BELGESEL BİR ROMAN “KAFKAS KOÇAKLARI”

14 Ağustos 2018 16:12 Prof. Dr.Babek KUBANOV
Okunma
4729
BELGESEL BİR ROMAN “KAFKAS KOÇAKLARI”

BELGESEL BİR ROMAN “KAFKAS KOÇAKLARI”

Prof. Dr. Babek KURBANOV

Tanınmış bilim adamı ve tecrübeli Pedagog  Prof. Dr. Ali KAFKASYALI, Azerbaycan’da, hatta Türk dünyasında Türkiye’deki kadar iyi tanınıyor. Onun Kuzey ve Güney Azerbaycan’ın tarihi, edebiyatı, siyasi ve sosyal meseleleri ile sanat ve bilim adamlarının yaratıcılık ve pedagojik faaliyetleri üzerine pek çok kitabı ve onlarca makalesi yayımlanmıştır. Aynı zamanda Azerbaycan ilim ve sanat insanlarının hayat ve yaratıcılıklarına ait yazılmış monografileri de vardır. İlgi çekicidir ki, Ali Bey’in  son eseri olan ‘KAFKAS KOÇAKLARI’ romanı da aslında yine Azerbaycan’la ilgilidir. Bu eserde yer alan hadiseler aslında geçen asrın ilk yarısında Kafkasya’da cereyan eden olaylardır.
Yazar,  sosyal ve ideolojik açıdan oldukça karmaşık bir dönemin zıtlıklarını, karşı durmalarını, binlerce, milyonlarca insanın acı kaderini, onların düşüncelerini, haksızlıklara karşı mücadelelerini ve barışmaz davranışlarını yansıtmaya gayret etmiştir. 1917 yılı Ekim Devrimi’nden sonra Sovyetler Dönemi’nde  onun bünyesinde bulunan milyonlarca insanın, aynı zamanda birçok halkın sosyal-medeni hayatlarında baş veren haksızlıklar, insan benliğini ve hukukunu ayaklar altına alan kanunlar, katliamlar, sürgünler, adaletsiz hükümler vs. Ali Bey’in bu yeni monografisinde bütün çıplaklığı ile kendi yansımasını bulmuştur. Yazar kaydettiğimiz global hadiseleri reel örnekler ve canlı sanatsal imgeler aracılığı ile ortaya koymaktadır. Onun eserde yer vermiş olduğu suretlerin, demek olur ki, hepsi gerçekten de vaktiyle hayat sürmüş insanlardır. Bu müellif insanların hayatlarını, yaşam tarzlarını, mevcut  sisteme karşı mücadelelerini vs. derinden araştımasından dolayı o dönemin isanlarının bedii suretlerini, istek-arzularını, düşüncelerini vs. ifade edebilmiştir. İlgi çekicidir ki, eserde yer alan kişilerin kahramanlıkları, cesurlukları, hak ve adalet uğruna mücadeleleri uzun yılların geçmesine rağmen bugüne kadar hafızalardan silinmemiştir.
Eserin önemli taraflarından biri de budur ki, burada yansımasını bulmuş hadiseler Azerbaycan’da vakıa olmasına rağmen aslında çok uluslu bir süper devlet olan Sovyetler Birliği’nde vaktiyle baş veren sosyal haksızlıkları, takipleri, sürgünleri vs. ifade etmektedir.
Eserde hadiseler ve kahramanların faaliyet gösterdikleri coğrafi arazi, Azerbaycan’ın Kazak (Gazahk) bölgesinin, Gürcistan ve Ermenistan’la sınır hattı olan  “İkinci Şıhlı” köyüdür. İlgi çekicidir ki, eserin kahramanları da esasen bu bölgenin insanlarıdır. Yazar, romanın “ithaf” cümlesinde “Bolşevik zulmünün 100. Yılında Dedem Memmed Baba’nın, Babam Aloy Hacı’nın ve bütün Kafkas Koçaklarının Aziz Hatıralarına ithaf ediyorum.” diye vurguladığı gibi o, romanın başkahramanı Aloy Hacı’nın oğludur. Tabiidir ki müellif bu olayları başkahramanının ağızdan defalarca dinlemiş ve kayıt altına almıştır. Diğer yandan 1987 yılından itibaren defalarca Ermenistan, Azerbaycan ve Gürcistan’a gidip olayların geçtiği coğrafi araziyi, aynı zamanda onun sakinlerinin hayat tarzını, tasarrufat (ekonomi) durumlarını, kolhozlaşma ve sovhozlaşma sürecinde köy ahalisinin acınacaklı ve katlanılmaz vaziyetlerini oldukça derinden öğrenmiş ve eserinde onların reel olarak ifade olunmasını ortaya koyabilmiştir.
