CUMHURİYET’İN ÜÇÜNCÜ EVRESİ:
CUMHURBAŞKANLIĞI HÜKÛMET SİSTEMİNE GEÇİŞTE
MHP LİDERİ DEVLET BAHÇELİ’NİN ROLÜ
E. Semih Yalçın
15 Temmuz ihanet girişimi, Türkiye Cumhuriyeti’ne yönelik iç ve dış tehditlerin en yoğun olduğu bir dönemde meydana gelmiştir. Bu teşebbüs, Cumhuriyet’inizi, tarihinin en büyük tehlikesiyle karşı karşıya bırakmıştır. Türkiye işgal tehlikesiyle karşı karşıya kalmış, iç savaşa savrulmaktan kıl payı kurtulmuştur. Devletimiz yıkılmaktan, milletimiz paramparça olmaktan, ilanı yapılmamış bir Sevr’i, hatta daha acıklısını yaşamaktan kurtulmuştur. Vatanın elden gitmesine ramak kalmıştır. Türkiye’yi, içinde bulunduğu kaos ortamından kurtarmak da tarihte olduğu gibi, yine Türk milliyetçilerine ve dolayısıyla onların siyasi temsilcisi olan MHP’ye düşmüştür. Bu bağlamda MHP, hiçbir siyasi beklenti içine girmeden, devletin varlığını ve milletin birliğini korumak için, elini taşın altına koymuştur. Çünkü gerek 2014 yılında Cumhurbaşkanı’nın halk tarafından seçilmesi ve gerekse 15 Temmuz süreçlerinde meydana gelen hadiseler dolayısıyla, yönetim biçimini belirleyen “yeni ve kalıcı bir Anayasa değişikliğinin” kabulü şart olmuştur. 2007 yılında Cumhurbaşkanı’nın halkoyu ile seçilmesine dair Anayasa değişikliğinin %69 gibi yüksek bir oranla kabul edilmesinin ardından, 2014 yılında yapılan Cumhurbaşkanı seçiminde, Recep Tayyip Erdoğan’ın %52 oy almıştır. Yüksek orandaki bu oy, AKP’nin başkanlık modelini ısrarla savunmasına ve hayata geçirme çabalarına zemin hazırlamıştır. Sayın Erdoğan’ın sağladığı halk desteği, iktidarın yeni bir hükûmet modeline gidiş yolundaki cesaretini bir kat daha arttırmıştır. Halkın ekseriyetinin desteğini alan Recep Tayyip Erdoğan’a böylece fiilî başkanlık yolu açılmıştır. Böylelikle “seçilmiş Cumhurbaşkanı” sıfatıyla (zaman içinde) fiilî bir yönetim biçimine yönelmiştir. Tabii ki bu tutumuyla da Türk siyaseti ve sistem üzerinde büyük baskı oluşturmuştur. Sayın Recep Tayyip Erdoğan, bir taraftan “halk tarafından seçilmiş Cumhurbaşkanı” konumunu bir başkan gibi kullanırken, diğer taraftan da fiilen lideri olduğu AKP’nin sevk ve idaresini elinden bırakmamıştır. Tabiri caizse “fiilî başkanlığın idaresinde” Türkiye gemisi, bilinmezliğe doğru pupa yelken açılmıştır. Bu defacto durum, mevcut erkler dengesini sarsarak demokratik parlamenter sistemde tıkanıklığa yol açmıştır. Bu yönetim krizi, 15 Temmuz sonrasında büsbütün derinleşmiştir. Sistemin tamamen tıkanma riski ortaya çıkmıştır. 