ERMENİLER KİMDİR? EMPERYALİZMİN DOĞURDUĞU “SÖZDE ERMENİ MESELESİ”NİN SEBEPLERİ NELERDİR?

27 Ağustos 2021 15:26 Hüseyin ALPARSLAN
Okunma
3205
ERMENİLER KİMDİR? EMPERYALİZMİN DOĞURDUĞU “SÖZDE ERMENİ MESELESİ”NİN SEBEPLERİ NELERDİR?

ERMENİLER KİMDİR?
EMPERYALİZMİN DOĞURDUĞU “SÖZDE ERMENİ MESELESİ”NİN SEBEPLERİ NELERDİR?

Hüseyin ALPASLAN;
Tarihçi- Yazar/ alpasker.84@hotmail.com
Giriş
Ermeni ırkının kökeni hakkında, Ermeni araştırmacılar da dâhil olmak üzere tarihçiler ve antropologlar arasında bir fikir birliği yoktur. Ermeniler kendilerine Nuh’un torunu Hayk ismini vermekte ülkelerinin isminin de Hayasdan olduğunu iddia etmektedirler. Bu iddiayı ileri sürenlere göre; Ağrı Dağı’na oturan Nuh’un gemisinden dolayı Ermenilerin ana yurdu Doğu Anadolu bölgesidir. Bazı Ermeni tarihçilerde; Doğu Anadolu’da başkenti Tuşpa (Van ilinin batısında bulunan antik kent) olan bir krallık kuran Urartuların, Ermenilerin ataları olduğunu, isimlerini ise Urartu Kralı Aramu’dan aldıklarını ileri sürmektedirler.  İngiliz Tarihçi Arnold Joseph Toynbee ise; Ermenilerin isimlerini Urartuların son kralı III.Rusas’ın babası Erimena’dan ya da MÖ X. yüzyılda Arabistan’ın kuzey bozkırlarından gelen Aramaenlerin memleketi anlamını taşıyan Arumu-ni’den almış olabileceklerini ifade etmiştir.  
Ermenilerin, Balkan kökenli ve Trak-Prig soyuna ait olduğunu söyleyen tarihçiler mevcut olduğu gibi Ermeni tarihçilerden, Ermenilerin Kimmerler ile birlikte Kafkasya’dan veya Frigyalılarla birlikte Balkanlar’dan Anadolu’ya gelmiş olabileceğini ileri sürenler de bulunmaktadır.
 Ermenilerin kendi atalarının yaşadığını iddia ettikleri ve Hayasdan adını verdikleri coğrafyaya, tarihte farklı dillerde (Asurice, İbranice, Aramice) yüksek yer anlamına gelen “Urartu”, “Ararat”, “Harminyap-Harmeni”, “Armenia” ve “Ermeniyye” isimlerinin verildiği görülmektedir.   Ermeniler, ülkeleri olarak adlandırdıkları bu coğrafyayı ikiye bölmektedirler. Büyük Ermenistan olarak adlandırdıkları bölge; kuzeyden Karadeniz ve Gürcistan, batıdan Kızılırmak, doğudan İran ve Hazar Denizi, güneyden İran ve Irak ile çevrili sahayı kapsamaktadır. Küçük Ermenistan da Fırat’ın batısında kalan bölgeyi içine almaktadır. Ayrıca Kilikya bölgesi de Ermeniler için Ermeni yurdu olarak kabul edilmektedir.  Ermenilerin kökeni, ismini nereden aldığı, nereden geldikleri, hangi kavmin unsuru olabilecekleri ve nerede yaşadıkları ile ilgili bilim insanlarının yaptıkları araştırmalar neticesinde; farklı görüşlerin ve iddiaların ortaya çıktığını görmekteyiz. Ancak tarihçiler tarafından kesin olarak bilinen bir şey vardır ki; MÖ 331 tarihinde Büyük İskender tarafından Anadolu’ya yapılan sefer sırasında, Ermeniler, Ermenistan adını verdikleri coğrafyada bulunmaktaydılar.
