Türkiye, 25. Dönem milletvekillerini belirlemek için 7 Haziran’da sandık başına gitmiştir. 56 milyon 608 bin 817 kayıtlı seçmenden 47 milyon 507 bin 467’sinin oy kullandığı seçimler sonucunda AK Parti 258, CHP 132, MHP ve HDP 80’er milletvekili çıkarmıştır.
7 Haziran sonrasında ortaya çıkan siyasi tablo ve Meclis aritmetiği, öncelikle AKP’nin ezberlerini bozmuştur. Seçim gecesi AKP cenahında tam bir hayal kırıklığı hâkimdi. Partide oyların düşeceği görüşü egemendi ama milletvekili sayısı sınırda da kalsa tek başına iktidar olacağına inanılıyordu. Ancak; seçim kampanyaları boyunca kendini yeniden tek başına iktidara hazırlayan ve buna konsantre olan AKP’ye, seçmen “dur!” demiştir.
7 Haziran gecesi şaşkınlık, sükutuhayal ve tereddüt içindeki AKP Genel Başkanı ve Başbakan Ahmet Davutoğlu, muhtemelen Tayyip Erdoğan’ın talimatıyla zorlama bir balkon konuşması yapmıştır. Konuşmasında, seçim sonuçlarını “AK Parti bu seçimin galibidir ve birincisidir. Kimse kaybettiği seçimden zafer çıkarmaya kalkmamalıdır.” sözleriyle değerlendirmiştir. Sanki partisi hezimete uğramamış ve seçimlerden büyük bir başarıyla çıkmış gibi mesajlar vermiştir. AKP’nin en kısa sürede yeniden bir seçime gidebileceğinin işaretlerini vermiştir. Çünkü Davutoğlu’nun üslubu, iktidarı bırakmak istemediklerini ortaya koymuştur. AKP’nin ve bilhassa Tayyip Erdoğan’ın; iktidarda tutunmak, yargının eline düşmemek için bütün kozlarını kullanacağı anlaşılmıştır.
“ERKEN SEÇİM” İFADESİNİ İLK ÖNCE KİM KULLANDI?
Resmî olmayan seçim sonuçlarının belli olması üzerine Reuters Haber Ajansına konuşan ve “isminin açıklanmasını istemediği” belirtilen AKP'li bir yetkili; daha Ahmet Davutoğlu balkon konuşmasını yapmadan, erken seçim beklediklerini açıklamıştır. Bu haber, seçim akşamı gündeme bomba gibi düşmüştür. Böylece AKP’nin niyeti daha ilk akşamdan belli olmuştur.
Seçimin ertesi günü sonuçları değerlendiren yandaş gazetelerin sekiz sütuna manşet atarak “erken seçim” vurgusu yapmaları, Erdoğan ve AKP’nin niyetini iyiden iyiye açık etmiştir.
Sonradan bu AKP’linin; İstanbul Milletvekili Burhan Kuzu, açıklamalarının da bir taktikten ibaret olduğu ortaya çıkmıştır.
7 Haziran gecesi seçim sonuçları netleşmeye başlayınca AKP’ye yakın çevrelerin, seçimlerin tekrarlanması ya da erken seçime gidilmesi yönünde beyanları sıklaşmıştır. Özellikle bir merkezden koordine edildiği bilinen isimler; seçim gecesi yaptıkları yorumlarda bu sonuçlardan bir hükûmetin çıkmayacağını, seçmenin hata yaptığını dahi söylemişlerdir. Yine Başbakan Ahmet Davutoğlu, yaptığı balkon konuşmasında, mevcut sonuçlara göre AKP’nin azınlık hükûmeti kurabileceğini ya da erken seçime gidilebileceğini ima etmiştir.
AKP’ye yakınlığıyla bilinen Yeni Şafak gazetesi, seçimlerin ertesi günü 8 Haziran’da “Erken Seçim” manşetiyle çıkmıştır. Yine Tayyip Erdoğan’ın damadının kontrolündeki Sabah gazetesi “İktidarsız Sandık” sürmanşetiyle çıkarken haber metninde “Bu tablo orta vadede sürdürülebilir gözükmüyor. 45 günde hükûmet kurulmazsa Cumhurbaşkanı seçimin yenilenmesine karar verebilecek.” denilerek erken seçim işaret edilmiştir. Yani 7 Haziran gecesinden itibaren AKP’de ağır basan eğilim; uzun süreli bir koalisyon değil, erken seçim ya da azınlık hükûmeti formülleri olmuştur.
Böylece AKP’nin niyeti ilk akşamdan ve hemen ertesi günü belli olmuştur.
DEVLET BAHÇELİ’NİN 7 HAZİRAN AKŞAMI YAPTIĞI AÇIKLAMANIN MESAJLARI NELERDİ?
Seçim sonuçlarının netleşmesiyle birlikte gerek sosyal medyaya gerekse televizyonlarda yapılan yorumlara hâkim olan psikoloji analiz edilmeden, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin 7 Haziran gecesi yapmış olduğu açıklamanın tam olarak anlaşılması mümkün değildir.
7 Haziran Seçimleri sonucunda hiçbir partinin tek başına hükûmet kuracak bir sayısal çoğunluğa ulaşamaması, daha akşamın erken saatlerinde tartışma konusu olmuştur. Hatta seçim sonuçları, bazı kesimlerde “Şimdi ne olacak?” sorusu etrafında endişeli bir havanın oluşmasına yol açmıştır. AKP’nin yaklaşık 13 yıldır süren tek başına iktidarından mustarip olan çevrelerde ise aşırı bir sevinç hâli ortaya çıkmıştır. MHP, CHP ve HDP’nin aldığı oyların toplanması suretiyle elde edilen %60’lık yekûn, sanki yekpare bir “blok”muş gibi takdim edilmeye başlanmıştır. Bu “sözde blok”un bir araya gelerek hükûmet kurması ve AKP’den hesap sorması, yine aynı kesim tarafından hemen dile getirilmeye başlanmıştır. Hatta “%60’lık blok” söylemine AKP’li çevreler de dâhil olmuştur.