2007 Anayasa değişiklik sürecinde hayır kampanyası yürüten MHP’nin fiilî yönetime giden süreci engelleme çabaları yeterli olmamıştır. Daha sonra adalet mekanizmasının devreye girmesi istenmiş, bağımsız savcılar göreve çağırılmıştır. Ne yazık ki bu çağrılar, “siyasallaşmış ve yürütme erkinin güdümündeki” yargıda karşılık bulmamıştır. Sayın R. Tayyip Erdoğan “seçilmiş Cumhurbaşkanı” olarak; pozisyon aldığı defakto konumdan bir milim dahi geri adım atmamış, tersine aklındakini hayata geçirme yolunda daha da ilerlemeye başlamıştır. Böylece Türkiye, 2007-2016 yılları arasında Cumhuriyet tarihinin en ciddi rejim bunalımıyla karşı karşıya kalmıştır. Meclis, Cumhurbaşkanlığı, hükûmet ve yargı kurumlarının görev alanları konusunda, müthiş bir karmaşa yaşanmıştır. Yasama, yürütme ve yargı erklerinin sınırları ortadan kalkmıştır. Anayasa’ya uyulmaması sonucunda ortaya çıkan krizde, parlamenter sistemin sadece adı kalmıştır. Anayasa’da yeri olmadığı hâlde, parlamento da hükûmet de yargı da Cumhurbaşkanlığı makamına bağlanmıştır. O dönemdeki ortamda; hukukun üstünlüğüne olan güven giderek ortadan kalkmış, demokrasinin en az kusurlu rejim olduğuna dair inanç zedelenmiştir. Bu dönem; dış politikadan ekonomiye, hukuktan terörle mücadeleye kadar Türkiye’nin çözüm bekleyen meselelerinde yetki ve karar merciinin belli olmadığı; kimin elinin kimin cebinde olduğunun anlaşılamadığı bir dönemdir. Sayın Erdoğan’ın liderliğinden ve diplomatik dille söylenmesi gerekenleri, salt siyasetin keskin diliyle gündeme getiren yaklaşımından rahatsız olan uluslararası camia, müttefik bildiğimiz ülkeler, AB ülkeleri birer birer Türkiye’ye cephe almaya başlamıştır. Irak ve özellikle Suriye’deki gelişmeler de bütün bu menfi vaziyetin üzerine tüy dikmiştir. Türkiye, bilhassa Ahmet Davutoğlu dönemindeki dış politika yanlışları yüzünden bölgesinde ve uluslararası alanda yalnızlaşmış, âdeta batağa saplanmıştır. “Değerli yalnızlık” gibi anlamsız bir ifadeyle izah edilmeye çalışılan bu vahim vaziyet, Türkiye’nin uluslararası camianın desteğini büsbütün kaybetmesine zemin hazırlamıştır. Uluslararası aktörlerin manipülasyonları sonucu, Rusya ve İsrail’le yaşanan krizler ise büyük fedakârlıklarla aşılabilmiştir. 15 Temmuz 2016 kalkışması, Türkiye’nin iç ve dış sorunlar yumağıyla giderek daha çok boğuştuğu böylesi bir ortamda vuku bulmuştur. Türkiye’nin devasa bir yönetim krizine yuvarlandığı bir atmosferde, içeride Gezi Olayları ve 15 Temmuz Darbe Girişimi gibi vakalarla, Cumhuriyet tarihinde benzeri görülmedik terör eylemleri, vaziyeti büsbütün tahammül edilmez hâle getirmiştir. 15 Temmuz’da ve sonrasında yaşanan hadiseler dahi R.Tayyip Erdoğan’ı başkanlık sisteminden vazgeçirmediği gibi, bu modeli hayata geçirme arzusunu daha da kamçılamış, kendisini ve AKP’yi yolundan döndürememiştir. Bu sebeple MHP Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli, 15 Temmuz’dan sonra bambaşka bir mecraya kayan Türkiye’de sistemin, hukukun üstünlüğüne tekrar kavuşturulmasını elzem görmüştür .