11’nci yüzyılın başlarında Doğu Roma İmparatorluğu vesayetinde Van’da Vaspuragan ve Kars’ta Ani Ermeni krallıkları bulunuyordu.  Doğu Roma’nın, Ermeni krallıklarına verdiği misyon, Bizans ile Asya’da bulunan Türk ve Müslüman devletler arasında tampon olmaktır. Türkler ile Ermeniler arasında ciddi manada ilk münasebetler, Büyük Selçuklu Devleti kurulmadan önce Çağrı Bey’in Anadolu’ya 1018-1021 yılları arasında düzenlediği keşif amaçlı akınlar sırasında olmuştur. Çağrı Bey, küçük akıncı birlikleriyle Ermeni krallıklarının silahlı kuvvetlerini yenmeyi başarmıştır.  Büyük Selçuklu Devleti (1040-1157) kurulduktan sonra Doğu Roma İmparatorluğu ile yapılan savaşlarda bölgede Ermeni krallıklarının olmadığını görmekteyiz. 11’inci yüzyılın ortalarına doğru Bizans Devleti ile Ermeniler arasında evveliyatı olan mezhep ayrılıkları ve siyasi uyuşmazlıklar zirveye çıkmıştır. Doğu Roma İmparatorluğu, vesayetinde bulunan Ermeni krallıklarını sonlandırarak, mezhep ayrılığı yaşadığı ve düşman gibi gördüğü Ermenileri zorunlu göçe tabi tutmuştur.  Türklerin Anadolu içlerine ilerleyişleri sırasında Bizans Devleti’ne kızgın olan Ermeniler, zaman zaman Türklere yardım etmişledir.
Anadolu’da kurulan Selçuklu Devleti Dönemi’nde Ermeniler, Doğu Anadolu’da ve Kafkaslar’da dağınık kümeler hâlinde yaşamışlardır.  Ermeniler, Moğol istilasına kadar Türklerle ilişkilerinde bir sorun yaşamamışlardır. 1243’de Kösedağ Savaşı’nda Selçukluların Moğollara karşı ağır bir mağlubiyet almasından sonra ve İran’da Moğollar tarafından kurulan İlhanlı Devleti zamanında, Türklere karşı çıkarak Fırat havzasında ve Kilikya bölgesinde krallık kurma mücadelesine girişmişlerdir. Ancak Anadolu’ya kitleler hâlinde gelen Türkmen boyları demografik yapıyı Türkler lehine değiştirmişler ve Ermeni krallıklarının yaşamasına müsaade etmemişlerdir.  Anadolu’da Türk hâkimiyetinin belirginleşmesi ve Moğolların etkinliğinin zayıflamasıyla beraber; Kayı boyunun beyleri diğer Türk beyliklerini içerisine katarak Osmanlı Devleti’ni kurmuşlardır.
Ermeni Sorununun Doğuşu
Ermeniler, 19’uncu yüzyıla kadar Osmanlı Devleti içerisinde sorunsuz bir tebaa olarak yaşamışlar ve genellikle ticaretle uğraşmışlardır. Osmanlı Devleti’nde ilk nüfus sayımı 1831 yılında Sultan II. Mahmut zamanında yapılmıştır. Toplam nüfusun 3.641.101 olduğu ülkede; İslam nüfus: 2 milyon 490 bin 892, içinde Ermeni, Bulgar ve Rumların bulunduğu gayrimüslim reayanın toplamı: 1 milyon 080 bin 463 olup, gayrimüslim unsurların nüfusunun ayrı ayrı gösterildiği şehirlerde reaya içindeki nüfus hariç Ermenilerin sayısı ise 18 bin 742’dir.  Tanzimat Fermanı ve 1856 yılında çıkarılan Islahat Fermanı’nın ardından 1863 yılında onaylanarak yürürlüğe giren “Ermeni Milleti Nizamnamesi”, Ermeniler arasında kültürel yenilenme ile millî bilincin gelişmesine yol açmıştır.
