OSMANLI DEVLETİ 1915’TE TEHCİRE NİÇİN BAŞVURDU?

11 Haziran 2014 12:05 Dr.Veysi KAYIRAN
Okunma
12378
OSMANLI DEVLETİ 1915TE TEHCİRE NİÇİN BAŞVURDU?

 

Osmanlı Devleti nezdinde “millet-i sadıka” iken “millet-i fasıka” hâline gelen Ermeniler, ayrılıkçı komitaların temellerini Abdülhamit döneminde atarlar. Ayrılık fitnesinin tohumları, Batılı ülkelerce gönderilen misyonerler tarafından Anadolu’nun dört bir yanına serpilmiştir. Bu tohumları özellikle Rusya, İngiltere ve Fransa’nın azınlıkları himaye politikaları yeşertir.

Batı dünyası, yaşlı Osmanlı çınarını içten çürütmek için ülkedeki Hristiyan unsurları kullanma politikasına 20. yüzyıl başlarında hız vermiştir. 1 milyon 700 bin kilometre kareyi bulan Osmanlı topraklarında bitmek bilmeyen isyanlar, İstanbul’daki yabancı elçilerin bıkıp usanmadan tekrarladığı ıslahat dayatmaları, devleti adım adım felakete sürüklemektedir.

Sonunda 1880’li yıllardan itibaren Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde kilise destekli Ermeni isyanları baş gösterir. Yüzyıllardır sıkı komşuluk münasebetleri ve barış içinde yaşayan Müslüman ve Hristiyanların arasına nifak girer. Anadolu’nun dört yanında mantar gibi biten bağımsızlık yanlısı Ermeni komitalarının kanlı eylemleri yüzünden çok sayıda Osmanlı vatandaşı hayatını kaybeder.

1900’lü yılların başında Ermeni komitalarının yolu, Sultan İkinci Abdülhamit yönetimine karşı mücadele hemzemininde İttihat ve Terakki Cemiyeti ile kesişir. Ayrılıkçı Ermeniler, Cemiyetle aralarındaki münasebetleri geliştirerek Paris’teki Jöntürk kongrelerine katılımcı gönderirler. Kongrede hazır bulunan Ermeni temsilciler, Abdülhamit yönetimine son verilerek Meşrutiyet’in ilan edilmesi hususunda İttihatçı aydınlarla fikir birliğine varır. Aralarındaki tek ihtilaf noktası, yönetimin terör eylemleriyle devrilmesidir. Bu görüş ayrılığına rağmen iş birliği süreci aksamaz.

İkinci Abdülhamit, İttihat ve Terakki marifetiyle tahttan indirildikten sonra cemiyet içinde yuvalanan Ermeni komitacıları müstakil faaliyetlerine hız verir. Bu çerçevede Ermeni komitacıların 1909’da İngiltere, Fransa ve Rusya’nın desteğinde Adana ve civarında düzenlediği geniş çaplı isyan hüsranla sonuçlanmış, ancak binlerce insanın canına mal olmuştur. 31 Mart Olayı ve Adana ayaklanmasından sonra Ermeni örgütleri kamuoyunda aleyhlerinde oluşan havayı bertaraf etmek için politika değişikliğine giderler.

Ermeni isyanları zaman zaman İttihatçılarla Ermeni komitalarının arasını açsa da irtibat tamamen koparılmaz. Mesela 1909 Adana isyanından ve 31 Vakası’ndan sonra, Taşnaksutyun’un İstanbul şubesiyle İttihat ve Terakki yönetimi bir araya gelir. Yeniden İttihatçılara yanaşarak kamuoyundaki olumsuz imajlarını düzeltme derdinde düşen Taşnak Komitası İstanbul şubesi, İttihat ve Terakki ileri gelenleriyle bir toplantı yapar. Toplantıda; Ermeni ayaklanmalarının yarattığı olumsuz havayı dağıtmak, Ermenilerin bağımsızlık isteklerine dair söylentileri ortadan kaldırmak ve Osmanlı birliğini sağlamak için ortak hareket etme kararı alınır.

Ancak anlaşmayı, Ermeni komitalarının gerçek niyetlerini gizlemek maksadıyla yaptığını tahmin etmek için sonraki gelişmelere bakmak yeterlidir.

İkinci Meşrutiyet’in ilanından sonra da Ermeni komitalarının temsilcileri İttihat ve Terakki listesinden milletvekili seçilerek parlamentoya girer. Bunlardan Erzurum milletvekili Ohannes Varteks Efendi, Taşnaksutyun’un İstanbul şubesi üyesidir. İttihat ve Terakki’nin lideri Talat Paşa, anılarında Varteks Efendi’den “dostum” diye söz etmektedir.

Fakat Balkan Harbi sonrasında ülkenin içine düştüğü durum ve yaklaşan Birinci Dünya Savaşı iki örgütün yollarını ayırır. Ermeniler, artık Doğu Anadolu’da bağımsız bir devlet kurma yolunda büyük devletlerle flörte hız vermiş, İttihat ve Terakki’den uzaklaşmıştır.

Birinci Dünya Savaşı’nın ayak sesleri duyulunca Ermeni Patrikhanesi, takip edilecek siyaseti belirlemek üzere komita önderlerini İstanbul’da bir araya getirir. Toplantıdan ortak bir karar çıkmaz; ancak komitalar, sömürgeci ülkelerin saflarında savaşmak için harekete geçer.

Buna karşılık İttihat ve Terakki yönetimi son bir hamle yapar, Taşnaksutyun’un 1914 yazında Erzurum’da düzenlediği geniş katılımlı toplantıya temsilci gönderir. Amaç, Ermeni komitalarını savaşta birlikte hareket etmeye ikna etmektir.

Ne var ki İttihat ve Terakki, Ermeni komitalarının yabancı güçlerle iş birliği yapmasını önleyemeyecektir. Savaşta İtilaf ordularının safında yer alan Ermeniler, bu senaryo için yıllar öncesinden hazırlanmıştır. Anadolu’daki konsolosluklar ve öteki yabancı kuruluşlar, harıl harıl çalışıp Ermeni komitalarını ihanete ikna etmiştir. Birinci Dünya Savaşı başlayınca da bunların kışkırtmaları artar.

Ermeni komitalarının, Birinci Dünya Savaşı başladığında Rusların yanında savaşacağına dair bazı gizli bilgiler İttihat ve Terakki liderlerine ulaşır. Alınan istihbarata göre, Hınçak ve Taşnak komiteleri yurt çapında isyan çıkarmaya hazırlanmaktadır. Bunun üzerine Osmanlı hükûmeti, doğu vilayetlerinde zararlı faaliyetlerde bulunan yabancıların engellenmesi için tedbir almaya yönelir. Dâhiliye Nazırı Talat Bey, doğu vilayetlerine Aralık 1914’te gönderdiği bir talimatta, Ermenilerin eğilimiyle ilgilenen yabancı kuruluşların ve mensuplarının başka bölgelere gönderilmesinin düşünüldüğünü bildirir.

  Savaş patlak verip Ermeni komitaları marifetlerini sergilemeye başlayınca Talat ve Enver Paşalar önce Ermeni ileri gelenlerine nasihatte bulunmayı dener. Dâhiliye Nazırı Talat Paşa Taşnak komitesinin İstanbul’daki bazı üyeleriyle Erzurum Milletvekili Ohannes Varteks Efendi’ye hükûmetin komite kararlarından haberdar olduğunu ve Ermenilerin zararlı eylemlere yönelmesi hâlinde çok şiddetli tedbirlere başvuracaklarını bildirir. Devlete isyan etmenin, düşmana yardım etmenin Ermeni toplumuna vereceği zararları anlatır.

Talat Paşa, Varteks Efendi’ye çeşitli kereler İstanbul’u terk etmesi tavsiyesinde bulunur ve kendisine para yardımı yapacağını vadeder. Varteks Efendi bu tavsiyeye uyamaz çünkü Taşnak örgütünün İstanbul komitesi üyesi olarak payitahtta kalıp faaliyet göstermek zorundadır.