15 Temmuz ihanet teşebbüsü sonrasında da ülkede durumun vahametini ve kötü gidişi gören MHP Lideri Devlet Bahçeli, bir hâl çaresi bulunması gerektiğini düşünerek tarihî bir adım atmıştır. MHP Lideri Bahçeli, Recep Tayyip Erdoğan ve AKP’nin önüne iki seçenek sunmuştur:
Ya mevcut Anayasa ve yasalara riayet edilerek parlamenter sistem yeniden işler hâle getirilmeli ya da mevcut hukuksuz fiilî durumu hukuk zeminine oturtacak bir model belirlenerek bunun üzerinde uzlaşma sağlanmalıdır. MHP lideri, bu hamlesiyle dosta düşmana sistemsizlik ve hukuksuzluk karşısında siyaset kurumunun çareler ve çözüm yolları üretebileceğini ispatlamıştır. MHP Genel Başkanı’nın çıkışı, hem devletin itibarı hem de siyaset kurumun işlerliği açısından can suyu olmuştur. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin Anayasa değişikliği teklifiyle amacı, Türkiye’nin içinde bulunduğu siyasi açmazın ortadan kaldırılması, devlet kurumlarının yetki ve görev sınırlarının yeniden belirlenmesi olmuştur. Yamalı bohçaya dönen Anayasa yüzünden ortaya çıkan hükûmet sistemi bunalımının giderilerek taşların yeniden yerine konmasını hedeflemiştir. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli de 11 Ekim 2016 günü parti grubunda yaptığı çıkışla da Türkiye’nin temel sorunlarının halledilmesi için bir an evvel siyasi aktörlerin konum ve işlevlerini belirleyen bir Anayasa değişikliğinin zaruret olduğunu ortaya koymuştur.
Devlet Bahçeli’nin önerisine sıcak bakan AKP, çok geçmeden Anayasa değişikliği öngören bir metin hazırlayıp MHP’nin görüşlerine sunmuştur. Yeni bir hükûmet modeline geçişi öngören Anayasa değişikliği konusunda 2016 yılının sonbaharında yapılan görüşmeler, uzlaşmayla sonuçlanmıştır. Nihayet 21 maddelik Anayasa Değişikliği Teklifi, 10 Aralık 2016’da iktidar partisi tarafından Meclis Başkanlığına sunulmuş; Anayasa Komisyonunda yapılan görüşmeler sonrasında da metin 18 maddeye indirilerek TBMM Genel Kuruluna havale edilmiştir. 18 maddeden oluşan Türkiye Cumhuriyeti Anayasa’sında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin ilk tur oylaması 9 Ocak 2017’de başlayıp 15 Ocak 2017’de bitmiştir. Bahse konu Kanun teklifinin ikinci turu ise 18 Ocak 2017’da oylanmış 21 Ocak 2017’de referanduma gidilecek şekilde karar alınarak tamamlanmıştır. TBMM’de kabul edilen mevcut değişiklik önerisinde, devletin niteliklerini tespit eden ilk dört maddeye dokundurulmamıştır.
Ne var ki bu mesele MHP muarızlarınca “AKP’ye payanda olmak”, “Erdoğan’a istediğini vermek” gibi ucuz ve çirkin tabirlerle sulandırılmak istenmiştir. MHP, 2016-2017 Anayasa değişikliği sürecinde “Herkesin Meclis iradesine tabi olması zorunludur. Artık fiilî duruma son verilmelidir.” çıkışıyla kuvvetli bir siyasi dalga oluşturmuşken CHP bu dalgayı görmezden gelmiş, meseleyi sadece “Erdoğan’ın başkan olmasına” bağlamıştır. Hâlbuki MHP, 1977’de başkanını seçemeyen Meclisteki siyasi tıkanıklığı ve krizi çözmek için nasıl CHP’nin adayı Cahit Karakaş’a oy vermişse, nasıl 1991’de DYP-SHP koalisyonuna güvenoyu verilmesini istemişse, Ermenistan’ın eski Cumhurbaşkanı Levon Ter-Petrosyan’la hangi saik ve hangi gerekçelerle görüşmüşse, MHP Lideri Devlet Bahçeli de aynı sebeplerle Anayasa değişikliğinin önünü açmıştır. Devlet Bahçeli; tıpkı Alparslan Türkeş gibi, MHP ve Milliyetçi-Ülkücü Hareketin oyunda figürasyon olarak değil, bizzat oyun kurucu olarak yer almasını sağlamıştır.
