir çavuş bulunurdu ve üniformasının sol kolunda çavuş işareti taşırdı. Bu fotoğrafta bir sivil okulun öğrencileri ve onların başında bulunan çavuşu görüyorsunuz. Sınıf çavuşlarına cumhuriyet döneminde uzun müddet “mümessil” dedik, şimdi ise “başkan” deniyor.
Abdülhamit Dönemi’nde ordumuzun iki değerli küçük zabiti Süvari Hasan Çavuş ve Piyade Nişancısı olan küçük zabitimiz. O zaman rütbeler kollarda bulunurdu.
1897 senesinde Yunanistan’a karşı kazanmış olduğumuz Büyük Dömeke Meydan Muharebesi’nde düşmana hücum eden kahraman neferlerimizin başında kahraman çavuşlarımızı görüyorsunuz. Kollarında kırmızı çavuş işaretleri var.
Sultan Abdülhamit zamanında İstanbul’da çok yangın oluyordu. Bu yangınlarla bir türlü baş edilemiyordu. O yüzden bir Macarı özellikle Türkiye’ye davet ettiler. Bu Macar Türkiye’de ilk itfaiye teşkilatını kurdu. Daha sonra da bu teşkilat askerî bir alay hâline geldi. Bu askerî alay Çanakkale’de büyük hizmetlerde bulundu.
Bu fotoğrafta da küçük zabit mektebi öğrencilerini görüyorsunuz. Bu gençler okullarından çavuş rütbesiyle mezun olup, başçavuş muavini ve başçavuş rütbesini müteakip Mülazım-ı Sânî (teğmen) rütbesine geçiyorlardı. Bilad-ı Harre’de yani Hicaz ve Yemen’de görev yapmayı kabul edenler okuldan doğrudan Mülazım-ı Sânî rütbesi ile mezun ediliyorlardı.
Osmanlı Dönemi’nin, Balkan Savaşı ve Birinci Dünya Savaşı sırasında kullanmış olduğu küçük zabit rütbelerinin resimlerini sunuyorum: Kırmızı renkli olan bu rütbeler jandarma sınıfına ait rütbeler. Omuzda olan bir boş apolet onbaşı. Bir sırma ve apolet çavuş, iki sırma ve apolet başçavuş muavini, üç sırma olunca da başçavuş. Her sınıfın rengine göre de bu değişiyor. Piyadenin rengi bildiğimiz gibi neftî, topçununki barudî, süvarininki gümüşî.
Osmanlı Devleti’nde “Sınıf-ı fenniye” denilen istihkâm ve muhabere sınıflarının rengi şimdi olduğu gibi mavi idi. Bende bir muhabere asteğmeni olarak değerli ve şanlı ordumuzda şerefle hizmet ettim, Piyade sınıfının rütbeleri nefti. Başçavuşun rütbesinin üzerinde bir dört sırmalı apolet taşıyan takım başı vardı.
Gebze Karakol Komutanı Küçük Zabit Başçavuş Ahmet Efendi. Anadolu’ya silah ve subay kaçıran yolun komutanı. Bunun sayesinde birçok vatan evladı Mustafa Kemal kuvvetlerine katılmak üzere sağ salim Anadolu’ya gelmişlerdir. Bu değerle vatan evladımızın başında Osmanlı kalpağı ve 1933’te giyilen subay veya astsubay üniforması ve omuzunda Osmanlı Devleti Küçük Zabit apoleti bulunuyor.
Jandarma Sıhhiyeciler de yaralı askerlerimizin derdine derman olmuşlardır.
Bir Topçu Başçavuş Muavini. Süvari Küçük Zabit Başçavuş Muavini İsmail Sırrı Efendi. Süvarinin gümüşi yakasını görüyorsunuz. Savaş sırasında bu gümüşi, nefti ve barudi yakalar güneşte parladığı için Harbiye Nezareti bu yakalardaki bu renkleri değiştirip ait oldukları birliklere göre bir zırh yaka boyuna çekilmiştir.