  Başkumandan Vekili Enver Paşa da Ermeni Patriği Zaven Efendi’yi davet ederek görüşür. Patriğe, Osmanlı Devleti’nin bu savaşta Ermeni vatandaşlarından bağlılık beklediğini ancak silahlarıyla birlikte taşraya kaçmış olan Ermenilerin köylere saldırıp memurları öldürdüğünün resmî raporlardan açıkça anlaşıldığını bildirir. Bundan sonra onlara iyi öğütte bulunmasını Patriğe tavsiye eder. Enver Paşa, bu eylemler umumi bir hâl aldığı takdirde hükûmetin ve ordunun en sıkı tedbirleri almak zorunda kalacağını da söyler. Patrik ise bu çeşit rezaletleri yapmaya yeltenenlerin komite üyeleri olduğunu söyleyerek işi geçiştirir.

 

  BİR İHANETİN ANATOMİSİ

Taşnak örgütü, Osmanlı Devleti’nin seferberlik hazırlıkları yaptığı Ağustos ayında harekete geçer. Şubelerine, savaş başlayıp Ruslar Osmanlı sınırlarından girerse Türk birliklerinin geri çekilişini zorlaştırmak için ne gerekiyorsa yapmaları, malzeme tedarikini engellemeleri ve çeteler oluşturarak Ruslara katılmaları yolunda talimat gönderir. Bu talimat, “İhanet edin, devletinizin saflarında yer almayın.” demektir.

    Seferberlik ilanından hemen sonra Marsilya'da yaşayan Osmanlı Ermenileri tarafından 5 Ağustos 1914'te yayımlanan bir beyannamedeki şu ifadeler, komitaların savaş sırasında izlediği politikalar konusunda fikir vermektedir:

  "Rusya Ermenileri, Moskova orduları saflarında, kardeşlerimizin cesetleri üzerine yapılan tahkirin intikamını almak için, vazifelerini yapacaklardır. Bize, Türk tahakkümündeki Ermenilere gelince, hiçbir Ermeni'nin silahı, ikinci vatanımız olan Fransa'ya ve onun müttefik ve dostlarına çevrilmemelidir.

Ermeniler! Türkiye, kime karşı olduğunu söylemeden sizi silah altına çağırıyor; demir yollarının rayları 300 bin kardeşimizin cesetlerinin üzerinden geçen Alman İmparatoru II. Wilhelm'in ordularını ezmeye yardımcı olmak için Fransa ve onun müttefiklerinin ordularına gönüllü yazılın..."

Osmanlı Devleti; Birinci Dünya Savaşı’na hazırlanırken Ermeni komitalarının icra edeceği bütün bu eylemler ve hareket tarzı, Taşnaksutyun Komitası’nın 1914 Ağustos’unda Erzurum’da yaptığı toplantıda belirlenmiştir. Taşnak Komitası, bu toplantıya temsilci göndererek yeniden ortak hareket etmeyi teklif eden eski müttefikleri İttihat ve Terakkiye karşı da şiddetle mücadele etme kararı alır.

Örgütlerin çağrısına uyan Ermeni gönüllüler,  Rus ordusuna, çetelere ve intikam alaylarına katılmak üzere Kafkasya’da toplanır. Tiflis’te Belediye Başkanı Katisyan’ın başkanlığında bir Ermeni millî bürosu kurularak gönüllülerin örgütlenmesi sağlanır.

İngiltere Dışişleri Bakanlığı arşivlerinde yer alan bir konsolos raporuna göre, Kafkasya Cephesinde 1914 Kasım’ına kadar Rusların yanında Türklere karşı savaşmak için 60 bin gönüllü Ermeni toplanmış ve bunlar Rus ordusunca silahlandırılmıştır.

Philips Price, bu konuda şu bilgileri vermektedir:

"... Savaş patlak verince Doğu illerindeki Ermeniler Kafkasya'daki Rus makamları ile gizlice temasa geçtiler ve geliştirilen bir yer altı teşkilatı ile bu Türk vilayetlerinden Rus ordusuna gönüllü sevk edilmeye başlandı..."

Clair Price’ın değerlendirmesi de şöyledir:

     "1908 Anayasa’sı gereğince hükûmetin, askerlik çağına gelmiş Türkler gibi Ermenileri de silah altına çağırmak hakkı vardı ama silahlı bir karşı koyma, özellikle Zeytun'da derhâl başladı. Doğu hudutları boyunca Ermeniler Rus ordusuna kaçmaya başladılar. Enver hükûmeti geri kalanların sadakatinden şüphe ederek onları iş taburlarına sevk etti."

İngiltere’nin Kahire temsilcisinin bir telgrafına göre, Bogos Nubar Paşa, Müttefiklere Çukurova havalisindeki Ermenilerin de destek verebileceğini belirten bir mektup yazar. Bu amaçla İngiltere ve Fransa, gönüllü Ermenilerden oluşan bir Doğu Lejyonu(L’Egion d’Orient) kurulması için çalışmalara başlar.

Ermeni komitaları, bir taraftan İtilaf ordusuna gönüllü toplarken diğer taraftan da ülkenin dört yanında isyanlar çıkarır, ordunun ikmal yollarını vurmak için çeteler oluşturur. Böylece, cephedeki Türk askerinin güvenliği sarsılacak,  hükûmet iç karışıklıklarla uğraşmak üzere silahlı birlik ayırmak zorunda kalacaktır. Ermeni isyanları, Osmanlı ordusu daha seferberlik hazırlıkları içindeyken başlamıştır.

Ermeni çeteleri, Millî Mücadele yıllarına kadar Anadolu’nun dört bir yanını toplu mezar alanına döndürürler. Geçtiğimiz yıllarda olayların geçtiği bazı bölgelerde yapılan kazılarda bu acı gerçek gözler önüne serilmiştir. Modern Avrupa’nın göbeğinde, Bosna-Hersek’te Müslümanlara yapılan soykırım sırasında yaşananlardan daha feci görüntüler ortaya çıkmıştır.

    Mehmet Akif Ersoy’a “Şüheda fışkıracak toprağı sıksan şüheda!” dedirten tarihî gerçek, elbette sadece Çanakkale ve öteki cephelerde verilen şehitlerin aziz hatırasını yansıtmamaktadır. O hakikatin içinde aynı zamanda Ermeni çetelerinin zalimce yöntemlerle Anadolu’da öldürdüğü yüz binlerce masum Müslüman Türk’ün de acı dolu anıları vardır.

    Anadolu’da binlerce masum Türk’ün kemiklerini saklayan yüzlerce toplu mezarın çoğu daha kazılmamıştır bile. Onların kanına girenlerin torunları, dedelerinin utanç verici günah ve vebalini umursamadan, bir soykırım çığırtkanlığı, bir Türk düşmanlığı davasındadır.

Ermeni komitacıların Osmanlı Devleti’nin savaşa girmesinden faydalanarak Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde bilinçli isyanlar çıkardıkları ve cephe gerisindeki savunmasız insanları katlettikleri, elbette sadece Türk tarihçilerin iddiası değildir. Mesela Fransız Tarihçi Gaston Gaillard, 1920’de yazdığı bir eserinde, Ermenilerin önemli bir kısmının Rus tarafına geçerek Osmanlı Devleti’ni karşı nasıl savaşa katıldığını, hangi bölgelerde nasıl isyanlar çıkarıldığını, cephe gerisinde Türklere karşı nasıl saldırılar düzenlendiğini anlatmaktadır.

Ermeni komitalarının Türkleri toplu katliama uğratmaktaki gayeleri sadece düşmana destek vermek değildir; asıl büyük hedefleri, savaş sonunda kurmayı planladıkları Ermeni devleti için Anadolu’daki popülasyonu lehlerine çevirmektir.