Sayın Devlet Bahçeli’nin, 21. yüzyılda yıldızı parlayan Türkiye’ye yönelik iç ve dış tehditlerin giderek büyümesi karşısında etkin bir siyasi aktör olarak yaptığı tarihî çıkışlardan sonuncusu, 3 Kasım 2019’da yapılması hükme bağlanan Cumhurbaşkanlığı ve Genel Seçimlerin erkene alınması olmuştur. Devlet Bahçeli; uluslararası aktörlerin Türkiye’yle ilgili manipülasyonlarına güçlü bir cevap vermek, bu manipülasyonların politika, toplum ve ekonomi üzerindeki muhtemel zararlarını ortadan kaldırmak üzere harekete geçerek seçim tarihinin öne alınması için 17 Nisan 2018’de hükûmete teklifte bulunmuştur. İçeride ve dışarıdaki gelişmelerle 3 Kasım 2019 tarihine giden hayli uzun sürecin, birtakım belirsizliklere ve tartışmalara yol açtığını gören Devlet Bahçeli; seçimlerin gündemden düşmesi ve belirsizliğin ortadan kalkmasının, Türkiye’nin hayrına olacağını düşünmüştür.
17 Nisan 2018 günü partisinin TBMM grup toplantısında konuşan Bahçeli, “Mahallî İdareler Seçiminden sonra Türkiye’nin hangi badirelere maruz kalacağını, neyle muhatap kalacağını tahmin etmek zor değildir. Çünkü 3 Kasım üzerinde oynama ve kaos üretme çabaları şimdiden ortaya çıkmıştır. Mahallî İdareler Seçiminde yaşanması muhtemel kutuplaşma ve anlaşmazlıkların 3 Kasım’a nasıl yansıyacağı, ne gibi olumsuzluklara kapı aralayacağı, Türkiye’yi nerelere sürükleyeceği az çok malumumuzdur. Bu riski kaynağında kesmek, demokrasinin erdem ve ilkeleriyle ülkemizin ufkunu aydınlatmak başlıca amacımızdır.” demiş ve iktidara 26 Ağustos 2018 Pazar günü, yani Malazgirt Zaferi’yle Büyük Taarruz’un yıl dönümlerinin kutlandığı gün seçime gidilmesini teklif etmiştir.”
MHP Lideri devlet Bahçeli’nin önerisini memnunlukla karşılayan Cumhurbaşkanı ve Ak Parti Genel Başkanı R.Tayyip Erdoğan da ertesi gün MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ile görüşmüş ve ardından da seçimlerin 24 Haziran 2018’de yapılmasının kararlaştırıldığını açıklamıştır.
Erken seçim kararı alınmakla 3 Kasım 2019’a kadar geçen sürede uluslararası aktörlerin Türkiye aleyhinde yürüteceği faaliyet ve kampanyaların önüne geçilmiştir. Bu aktörlerin uluslararası alandaki Türkiye gündemini sulandırma ve Türk demokrasisiyle ilgili aleyhte algı operasyonlarını arttırması engellenmiştir. Özellikle Türkiye’nin bütünlük ve bekası açısından hayati önem taşıyan Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminin zaman kaybedilmeksizin meriyete girmesi için erken seçim kararıyla devasa bir adım atılmıştır. Seçimlerin erkene alınarak cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminin hayata geçirilmesi, uluslararası aktörlerin hesaplarını bozmuştur. Türkiye ile asimetrik ilişkiler sürdürmeye alışkın Batılı ülkelerden erken seçim kararı üzerine gelen tepkiler; MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin erken seçim çıkışıyla bir değil, birçok oyunu birden bozduğunu gözler önüne sermiştir.
ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Heather Nauert, Türkiye’de erken seçim kararı alınmasından sonraki açıklamasında, “Olağanüstü hâl döneminde seçimleri düzenleme kabiliyetleri hakkında endişelerimiz var. Elbette özgür ve adil seçimler görmek isteriz, ama burada bir endişe var.” diyerek erken seçim kararından Amerikan yönetimini duyduğu rahatsızlığı dile getirmiştir. Türkiye, bütün aleyhteki çabalara rağmen 24 Haziran 2018’de hür ve adil bir ortamda Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekili Genel Seçimlerini gerçekleştirmiştir.
MHP Lideri Devlet Bahçeli, Anayasa değişikliği sürecinde AKP ile sağlanan mutabakat zemininde olduğu gibi, uyum yasaları sürecinde de devreye girmiş; Seçim ve Siyasi Partiler Kanunlarında kendi kurumsal kimliklerini korumaları şartıyla siyasi partileri ortak hedeflerde buluşturacak bir çatıyı esas alan hukuki değişikliklerin yapılmasını teklif etmiştir.