Çanakkale Müstahkem Mevkii’nde Alman ve Türk ağır topçularını görüyorsunuz.
Büyük bir imparatorluğun varisleri olduğumuz için ordumuzda zenci askerler de görev yapmıştır. Bu zenci askerlerden birisini görüyorsunuz
İki kardeş olan Boşnak askerleri görüyorsunuz. Birisinin ailesi Türkiye’ye göç etmiş diğeri ise Türkiye’ye göç edememiş. Onun için Avusturya ordusuna katılmış. İkisi de Küçük Zabit ve Türkiye’ye geldiklerinde buluşuyorlar. Çanakkale Muharebeleri sırasında bize yardım etmek amacıyla iki Avusturya ve Macaristan topçu taburu gelmişti. Bu topçu taburunda bu gördüğünüz kahraman tercümanlık yapmıştı.
Kanun neferi olan astsubayların boynunda demir bir levha asılırdı. İngiliz esirlerle beraber olan küçük bir zabitimiz.
Şimdi size bir iki kahramanımızı takdim edeyim:
“Kıyamet mi Kopar Abdullah Çavuş” Namık Kemal’in ölümsüz eseri olan Vatan Yahut Silistre’de bir kahraman çavuşumuz vardır ve adı Abdullah Çavuş’tur. O Abdullah Çavuş her zaman “Kıyamet mi kopar” diyerek komutanına manevi güç vermiştir. Kendisi hayatta iken Birinci Dünya Savaşı sırasında değerli ordumuzun subayları tarafından ziyaret edilerek eli öpülmüştür.
Yine zenci olan küçük bir zabitimiz Musa Efendi Teşkilatı Mahsusa’nın bir mensubu olarak çok büyük işler yapmış. Hayırla anılan bir memleket evladıdır.
Yine Antep Kahramanı Aslan Bey. O da küçük zabitlikten yüzbaşı rütbesine yükselmiş olan değerli bir vatan evladıdır.
Yine başka bir astsubaylıktan subaylığa geçip memlekete büyük hizmetler yapmış olan Kılıç Ali Bey.
Şimdi burada gelelim en önemli olayı. Osmanlı Devleti sırasında küçük zabitlerimiz aynı zabitlerimiz gibi kılıç kuşanır ve kılıç taşırlardı. Ama daha sonra nedense bunun niçin kaldırıldığını bir türlü bulamadım. Yalnız bulduğum şu oldu: NATO’ya girdiğimiz zaman subaylarımızın şerefli kılıçları da kaldırıldı. Sonra zannedersen 1980’lerde subaylarımıza şerefli kılıçlar iade edildi. Ama astsubaylarımızın kılıçları hâlâ mahzun olarak duruyor. Astsubaylarımıza da kılıç kuşandırmak bizim görevimiz olmalı.
Cumhuriyet Devri Bahriye Astsubayı. Zarafet ve kibarlığa bakınız lütfen. Ecdadımız böyle kıymetli insanlardı.
1922’de bu omuzda olan astsubay rütbesi yakaya geçmiş, yakada üç çizgi görüyorsunuz. Üç çizgi başçavuş muavini demek.
Cumhuriyet Dönemi’nde Küçük Zabit ve Astsubay rütbeleri sol kola taşınıyor. Sol kollarında astsubay işareti taşıyan değerli vatan evlatlarını görüyorsunuz.
19 -1956 döneminde astsubaylarımız gedikli oldular. Onlar da 1935’te çıkan bir kanunla astsubaylar; er, onbaşı, üstçavuş, başçavuş olmak üzere hepsi er sınıfına dâhil edildi. Rütbe işaretleri yine sol kolda ve üzerlerine birer ay yıldız ilave edildi.