Diyebiliriz ki, eserde adları geçen bütün iştirakçıların reel hayatta prototiplerinin olduğunu söylemek mümkündür. Hatta bu satırların müellifi eserde birçok akrabasının isimlerine, yaşam faaliyetlerine tanık ola bildi. Mesela, romanda İkinci Şıhlı köyünün aksakallarından, müdrik kişilerinden sayılan, üç dört yabancı dil bilen, dünya ve özellikle Doğu edebiyatı incilerinden haberdar olan, kendisi de güzel şiirler yazan Şerif Şikeste Efendi’nin suretinin realist bir şekilde yansıtılması söylediklerimize örnek olabilir. Nitekim, Şerif Şikeste’nin bizim aileye yakınlığı, tabii ki, onunla ilgili bilgilerin bizlere ulaşması o kadar da taaccüp doğurmamalı idi. Çünkü Ali Bey’in eserde Şerif Şikeste ile ilgili anlattıkları, bizim duyduklarımızın doğru olduğunu bir kez daha göstermiştir.
Sovyetler Birliği’nin 20. asrın 70’li yıllarından başlayarak, özellikle de Nikita Kruşçev Dönemi’nde  ideolojik buzların erimesi, baskıların bir miktar azalması zamanı Şerif Şikeste’nin evlatlarının vatana geri dönmeleri, evimize konuk gelmelerini iyi hatırlıyorum. Annemin dayıları sayılan Cavad ve Mürsel Beylerin her ikisi de uzun boylu, şuh kametli, uzun süre Sibirya’da sürgünlük geçirmelerine rağmen kendi gurur ve duruşlarını yitirmemiş şahsiyetler olduklarını hissetmek mümkün idi. Babaları Şerif Şikeste ise onlardan önce Sibirya’ya  sürgün edilmiş, orada kurşuna dizilmiştir. Bu kabilden olan  ve insanlara iyilik getirmekten başka hiçbir suçu olmayan insanların fiziki bakımdan mahvedilmesi o dönemin ÇEKA ve KGB’sinin esas görevlerinden idi. Eserde bunun sebebini müellif bu örgüt üyelerinin kendi dilleri ile açığa çıkardıklarını izah etmek için gayret gösteriyor ve bir daha izah etmeye çalışıyor ki, onlar Şerif Şikeste gibi aydınların insanlar arasında saygı ve sevgiye sahip olduklarından dolayı hâkimiyette olan devlet adamlarının ideolojik isteklerine, egemen ideolojik fikirlerin gerçekleşmesine engel olur, onların geniş kitleler arasında yer almasının karşısını alabilir - düşüncesinde idiler.  Hatırlatalım ki, dayılarım Devlet ve Cemal (Her ikisi de ünversite eğitimi görmüş kişilerdir. Dr. Cemal dayım ise bir fizikçi olarak  oldukça yetenekli idi ve hatta doktora  tezinde bir ihtiraya/icada bile imza  atabilmişti.) hatta anneleri Saltanat ninem  bile sürgüne gönderilmişti. Eserde Sedi dedenin (Saltanat’ın eşi) ve kardeşi Emirasdan’ın isimleri de yer alıyor. Onlar mecburi olarak Türkiye’ye geçip canlarını kurtarabilmişlerdi.
 Eserde  prototipi olan insanlar az değil ve onların akrabaları, varisleri bugün de Kazak (Gazakh) bölgesinde, özellikle de İkinci Şıhlı köyünde hayat sürmektedirler. Lakin romanda Ali Bey’i düşündüren  hiç de  yalnız zikrettiğimiz coğrafi arazide yaşayan insanların sosyal-kültürel yaşam tarzı, özellikle de  köy insanlarının o dönemlerdeki  acınacaklı hayatı ve istek-arzuları değil,  o aynı zamanda bu insanların yaşadıkları torpakların güzelliği, füsünkârlığı, florası ve faunası hakkında da kendi fikirlerini okuyucuları ile paylaşmayı gerekli kılıyor. Bu bakımdan eserde ismi geçen onlarca dağ, nehir, orman, göç yerleri, eski yaşayış mekânlarının vs. yer alması toponomik, tarihilik ve ideolojik  bakımdan bugün de oldukça aktüel seslenmektedir. Unutmamak gerekir ki, vaktiyle Türkçe çağrılan bu yer adları zaman geçtikçe belli nedenlerden dolayı  ve tabii ki, aşırı milliyetcilik amacı ile komşu halkların dillerinde seslenmeye başlamıştır. Eser kahramanlarının Türkiye sınırına ulaşmak için geçtiyi yollar boyunca müellif dakik olarak dağların, ormanların,  nehirlerin, köylerin, yamaçların vs. adlarını kaydediyor, türlü zorluklarla dolu olan bu yolun haritasını da çizmiş oluyor.