Cumhuriyet’in kuruluşundan bugüne kadar yönetim tarzımızda meydana gelen değişiklikler ve demokrasimizin inişli çıkışlı safhalarından sonra, 16 Nisan 2017’de bizzat milletin hamlesiyle yeni bir sürece girilmiştir. 2017 yılının 16 Nisan’ında milletimiz yeni bir hükûmet sistemine onay vermiş ve yeni modelin dinamikleri yerleşmeye başlamıştır. İşte böyle bir evrede Devlet bahçeli, MHP'nin icra ettiği yapıcı, birleştirici fonksiyonu sürdürmesi ve Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi ile adım atılacak yeni sürece kazasız belasız geçişin sağlanması açısından MHP’nin aktif bir politika takip etmesi, sürecin önünden gitmesi gerektiğini düşünmüştür. Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminin 16 Nisan’da halk tarafından kabulüne giden süreçte dominant rol üstlenen partisi adına yeni ve şaşırtıcı bir hamle daha yapmış, Cumhur ittifakı adını verdiği bir seçim modelini ortaya atmıştır. Cumhur ittifakı, o güne kadar siyasi partilerin hülle yoluyla yaptıkları seçim ittifaklarının bundan böyle meşru zemine oturtulmasını ve partilerin kurumsal kimliklerine zarar vermeden millet iradesinin sandığa tam olarak yansımasını sağlayacak bir yasal düzenleme önerisidir. MHP, aynı zamanda Türkiye’nin bekası açısından hasıl olan millî mutabakatın cumhur ittifakıyla korunması ve perçinlenmesini elzem addetmektedir. Diğer taraftan yeni sistemin, Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminin dinamiklerinin oluşturulması için uyum yasaları çıkarılıncaya, Türkiye’ye yönelik iç ve dış tehdit tamamen savuşturuluncaya kadar millî mutabakat ruhunun yaşatılması ve bunun da yeni siyasi hamlelerle desteklenmesi gerekli görülmüştür. Yeni yönetim modeline geçiş sürecinde millî mutabakatın yarattığı güçlü sinerjiden yararlanılması düşüncesine dayanan seçim ittifakı önerisi de bu hamlelerden biri olmuştur.
15 Temmuz sonrasında milletçe sergilenen tesanüdün sevkiyle üç siyasi parti MHP, Ak Parti ve CHP arasında millî mutabakat zemini oluşmuş, CHP daha sonra Marksist eğilimlerin çekiminden kurtulamayarak millî mutabakattan ayrılmış ama Ak Parti ile MHP millî uzlaşmaya sadık kalmıştır. Bu uzlaşma zemini, cumhur ittifakının da çabucak hayata geçmesini sağlamış, Ak Parti ve MHP, siyasi partilerin seçim ittifakına ilişkin düzenlemeyi içeren ortak kanun teklif 21 Şubat 2018’de TBMM’ye sunulmuştur. Sadece iki partinin değil, bütün siyasi partilerin seçimlerde ittifak yapabilmesine imkân getiren 26 maddelik tasarı, 14 Mart 2018 günü AK Parti ve MHP'li milletvekillerinin oylarıyla kanunlaşmıştır. Yeni yasaya gündeme geldiği günden itibaren sert eleştiriler getiren başta CHP olmak üzere muhalif partiler, daha yasa teklifi TBMM’ye sunulmadan ittifak arayışlarına girmişlerdir. İttifak teklifi yasalaştıktan sonra da cumhur ittifakının karşısına CHP, İP, SP ve HDP sözde “millet ittifakı”yla çıkmışlardır.