Kore’de de astsubaylarımız görev aldılar. 241. Piyade Alayı’nın Sancaktarı bir başçavuştu. Kore’de yaralanıp uzun süre hastanede edildikten sonra nekahat döneminde bulunan yaralı gazilerimizi görüyorsunuz.
Tayyarecilerimizi de unutmamamız lazım. Kük zabitler o zaman pilot olarak görev yapabiliyorlardı.
Meşhur Tayyarecimiz Vecihi Hürkuş’u görüyorsunuz.
1956 senesinde bir makinist astsubay arkadaşımız bunun makinist olduğunu göğsündeki tek kanattan anlıyoruz.
Nişancılar, makineli tüfekçiler, telsizciler ve tayyaredeki diğer uçuş elemanları tek kanat taşıyorlardı. Pilotlar ise çift kanat takıyordu.
Yine şerefli ordusunda görev yapmış olan pilot astsubaylarımızı görüyorsunuz.
İkinci Abdülhamit Dönemi’nde Bahriye Gedikli Zâbitânından Gedikli Sânî.
Deniz Küçük Zabit Yetiştirme Okulu öğrencileri.
Yine İkinci Abdülhamit Dönemi’nde Deniz Piyadeleri.
Cumhuriyet Devri’nde astsubay işareti tekrar omuza taşınıyor. Yine astsubay camiamızın yetiştirdiği büyük sanatçı Hulusi Kentmen’in aziz hatırası önünde saygıyla eğiliyorum.
Bu memleketin yetiştirdiği büyük hokkabazlardan Zati Sungur. O da bir astsubaydı. Denizaltılarımızda görev yapmış astsubay çavuşlarımızı görüyorsunuz. Başka deniz altıcı astsubay arkadaşlarımız.
Bu arada bizlere her zaman eşlik eden en zor ve en sıkıntılı zamanlarımızda bizlere devamlı arka çıkan her zaman bizi rahatlatan değerli eşlerimiz ve hemşirelerimize de saygılarımızı sunmak ve teşekkür etmek lazım. Onların da fotoğraflarını sizlere takdim ediyorum. Görüyorsunuz, ne kadar güzel ve zarif hanımefendiler!...
BİYOGRAFİ
Askerî tarih yazar ve müzeci rahmetli Tümgeneral Ahmet Hulki Saral ve ev hanımı rahmetli Hacer Cenan Saral’ın oğludur.
1941 yılında Fethiye’de doğdu. 1961 yılında TED Ankara Koleji’ni bitirdikten sonra Viyana’da Hochschule für Welthandel (Dünya Ticareti Yüksek Okulu)’de okudu. Yedek Subaylık görevini Mamak Muhabere Okulu Telli Alay, I’inci Tabur, II’nci İnşa Bölüğünde tamamladı.
1966 yılında memur olarak çalışmaya başladığı İş Bankası saflarında Şef Yardımcısı, Müfettiş ve Müdür olarak görev aldıktan sonra 1997 yılında emekli oldu.
Türk Macar Dostluk Derneği kurucularından olup, derneğin kuruluşundan itibaren yönetim kurulu üyesi olarak çalışmalarını sürdürmüş, hâlen dernek başkanıdır.
Bektaşî Dervişi Gül Baba üzerine yaptığı çalışmalar dergilerde yayımlanmış, Macarcaya da çevrilmiştir.
5 Mart 2013 günü Macaristan Cumhurbaşkanı tarafından Macar-Türk kültürel ve tarihî hatıralarının muhafaza edilmesi uğrunda gerçekleştirdiği çok taraflı faaliyetlerin takdiri olarak Macar Liyakat Nişanı Şövalye Haçı (“Magyar Érdemrend lovagkeresztje”) ile ödüllendirilmiştir.
Eser Saral’la (Gürer) evli ve Ahmet Saral ile Emre Saral isimli iki çocuk babası olan Saral, İngilizce ve Almanca bilmektedir. 8 kitap ve 100’e yakın makale yayınlamıştır.