 

  PAYLAŞIM SAVAŞI

Doğu siyasetini Osmanlı Devleti’nin parçalanıp bölüşülmesi üzerine kuran İngiltere ve Fransa’nın sömürge kazanma yarışındaki en büyük rakipleri Rusya’dır. Bu sacayağına, Avrupa’da giderek güçlenen Almanya da eklenir. Gelişmiş sanayileri için pazar bulma rekabetine giren bu ülkeler, savaşa tutuşmadan önce sömürge taksimi için gizlice pazarlık etmeyi deneyecektir.

1878-1914 yılları arası, Ermenilerin yaşadığı doğu vilayetlerinde ıslahat yapılması için Osmanlı Devleti’ne baskıların arttığı bir dönemdir. İngiltere, Fransa ve Rusya, Osmanlı hükûmetine 1895 yılında da ıslahat beklentilerine dair 40 maddelik bir proje verirler. Projenin kabul edilmesi ve uygulanması için de Ermeni isyanlarına hız verilir.

Sultan İkinci Abdülhamit döneminde yabancıların reform isteklerine genellikle oyalama taktiğiyle cevap verilmektedir. Ancak, İttihat ve Terakki fenomeniyle girilen 1910’lu yıllarda konjonktür değişir. 1909’da cereyan eden 31 Mart Olayı ve Adana Ermeni Ayaklanması, 1910 Arnavutluk İsyanı,  İtalyanlarla 1911’de Bingazi’de savaşa girilmesi, 1912-13 yıllarındaki Balkan Savaşı gibi olumsuz gelişmeler, büyük devletlerin Babıali’den imtiyaz koparmasını kolaylaştırır. Avrupa ülkeleri, 8 Şubat 1914’te İttihat ve Terakki ağırlıklı kabineyi doğu vilayetlerinde yapılacak ıslahat konusunda bir antlaşma imzalamaya razı eder. Osmanlı hükûmeti adına Sadrazam Sait Halim Paşa, büyük devletler adına da Rus Elçisi Gulkeviç antlaşmaya imza atar. Buna göre Doğu Anadolu iki bölgeye ayrılmakta, başlarına da iki Hristiyan genel müfettiş atanmaktadır. Böylece, doğu vilayetlerinde bir Ermeni devleti kurulmasının yolu açılır. Öteki büyük devletler, doğu vilayetleri üzerinde Rusya’nın himaye ve tasarrufuna göz yummuşlardır.    

Avrupa devletleri, Osmanlı topraklarını paylaşım savaşından önce çoktan nüfuz bölgelerine ayırmış, paylaşım haritaları bu nüfuz bölgelerinde elde edilen imtiyazlara göre belirlenmiştir. 

Almanlar Bağdat demir yolu inşaatının, İngilizler de Irak petrollerinin imtiyazını elde etmişlerdir. Almanlar demir yolu hattının iki yanındaki madenlerin işletme hakkına da sahip olur. İngilizler ayrıca Fırat ve Dicle üzerinde gemi işletme ayrıcalığını sağlar. Irak topraklarına su iletilmesi işi de İngilizlere verilir. Trabzon-Harput-Diyarbakır hattının doğusunda yapılacak demiryolu için Rusya’ya ayrıcalık tanınması hususunda mutabakata varılır. Batı Anadolu’da geniş imtiyazlar tanınan Fransızlar, ayrıca Suriye üzerinde haklar elde eder.

Sözünü ettiğimiz imtiyazları sağlayan devletler, nüfuz alanlarını sağlama almak için kendi aralarında anlaşmalar da yapar. Batılı devletler, Osmanlı Devleti’ni parçalayıp topraklarını paylaşmak için daha 1914 yılının başlarında masaya oturmuştur. Sevr haritası diye bilinen ve Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra işgal edilecek bölgeleri gösteren harita, aslında o dönemde hazırlanmıştır. Gizli ön hazırlıklar ise daha öncesine dayanır.

Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’nda yanında yer alacağı Almanya’nın İstanbul’daki elçisi Wangenheim tarafından 21 Ocak 1913’te ülkesine yollanan bir raporda yer alan şu ifadeler her şeyi açıklamaktadır:

“Türkiye kendi hâline bırakılırsa şimdi Avrupa Türkiye’sinin dağılmasına sebep olan yıkılma sürecinin pek yakında Küçük Asya’ya da intikal edeceği muhtemeldir… Paylaşımdan ellerimiz boş olarak çıkmak istemiyorsak ilgili devletlerle ve bilhassa İngiltere ile şimdiden anlaşmalıyız. “

Almanya Başbakanı Betman Holweg de Londra’daki büyükelçisine gönderdiği bir telgrafta şöyle demektedir:

“…Asya Türkiye’sinin taksimine geçilirse o zaman, tabiidir ki sırf ekonomik olan menfaatlerimiz, hemen birinci sınıf siyasi menfaatler hâline girer. O zaman müdahale etmeye ve mirastan kendimize bir pay ayırmaya mecbur oluruz.”

  Ne var ki Almanya; Avusturya-Macaristan Veliahtı Ferdinand’ın öldürülmesiyle ortaya çıkan Sırbistan sorunu yüzünden Rusya’ya savaş açınca İngiltere ve Fransa, karşısına dikilir. Buna karşılık Almanya da Osmanlı Devleti’ni savaşa sürükler.

Osmanlı Devleti için kurulan paylaşım sofrasının iftar topu, Karadeniz’de patlar. Osmanlı bayrağı çekilmiş Alman gemileri Sivastopol ve Odessa’yı bombalayınca Rusya da Osmanlı Devleti’ne savaş açar. Bu, Osmanlı Devleti’ni savaşa sokmak için düzenlenmiş bir oldubittidir. Zaten doğudaki sömürge yarışından kopmak istemeyen Almanların istediği de budur.

Almanya’nın yanında yerini alan Osmanlı Devleti’yse İngiltere, Rusya ve Fransa’nın dayatmalarından kurtulmak için âdeta kendisini savaşın kollarına atmıştır. Aslında, denize düşmüş ve yılanı görse sarılacak vaziyette bulunan Osmanlı hükûmetinin fazla seçeneği de yoktur.

Ancak yıkım sonrası paylaşımın ayrıntıları konusunda süren ihtilaf ve şiddetli bir rekabet sayesinde ulu çınar, ölü çınar olmadan önce biraz daha yaşama şansı bulur.

Ermeni komitaları bu rekabet dolayısıyla sömürgeci ülkeler arasında mekik dokur. Hayalini kurdukları bağımsız Ermenistan için Büyük Devletler her ne kadar evet dese de bir bedel isteyeceklerdir: Paylaşım planlarını uygulamak için yapılacak kıyasıya savaşta iş birliği etmek... Onlar için iş birliği, Osmanlı Devleti için ihanet anlamına gelmektedir. Ancak sömürgecilerin fena hâlde kandırdığı Ermeniler, amaçlarına ulaşma yolunda her şeyi göze almışlardır.

Rusya, Birinci Dünya Savaşı öncesinde çeşitli vesilelerle Dışişleri Bakanı Sazanof’un ağzından İstanbul ve Boğazları elde etme arzularını dile getirmiştir. Sazanof, Rusya’nın savaşta kalmasının buna bağlı olduğunu hep söyleyegelmiştir.

Sazanof, savaştan yaklaşık 1 buçuk yıl önce Almanya’nın Moskova büyükelçisiyle görüşürken Ermenistan meselesini gündeme getirir. Alman elçisi, Bunun ne anlama geldiğini Alman Başbakanına yazdığı raporda şöyle açıklamaktadır:

“Görüşmemizde Sazanof’un sözü birkaç kere Ermenistan’a getirmiş olması ve orada Hristiyanlara katliam yapılabileceği hakkında korkularını bildirmiş olması dikkatimi çekti. Rusya, Osmanlı Ermenilerini, müdahale ve oturdukları Osmanlı vilayetlerini topraklarına katmak için sebep olsun diye teşkilatlandıracaktır.”