Siyasi tecrübeler göstermektedir ki AKP’nin bugüne kadar yürüttüğü temel siyasal strateji, toplumu kutuplaştırmak ve buradan kendisine oy devşirmektir. AKP kendisini “Müslüman”, karşısındakileri de zımnen “Müslüman olmayanlar” olarak sunmaktadır. Bazı camilerdeki yandaş imamların vaazlarından sosyal medyada pusu kuran ak trollerin beyanlarına kadar birçok örnekte bu ayrımın pompalandığı görülmektedir. AKP’nin bu kutuplaştırma stratejisine 7 Haziran’dan önce yeni bir sütun eklediği, kendisini sözde millî ve karşısındakileri gayrimillî ilan ettiği de bilinmektedir.
Temsil ettiği değerler ve siyaset anlayışı itibarıyla çizgisinde en ufak bir kırığı olmayan, Türk milletinin çıkarları için her türlü fedakârlıkta bulunan, millî ve manevî değerleri samimiyetle savunan MHP; temelleri seçim akşamında atılan senaryoyu fark etmiştir. Daha 7 Haziran gecesinden itibaren MHP’yi HDP ile yana yana göstermek için yoğun bir gayret sarf eden AKP’nin, seçimlerin tekrarlanacağını bilerek MHP’ye oy veren seçmen üstünde bir “algı operasyonu” yapmaya girişeceği anlaşılmıştır. AKP’li çevreler, 7 Haziran öncesinden kurgulanan strateji çerçevesinde söylem geliştirmeye devam etmişler, gayrimillîlikle maruf siyasi tarihlerini unutturmak için millî siyaset anlayışının yegâne temsilcisi MHP’ye saldırmışlardır.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin 7 Haziran gecesi yaptığı değerlendirme konuşması, her iki kesime mesajlar veren ve milliyetçi düşüncenin ilkeleriyle bire bir örtüşen bir nitelik taşımaktadır. Devlet Bahçeli öncelikli olarak karamsar yorumlar yapanlara ve endişeye kapılan kesimlere mesajlarını iletmiş; ülkenin bir kaosa gitmeyeceğini, bunun için AKP’nin önünde seçenekler bulunduğunu söylemiştir. İkinci olarak MHP ile HDP’yi yan yana anma gafletinde bulunanları daha sürecin başında ikaz etmiş, bunların siyaset mühendisliğine soyunmalara engel olmuş, samimi olarak böyle bir koalisyonun mümkün olduğunu düşünenlere MHP’nin duruşunu bir kez daha hatırlatmıştır. Söz konusu açıklamalar; MHP’yi sanal bir blokun, HDP ile aynı karenin içinde zikretme gafletinde bulunanlara erken bir cevap niteliğindedir.
MHP; tarihî tecrübesiyle siyasi bölücülüğün adresi olarak faaliyet gösteren HDP’nin geçmişten gelen çizgisini değiştirmeyeceğini, 7 Haziran öncesinde oynanan “Türkiyelileşme” oyununun da sadece “oy almak için sahnelenen bir tiyatro” olduğunu önceden görmüştür. Nitekim terörün yeniden hortlamasından sonraki süreçte HDP, tutum ve davranışlarıyla MHP’nin öngörülerini haklı çıkarmış, PKK’nın siyasi uzantısı olduğunu eylem ve söylemleriyle ispat etmiştir.
7 Haziran gecesindeki açıklamaları esnasında Sayın Devlet Bahçeli, kendisine yöneltilen sorular üzerine Türkiye’nin önünde bulunan seçenekleri sıralamış, Türkiye’nin başta PKK sorunu olmak üzere birçok temel sorununda aynı bakış açısına ve zihniyete sahip bulunan AKP, CHP ve HDP’nin koalisyon yapmasının daha uygun olacağını dile getirmiştir. Bilindiği üzere geride kalan yıllar içinde bu üç parti güneydoğudaki sorunu bir terör sorunu olarak tanımlamamış, çareyi de bugün iktidarca buzdolabına kaldırılan “çözüm süreci” adlı yıkım projesinde aramıştır. HDP çözülme süreci boyunca AKP ile yoğun bir iş birliği içine girerken, CHP de çözülme sürecini dışarıdan desteklemiştir.
MHP Lideri Devlet Bahçeli; sözlerinin devamında, benzer anlam dünyasına sahip olan ve bölücü hareket karşısında aynı fikirleri savunan bu üç parti ekseninde çıkabilecek koalisyon formüllerini AKP-CHP-HDP, AKP-CHP, AKP-HDP şeklinde ifade etmiştir. Bu üç partinin bir koalisyon kuramaması durumunda, AKP-MHP koalisyonu için AKP’nin üstüne düşen sorumluluğu da bu konuşmasında dile getirmiştir. Net olarak o konuşmasında Sayın Devlet Bahçeli şunları söylemiştir: “Türkiye yeni dönemi, kriz ve kaos aktörlerinden arınarak karşılamalıdır. Toplumsal dengenin, siyasal istikrarın ve ekonomik güvenliğin sağlanabilmesi, keskinleşen cepheleşmenin törpülenebilmesi için Erdoğan’ın devre dışı kalması demokratik bir zorunluluktur. İnanıyorum ki Başbakan Davutoğlu da kendisini gözden geçirecektir.”
Ne yazık ki Davutoğlu ülkenin geleceğini Erdoğan’ın geleceğine kurban etmiş, Türk milletinin beklentilerine cevap verecek cesaretli adımı atamamış, Türkiye’yi Erdoğan’ın talepleri doğrultusunda adım adım bir erken seçime sürüklemiştir.
AKP’NİN “HAYIR” DEDİĞİ MADDELER
MHP Lideri Devlet Bahçeli, daha 7 Haziran akşamı tavrını net biçimde ortaya koymuş, bundan da taviz vermemişti. Ama bu MHP’nin koalisyon istemediği anlamına gelmiyordu. Yalnızca koalisyon için belli şartları vardı. Nelerdi bunlar?