MHP, cumhur ittifakını, sandığa yansıyan millet iradesinin yürütme, yasama ve yargı erklerini daha müessir surette belirlenmesine yönelik bir ittifak olarak değerlendirmiş, uluslararası platformda büyük devletlerle eşit ilişki, haysiyetli ve onurlu bir yönetim tarzı isteyen millî iradenin siyasi şemsiyesi, millî mutabakatın adresi, millî uyanış ve silkinme hamlesinin lokomotifi olarak görmüştür. Nitekim cumhur ittifakıyla gidilen 24 Haziran Seçimlerinde Ak Parti ve MHP önemli bir başarı yakalamışlar, özellikle baraj sorunu yaşayacağı iddia edilen MHP, %11 gibi azımsanmayacak bir oy oranına ulaşmış, Meclise 50 kişilik güçlü bir milletvekili grubu sokmuştur. İttifakın Cumhurbaşkanı Adayı Recep Tayyip Erdoğan da Ak Partili ve MHP’li seçmenlerden %52,6 oranında oy olarak yeniden göreve gelmiştir.
ÇIĞIR AÇAN LİDER
2002-2016 yılları arasında Ak Parti iktidarını sözünü sakınmadan en çok ve en sert üslupla eleştiren, bu konuda ana muhalefet partisi CHP’yi de sürklase eden MHP Lideri Devlet Bahçeli, 15 Temmuz 2016 kalkışmasından sonra MHP’yi yeni bir siyaset kulvarına taşımıştır. Bahçeli, ihanet teşebbüsünden sonra hem Cumhurbaşkanı’nın halk tarafından seçilmesiyle keyfî yönetim anlayışına sürüklenerek yönetim gemisini rotasından çıkaran Ak Partiyi doğal seyrine döndürmek hem de demokrasinin artan iç ve dış tehditler yüzünden türbülansa giren Türkiye’yi düzlüğe çıkarmak gayesiyle Ak Partiye zeytin dalı uzatmıştır. MHP’yi yeni bir politik duruşa sevk eden “devletin bekası ve milletin vazgeçilmez yüksek çıkarları” algısı öylesine yüksektir Bahçeli; bütün şimşekleri üzerine çekmek, parti içinde muhalefet baş göstermesi ve tabandan tepkiler gelmesi pahasına Ak Partiyi uzlaşma kıvamına getirecek adımlar atmıştır. MHP Genel başkanı Devlet Bahçeli’nin 2016 Ekim’inden itibaren yaptığı stratejik hamleler, siyasetin gidişini kökünden değiştirmiştir.
Devlet Bahçeli’nin belki de ön büyük siyasi hamlesi, Cumhuriyet’i yeni bir safhaya taşıyan hükûmet etme modelini değiştiren Anayasa değişikliği teklifinde bulunması ve demokratik parlamenter sistemden Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemine geçişin mimarı olmasıdır. Bu yeni yönetim modeli, MHP Lideri Bahçeli tarafından 2007 ve 2010 Anayasa değişikliklerinden doğan hukuki boşluk ve karmaşa ortamında Ak Parti Lideri Tayyip Erdoğan tarafından sergilenen fiilî yönetim anlayışının Türk demokrasisini ve Türkiye’yi uçurumu sürüklemesine mani olmak amacıyla üretilmiş alternatif çözüm yoludur.
Devlet Bahçeli’nin bir oyun kurucu, oyun bozucu gündem belirleyici olarak politikada aldığı konum, MHP’yi de aritmetik değeri ve siyasi cesametinin çok ötesinde bir fonksiyon icra etmesini sağlamıştır. MHP, parlamento aritmetiğinde üçüncü veya dördüncü sıradaki parti olmasına rağmen liderinin usta siyaset aktörlüğü sayesinde kimi zaman temsilî büyük parti, kimi zaman da ana muhalefet işlevi üstlenmiştir. Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemine geçişten itibaren de demokratik parlamenter sistemin müzmin ana muhalefet partisi CHP’nin bu fonksiyonunu silmiştir. Yeni yönetim modelinde artık ana muhalefet yoktur, iktidar partisiyle politikada mevki alan öteki partiler vardır.
Devlet Bahçeli’nin liderliği altında MHP, Türkiye’nin genel politikaları açısından da tayin edici roller üstlenmiştir. Dün “çözüm süreci” adı altında toparlanmasına yol açılan, “terörle müzakere” için “Oslo Görüşmeleri” ve “Dolmabahçe Mutabakatı” maskaralıklarıyla taviz verilen PKK; bugün MHP’nin var gücüyle destekleyip benimsettiği terörle amansız ve ödünsüz mücadeleyle içeride neredeyse bitme noktasına getirilmiştir. Dış politikada Türkiye’nin bağımsızlık yanlısı tutumunun cesurca sürdürülmesinde, bölgesinde üstlendiği başat ve tayin edici rolün devamında; maşerî vicdanı uyandıran ve toplumsal dinamizmi diri tutan MHP’nin katkıları büyük olmuştur.