   Eserin esas kahramanları Aloy Hacı  ve silahdaşlarını müellif, tesadüfi değil ki, farklı kılıyor ve onları Kafkasya  kocakları olarak okuyucularına takdim etmeye çalışıyor. Onları farklı kılan ise halkının iradesine, isteğine zıt olan, onları köle hâline getirmek isteyen güçlerin, ÇEKA ve NKVD gibi örgüt üyelerinin Vandalizmi ve vahşiliklerine karşı vedikleri amansız mücadeledir. Romanda bu kahramanların neden bu kadar acımasız oldukları ve düşmanlarına karşı bu kadar gaddar ve rahimsiz olduklarının sebebi canlı ve bedii örneklerle okuyuculara izah edilmektedir. Bir daha gösterilir ki bu halk düşmanları kendi  kişisel çıkarları için her türlü çirkin sıfatlara girip, yaltaklık, ikiyüzlülük, vazifeyi suistimal etmekten çekinmezler. O dönemin egemen siyaset  ve ahlak prensiblerinin kurbanı olan bu kabilden insanlar, kendi halkına, aydınlarına, ihtiyarlara, kadın ve körpelere bile acımadan son derece gaddarcasına davranmaktadırlar. Onların sürgünlere gönderilmelerine, zindanlarda çürümelerine, ölümlerine bile sebep olmakta idiler. Tesadüfi değil ki, bütün bu nedenlerden dolayı eserin kahramanları (koçaklar) bu hainleri hiçbir zaman affetmiyorlar. Çünkü onların affedimesi, binlerce insanın kaderine kara leke vuran bu kuldur (eşkıya) destelerinin yok edilmemesi, bunca maazlum insanın ruhlarına karşı saygısızlık etmek olurdu. Bununla bile müellif koçakların zengin dâhilî âlemini, yüksek idealler uğruna vatanının, halkının hür ve bağımsız yaşamaları uğruna mücadele vermeleri ve bu yolda  kendi hayatlarından bile geçmeye hazır oldukları gerçeğini de ilgi çekici misallerle okuyucularına ulaştırmaktadır. Düşmanlarına karşı amansız olan bu koçakların, ailelerine, evlatlarına, yakınlarına, genelde halklarına ne kadar bağlı  olduklarını, nerede olurlarsa olsunlar, her zaman onları düşündüklerini, onlara yapılan haksızlıkların cevabını vermek fikri ile yaşadıklarını eserde açık bir şekilde görmekteyiz.  Aynı zamanda müellif tabiidir ki, kahramanların davranışlarına, sohbetlerine dayanarak koçakların dininden, dilinden, milliyyetinden asılı olmayarak hiçbir zaman ayrı seçkilik (ayrımcılık) fikrinde olmadıklarını, halktan olan  zahmet adamları ile dostluk tellerini koparmadıklarını, Ermeni çobanları, Gürcü dostları ile hoş  temaslarını sürdürdüklerini yansıtabilmektedir. Koçakların bazen zor durumda olduklarında onların yardımlarına bile müracaat ettiklerini, onlardan faydalandıklarını da eserde görebilmekteyiz. Örneğin, Bakü’den 5-6 km uzaklıkta Hazar Denizi’nde yer alan ve ölüm adası sayılan Nargin Adası’ndan önemli belgelerle firar eden Kahraman Paşazade Bey’in sonradan Tiflis zindanından kurtulması için onların Gürcü dostu olan  Yüzbaşı Vaso’nun yardımını dile getiren müellif,  bir daha bunun  dostluk münasebetlerinin simgesi rolünü oynadığı gerçeğini gösteriyor.