1. MHP, “Anayasa'nın ilk üç maddesi değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez.” demiştir. Nedir bunlar? Millî devlet, üniter yapı ve resmî dilin Türkçe olmasıdır.
MHP’nin bu şartı öne sürmesinin sebebi, yeni Anayasa yapımı sürecinde AKP tarafından ortaya atılan yıkıcı fikirlerdir. MHP; bin yıllık bir tarihî tecrübenin ürünü Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığını tartışmaya açan girişimlere yeni Anayasa yapım sürecinde şiddetle karşı çıkmıştır. AKP’nin Anayasa’dan “Türk milleti” ifadesini çıkartma, üniter-ulus devlet modelinden, çok ortaklı devlet modeline geçişi destekleme, Türkiye’yi federal bölgelere ayırma ve ikinci bir dilin resmî dil kabul edilmesi önerilerine karşı mücadele etmiştir. AKP’li Yalçın Akdoğan’ın başkanlığında gerçekleştirilen ve Dolmabahçe’deki Başbakanlık çalışma ofisinde HDP’lilerle birlikte kamuoyuna açıklanan mutabakat metnindeki 8, 9 ve 10. maddeler de Anayasa’mızın ilk üç maddesinin değiştirilmesi talebini içeriyordu.
Yani AKP; üniter yapıyı, Türk milletini ve Türkçemizi korumanın gereksiz olduğunu düşünmüş ve bunlara “Hayır.” demiştir.
2. MHP başından itibaren muhtelif isimlendirmelerle anılan, nihayetinde “çözüm süreci” olarak adlandırılan “çözülme süreci”ne itiraz etmiştir. Bu sürecin neticesinde, PKK’nın bölgede psikolojik üstünlüğü ele geçirip alan hâkimiyeti kuracağına, bölge insanımızı esir alacağına ve milletin birliğini ve dirliğini tehdit edeceğine dikkat çekmiştir. MHP’nin bütün ısrarlı uyarılarına rağmen “çözüm ihaneti” devam etmiş ve 28 Şubat 2015 günü Dolmabahçe Sarayı’nda, İmralı canisinin 10 maddelik ihanet metni AKP’li ve HDP’lilerce kamuoyuna açıklanmıştır.
MHP bu dönemde PKK’nın şehirlere silah yığdığını, paralel devlet yapıları kurduğunu, vergi toplayıp mahkemeler açtığını, kimlik kontrolü yaptığını, AKP’nin parti memuru hâline getirdiği valiler marifetiyle bu eşkıyalığa ve başıbozukluğa göz yumduğunu, askeri kışlaya ve polisi karakola hapsettiğini ifade etmiştir. Bu süreçte, herkesin söyledikleri ve yaptıkları gazete arşivlerinde ve milletin hafızasında durmaktadır.
23 Temmuz 2015 tarihinden sonra PKK eylemlerini artırıp Doğu ve Güneydoğu’da bir kalkışma hareketine girişmiş, bu eylemler sonrasında mızrak çuvala sığmamaya başlamıştır. Gafletin yol açtığı vahşetler o kadar infial uyandırmıştır ki AKP’liler de çözüm sürecinde hatalar yaptıklarını itiraf etmeye başlamışlardır. Tayyip Erdoğan, PKK’nın bölgedeki faaliyetlerine göz yumduklarını itiraf etmiştir. Bülent Arınç, çözüm süreci boyunca MHP’nin dile getirdiği eleştirilerin haklı olduğunu Meclis kürsüsünden itiraf etmiştir.
Ne var ki AKP’nin “çözüm ihaneti”nden tamamen vazgeçmediği de anlaşılmıştır. Hatta AKP, HDP’nin baraj altında kalması durumunda PKK’nın faaliyetlerine göz yummaya devam edeceği izlenimi vermiştir. Bütün bu süreçte görülmüştür ki AKP’nin Öcalan/PKK ile yürüttüğü müzakerelerin ön şartı, tek başına iktidarının devam ettirilmesidir.
AKP bu seçimlerde tek başına iktidarı yakalarsa eğer “buzdolabına kaldırılan!” çözülme ihaneti tekrar devreye alınacak, Öcalan yine birileri tarafından “barışın mimarı” olarak pazarlanmaya başlanacak, yeni “Dolmabahçe rezaletleri” sergilenecektir.
23 Temmuz’dan bu yana 200’e yakın asker ve polisimiz PKK terör örgütü tarafından şehit edilirken ülke topraklarının bir kısmında devletin egemenliği ortadan kalkmış durumdayken MHP; yapılan hatadan tamamen dönüldüğünün göstergesi olarak AKP’den, çözüm süreci adı verilen maskaralığın sona erdirildiğini açıklamasını istemiştir.
Ne yazık ki AKP; bölücü ihaneti durduracak kararlılığı gösterememiş, MHP’nin bu şartına da “Hayır.” demiştir.
3. Türkiye’nin en önemli sorunlarından bir tanesi, yolsuzlukların ortadan kaldırılmasıdır. MHP bu konudaki hassasiyetini sürekli ifade etmiş, milletin malına göz koyan “eli uzun adamlar”dan hesap sorulmasını istemiştir. MHP, 17-25 Aralık kapsamında ortaya dökülen yolsuzlukların araştırılmasını ısrarla talep etmiştir.
Bu talep, MHP’nin 7 Haziran Seçimleri öncesinde Türk milletine verdiği sözün bir gereği olarak da önem taşımaktadır. MHP 7 Haziran’da seçmenden oy isterken 17/25 Aralık iddialarının soruşturulacağını ve yolsuzluk ve rüşvete bulaşan herkesten hesap sorulacağını söylemiştir. MHP’nin bu ilkeli tutumunun ve sorumlu siyaset anlayışının takdir edilmesi gerekirken özellikle bazı besleme kalemler tarafından MHP’ye üstü örtülü ahlaksız teklifler yapılmıştır. MHP’ye, kendisiyle aynı söylemleri dile getiren CHP’nin koalisyon görüşmeleri sırasında bu hususlara takılmaması örnek gösterilmiş, MHP’den “Dün dündür, bugün bugündür.” anlayışı çerçevesinde ilkesiz davranması istenmiştir.