Diğer yandan Milliyetçi Hareket, CKMP döneminden bu yana birçok alanda uzman ve donanımlı insan yetiştirmiştir. Türk siyasi hayatına damgasını vuran çok sayıda ismin yolu, Milliyetçi Hareketten ve MHP’den geçmiştir. 12 Eylül 1980 Darbesi’nden sonra yaşanan fetret ve yeniden toparlanma döneminde MHP camiasından ve Ülkücü Hareketten yetişmiş çok sayıda politikacı başka partilerde şanslarını denemişlerdir. Bu arada çok sayıda Ülkücü kökenli bürokrat ve girişimci de sosyal dokuyu ve devlet kademelerindeki kadroları renklendirmiştir. Ülkücü düşünceye sahip çok sayıda Ülkücü kökenli kimse siyasi yelpazenin çeşitli kesimlerinde konumlanmıştır. MHP’den yetişmiş insanların bu açılımı; Ülkücü camianın 12 Eylül sonrasının kararsızlık ortamı ve dengelenme arayışlarında farklı politik eğilimlerle buluşmasına sosyal dokuyu politikayı daha geniş perspektiften görmelerine vesile olmuştur.
2000’li yıllarda ise MHP’ye ve MHP kökenli politikacılara rağbette dikkati çeken bir artış meydana gelmiştir. Farklı siyasi partiler ve oluşumlardan Ülkücü kökenli politikacıların kendilerini temsil etmeleri için Ülkücü kökenlilerden yararlanmaya çalıştığı görülmüştür. 1980’li yıllardan bugüne kadar sadece Anavatan Partisi ve DYP gibi merkez sağdaki partilerde değil, siyasi yelpazenin solundaki CHP’de bile Ülkücü kökenlilerin siyaset yapmaya başladığı görülmüştür. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, 26 Aralık 2018 günü gazetecilerle yaptığı sohbet toplantısında, yerel seçimlerde aday olan Ülkücü kökenlilerle ilgili bir soruya, ünlü şarkıcı Adamo'nun “Tombe la neige” isimli şarkısının Türkçe uyarlaması olan “Her yerde kar var" parçası üzerinden ironik bir cevap vermiş, "Her partide de MHP'li aday var. Geçmişi Ülkücü olanlar, yediveren gülü gibi maşallah her tarafta aday gösteriliyor.” Demiştir.
Ülkesinin geleceğine yönelik hedefleri ve ülküsü doğrultusunda siyasetçi, bilim adamı ve bürokrat yetiştiren çok az siyasi oluşum vardır. Okullaşma özelliği gösteren bu siyasi oluşumların başında MHP gelmektedir. Varlığına yönelik her türlü ihtilale, içeriden ve dışarıdan gelen engel, zorluk, baskı ve ayak oyununa karşı zaman zaman kırılan ama 45 yıl eğilip bükülmeden yoluna devam eden MHP, Türk siyasetinde bir okul olmuş, politikacı yetiştiren bir akademi işlevi üstlenmiştir. Türk siyasi hayatında önemli roller üstlenen milletvekili, bakan, parti lideri vb. birçok politikacı MHP okulunda yetişmiştir.
MHP’nin siyasetteki özgül ağırlığı, daha 2000’li yılların ortalarından itibaren FETÖ’nün dikkatini çekmiş ve siyasi yapılanma arayışındaki örgüt, partinin dinamizm ve müessiriyetinden yararlanmak için sızma girişiminde bulunmuştur. Önceleri MHP Lideri Devlet Bahçeli ile temas kurmaya çalışan örgüt temsilcileri vasıtasıyla nabız yoklamış ama karşısında MHP Lideri Devlet Bahçeli’yi bulmuştur. Bilhassa 2011’deki kaset Komplosundan sonra FETÖ’nün bütün restlerini gören, bütün entrikalarını boşa çıkaran Devlet Bahçeli, cesur, kararlı ve demokrat tutum takınarak 15 Temmuz 2016’daki hain darbe girişiminin de başarısızlıkla sonuçlanmasını sağlamıştır.