Rusların kararlılığını gören İngiltere ve Fransa, savaşın ortasında mutabakat arayışına girer. Sonradan çıkabilecek anlaşmazlıkları bertaraf etmenin en iyi yolu masaya vaktinde oturmaktır. 1916 Mayıs’ında yapılan görüşmelerde Ruslarla anlaşmaya varılır. İstanbul ve Çanakkale Boğazlarının Ruslara verilmesini kabul eden İngiltere ve Fransa, buna karşılık İstanbul’un serbest bir liman olması ve iki ülkenin menfaatlerinin gözetilmesi sözünü alır.

Bu mutabakat, 9 Mayıs 1916’da İngiliz ve Fransız hükûmetleri adına Mark Sykes ve General Picot’nun katılımıyla Petrograd’da anlaşmaya dönüşür. Sykes-Picot adıyla anılan bu taksim antlaşmasına göre Boğazlar bölgesi, Trabzon, Erzurum, Van ve Bitlis ile Güneydoğu Anadolu'nun bir kısmı Rusya’ya bırakılırken Hayfa ve Akka limanlarıyla Irak’ın petrol bölgeleri İngiltere'ye verilir. Doğu Akdeniz, Adana, Antep, Urfa, Diyarbakır, Musul ile Suriye kıyıları ise Fransa'ya düşmektedir.

Ayrıca, Arap topraklarını Osmanlılardan koparıp burada bağımsız bir devlet kurmayı hedefleyen anlaşmada, Ermenilere edilen vaatlerden bahsedilmemiştir. Çünkü emperyalizmin Ermeni devleti kurmak gibi bir derdi yoktur. Osmanlı Ermenileri, sömürgeci devletlerin sıcak ve tatminsiz ihtirasları için kullandıkları bir maşadan ibarettir.  

Sykes-Picot Antlaşması imzalanırken, Mısır’daki İngiliz Valisi Mac-Mahon, Türkiye’ye karşı isyan ettikleri takdirde, Arap bağımsızlığını onaylayacağına dair Hicaz emiri Hüseyin’le bir anlaşma yapmıştır.

  Osmanlı Devleti topraklarında gözü olan bir başka ülke de İtalya’dır. 26 Nisan 1915’te İngiltere, Fransa ve Rusya, İtalya ile Londra’da gizli bir antlaşma imzalar. İtalyanlar On İki Ada ile Trablusgarp ve Bingazi’yi istemişlerdir. Fakat Sykes-Picot Antlaşması ortaya çıkınca İtalya yeni taleplerde bulunur. 1917 İhtilali’nden sonra Rusya’nın savaştan çekilmesi İngilizlerle Fransızların İtalya’ya olan ihtiyacını arttırmıştır. 19 Nisan 1917’de Saint Jean de Maurienne’de İngiltere, Fransa ve İtalya arasında imzalanan yeni bir anlaşmayla İtalya’ya, Anadolu’nun güneybatısının büyük bir kısmı vadedilir.

Bolşevik Devrimi’nden sonra İngiltere, Kafkasya’da Ruslardan boşalan nüfuz alanlarını ele geçirmek üzere harekete geçer. Bu yeni senaryonun figüranları zaten bölgede hazırdır: Ermeniler ve Gürcüler…

Ancak Rusya’nın savaş cephesini terk etmesiyle başlayan gelişmeler İngiltere, Fransa ve İtalya’nın hesaplarını bozacak, Türk kurtuluş hareketi İngilizlerle Fransızları yol ayrımına getirecektir.

 

CEPHE GERİSİNDE İHANET

Ermeni komitaları, ülkenin dört bir yanındaki mensuplarını İtilaf ordularına destek vermeye angaje etmişlerdir. İngiliz arşivlerinde yer alan bir belgeye göre, 1915 yılı başlarında komitacı Zeytun(Kahramanmaraş’a bağlı bugünkü Süleymanlı kasabası) Ermenilerinden biri Rusya’nın Kafkasya Genel Valisi Kont Worontzoff-Dachkoff ile bizzat temas kurar. Anadolu içlerinde Osmanlı ordusunun ikmal yollarını kesmek ve haberleşme imkânlarını sabote etmek için silah ve cephane desteği ister. Ancak doğudan Anadolu içlerine silah ve cephane sevkiyatı güçtür. İngiliz ve Fransız donanması ise Çanakkale’ye çıkarma hazırlığında olduğundan, güney sahillerinden Zeytun’a silah sokmaya fırsatı olmayacaktır.

Bekledikleri destek gelmese de, 30 Ağustos 1914’ten beri isyan hâlinde olan Zeytun Ermenileri, cephe gerisinde karışıklık çıkarır; jandarmalara ve devlet memurlarına, savunmasız sivillere saldırır, birçoğunu öldürür. Bunun üzerine Osmanlı ordusu 1915 Şubat’ında savaşın ortasındayken Zeytun’a asker ve cephane sevk etmek zorunda kalır.

Çukurova bölgesinde ayaklanan Ermenilere silah ve cephane ulaştırılması görevini Yunan gemileri üstlenir. Fakat isyan bastırılınca Musa Dağı Ermenileri de denen Çukurova bölgesi Ermenileri Fransız savaş gemileri tarafından kurtarılarak İskenderiye’ye götürülür. Sayıları 4 bini geçen isyancı Ermenileri Fransa daha sonra Kıbrıs’ta, Monarga kampında eğiterek Doğu Lejyonu adıyla örgütler. Bu lejyona bağlı gönüllüler Birinci Dünya Savaşı sonunda Anadolu’yu kan gölüne çevirmek üzere geri döneceklerdir.

Birinci Dünya Savaşı sırasında ülkenin her yanı asker kaçaklarıyla dolmuştur. Eli silah tutan Türkler cephede savaştığından, meydan Ermenilere kalmıştır. Osmanlı Ermenileri, düşman saflarında savaşmakla kalmayıp casusluk yapmakta, düşmana haber ulaştırmaktadır. Devlet ise bir taraftan savaşırken bir taraftan da isyanlarla uğraşmakta, içeride asayiş ve huzuru temine gayret etmektedir.

1 Şubat 1915 tarihinde, Çukurova bölgesini iyi tanıyan iki Ermeni, İskenderun Körfezi'nde bulunan bir düşman gemisine sığınarak bilgi sızdırır. 2 Şubat’ta Dörtyol Ermenilerinden Abraham Salcıyan, Artin ve Bedros adlarındaki üç Ermeni de limandaki düşman gemilerine çıkarak Türk ordusunun kuvveti ve askerî düzeni hakkında bilgi verir.

Yine, 24 Şubat 1915 tarihinde düşman için istihbarat çalışması yaptığı belirlenen Dağlıoğlu Artin, üzerindeki evrakla yakalanır ve askerî mahkemeye verilir.

Osmanlı jandarması ve askerler, isyanı bastırmakla uğraşırken Anadolu’nun birçok yerinde ev ve kiliselerde silah depoları tespit etmiştir.

Daha Birinci Dünya Savaşı başlarında sayıları 100 bini bulan Ermeni çeteleri, büyük gruplar hâlinde dağıldıkları Anadolu’da isyan çıkarmakta, silahlı Ermeni terörü, ortalığı kasıp kavurmaktadır. 30 Ağustos 1914’te Maraş’a bağlı Zeytun’da çıkan ayaklanmayı; 1915 Mart’ına kadar Kayseri, Bitlis, Erzurum, Elâzığ, Diyarbakır, Muş, Sivas, Trabzon, Ankara, Van, İzmit, Adapazarı, Bursa, Adana, Halep, İzmir, Samsun isyanları takip eder. Devlete başkaldıran silahlı Ermeni çeteleri, katliama girişir.

Eli silah tutan Türkler cephede ölüm kalım savaşı verirken cephe gerisindeki aileleri ve çocukları, Ermeni çetelerinin saldırılarına uğramıştır. Osmanlı hükûmeti, isyancıların üzerine jandarma ve asker sevk etmek zorunda kalır. Ayaklanmaları bastırma çabası, cephedeki Osmanlı ordusunu zaafa uğratmaya başlar.