MHP ise yolsuzluk ve rüşvet gibi toplumu ahlâken çökerten hastalıkların hiçbir siyasi kazanç ile telif edilemeyeceğini dile getirmiştir. Yolsuzluğa bulaşanları aklamanın ne siyasi dürüstlüğe, ne millî ahlâka, ne de mukaddes dinimiz İslam’ın umdelerine uyacağını ifade etmiştir. MHP, harama el uzatanlardan, milletin hakkını gasbedenlerden hesap sorulması gerektiği konusunda tavizsiz bir tutum izlemiştir. Kısacası MHP; iddialar araştırılsın, yolsuzluk ve rüşvete bulaşanlar yargılansın, suçsuz olanlar aklansın demiştir.
Ne var ki AKP; temiz, dürüst ve ahlâklı siyasete geçit vermemiş, yolsuzlukla mücadeleye “Hayır.” demiştir.
4. MHP son şart olarak anayasal yetki ve sorumluluklarını inat ve ısrarla çiğneyen, hiçbir kural tanımayan Cumhurbaşkanı’nın, görevinin gerektirdiği meşru ve hukuki zeminde bulunmasını gerekli görmüştür. “Kuvvetler ayrılığı” prensibinin parlamenter demokrasiyle muhafazasını, sağlıklı bir koalisyon için temel kriter olarak belirlemiştir.
Her fırsatta millî iradeden bahsedenler, ne yazık ki seçmenin sandıkla çıkan iradesine saygı göstermek yerine, Kaçak Saray’ın iradesine boyun eğmişler ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı anayasal sınırları içinde hareket etmeye davet eden MHP’nin bu talebine de “Hayır.” demişlerdir.
MHP, Türk milletinin ve Türk devletinin; kendisini Anayasa’nın, yasaların üstünde gören, hiçbir surette hesap vermeye yanaşmayan, milletin malını ve devletin imkânlarını sonuna kadar ve etrafındakilerle birlikte pervasızca kullanan bir tek adama mahkûm edilemeyeceğini söylemiştir. “Tek adamlık” hevesinin Türkiye’yi felakete sürükleyeceğini ifade eden MHP, AKP’yi vesayetten kurtulmuş demokratik bir sisteme davet etmiştir.
MHP herkesin yasalar karşısında eşit olduğunu söylerken AKP buna “Erdoğan ve onun korudukları hariç!” diye cevap vermiş, MHP’nin vesayetsiz siyaset talebine de “Hayır.” demiştir.
Bu açıklamalar ışığında AKP’ye sorulması gereken sorular şunlardır:
- MHP, “Anayasa’nın ilk dört maddesi değiştirilemez.” demiştir. Peki, AKP neyi değiştirmeyi planlamıştır ki buna “Hayır.” demiştir?
- MHP, “Çözüm ihaneti son bulmalıdır.” demiştir. AKP, kapalı kapılar ardında PKK’ya daha neleri vadetmiştir ki buna “Hayır.” demiştir?
- MHP, “Cumhurbaşkanı görevi bıraksın.” dememiştir; MHP, “Cumhurbaşkanı anayasal sınırlarına çekilsin.” demiştir. AKP, Erdoğan’ı nasıl bir varlık olarak tahayyül etmiştir ki bu son derece meşru hukukî ve doğal talebe “Hayır.” demiştir?
- MHP, “Fakir fukaranın, garip gurebanın hakkına el uzatanlardan hesap sorulsun.” demiştir. AKP milletin hangi haklarına daha göz dikmiştir ki buna “Hayır.” demiştir?
AKP BİR KOALİSYON HÜKÛMETİ KURMAYI GERÇEKTEN İSTEMİŞ MİDİR?
MHP’nin açık ve ilkeli tutumu, bir gerçeği su yüzüne çıkarmıştır. O da AKP’nin koalisyon kurma niyetinin olmaması ve ülkeyi erken seçime götürmek için Erdoğan’ın her yolu denemesidir. Gelinen noktada Devlet Bahçeli’nin haklılığı ortaya çıkmıştır.
Tayyip Erdoğan yönetimindeki AKP, 7 Haziran’da tek parti iktidarını kaybettikten sonra bütün oyunu yeniden veya erken seçim hedefi üzerine kurmuştur. Bu oyunda başarıya ulaşmak için de kendisine hasım olarak MHP’yi seçmiştir.
7 Haziran’da Kürt kökenli seçmenin oylarını neredeyse kalıcı olarak kaybeden AKP, bir dahaki seçimde bu oyları geri döndürmeyeceği için kaybını telafi etmenin yolunu en azından bir kısım milliyetçi-muhafazakâr MHP seçmeninin temayülünü AKP’ye yönlendirme stratejisine yönelmiştir.
Düne kadar çözüm sürecinde PKK’ya her türlü tavizi veren, bölücübaşıyla ve Kandil’dekilerle masaya oturmaktan çekinmeyen AKP, ani bir manevrayla PKK’yı ve onun siyasi temsilcisi olan HDP’yi boy hedefi hâline getirmiştir.
Terörle müzakere eden AKP, 7 Haziran sonrasında yeniden terörle mücadeleye dönmüştür. Tabii bu göstermeliktir.
Amaç, MHP tabanına terörle mücadele ediyor görünmek, milliyetçi ve sözde şahin bir söylemle erken seçimde oy kapmaktır.
AKP’nin koalisyon yapmaya gerçekten niyetli olmadığını gösteren çok sayıda işaret vardır. AKP’ye yakınlığı ile bilinen Yeni Şafak gazetesi yazarı Abdülkadir Selvi, 5 Ağustos 2015 tarihli yazısında, “Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın 7 Haziran gecesinden itibaren ‘tekrar seçim’ istediği biliniyor.” demiştir.