1856 tarihine kadar Ermenilerle, Osmanlı Devleti hükûmeti veya Osmanlı topraklarında yaşayan unsurlar arasında ciddi hiçbir çatışma yaşanmamıştır. Bu tarihten önce Ermeniler kendi aralarında ve Patrikhane’de iç çekişmeler yaşamışlardır. Avrupa’da Hersek gibi bazı Osmanlı topraklarında cereyan eden bağımsızlık hareketlerini ve isyanları fırsat bilen Ermeni Kilisesi büyük devletler nezdinde girişimde bulunarak Doğu Anadolu’da özerklik istemiştir. Ermeniler, 1876’da İstanbul’da yapılacak olan Tersane Konferansı’nda Bulgaristan ve Hersek meselelerinin yanında kendi durumlarının görüşülmesi için büyük devletlere muhtıralar göndermişlerdir. Tersane konferansında umduklarını bulamayan Ermeniler bu seferde 1877’de başlayan Osmanlı-Rus Savaşı’na ümit bağlamışlardır.
Osmanlı Devleti, 93 Harbi olarak bilinen, 1877-1878 tarihinde meydana gelen savaşta Rusya’ya yenilerek 03 Mart 1878’de Ayestefanos (Yeşilköy) Antlaşması’nı imzalamıştır. Bu antlaşmanın 16’ncı maddesi ile ilk defa Ermeni meselesi uluslararası kamuoyunun gündemine gelmiş ve 1878 Berlin Anlaşması’nın 61’inci maddesi ile daha ileri bir aşamaya taşınmıştır. Ayestefanos Antlaşması’nın 16’ncı maddesine göre; “Ermenistan’da mahallî menfaatlerin gerektirdiği ıslahat yapılacak ve Ermeniler, Kürtlere ve Çerkezlere karşı korunacaktır.” 16’ncı maddenin, Osmanlı Devleti için gayet müphem, ucu açık ve tehlike arz ettiği anlaşılmaktadır.  Berlin Antlaşması’nın 61’inci maddesi ile Osmanlı Devleti, Ermeniler için yerel ihtiyaç ve gereksinimlerin gerektirdiği ıslahatları yapmayı garanti etmiş ve Ermenileri, Kürtlere ve Çerkezlere karşı güvence altına almayı taahhüt etmiştir. Bu madde büyük devletler ve özellikle İngiltere tarafından suistimal edilerek Osmanlı Devleti’nin topraklarını parçalamak için kullanılmıştır.
Berlin Antlaşması’nın imzalanmasından sonra Osmanlı ülkesinde Ermeni örgütlenmeleri ile beraber isyan girişimleri başlamıştır. Ermeni örgütlenmeleri neticesinde komitelerin ortaya çıktığını görmekteyiz. Armenagan Komitesi 1885 yılında Van’da, Hınçak (Çan sesi) Komitesi 1887 yılında Rus uyruklu Avedis Nazarbekyan ve kendisi gibi Rus kökenli olan arkadaşları tarafından Cenevre’de, Taşnak Komitesi ise 1890 yılında ihtilalci Ermeniler tarafından Tiflis’te kurulmuştur.  Ermeni Komiteleri, Doğu Anadolu'da bağımsız bir Ermeni devleti kurmak maksadıyla, Osmanlı toprakları ile Avrupa ve Amerika'da da örgütlenmişlerdir. Osmanlı Devleti ve Türkler aleyhine yoğun bir propaganda faaliyetine girişen Hınçak ve Taşnaksutyun komiteleri tarafından faaliyetlerini genişletmek adına birçok dernek ve kulüpler kurulmuştur. Hınçak komitesi İstanbul’da ve Anadolu’nun birçok yerinde şubeler açmıştır. Bu komite üyeleri Karl Marx’ın görüşlerinden etkilenmişler ve sosyalist bir Ermenistan devleti kurma hayallerinin peşine düşmüşlerdir. 1895 yılında Trabzon’da görev yapan İngiliz konsolosu Hınçaklar hakkında İngiliz hükûmetine bildirdiği raporda: "Hınçaklar dışarıdan idare ediliyorlar ve kendileri tamamen emniyet içinde bulundukları hâlde Türkiye'deki ırkdaşlarına hayatı dayanılmaz hale getiriyorlar. Amaçları, Hristiyanlara karşı kışkırtmak ve katliamlar çıkartarak memleketi dehşet içinde bırakmaktır. Bütün dünyaca bilinmelidir ki bu örgütün anarşik bir yapısı vardır." demiştir.  