Başkumandanlık 25 Şubat 1915’te bütün birliklere bir tamim göndererek ordudaki Ermenilerin silahsızlandırılmasını, fakat sadık olanlara zarar verilmemesini ister.

İsyanların, 1915 Mart’ında İtilaf donanmasının Kafkas Cephesinde Rusların işini kolaylaştırmak için Çanakkale’ye saldırmasından sonra genişlemesi dikkate şayandır. Türk milleti, tertiple ve açık bir ihanetle karşı karşıyadır. 18 Mart 1915 tarihinden itibaren isyan eylemlerini Çanakkale’ye dayanan İtilaf güçleriyle eş zamanlı olarak ülke çapında yayan Ermeni çeteleri, özellikle 15 Nisan 1915’te Van ve çevresini yangın yerine çevirir. Acımasız çeteler; Van, Çatak, Bitlis ve Muş’ta Müslüman ahaliye yönelik büyük bir toplu katliama girişir; bölgedeki memur ve jandarmaları öldürür, resmî binaları ateşe verir.

İtilaf ordularına stratejik destek vermek amacıyla genişletilen ayaklanmalar; Kafkasya, İran ve Sina Cephelerindeki birliklerimizin güvenliğini tehdit etmektedir. Ermeni çeteleri, ordunun ikmal yollarını kesmekte, haberleşme hatlarına sabotaj düzenlemektedir.

Van’da ayaklanan Ermeniler, bir yandan Rus askerlerinin gelmesini beklerken diğer yandan da saldırılarını sürdürürler. Binlerce isyancı Ermeni, Van’da Türklerin oturduğu mahallelerde korkunç bir kıyıma başlar. Toplu katliam; yağma ve kundaklama eylemleriyle tamamlanmaktadır.

Ermeni çeteleri, Van’da önce kendi bölgelerine yakın olan Katırcılar Mahallesi’ni yakıp yıkarlar. Evlerini baskın düzenledikleri korumasız insanları acımadan öldürürler.

Takvimler 22 Nisan 1915’i gösterirken basılan evlerin arasında 33. Fırkanın Nakliye Katarı mülazımlarından Hüseyin Efendi’ninki de vardır. Hüseyin Efendi cephededir. Evde eşi ve üç çocuğuyla akrabaları bulunmaktadır.

Evin bahçesine giren Ermeni çeteciler avludakilerin üzerine kurşun yağdırır. Yere kapaklanmış olan Nadiye, henüz hayattadır. Sağ bacağının dört yerinden ve elinden isabet almıştır. Bir ara küçük kardeşi Ahmet’in kanlar içindeki cansız bedeni gözüne ilişir. Kederden ve korkudan boğazı düğümlenir. Ermeni çetecilerin kahkahalarını işiten Nadiye, ne sesini çıkarabilmekte ne de kıpırdayabilmektedir. İki silahlı Ermeni, ölmediğini fark ettikleri Nadiye’yi sürükleyerek avludan çıkarır ve ite kaka Ermeni Piskoposluğuna götürür. Nadiye gibi nicelerine aynı acımasız muamele reva görülür.

Yaralı Türklerin doldurulduğu Van Piskoposluk binasında durum içler acısıdır. Hepsi, getirildikleri günden beri aç susuz ve bakımsız vaziyettedir. Kimi ağlamakta kimi dua etmekte kimi de korku ve çaresizlik içinde meçhul akıbetini beklemektedir. Belki de yardım eli uzatacak birilerini…

Az sonra, yaralıların bulunduğu odanın kapısı açılır ve içeri elinde çantasıyla orta yaşlı bir Ermeni girer. Çantasından çıkardığı malzemelerden doktor veya hasta bakıcı olduğu tahmin edilen Ermeni, yaralılara müdahale etmeye başlar, ilk önce Nadiye ile ilgilenir. Gelen gerçekten de bir doktordur. Doktor, Maltızyan’dır bu… Maltızyan, yıllardır Müslümanlarla bir arada ve dostluk içinde yaşayan, herkesin yardımına koşan iyi yürekli biridir. Piskoposluktaki yaralıların durumunu öğrenince vicdan sahibi bir tabip olarak gerekli müdahaleyi yapmakta tereddüt etmez. Ne yazık ki fanatik Ermeni komitacılar, Maltızyan’ın insanca tutumunu farklı yorumlar ve onu ihanetle suçlayıp işkence ederek öldürürler.

Bu arada Van Kalesi’ni kuşatan isyancılarla askerler arasında şiddetli çarpışmalar cereyan eder. Halk, binaları yakıp yıkan azgın çetelerin elinden kurtulmak için şehri terk etmeye başlar. 24 Nisan’da Van’ın civarı evsiz, ocaksız kadın ve çocuklarla dolmuştur.

Ermeniler, Van’ı âdeta haritadan silerler. Van’la birlikte Bayazıt, Muş, Bitlis ve havalisinde binlerce Türk ve Müslüman’ı akla gelmedik yöntemlerle katlederler.

Ermeni çeteleri, Van’da 1500 kadar kadın ve çocuktan başka Türk sağ bırakmaz. Kentten kaçabilen Türk ve Müslümanlar perişan hâlde yollara dizilir. Müslüman halk arasında büyük bir korku ve dehşet dalgası yayılmaya başlar.

Doğu Anadolu’da, Van ve civarında halk zulüm altında inlemekte, bir kurtuluş müjdesi bir imdat beklemektedir.

Van ve çevresinden gelen haberler, hükûmet üyelerinin ve özellikle Dâhiliye Nazırı Talat Bey’in uykularını kaçırmaktadır. Zeytun’da başlayıp bütün Çukurova’ya yayılan isyandan sonra şimdi de başta Van olmak üzere Doğu Anadolu’yu kan gölüne çeviren eylemler, büyüyen tehlikenin işaretlerini vermektedir.

Bütün bu feci tablonun yanında, bir de Rus tehdidi devreye girer. Mayıs ayının başlarında bölgedeki Rus ordusunda büyük bir hazırlık ve hareketlilik gözlenmektedir. Eğer etkili bir Rus taarruzu başlayacak olursa Ermeni isyanlarının ulaşacağı boyutları hesaplamak için kâhin olmaya gerek yoktur. Durum son derece naziktir. Özellikle Van faciası, isyanların sonuçlarının nereye varacağının en çarpıcı örneğini oluşturmaktadır.

Bütün bunların yanında başka bir sorun daha kapıya dayanmıştır. Ruslar kendi sınırları içinden sefil ve perişan bir hâlde sürüp getirdikleri on binlerce Kafkasyalı Müslüman’ı, 20 Nisan 1915’te Osmanlı sınırlarından içeriye sokmuşlardır. Bunların hemen hepsi de yaşlılarla kadın ve çocuklardan oluşan zavallılardır.

Artık hem halkın can ve mal güvenliğini hem de cephelerdeki orduların emniyetini temin için tedbir almanın zamanı gelmiştir. Dâhiliye Nazırı Talat Bey, önce 24 Nisan 1915 tarihinde valiliklere ve mutasarrıflıklara bir genelge göndererek bütün Ermeni komite merkezlerinin kapatılması ve elebaşlarının tutuklanması emrini verir. İlk adımda İstanbul’da çeşitli mesleklerden 235 komite üyesi Ermeni tutuklanıp Anadolu içlerine gönderilir. Çıkarılan geçici bir kanunla da bütün vilayetlerden gayrimüslimlerin, bilhassa Ermenilerin elinde bulunan silahların toplatılması istenir. Ancak, tedbir almakta geç kalınmıştır. Bu defa tehcir seçeneği masaya yatırılır.