Eserde koçakların en zor durumlarda bile her zaman birlikte hareket etmeleri, sözlerine, ahdlerine sadık kalmaları, gerekirse halk için faydalı olan kişileri kurtarmak yolunda hep birlikte hareket etmeleri (Kahraman Paşazade’nin kurtarılması gibi)  romanda oldukça realist bir şekilde ifade olunmuştur. Müellif aynı zamanda böyle bir birliğin, ayrılmaz dostluğun nedenini bu insanların sarsılmaz akide ve fikir birliği ile izah etmeye çalışıyor ve koçakların davranışları ve  sohbetlerinden okuyucu böyle bir fikir birlikteliğinin bozulmaz ve ebedi olduğuna inanıyor.
   Romanda ayrı ayrı coğrafi bölgeleri, şehirleri, kasabaları örnek veren Ali Bey aynı zamanda bu yerlerin tarihsel özelliklerini, buralarda Türk kültürünün izlerinin bulunduğunu, insanların bu veya diğer yaşam hadiselerine farklı bakışlarını vs. de bedii, okunaklı ve emosyonel bir dille yansıtabiliyor. Mesela, Tiflis şehrini tasvir ederken müellif şehrin belli bir bölgesinde vaktiyle Azerbaycan Türklerinin kitlesel şekilde yaşadıklarını, hatta burada yerleşen “Şeytan Pazarı” adı altında bilinen ve bugün de  unutulmayan bir gerçeği okuyucusu ile paylaşmayı gerekli kılıyor. Bu kabilden olan bilgiler (Müellif, Kars şehri hakkında da ilgi çekici, tarihsel, etnografik bilgiler veriyor.) eseri daha meraklı, cazip kılıyor ve eserin esas idea-konusu ile diyalektik bir şekilde alakalı oduğundan dolayı onun eğitici ve emosyonellik gücünü de  bir daha artırmış oluyor.
   Ali Bey roman kahramanlarının (Aloy Hacı, İsmayıl Bala, Süleyman Lembeli, Hasan Ağa Yırğançaklı, Koçak Nuri, Mehemmed Matos, Mehemmed Temenoğlu vb.), onları daima takip eden güçlerden kurtulmak yolunda verdikleri mücadeleyi ve çıkış yolunun kardeş Türkiye’ye geçmekte  bulunduğunu ve bu yolda pek çok çetinliklerle karşılaşıldığını dramatik sahnelerle (bir aya yakın düşman çemberinde ormanda mahsur kalmaları, burada aç, susuz ve yaralı beklemeleri) realist olarak canlandırırken bile hiçbir zaman Türkiye Cumhuriyeti ve insanlarının Azerbaycan halkına olan dostluk ve samimi münasebetlerini gözden uzak tutmuyor.
Romanda koçakların belli zorunluklarla da olsa  Türkiye’ye  geçebilmeleri ve buradaki insanlarla samimi görüşlerine ve sohbetlerine de özel bölüm ayrılmıştır. Burada müellif, somut olarak binlerce Azerbaycanlının zülüm ve esaretten kaçarak Türkiye’ye sığınmasını da işlemiştir. İlgi çekicidir ki, müellif bu insanların toplu hâlde Türkiye’nin hangi bölgesinde, şehrinde, hatta köyünde  yerleştikleri hakkında bile değerli bilgiler vermektedir. Kars ve köylerinde, aynı zamanda Iğdır, Erzincan, Erzurum, Sivas  gibi yerlerde bile onların meskun bulunduklarını okuyucuları ile paylaşmaktadır.
Ali Kafkasyalı’nın “Kafkas Koçakları”  eseri Azerbaycan halkının tarihinde baş vermiş dramatik bir tarihsel dönemin kolliziyalarını ifade etmektedir ve geniş bir tarihi dönemi kapsamaktadır (1917-1940).  Bu nedenlerden dolayı da onun  realist sepkide yazılmış bir belgesel roman olarak kabul  görmesini söylemek mümkündür. Zannımızca, bu roman aynı zamanda çağdaş Azerbaycan edebiyatı tarihine de dâhil olmuş değerli bir armağandır. Arzum budur ki, Prof. Dr. Ali Bey Kafkasyalı bu yoldaki araştırmalarını devam ettirsin, eserde yer almış kahramanların ileride Türkiye’deki yaşamları, buradaki sosyal-kültürel alanda kendi yerlerini bulabilmeleri vs. gibi sorunlar da kendi sanatsal yansımasını bulmuş olsun.