Selvi, söz konusu yazısında, AKP’nin seçimin tekrarlanmasını istemesinin altında yatan gerekçeleri de şöyle sıralamıştır:
“Hükûmet için gerekli 18 milletvekilinin desteğini sağlamak amacıyla CHP’yle koalisyon yaparak siyasi geleceklerini riske atmak istemiyorlar. Siyaset de bir risk değil mi? Koalisyon riskini değil, erken seçim riskini alıp millete gitmek istiyorlar. ‘Erken seçime gidersek tekrar tek başına iktidar olabiliriz.’ düşüncesi hâkim.”
Selvi’nin bu ifadelerinin AKP’nin asıl niyetini yansıttığı, koalisyon görüşmeleri sırasında anlaşılmıştır. 32 gün boyunca CHP ile istikşafi görüşmeler yapan Davutoğlu ve kurmayları, bu süre zarfında CHP’ye koalisyon teklifinde dahi bulunmamıştır. Görüşmelerin son aşamasında Davutoğlu, CHP’ye, o da lütfen ve kamuoyu baskısıyla bir “erken seçim hükûmeti” teklifi götürmüştür. Recep Tayyip Erdoğan ise bu durumu, “Sayın Başbakan ilkeleri, düşünceleri karşı tarafla örtüşürse ortaklık için adım atabilir. Örtüşmüyorsa, intihar edecek hâli yoktur!” diyerek “iki partinin görüşlerinin örtüşmediği ve bir koalisyonun AKP için intihar etme anlamına geleceği” mesajını vermiştir.
AKP ile koalisyon yapmaya her şartta hazır durumda olan bir CHP var iken neden AKP-CHP koalisyonu kurulmamıştır? Çünkü 7 Haziran Seçimlerinden itibaren, “koalisyon görüşmeleri olumsuz sonuçlanırsa milletin iradesine başvurmaktan çekinmemek gerektiğini” muhtelif defalar açıklayan Tayyip Erdoğan; seçimlerin tekrarlanmasını istemiştir. 45 günlük yasal sürenin dolması için de CHP oyalanmış, istikşafi görüşmeler adı altında Türk milleti kandırılarak Erdoğan’ın Meclisi seçime götürmesi için gerekli şartların oluşturulması hesaplanmıştır.
Aynı şekilde Ahmet Davutoğlu, Devlet Bahçeli ile görüşmesinde MHP’ye koalisyon teklifi yapmamıştır. MHP Lideri Bahçeli, Davutoğlu ile koalisyon görüşmesine muhtemel kabine listesini ve MHP’nin alacağı bakanlık sayısını bile belirlediği kapsamlı bir dosyayla gitmiş ama Davutoğlu, koalisyona kapı açmamıştır. Böylece, AKP tarafının koalisyon hükûmeti kurmak gibi bir niyetinin olmadığı bir kez daha anlaşılmıştır.
MHP 7 HAZİRAN SONRASI NEDEN BOY HEDEFİ YAPILMIŞTIR?
MHP, “Biz Türkiye partisi olduk.” diyerek ortaya çıkan HDP’ye ayna tutarak PKK’nın siyasi kanadı olan bu partinin demokrat maskesinin arkasında saklı olan canavarı kamuoyuna göstererek fiyakasını bozmuştur. HDP’yi yok sayarak etkisizleştirmekle etmekle kalmamış, onun siyaseti domine etmesini de engellemiştir.
Bu arada MHP’nin Meclis Başkanlığı seçimindeki demokratik ve yapıcı tutumu karşısında bir süre sessiz kalan AKP ve bilhassa havuz medyası, bir süre MHP aleyhindeki kampanyalarına ara vermiştir. Ancak koalisyon görüşmeleri süreci biter bitmez 7 Haziran Seçimleri öncesinde kaldığı yerden MHP’ye yönelik saldırılarına hız vermiştir. MHP, havuz medyası tarafından koalisyon görüşmelerinin tıkanmasının müsebbibi olarak her şeye hayır diyen bir parti olarak gösterilmeye başlanmıştır.
Aynı şekilde CHP yanlısı bir kısım basın da MHP’ye saldırmaya, uyumsuz ve uzlaşmasız bir parti olarak göstermeye çalışmıştır.
HDP’nin MHP hakkındaki değerlendirmeleri zaten malumdur. Önceleri hem Kandil’dekiler hem HDP, “MHP değişmelidir.” mesajlı vermişlerdir. Amaçları, AKP’nin çanak tuttuğu bölünme sürecine MHP’yi razı etmektir. Ancak MHP’nin, onların asıl niyetlerini bir kez daha deşifre edip ağızlarını tıkamasıyla klasik düşmanlıklarına geri dönmüşlerdir. Kendi ayrılıkçı tutumlarını, bölücülüklerini setretmek için de MHP’yi bölücülükle suçlamaya yeltenmişlerdir.
Bu, bir ayyaşın camiye gidenleri meyhaneye gidiyorlar diye kınamasına benzemiştir.
MHP’ için siyasette vurun abalıya sürecinin başlamasının temel sebebi, MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin olacakları önceden öngörmesi ve bilhassa Erdoğan’ın planlarını daha başından fark ederek deşifre etmesi, âdeta onun restine restle karşılık vermesidir.
MHP sadece haklı çıkmakla kalmamış, doğru hamle yaparak siyaset oyununu iyi oynadığını göstermiştir. Bunun içindir ki MHP bütün partilerin ve onları destekleyen basın kuruluşlarının boy hedefi olmuştur.
Ancak MHP, daha zor süreçlerden geçip daha şiddetli saldırılara maruz kalmıştır. Bununla birlikte onurlu duruşundan taviz vermemiştir. MHP bugünlere, istikrarlı ve ilkeli duruşuyla sarsılmaz dengesi sayesinde gelmiştir.
MHP, bu sürecin siyaset fenomenidir. Cumhuriyet tarihinin en büyük ve köklü fikir ve siyaset hareketi olarak dinamizmini korumuştur. Çizgisinden sapmaması, kararlı ve tavizsiz tutumun sergilemesi ne yazık ki Türkiye’de takdir görmekten çok kıskanılarak saldırıların hedefi olmasına yol açmaktadır.