Osmanlı genel karargâhında Ermenilerin savaş bölgesinin dışına göç ettirilmesi yönünde ortaya çıkan görüş hükûmete sunulunca Talat Bey karşı çıkar. Tehcirin bazı mahzurlar doğuracağını belirten Talat Bey, jandarmaların tamamen, polislerin de kısmen ordu hizmetine alındığını hatırlatarak Ermenilerin sevki sırasında olaylar çıkabileceğini, bunun da çirkin sonuçlar doğurabileceğini düşünmektedir. Bu yüzden Tehcir Yasası’nın yürürlüğe girmesini de geciktirir. Ancak Van İsyanı ve sonrasında bölgede yaşanan acı olayların ardından Enver Paşa, Yasa’nın yürürlüğe konması için ısrar der. Talat Bey yine ayak diretince hükûmet üyelerinden bazıları onu, duygusuzluk ve vatana bağlı olmamakla suçlar. Son çare olarak ordu, bölgede tedbir almak için kendi inisiyatifini kullanmak üzere iken tehcir kararı hükûmetçe yürürlüğe konur.

  Uygulamaya Erzurum’dan başlanır. Erzurum’dan gönderilen Ermeniler Müslüman çetelerin saldırısına uğrayınca Vali Tahsin Bey’e bir talimat gönderen Talat Paşa, yardım için orduya başvurmasını ve sorumluların şiddetle cezalandırılmasını ister.

   Talat Paşa anılarında tehcir sırasında yaşanan istenmeyen hadiseler yüzünden yaşadığı sıkıntıları, nasıl uykularının kaçtığını şu cümlelerle anlatır:

  “Mebusların verdiği bilgiler cidden feci idi. Birçok geceler uyku uyuyamadım. Bir yandan sivil makamlara gereken önlemleri almaları için emir verdim, öte yandan askerî makamlardan suçluları cezalandırmak ve halkı korumak üzere kıtalar göndermelerini şiddetle istedim. Bundan başka devletin en yüksek katlarından Temyiz Mahkemesi ve Danıştay üyelerinden ve ceza mahkemeleri başkanlarından dört soruşturma komisyonu oluşturup Anadolu’ya gönderdim. Bu komisyonlar birçok memuru görevden alarak yerel savaş divanlarına verdiler. Gerek göç ettirmeler gerek isyan yüzünden Ermeniler çok kayıp ermişlerdir. Bunu itiraf etmek gerekir. Ancak doğu illerindeki Müslümanların da Ermeni vatandaşlarımız yüzünden aynı oranda kayıplara uğradıkları bir gerçektir.”

  Talat Paşa, yaşananlardan sorumlu tutulan İttihat ve Terakki Partisini de şu ifadelerle savunmaktadır:

    “Esas olarak askerî bir önlemden başka bir şey olmayan göç ettirme, vicdansız ve karaktersiz insanların elinde bir facia şeklini almıştır. Amacım bu hareketlerin çirkinliğini gizlemek değildir. Yalnızca olaydan dolayı bütün hükûmeti ve İttihat ve Terakki Komitesi yönetim merkezini ve bu işle hiçbir ilgisi olmayan üyelerini suçlamanın haksızlık ve keyfî hareket olduğunu söylemek istiyorum. İttihat ve Terakki Komitası üyeleri, Ermenilere karşı yapılan hareketlerden dolayı son derece üzgündüler ve her zaman bu olayları önlemek üzere hükûmet üzerinde etkili olmaya çalıştılar. “

Bu arada Rus ordusu, baharda yapmayı planladığı büyük taarruzu Mayıs 1915 başlarında başlatır.

Ruslarla iş birliği yapan Ermeni çeteleri, sonunda 16-17 Mayıs gecesi Van’ı onlara teslim eder. 17 Mayıs’ta Van’a giren Ruslar, Ermeniler tarafından büyük bir coşku ve sevinçle karşılanır.

Rus işgalinden sonra Van’da Ermeni yönetimi oluşturulur. Ruslar, yeni yönetimin başına Taşnak Komitası Reisi Aram Manukyan’ı seçerler. Komita Başkanı Aram, “Aram Paşa” olur.

Osmanlı hükûmetinin ayaklanmaları bitirmek için aldığı tedbirler yeterli olmadığı gibi, Ermeniler Van’da geçici hükûmet kurarak isyanlarını yeni bir boyuta taşımıştır.

İşte Osmanlı hükûmeti zorunlu göçe böyle bir atmosferde karar verir.

Ermenilerin düşmanla iş birliği etmesini ve çıkardığı isyanları önleyemeyen Osmanlı Devleti’ne tehcir yani göç ettirme kararı almaktan başka yol kalmamıştır.

Bu arada Van, Bitlis ve Muş civarında Ermenilere çeteler ve aşiret gruplarının karşı saldırıları başlamış, âdeta bir iç savaş atmosferine girilmiştir.

Nihayet, Başkumandanlığın isteği doğrultusunda Ermenilerin isyan bölgelerinden göç ettirilmesine karar verilir.

Osmanlı hükûmeti, tehcire tabi tutulan Ermenilerin mallarının tespiti, nakliyatın emniyet içinde yapılması ve Ermenilere gittikleri yerlerde ev ve iş imkânı sağlanması hususlarında bir talimatname yazılmasını kararlaştırır.

Takip eden günlerde yayımlanan talimatnamelerle tehcirin güvenlik içinde yapılması, Ermenilerin bıraktığı malların tespiti, gidecekleri yerlerde yiyecek ve barınma ihtiyaçlarının karşılanması gibi konularda yapılan düzenleme yetkililere bildirilir.

27 Mayıs 1915 tarihli Yer Değiştirme Kanunu ve bu Kanun’a dayalı olarak çıkarılan emirler çerçevesinde; Erzurum, Van ve Bitlis vilayetlerinden çıkarılan Ermeniler, Musul'un güney kısmı, Zor ve Urfa sancağına; Adana, Halep, Maraş civarından çıkarılan Ermeniler ise Suriye'nin doğu kısmı ile Halep'in doğu ve güneydoğusuna nakledilir.

Ermenilerin göç ettirilmesi sırasında devlet bütün imkânlarını seferber etse de bütçesinin çoğunu savaş hâlindeki orduya ayırdığından,  tahsisat sınırlı kalmıştır. Ayrıca ordunun içinde bulunduğu zor şartları da göz önünde bulundurmak gerekir. Osmanlı ordusunun kendi askeri için yeterli iaşe temin edemediği, kıyafet bulamadığı dönemde, bir de ayaklanmalar yüzünden göç ettirilenlerin güvenlik, barınma ve iaşe sorunlarıyla uğraşılmıştır. Cephe gerisinde güvenliği sağlayacak jandarma bulmak bile zorken iç güvenlik için tedbir almak zorunda kalınmıştır.

Osmanlı Devleti zorunlu göçe tabi tuttuğu Ermenilerin sevk ve iskânı sırasında, ağır savaş şartlarına rağmen her türlü insani tedbiri almış, göç edenleri korumuştur. Osmanlı arşiv belgelerinde sevk güzergâhı boyunca alınan tedbirler ayrıntılarıyla kaydedilmektedir.

Ermeni göçmenlerin sevk, yerleştirme ve geçimlerinin sağlanması için hükûmetçe tahsisat ayrılmış,  1915 yılında 25 milyon, 1916 yılı sonuna kadar ise 230 milyon kuruş harcanmıştır. Göçmenler yerleştirildikleri bölgelere ulaştıktan sonra da iaşe ve korunmalarına yönelik ciddi harcamalar yapılmıştır.

 

SOYKIRIM YALANI

Tehcir sırasında bütün iyi niyetli tedbirlere rağmen imkânsızlıklar ve o tarihte yaygın olan salgın hastalıklar yüzünden ölümler meydana gelir. Bu arada bazı Müslüman çetelerin saldırıları da göç kafilelerindeki kayıpları arttırır. Bütün olumsuzluklara rağmen göç ettirilenlerin çoğunluğu tespit edilen bölgelere ulaşır.

    Başlangıçta savaş bölgelerindeki Gregoryen Ermenilerle sınırlı olan tehcir kararı, sonraki aylarda ortaya çıkan sorunlar ve duyulan ihtiyaç üzerine Anadolu içlerinde yaşayan bir kısım Katolik ve Protestan Ermeni’ye de teşmil edilir. Çünkü ülkede bir iç savaş ortamı yaratılmıştır.