Taşnaksutyun Komitesi, Ermeni çeteleri bir çatı altında toplayarak Ermenileri birleştirmek, Osmanlı Devleti’ne savaş açarak bağımsız bir Ermeni devleti kurmak amacını gütmüştür.  Taşnaksütyun’un toplantılarında şu kararlar çıkmıştır: "Türkiye'de isyan çıkartılması, hainlere, casuslara, hafiyelere, devlet adamlarına suikastlar hazırlanması ve silah gönderilmesi, silah kullanma eğitimlerinin yapılması ve bütün Ermeni ulusu özellikle gençler isyana hazır olmalıdır."  Taşnak Komitesi, Rusların maddi desteği ve yönlendirmeleri ile hareket etmiştir.
Ermeni Sorunun Oluşmasında Başlıca Sebepler
1.    Ermeni Kilisesi ve Din Farklılığı
Hristiyanlık, Aziz Bartolemeus ve Aziz Thaddeus’un gayretleri ve öncülüğünde Ermeniler tarafından benimsenmiştir. Ermeniler arasında yaygınlaşan Hristiyanlık zamanla tamamen kabul edilmiştir. Hristiyanlar arasında itikadi konularda yaşanan ihtilafları çözmek ve dinin amentüsünü netleştirmek amacıyla 451 yılında Kalkedon’da (Kadıköy) yapılan konsilde; ruhani meclis toplantıları ile diofizit görüşe karşı çıkan ve monofizit görüşü benimseyen Ermeniler, kendi millî kiliselerini kurmuşlardır. Bizans Kilisesi’nden ayrılan Eçmiyadzin Piskoposluğu “Ruhani Umumi Reisliğine” dönüştürülmüştür. Gregoryen inancına göre Hz. İsa buraya inmiş, doğu ve batıdakilerden ayrı örgütleyerek Ermeni Kilisesi’ni kurmuştur. Ermeniler arasında İstanbul Patrikliği, Eçmiyadzin ve Sis’ten sonra gelmiş olsa da Osmanlı Devleti tarafından Ermenilerin dinî lideri resmî olarak İstanbul Patriği kabul edilmiştir. Eçmiyadzin’in, 1827 yılından sonra Rusların kontrolüne girmesine kadar, Osmanlı Devleti, İstanbul Patrikliği vasıtasıyla Ermeni cemaatlerini kontrol altında tutmuştur.  Rusların, sıcak denizlere inme ve Osmanlı İmparatorluğu’nu yıkarak, Bizans’ı diriltme amacını bilen Ermeniler, Bizans Kilisesi’nden ayrılıp kendi millî kiliselerini kurduklarından dolayı Bizans’ın ihya edilmesinin kendi kiliselerinin bağımsızlığını yok edeceğini düşünmüşlerdir. Bu sebeple; “Özerk bir Ermeni devleti kurulması ve kilisenin kendine özgü vasfını koruması şarttır.” fikri Ermeni Kilisesi’nden çıkmıştır.  Müslüman Türklere karşı haçlı zihniyetini hep canlı tutan Batılı devletlerin, Hristiyan Osmanlı Ermenilerinin hamiliğine soyunmaları, Ermeni sorununun oluşturan faktörlerden bir tanesidir. Batı’nın Osmanlı Devleti içerisindeki farklı inançlara sahip diğer ekalliyetlere karşı aynı hoşgörüyü ve koruyuculuğu göstermemeleri ise behemehâl din farklılığı ile izah edilebilir.