Tayyip Erdoğan, kadar en büyük rakip ve muarız gördüğü MHP ile siyasi tokuşmayı, çatışmayı göze aldığına göre, onun kendini kurtarmaktan başka yol bulamadığı ortadadır.
CHP, ERDOĞAN’IN İŞİNİ KOLAYLAŞTIRMIŞTIR
Bu arada CHP, seçimden sonra acul ve acemice çıkışlarla Erdoğan’ın önünü açmıştır. Erdoğan’ın CHP Lideri Kılıçdaroğlu’na hükûmeti kurma görevi vermeyebileceği öngörülmeden sanki ilk görev alacak Kılıçdaroğlu’ymuş gibi harekete geçilmiştir. Bu, Tayyip Erdoğan’ın oyunu istediği gibi oynamasına zemin hazırlayan faktörlerden biridir.
CHP’nin öncelikle AKP’yi dışlayan bir koalisyon kurma arzusunu çabuk açık etmesi, Erdoğan’ın planlarını buna göre hazırlamasını sağlamıştır. Ortada olmayan bir %60 bloku dağıtmış gibi görünen AKP, bundan kendine pay çıkarmıştır.
İçinde HDP’nin de yer alacağı bir koalisyonda MHP’nin bulunmayacağını CHP’nin hesap etmemesi, taktik bir hatadır. CHP, MHP’den umduğu karşılığı alamayınca bu defa içine düştüğü ayıplı durum karşısında en azından sessiz kalması gerekirken MHP’yi eleştirmeye başlamıştır. CHP yanlısı basın da MHP’yi boy hedefi yapmıştır.
“Devlet Bahçeli’nin ne yapmak istediğini anlayamıyoruz.” gibi eleştiriler, gerçekte CHP’nin çaresizliğini örtmek için uydurulmuş mugalatalardır.
Kılıçdaroğlu’nun MHP’ye erken ve acemice, hatta siyasi adaba aykırı yollarla yaptığı teklifler, hem kendisini güç duruma düşürmüş hem de Erdoğan ve Davutoğlu’nun eline birtakım fırsatlar vermiştir.
Siyaseti böylesine acemi yöntemlerle sürdüren CHP, AKP ile koalisyon görüşmelerinde de kolayca aldatılmıştır. Mesela AKP Genel Başkanı Davutoğlu koalisyona istekliymiş gibi görünmüş; CHP bundan iyimserliğe kapılarak ümitlenmiştir. Ancak AKP’nin sadece geçici erken seçim hükûmeti istediği ortaya çıkınca da CHP’de büyük bir hayal kırıklığı yaşanmıştır.
İşte bu süreçte olacakları önceden kestiren MHP Lideri Devlet Bahçeli, AKP-CHP koalisyonunu teşvik etmiştir. Ülkede giderek tırmanan bölücü terör ve büyüyen ekonomik sorunlar karşısında böyle geniş bir mutabakata dayanan bir hükûmetin bir gereklilik olduğunu vurgulamıştır.
MHP’NİN KIRMIZI ÇİZGİSİ VATAN, AKP’NİN KIRMIZI ÇİZGİSİ ERDOĞAN’DIR
MHP 7 Haziran’dan itibaren tarihî misyonu ve sorumlu siyaset anlayışı gereği, Türk milletinin bekasını ve çıkarları gözeten bir politika izlemiştir. MHP “Önce ülkem ve milletim, sonra partim ve ben!” ilkesinden taviz vermemiş, 7 Haziran’dan itibaren izlediği politikayla 47 yıllık şerefli geçmişiyle ters düşmeyen bir tutum sergilemiş, kırmızı çizgilerini çiğnememiştir.
MHP’nin kırmızı çizgileri ülkenin birliğine, dirliğine, selametine ve huzuruna yönelik temel şartlar iken AKP’nin kırmızı çizgileri Erdoğan ile sınırlı kalmış ve Türk milletinin bekası, öncelikleri ve çıkarları Erdoğan’a kurban edilmiştir. MHP’nin kırmızıçizgisi vatan iken AKP’nin kırmızı çizgisi Erdoğan olmuştur.
Türkiye’nin bekası tartışma konusu yapılmışken Türkiye’nin birliği, bütünlüğü tehdit altındayken AKP’nin tek derdi Erdoğan, Erdoğan’ın tek derdi ise kendi makamı ve geleceği olmuştur. İktidar borazanı gibi yayın yapan Akşam gazetesi, 14 Haziran 2015 tarihinde “Makamımı tartıştırmam!” manşetiyle çıkmıştır. O tarihten itibaren başta Davutoğlu olmak üzere bütün AKP’liler, yandaş köşe yazarları, lejyoner yorumcular Erdoğan’ın kırmızı çizgi olduğuna dair güzellemeler döşenmişlerdir.
Yeni Şafak yazarı Abdülkadir Selvi bu durumu art arda yazdığı üç yazıda gayet net bir şekilde ifade etmiştir. Selvi; 17 Haziran 2015 tarihli köşe yazısında, “Başbakan Davutoğlu, ‘Cumhurbaşkanı’nı hedef alan her şey bizi de hedef almıştır.’ demek suretiyle bu konuda net bir tavır ortaya koydu. Erdoğan kırmızı çizgidir, ondan geriye bir adım atılamaz.” demiştir. Muhtemelen konu bazı AKP’lilerce yeterince iyi anlaşılmamış veya Erdoğan tatmin edilmemiş olsa gerek ki Selvi art arda kaleme aldığı yazılarında Erdoğan’ın AKP’nin kırmızıçizgisi olduğunu ısrarla tekrarlamış, Davutoğlu’nu âdeta Erdoğan’ın gazabından korumak için büyük bir gayret sarf etmiştir.