Savaş bahane edilerek masum insanların tutuklandığı yalanı, asılsız Ermeni iddialarından biridir. Hâlbuki Osmanlı hükûmeti bu konuda da oldukça titiz davranmıştır. Tutuklananların sıradan Ermeniler değil, örgüt mensubu olduğu yabancı kaynaklar tarafından da doğrulanmaktadır.

Daha sonra İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Calthorpe’a gönderilen telgraflarda da tutuklanan Ermenilerin Müttefik ordularına hizmet eden gönüllüler veya Türk ve Müslüman katliamının sorumluları olduğu belirtilecektir.

Ermeni diasporasının, tehcir sırasında bir milyonu aşkın Ermeni’nin öldüğüne dair iddiaları da gerçeği yansıtmamaktadır. Çünkü yerli ve yabancı kaynaklara göre Birinci Dünya Savaşı öncesinde Osmanlı topraklarında yaşayan Ermenilerin nüfusu, ancak 1 milyon 250 bin civarındadır. İddialar doğru olsa bütün Ermeni nüfusunun katliama uğramış olması gerekir.

Görülmektedir ki Ermeniler Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı hükûmetine zorunlu göçten başka seçenek bırakmamıştır. Tehcirin gerekçesini en güzel anlatan sözleri, İstanbul’daki Alman Büyükelçi Vekili Neurath’ın 26 Haziran 1915 tarihli raporunda ifade edilmiştir:

“Türk hükûmeti Doğu Anadolu’daki Ermeni halkını, yoğun olduğu vilayetlerde ihtilal çıkarmalarını engellemek için askerî sebeplerden dolayı sürgün etmiştir.”

  Göç ettirme kararı bütün Ermenilere uygulanmamıştır. Osmanlı ordusunda subay olanlarla sıhhiye sınıfında hizmet eden Ermeniler yanında Osmanlı Bankası şubeleri ve bazı konsolosluklarda çalışan Ermeniler göçe tabi tutulmamışlardır. Öte yandan, hasta, özürlü, sakat ve yaşlılar ile yetim çocuklar ve dul kadınlar da tehcir uygulaması dışında bırakılmıştır.

 

 

  SAVAŞIN EN BÜYÜK MAĞDURLARI: KİMSESİZ ÇOCUKLAR

Ermenilere uygulanan zorunlu göç, başka sorunları da beraberinde getirir. Savaş yüzünden sahipsiz kalan Ermeni çocuklarının durumu da bunlar arasındadır. İttihat ve Terakki yöneticilerinin bu konudaki insani tutumu, tehcir hususundaki iyi niyetinin de bir göstergesi olur.

Hem Dâhiliye Nazırı Talat Bey hem de Başkumandan Vekili Enver Paşa sahipsiz çocukların durumlarıyla yakından ilgilenir. Enver Paşa 9 Mayıs 1916’da Dâhiliye Nezaretine gönderdiği bir yazıda, “Din değiştiren veya değiştirmeyen Ermeni kız ve erkek çocuklarının kimsesiz olanlarının yetimhanelere alınması hâlinde onlar için harcanması gereken tahsisatı ya siz veriniz veya harp bütçesinden ben vereyim.” demektedir. Yalnızca bu belge bile, iddiaların aksine Osmanlı ileri gelenlerinin insani açıdan ne kadar sorumlu davrandığını ispat etmektedir.

Güney bölgesinde göçlerden dolayı meydana elen yoğunluk karşısında sorumlu davranan Osmanlı yöneticilerinin başında bölgedeki 4. Ordu Kumandanı Cemal Paşa gelir. Cemal Paşa’nın bu husustaki faaliyetleri misyoner ve yabancı diplomatların bile takdirini kazanır. Özellikle binlerce Ermeni çocuğuna Beyrut, Cebelilübnan ve Şam’da yetimhaneler kurarak gereken yardımı sağlayan Cemal Paşa, önemli bir işi başarmıştır.

Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra binlerce Ermeni çocuğun durumu tartışılırken Urfa’da yaşayan bir İsviçreli misyonerin vicdanlı sesi yükselir. Bu ses, Türklerin hakkını teslim etmektedir. Misyoner Jakob Künzler şöyle der:

  “Bugün binlerce çocuk ortaya çıktıysa, bunu Müslümanların koruyuculuğuna borçludurlar. Bunlar Müslüman şehirlerinde ve evlerinde kaldılar ve şimdi ortadalar.”

 

  185 TOPLU MEZAR[1]

  Aslında Ermeni tarafının iddia ettiği gibi Ermenilerin değil, Türklerin katledildiğini gösteren kanıtların başında, meselenin en can alıcı ve acı noktalarından biri olan toplu Türk mezarları gelmektedir. Ermeni komitacıları ve çeteleri, Birinci Dünya Savaşı yıllarından Kurtuluş Savaşı’nın sonuna kadar Çukurova’dan Kars’a kadar uzanan geniş bir bölgede, öldürdükleri Müslümanların Türklerin çoğunu bu toplu mezarlara gömmüşlerdir.

Tarih araştırmacıları ve konunun uzmanları tarafından Doğu Anadolu’da 185 toplu mezar belirlenmiştir. Sonradan uzmanlar ve tarihçiler tarafından bu toplu mezarların birkaçı açılmış; ortaya çıkan yüzlerce iskelet ve Müslümanlara ait olduğunu şüphe bulunmayan eşya, TRT ekipleri ve gazeteciler tarafından görüntülenmiştir. Belge ve delil mahiyetindeki bu görüntüler zaman zaman TRT belgesellerinde kullanılmaktadır.

Bu mezarların hepsi açıldığı zaman, asıl soykırıma uğrayanların Türkler olduğunu ortaya koyan Osmanlı arşivlerindeki binlerce belgeyi destekleyen yeni deliller ortaya çıkmış olacaktır.

İşte Ermenistan ve Ermeni diasporasının, Türkiye’nin “Gelin, iki tarafın elindeki bilgi ve belgeleri incelemek ve nihai kararı vermek üzere ortak bir bilim adamları heyeti kuralım.” tarzındaki davetine icabet etmemesinin sebebi bu hakikattir.

 

 

KAYNAKÇA:

 

AHMED SAİB, Abdülhamid’in  Evail-i Saltanatı, İstanbul, 1326, Hindiyye Matbaası, 2. baskı.

AKÇORA, Ergünöz, Van ve Çevresinde Ermeni İsyanları (1896-1916), Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayınları, İstanbul 1994.

AKYÜZ, Yahya, Türk Kurtuluş Savası ve Fransız Kamuoyu 1919-1922, Ankara 1988

AKŞİN, Jön Türkler ve İttihat ve Terakki, İstanbul, 1987, Remzi Kitabevi.

______,  31  Mart Olayı, İstanbul, 1972, Sinan Yayınları.

ALİ CEVAT BEY, İkinci Meşrutiyetin İlânı ve 31 Mart Hadisesi, Ankara, 1985, TTK Basımevi, Haz: F.R. Unat.

ANADOL, Cemal-, Tarihin Işığında Ermeni Dosyası, Turan Kitabevi, İstanbul 1982.

ARMAOĞLU, Fahir, 20. Yüzyıl Siyasî Tarihi(1914-1980), Ankara, 1986, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Üçüncü Baskı.

Arşiv Belgelerine Göre Kafkaslar'da ve Anadolu'da Ermeni Mezalimi I (1906-1918), Ankara 1995, II (1919), Ankara 1995, III (1919-1920), Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Yayınları, Ankara 1997

ASAF, Mehmet, 1909 Adana Ermeni Olayları ve Anılarım, Hazırlayan: İsmet Parmaksızoğlu, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1982.

ATAÖV, Türkkaya, Talât Paşa'ya Atfedilen Andonian "Belgeler"i Sahtedir, Ankara 1984.

ATNUR, İ. ETHEM, Türkiye'de Ermeni Kadınları ve Çocukları Meselesi (1915-1923), Erzurum 2005, Babil Yayınları.