2. Misyonerlik Faaliyetleri
Haçlı seferlerinde Fransızlar, Ermenilerle inançlarının birlikteliğini kullanarak birtakım iş birliğine gitmişlerdir. Haçlı seferlerinin bitmesiyle aralarındaki ilişkiler sekteye uğramıştır. Osmanlı Devleti’nin Fransa ile ilişkilerini iyileştirdiği 16’ncı yüzyılda Fransa himayesinde bir Ermeni cemaati kurulması için Katolik misyonerlere Papa tarafından görev verilmiştir.  17’nci yüzyılda Ermeniler arasında Katolik mezhebi propagandası yapılmış ve bazı Ermeniler Katolik mezhebini seçmişlerdir. Ermenilerin Katolik bir cemaat kurmaları için misyonerler uzun yıllar mücadele etmişlerdir. Protestan cemaatin oluşumu Katoliklerin aksine Amerikan misyonerlerin önemli çalışmaları sayesinde kısa bir zaman içerisinde olmuştur
19’uncu yüzyılın başlarında Anadolu’da faaliyet gösteren Protestan misyonerler, Müslümanlar üzerinde sağlayamadıkları etkiyi Rumlar, Bulgarlar ve Ermeniler üzerinde göstermişler ve önemli sayıda Ermeni’yi Protestan yapmışlardır. İngiltere’nin Osmanlı Devleti üzerindeki nüfuzunu kullanmasıyla Osmanlı topraklarında Protestan Kilisesi’nin kurulmasına ve Ermenilerin Protestan cemaati oluşumuna izin verilmiştir. Ermeni meselesinin ortaya çıkışında Katolik ve Protestan misyonerlik faaliyetlerinin rolü büyük olmuştur. Aslında Ermenilerin kendi millî kiliselerinden ayrılmaları, Katolikliğe ve Protestanlığa yönelmeleri ileride başlarına gelecek felaketlerin başlangıcı olmuştur. Ermeniler arasında ilk misyonerlik faaliyetleri Katolikler tarafından başlatılmış olsa da Ermenileri, Osmanlı Devleti’ne karşı kışkırtan, milliyetçilik duygularının kabartarak yüzyıllarca sadık oldukları devlete karşı isyan ettiren Amerikan Protestan misyonerleri olmuştur.  İstanbul ve Anadolu’nun çeşitli şehirlerinde kurulan Batılı okullarda temayüz eden Ermeni öğrenciler, Amerika’ya gönderilmişlerdir. Ermeni öğrencilerden Amerika’da kalanlar olduğu gibi geri dönenler genellikle Osmanlı Devleti’nde kurulmuş olan Protestan okullarında görev yapmışlardır. Amerikan misyonerler, Ortodoks Rumlar, Müslümanlar ve Yahudiler üzerinde yaptıkları faaliyetlerde başarısız olunca Ermenileri kendilerine hedef kitle olarak seçmişlerdir. Amerikan ve İngiliz siyasi etkisi Ermeni Kilisesi’nin Protestanlığa karşı gösterdiği direnci kırmıştır. İhtilalci Ermeni komitelerine Amerika tarafından maddi destek sağlanmış olup, Osmanlı topraklarında rahat faaliyet göstermeleri için Amerikan Pasaportu verilmiştir.