Başbakan Davutoğlu bu süreçte Türk milletini memnun etmek ve onun çıkarlarını gözetmek için elini taşın altına koymak yerine, Saray’da mukim zatı memnun etmek için hareket etmiş, bunu da muhtelif defalar açıklama yapmak suretiyle gerçekleştirmeye çalışmıştır.
Buna karşılık MHP; Davutoğlu’ndan, en fazla oyu alan siyasi parti olarak ülkenin geleceğini ilgilendiren konularda sorumluluk alacağını ve Türkiye’yi tehdit eden hususlarda somut adımlar atacağını göstermesini istemiştir. Davutoğlu bunları yapmadığı gibi, muhalefetten kendisi yerine sorumluluk almasını talep etmiştir. Davutoğlu Erdoğan’ın rızasını ve onayını Türk milletinin çıkarlarına ve bekasına tercih etmiştir. Türk milletinin beklentilerini ve çıkarlarını terazinin bir tarafına koyarken Erdoğan’ı diğer tarafına koymuş ve tercihi Erdoğan’dan yana kullanmıştır. Davutoğlu’nun bu tercihi, Türkiye’yi, geleceğini yakından ilgilendiren iç ve dış kritik gelişmelerin yaşandığı bir zamanda seçime gitmeye mecbur bırakmıştır.
HALK YIĞINLARI KAOSLA SANDIK ARASINDA BIRAKILMIŞTIR
7 Haziran'dan sonra milletin üzerinde korku ve dehşet fırtınası estirilmeye başlanmıştır. 7 Haziran’dan 1 Kasım’a uzanan 5 aylık süre içinde IŞİD'in Reyhanlı, Diyarbakır, Suruç ve Ankara'daki bombalı saldırılarıyla PKK’nın güvenlik kuvvetlerimize yönelik gerçekleştirdiği hain saldırılar, 1 Kasım öncesinde Türk milletinde travma yaratmıştır. Korku, kamuoyunu âdeta esir almıştır. Terör, şehit cenazeleri, bombalamalar, dolardaki yükseliş ve Türk parasının değer kaybı, ekonomik kriz, milleti esir almıştır. Kaos ve şiddet eylemlerinin saldığı dehşet havasıyla sandık arasında sıkışmış halkı yığınları, iktidara meyletmeyi seçmiştir. Bu psikolojiyle sandığa giden seçmen, 1 Haziran’daki niyetini değiştirmiştir. Böylece ecele faydası olmayan korku, AKP'ye fayda sağlamıştır.
SONUÇ:
İki seçim arasında geçen 5 ayda Türkiye’de olağanüstü bir süreç yaşanmıştır. 7 Haziran Seçimlerinin sonuçlarına göre halk “koalisyon” mesajı vermesine rağmen, AKP ve yandaş medya bu eğilimi yıkmak üzere daha seçim gecesi harekete geçmiştir.
AKP İstanbul Milletvekili Burhan Kuzu’yla başlayan, Başbakan Davutoğlu ve öteki AKP’lilerle devam eden ve yandaş medya ile desteklenen “erken seçim” dillendirmelerinin volümü giderek yükseltilmiştir.
Seçimin ertesi günü yandaş gazetelerin ana sayfalarına attığı ve erken seçim vurgulayan başlıklar, her şeyi ortaya koymuştur.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli de 7 Haziran gecesi AKP’nin bu stratejisini gördüğü için muhtemel bir erken seçimden kaçmayacaklarını ifade eden açıklamalarda bulunmuştur. Ancak AKP’liler erken seçimi çok istemelerine rağmen MHP Liderinin bu meydan okumasından alabildiğine yararlanarak kara propagandanın en ahlaksız en çıkarcı ve en makyavelist örneklerini vermişlerdir.
İktidarı kaybettiği zaman neler olacağını iyi bilen Tayyip Erdoğan ve AKP kurmayları; ne yapıp edip en kısa sürede “yeniden seçim” veya bir “erken seçim” yapılabilmesi üzerine yeni bir stratejileri bina etmişlerdir. Toplum mühendisliği içeren bu stratejinin malzemeleri de kaos, korku, kan, gözyaşı, ümitsizlik, kara propaganda, muhalefet liderlerine kara çalma ve yalan edebiyatı olmuştur. Böylece, iflas etmiş olan AKP'nin bütün yanlış icraatının üstüne perde çekilmesi mümkün olmuştur.
7 Haziran Seçimlerinde AKP'nin izlediği kirli siyaset sonucu, özellikle bölücü terör örgütü PKK ile görüşmeleri sebebiyle iki parti arasında gidip gelen %3 oranındaki duyarlı ve muhafazakâr oy, MHP'ye gitmiştir. Bunun üzerine Erdoğan, yeniden seçimi dayatarak koalisyon hükûmeti kurulmasına engel olmuştur. 7 Haziran’dan sonra AKP, koalisyonu istiyormuş görünerek kamuoyunda olumlu algı yaratmıştır. Ayrıca Erdoğan da 7 Haziran'ın aksine meydanlara fazla inmemeye çalışmıştır. Stratejisini öncelikle bu %3'ü geri alma planı üzerine kuran Erdoğan, 7 Haziran'dan hemen önce PKK’nın siyasi kanadı HDP ile birlikte hazırladığı Dolmabahçe Deklarasyonu’nu çöpe atmıştır.
7 Haziran’dan sonra PKK ve IŞİD’in terör eylemlerindeki artış sayesinde Erdoğan ve AKP, seçim stratejisini uygulama zemini bulmuştur.
Terör olaylarının artmasıyla AKP'nin oy kaybedeceği düşünülürken, tam tersi olmuştur.