AYDEMİR, Şevket Süreyya, Enver Paşa, İstanbul, 1981, Remzi Kitabevi,  3. baskı, 2 cilt.

BANOĞLU, Niyazi Ahmet, Ermeni'nin Ermeni'ye Zulmü, Ankara 1976.

BAYUR, Yusuf Hikmet, Türk İnkılabı Tarihi, c.I, ks. I, Ankara 1991, c. II, ks. I, III,

Ankara 1991, c. III. ks. III, Ankara 1991.

CEMAL PAŞA, Hatıralar, İstanbul, 1977, Çağdaş Yayınları, Düzenleyen: Behçet Cemal.

CAHİT, Yalçın H., Talat Paşa'nın Hatıraları, Yenigün Yayınları, İstanbul 1998.

ÇAVDAR, Tevfik, Talat Paşa, Ankara,  1984,  Dost Kitabevi, İkinci Baskı.

ÇELİK, Kemal, Millî Mücadele'de Adana ve Havalisi (1918-1922), Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1999.

DANİŞMEND, İsmail Hami,  31 Mart Vak’ası,  İstanbul, 1986, İstanbul Matbaası, Üçüncü Baskı.

Ermeni Komitelerinin Amal ve Harekât-ı İhtilaliyesi, İlan-ı Meşrutiyet'ten Evvel ve Sonra, İstanbul 1332.

EROĞLU, Veysel-, Ermeni Mezâlimi, Sebil Yayınevi, İstanbul 1973.

FEROZ AHMAD, İttihat ve Terakki, İstanbul, 1984, Kaynak Yayınları.

GAZİGİRAY, A. Alper, Osmanlılardan Günümüze Kadar Vesikalarla Ermeni Terörünün Kaynakları, Gözen Yayınları, İstanbul 1982.

GÖYÜNÇ, Nejat, Osmanlı İdaresinde Ermeniler, Gültepe Yayınları, İstanbul 1983.

GÜRSEL, Haluk F., Tarih Boyunca Türk Rus İlişkileri, Ak Yayınları, İstanbul 1968

GÜRÜN, Kâmuran-, Ermeni Dosyası, Üçüncü Baskı, Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara 1985.

HALAÇOĞLU, Yusuf-, Ermeni Tehciri ve Gerçekler (1914-1918), TTK Yayını, Ankara 2001.

“HALİL MENTEŞE’nin Hatıraları”, Cumhuriyet Gazetesi, 13 Ekim-11 Aralık 1946.

HANİOĞLU, M. Şükrü, Osmanlı İttihad ve Terakki Cemiyeti ve Jön Türklük, İstanbul, 1989, İletişim Yayınları.

İLTER, Erdal, Ermeni Meselesinin Perspektifi ve Zeytun İsyanları (1780-1915), Genişletilmiş 2. Baskı, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Ankara 1995.

İLTER, Erdal, Türkiye'de Sosyalist Ermeniler ve Silahlanma Faaliyetleri (1890-1923), Turan Yayıncılık, İstanbul 1995.

Kaçaznuni, Ovanes, Taşnak Partisinin Yapacağı Bir Şey Yok (1923 Parti Konferansı'na Rapor), İstanbul 2005, Kaynak Yayınları,

KOÇAŞ, Sadi, Tarih Boyunca Ermeniler ve Türk-Ermeni İlişkileri, Ankara 1967. KONUKÇU, Enver-, Ermeniler'in Yeşilyayla'daki Türk Soykırımı (11-12 Mart 1918), Atatürk Üniversitesi Rektörlüğü Yayınları, Ankara 1990.

KURAN, Ercüment, "Ermeni Meselesinin Milletlerarası Boyutu (1887-1897)", Tarih Boyunca Türklerin Ermeni Toplumu ile İlişkileri Sempozyumu, Ankara 1985.

KURAT, Akdes Nimet, Türkiye ve Rusya, Ankara 1990

KÜÇÜK, Cevdet, Osmanlı Diplomasisinde Ermeni Meselesinin Ortaya Çıkışı (1878-

1897), İstanbul 1984

LOTİ, Pierre, Les Massacres d'Arménie, Paris 1918.

MALEVİLLE, Georges de-, La Tragédie Arménienne de 1915, Editions LANORE, Paris 1988 MALEVİLLE, Georges de-, Sözde Ermeni Trajedisi, Türkçe trc.: Galip Üstün, Yılmaz Yayınları, İstanbul 1991.

MAYEWSKİ(General), Ermeniler'in Yaptıkları Katliamlar, Tercüme: Azmi Süslü, AÜ Türk İnkilap Tarihi Enstitüsü Yayınları, Ankara 1986.

McCARTHY, Justin, Muslims and Minorities: The Population of Ottoman Anatolia and the End of the Empire, New York and London, New York University Press, 1983.

McCARTHY, Justin, Osmanlı Anadolu Topraklarındaki Müslüman ve Azınlık Nüfus, Tercüme: İhsan Gürsoy, Genelkurmay Askerî Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Yayınları, Ankara 1995.

NORMAN, C.B., Ermenilerin Maskesi Düşüyor (The Armenians Unmasked), Yayına Hazırlayan: Yavuz Ercan, AÜ Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Yayınları, Ankara 1993.

Osmanlı Belgelerinde Ermeniler (1915-1920), Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı Yayınları, Yayın Nu: 14, Ankara 1994.

ÖKE, Mim Kemal, Ermeni Sorunu, İstanbul 1996.

RAMSAUR, Ernest Edmondson, The Young Turks: Prelude to the Revolution of 1908, Princeton 1957.

SHAW, Stanford J., and Ezel Kural-, Türkçe trc., Mehmet Harmancı, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, C.II, E Yayınları, İstanbul 1983.

SONYEL, Salahi R., İngiliz Gizli Belgelerine Göre Adana'da Vuku Bulan Türk-Ermeni

Olayları, Ankara 1988

ŞİMŞİR, Bilâl N., Osmanlı Ermenileri, Bilgi Yayınevi, Ankara 1986.

SÜSLÜ, Azmi (Der.)-, Ruslara Göre Ermenilerin Türklere Yaptıkları Mezalim, A.Ü. Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü, Ankara 1987.

SÜSLÜ, A., F. Kırzıoğlu, R. Yinanç, Y. Halaçoğlu, Türk Tarihinde Ermeniler, Kars Kafkas Üniversitesi Rektörlüğü Yayınları, Ankara 1995.

TALAT PAŞA, Hatıralarım ve Müdafaam, Kaynak Yayınları, İstanbul 2006.

TANSEL, Selahattin, Mondros'tan Mudanya'ya Kadar, c.I,II, III, IV, Ankara 1991,

Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları

Türk-Ermeni İlişkileri Uluslararası Sempozyumu, Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, Yayına Hazırlayan: Berna Türkdoğan, Ankara 2000.

TÜRKÖZÜ, H. Kemal, Osmanlı ve Sovyet Belgeleriyle Ermeni Mezalimi, 2. baskı, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Ankara 1983; 3.Baskı: Ankara 1995.

URAS, Esat, Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, Belge Yayınları, İstanbul 1987.

YURTSEVER, Cezmi-, Ermeni Terörü: Gelişimi ve Analizi, İstanbul 1987.

 


[1] 1980’li yıllarda, çoğu henüz hayatta olan tanıklarla TRT programcıları tarafından röportaj yapılmıştır. Türklere ait toplu mezarların bazıları basının ve ilgililerin şahitliği altında açılmış, katliamın delilleri gözler önüne serilmiştir. Bu satırların yazarı Veysi Kayıran da Ermeni meselesiyle ilgili TRT Ankara Televizyonu adına hazırladığı bir belgesel program dolayısıyla 2006 yılında Anadolu’da hayatta kalan son tanıklardan bazılarıyla görüşmüştür. Böylece onların ve yakınlarının anlattıkları, TRT kurumunun arşivine kazandırılmıştır.