3. Emperyalist Devletlerin Tutumu
Avrupa ve Amerika 19’uncu yüzyılın son çeyreğine kadar Osmanlı Devleti içerisinde bulunan Ermeni tebaa ile ilgilenmemiştir. Rusların ya Bizans’ı ihya ederek ya da Doğu Anadolu’da bir tampon devlet kurarak sıcak denizlere ulaşma emelinin ikinci seçeneği ile Avrupa’da başlayan milliyetçilik hareketleri, Ermenileri özerk bir devlet kurmak adına umutlandırmıştır. Rusya, Osmanlı Devleti içerisinde yaşayan Hristiyanları kendi kontrolüne geçirmek amacıyla, 1774 yılında yapılan Küçük Kaynarca Antlaşması’na, Osmanlı topraklarında yaşayan Hristiyanların haklarını koruyup kollama imtiyazını elde eden bir madde eklemiştir. Rusya, din faktörünü kullanarak Osmanlı Devleti içerisinde yaşayan azınlıkları isyan ettirmek suretiyle, imparatorluğu içeriden çökerterek, asırlardır güttüğü, İstanbul’a sahip olma ve sıcak denizlere inme amacını gerçekleştirmek istemiştir. 1875 yılında Alman İmparatoru Wilhelm, Avusturya-Macaristan İmparatoru Franz Joseph ve Rus İmparatoru II. Alexsandr bir araya gelerek; Osmanlı İmparatorluğu’nda meydana gelecek muhtemel bir iç isyanda, Osmanlı tebaası olan azınlıklara yardım etmeyeceklerini ve “karışmamazlık” ilkesine uyacaklarını birbirlerine taahhüt ederek anlaşmışlardır. Karışmamazlık ilkesine rağmen; Hersek, Sırbistan ve Bulgaristan’da meydana gelen ayaklanmalarda, Rusya tarafından isyancılara yardım edilmiştir. 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı sonunda imzalanan Ayestefanos Antlaşması ile Rusların elde ettiği kazanımların kendi aleyhine olacağını hesaplayan İngiltere, Kıbrıs’ın kontrolünü eline almak şartıyla Osmanlı Devleti’nden yana tavır alarak, Berlin Kongresi’nde, Ayestefanos Antlaşması’nda Osmanlıların aleyhine olan konularda iyileştirme yapılmasına yardımcı olmuştur. Birleşik Krallık’ta, Liberal Partinin 1892 yılında iktidara geçmesi ve William Ewart Gladstone’nin başbakan olmasından sonra, İngiltere’nin, Osmanlı Devleti ve Rusya’ya karşı bir asırdır sürdürdüğü devlet politikasındaki statüko yıkılarak değişikliğe gidilmiştir. Bu politika değişikliğinde Gladstone’nin Türklere karşı beslediği aşırı düşmanlık ve nefretin rolü büyüktür. Gladstone göre “Türkler, insanlığın dev bir insanlık dışı örneğidir. Türk hükûmeti ise hiçbir hükûmetin işlemediği kadar günah işlemiş, hiçbir hükûmet onun kadar günahkârlığa saplanmamış, hiçbiri onun kadar değişime kapalı olmamıştır."  Birleşik Krallık’ta, Türklere karşı bu kadar kinlenmiş bir hükûmetin iş başına gelmesiyle beraber, İngilizlerin, Osmanlı Ermenileri ile ilgili siyasetleri de değişikliğe uğramıştır.  1892 yılından sonra İngiltere’nin, Osmanlı Devleti ve Rusya ile ilgili siyasetinde aldığı yeni tavır, Rusya’nın geçmişten gelen tutumu ile Batılı devletlerin Osmanlı topraklarını paylaşmak üzerine aldıkları pozisyon ve neticede emperyalizm doktrininin sonuçları; Ermeni meselesinin doğuşunda etken unsurlar olmuşlardır.
 Sonuç olarak; 1878 tarihinde yapılan Ayestefanos (Yeşilköy) ve sonrasında imzalanan Berlin antlaşmalarında Doğu Anadolu’da yaşayan Ermeniler için yapılacak iyileştirme maddelerinin yer alması; Ermeni sorununun başlangıcını teşkil etmiştir. Osmanlı Devleti içerisinde Ermeni sorununun vücut bulmasında, isyanların hızla artmasında ve ciddi boyutlara gelmesinde; misyonerlik faaliyetleri, din faktörü, 19’uncu yüzyıldan itibaren bilhassa Çarlık Rusya’sının desteğiyle Balkanlar’da gelişen milliyetçilik hareketlerinin Anadolu’daki yansımaları, büyük devletlerin Osmanlı Devleti’ni parçalamak için ekalliyetleri bir araç olarak kullanmaya başlamaları, Ermeni Kilisesi’nin ve Ermeni komitelerinin içeride ve dışarıda yaptıkları yıkıcı faaliyetler önemli rol oynamıştır.