Körüklenen istikrarsızlık korkusuyla seçmenin AKP’ye yönelmesine sağlayan en önemli iki faktörden birincisi bölücü terör örgütü PKK’nın, ikincisi de terör örgütü IŞİD’in eylemleri olmuştur. İki terör örgütünün katliam ve cinayetleri, AKP’nin ekmeğine yağ sürmüştür. Seçmen, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, "400 vekil verseydiniz bunlar olmazdı." şantajına inandırılmıştır. Gerilim siyaseti yürüten AKP, 7 Haziran öncesinde olduğu gibi bu seçimde de toplumu kutuplaştırmayı sürdürmüştür.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve AKP’nin seçim taktiği, 7 Haziran'dan sonra yaşanan “canlı bomba saldırıları, katliamlar, şehitler, şantajlar, dış düşman, savaş ve ekonomik kriz tehdidi” sebebiyle başarılı bir şekilde hayata geçmiştir. AKP, terör ve kaos korkusunun egemen olduğu bir atmosferde seçime gidip sonuç almıştır. Haziran’da koalisyon mesajı veren seçmen, koalisyondan ve olası istikrarsızlık ortamından korkarak AKP'yi tek başına iktidara taşımış, bir anlamda "Koalisyona hayır!" demiştir. Böylece Türkiye'ye tek parti rejimi yeniden hayata geçmiş ve bütün ipler Erdoğan’ın elinde toplanmıştır.
Sosyal psikoloji uzmanlarınca vurgulanan; kaos ve sosyal çalkantı dönemlerinde halk yığınlarının iktidara meylettiği ve güçlü olan kişi veya kesimlerin kanatları altına sığındığı gerçeği, bir kez daha tecelli etmiştir.
Bu arada AKP yanlısı medya; yoğun propaganda ve algı yönetimi çalışmalarına girişerek MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin uzlaşmaz bir tutum içinde olduğu, her şeye hayır dediği algısını oluşturmak için elinden geleni yapmıştır. Bunda kısmen başarılı da olunmuştur. MHP Liderinin söylediklerinden söylemedikleri çıkarılarak kamuoyuna sunulmuş, böylece MHP’nin amaç ve hedefleri konusunda karartma uygulanmıştır. Bu konuda o kadar ileri gidilmiştir ki 7 Haziran’dan sonraki PKK saldırıları sonucunda verilen şehitlerin, uğranan maddi manevi kayıpların faturası bile MHP Genel Başkanına kesilmek istenmiştir. Bundan çıkar sağlamak isteyen bazı CHP’li politikacıların bile “MHP’nin iki eli kandadır.”, “Devlet Bahçeli her şeye hayır diyerek kaosun durdurulmasını önlemiştir.” gibi cinnet misali açıklamalarına şahit olunmuştur. Buna da MHP’nin güya koalisyon kurmaması veya kurmak istememesi gerekçe gösterilmiştir.
MHP ise siyasi tezlerinde haklı olmasına, gerçekçi ve tutarlı bir politika takip etmesine rağmen haklılığını kamuoyuna yeterince yansıtamamıştır. Medyayı büyük ölçüde kontrolünde tutan iktidarla CHP yanlısı basının aleyhte propagandalarının yarattığı olumsuz algı bulutları dağıtılamamıştır. AKP; başından beri kendi güdümünde bir “erken seçim” hükûmeti kurarak MHP’yi dışlamayı planlamış, öyle de olmuştur.
CHP ise bir koalisyon kurmaya çok istekli ve hevesli göründüğü için AKP’nin stratejisini fark edememiş, 1 Kasım’a dönük ince taktiklerin kurbanı olmuştur. CHP kandırılmış ve kullanılmıştır.
Haziran’dan sonraki koalisyon görüşmelerinden sonuç çıkmayıp 1 Kasım'da yeniden seçim yapılacağı açıklanınca, millette derin bir sessizlik başlamıştır.
1 Kasım Seçiminin sonucunu belirleyen bir diğer önemli faktör de devletin görünen ve görünmeyen bütün imkânlarının alabildiğine kullanılması olmuştur. AKP’nin bu imkânlara sahip olması sonucunda, eşitsiz ve adaletsiz bir seçim gerçekleşmiştir.
Kısacası 7 Haziran'dan 1 Kasım'a kadar yaşananlar, seçmenin algısının ve sandıkta sonuçların değişmesine yol açmıştır. 20 Temmuz'da meydana gelen IŞİD'in canlı bomba saldırısında 34 kişinin yaşamını yitirdiği Suruç'ta 7 Haziran'da %15,6 oy alan AKP, oylarını 1 Kasım'da % 28,4'e yükseltmiştir. Bombalı saldırıda 53 kişinin hayatını kaybettiği Reyhanlı'da 7 Haziran'da %63 oy alan AKP, 1 Kasım'da %71,5'e yükselmiştir. Ankara'da 10 Ekim'de yapılması planlanan barış mitinginde 103 kişinin hayatını kaybettiği bombalı saldırının gerçekleştiği 2. bölgede, 7 Haziran'da %47,4 oy alan AKP, 1 Kasım'da oyunu %55'e yükseltmiştir. HDP'nin Diyarbakır mitinginde meydana gelen bombalı saldırıda 5 kişi ölmüş, 400'ü aşkın kişi de yaralanmıştır. Patlama sonrası HDP 7 Haziran Seçiminde %79,06, AKP de % 14 oy almıştır. 1 Kasım'da HDP %73'e gerilerken, AKP %21'e yükselmiştir.
Ancak 1 Kasım Seçimlerinin üzerinden uzun bir süre geçmesine ve yeni bir AKP iktidarının iş başında olmasına rağmen, ne ekonomik istikrar sağlanmış ne terör bitirilmiş ne de bölgesel orunlar çözümlenmiştir. Aksine Erdoğan’ın iktidarı elinde tutma ve mutlaka başkanlık modelini getirme ihtirası yüzünden Türkiye, yeni yeni sorunlar yumağına dolanmıştır. Özellikle doğu ve güneydoğudaki bölücü kalkışmanın endişe verici boyutlara tırmanması ve Rusya’yla Suriye üzerinden yaşanan küresel boyuttaki kriz; Türkiye’nin sorunlarının koalisyon hükûmetleriyle veya muhalefetin güç kazanmasıyla ilgisinin olmadığını, bunu Erdoğan’ın yönetim anlayışında ve AKP iktidarının mantalitesinde aramak gerektiği gerçeğini bir kez daha ispatlamıştır.