Bahçeli, hem Türkiye’de seçmen profilinin çoğunluğunu oluşturan milliyetçi-muhafazakâr kitlelere hem de diğer kesimlere hitap etmeyi planlamış ve bunu da başarmıştır. Bu sayede Türk milliyetçiliği, MHP’nin siyasi görüşü konumundan bir sel gibi taşarak ülkede millî bütünleşme ve bilinçlenmenin mayası işlevini icra etmiştir. Bahçeli döneminde milliyetçilik, ülkede kimliksizleşme ve ayrışma panzehiri olarak sağlam bir tutunum faktörü hâline gelmiştir. MHP lideri Bahçeli, 21 yıllık siyasi mücadelesinin sonunda, sanki partilerüstü bir kamusal sivil önder gibi herkesçe itibar ve kabul görerek, yüksek bir toplumsal ve siyasi lider konumu elde etmiştir. MHP’nin Kürtçülük ve PKK karşıtlığına çıpalanmış bir siyaset ürettiğine dair değerlendirmelerin, tarafgir ve isabetsiz olduğu zamanla ortaya çıkmış, bu konudaki iddiaların maksatlı ve algı çalışmasına dönük olduğu anlaşılmıştır. Milliyetçi-Ülkücü Hareket ve MHP öteden beri fikirde her türlü zararlı ideoloji ve görüşe karşı hem doğal etkisizleştirici hem de panzehir işlevi görmüş; siyasette yapıcı icraatıyla istikrar ve güven unsuru olmuştur. Türkiye’de çoğu zararlı olan sol akımların marjinalleşmesinde ve taban kaybetmesinde Türk milliyetçiliği fikriyatının dinamizmiyle birlikte bu fikriyatın temsilcisi olan MHP’nin dominant karakteri ve özgül ağırlığı rol oynamıştır. MHP; millî vicdana sinmiş, âdeta toplumsal vicdanın ve varlık bilincinin sesi olmuştur. Temsil ettiği Milliyetçi-Ülkücü Hareket ve MHP, milletimizin varlık iradesinin ete kemiğe bürünmüş hâli olarak tecessüm etmiştir. Ancak MHP, siyaset platformunda ulaştığı itibar ve seviyeye büyük bedeller ödeyerek gelmiştir. MHP’nin politik serüveni aynı zamanda Türkiye’nin demokratikleşme ve millî devletin olgunlaşma süreciyle de paralellik arz etmektedir. Millî bilincin toplumun en geniş kesimlerine yayılması hususunda MHP’nin büyük katkılarda bulunduğu, inkâr edilemez gerçektir.
MHP sayesindedir ki artık Türkiye’de “Türk milliyetçiliği” üzerinde adı konmamış bir konsensüs vardır. MHP’nin verdiği çetin mücadeleler sayesindedir ki Türk milliyetçiliği sadece devlet kademelerinde genel teamül şeklinde hüküm süren bir telakki hâline gelmekle kalmamış, aynı zamanda sivil toplumun hemen her kesiminde de revaç bulmuştur. Bu konsensüs, toplumun bir parçası olan çeşitli unsurları, alt kültürleri, dinî ve etnik yapıları dışlamayan; Osmanlıdan kalma kucaklayıcı, birleştirici, kaynaştırıcı bir devlet ve insan anlayışının derin ve köklü izlerini taşımaktadır. O bakımdan Türk milliyetçiliğini Batı’daki kötü örnekleriyle karıştırmamak, hele de etnik ve mikro milliyetçiliklerle kıyaslamamak lazımdır.
Sayın Devlet Bahçeli, hemen her seçim döneminde, geçmişte siyasetin merkez sağ kulvarında yer almış tecrübeli isimlerden faydalanmayı lüzumlu görüp aday belirlemede bunu dikkate almıştır. MHP’nin özellikle Orta Anadolu illerindeki başarılarının arkasında bu politikanın izleri görülür.