DEĞİŞEN DÜNYA DENGELERİ VE ULUSAL GÜVENLİĞİMİZ;

05 Aralık 2018 13:31 Ercan ÇİTLİOĞLU
Okunma
3524
DEĞİŞEN DÜNYA DENGELERİ VE ULUSAL GÜVENLİĞİMİZ;

DEĞİŞEN DÜNYA DENGELERİ VE ULUSAL GÜVENLİĞİMİZ;


Ercan Çitlioğlu

Soğuk Savaş’ın bitmesi ve 1991’de SSCB’nin yıkılması ile birlikte uluslararası ilişkileri belirleyen ve alışılan kalıpların dışına çıkan yeni konjonktür, devletler arası ilişkilere sivil aktörlerinde katılımı ile çok bileşenli, yeni ve alışık olmadığımız bir düzleme evrildiğinde koşullandığımız sebep-sonuç analizlerimizin köken alanını kaybettiğini çok geç algıladık.
Yakın geçmişin Batı-Doğu ayrışmasından kaynaklanan çatışmaya endekslenen indirgemeci analizlerin, Yeni Dünya düzeni olarak adlandırılan gelişmeler, sürekli değişen çıkarların neden olduğu donmuş ve canlı anlaşmazlıkları yorumlamadaki yetersizliğinin ayırdına çok geç vardık.
Kalıcı, bloklaşmış ittifaklar ve bunların değişmezliğine dayalı algı dünyamızın; süreklilikle bozulan, değişen, biçim değiştiren ve devletler dışı, hatta kimi zaman devletlerden daha güçlü sivil aktörlerin katılımı ile çok odaklı konuma evrilen yeni konjonktürü ve bu konjonktürün yarattığı yeni tehdit ve tehlikeleri belirleme ve özümsemede zorlandığını gördük.
Soğuk Savaş Dönemi’nin iki kutuplu dünyasında yeşeren ideolojik boyutlu Marksist-Leninist ve Maoist terör örgütlerinin günümüzde dini referans alan ve etnik milliyetçiliğe dayalı terör örgütlerine esin kaynağı olabileceğini öngöremedik.
Bilişim ve iletişim çağının eşlik ettiği yükselen bireyselliğin, insanların ve toplumların beklenti ve talep çıtalarını da yükselttiğini, bireyselliğin yükselişinin toplumları var eden temel değerleri erozyona uğrattığını çok geç algıladık.
Başlangıcı aslında 16. yüzyıla, merkantilizm ve koloniyalizme kadar uzanan küreselleşmenin, iletişim ve bilişim çağının sınır aşan etkileriyle birleşerek eşlik ettiği ve dayattığı gelişmelerin ulus devletlerin varlığına yönelttiği tehditlerin neler olduğunu ve hangi önlemlerin alınması gerektirdiğini zamanında fark edemedik.
Günümüzde sınırların devletlerin yalnızca coğrafi egemenlik alanlarını belirlediği,  bunun dışında kalan hemen her alanın egemenliğin paylaşımı ile siyasal, sosyal, kültürel, ekonomik etkileşimlere açık haâe geldiği düşünüldüğü ve dünyanın her neresinde olursa olsun oluşan bir krizin sınır aşan etkilerinden hiçbir devlet ve ulusun mutlak koruma altında olmadığı anımsandığında krizlere hazırlıklı olma ve yönetme yeni bir anlayış ve uygulama konseptini gerekli kıldı.
Özet olarak ifade etmeye çalıştığım bütün bu etmenlerin sonucunda stratejik düşünce ve öngörü sistemimiz karşımıza çıkan yeni tehditlere karşı savunma yerine yeni bir güvenlik kavram ve konseptleri üretmek zorunda kaldı.
Çünkü yaşanılan dönem simetriden asimetriye, konvansiyonel topyekûn savaşlardan düşük ve orta yoğunluklu çatışmalara, küresel ve bölgesel savaşlardan yerel ve hibrit çatışmalara, psikolojik savaş ve harekâtın yoğunlukla kullanıldığı travmatik yeni savaş yöntemlerine geçiş süreciydi.
Bu aşamada askerî ve ekonomik gücü ile teknolojisi üstün güçlerle mücadele etmeye yeterli olmayan devlet, toplum ve gruplar terörizmi yeni bir savaş metodu olarak keşfettiler.
Kimi büyük devlet ve üstün güçlerde, etkilerini arttırmak, egemenlik alanlarını genişleterek kalıcılaştırmak ve konsolide etmek için terörizmi amaçlarına ulaşmada bir enstrüman olarak kullanmaya başladılar. Böylelikle günümüzün hibrit ve vekâleten savaşları Suriye, Irak, Libya, Yemen gibi üçüncü ülkeler coğrafyaları kullanılarak terör örgütlerinin pratik alanına dönüştü. Ve terörizm bilinen ve alışılan kalıplarının dışına çıkarak günümüzde basit eylem temelinden yarı askerî bir stratejiye dönüşmüş oldu.
Bu süreçte terör örgütleri “öğrenen ve ders çıkaran” kimlikleri ile üç şey öğrendiler. Teknoloji kullanmayı, psikolojik harekât için sosyal medyadan yararlanmayı ve hizmetlerini kiralamayı ya da satmayı. 1990’lı yıllarda El Fetih, sonraları Abu Nidal ve George Habbaş’a bağlı Filistinli örgütlerce kaçırılan yolcu uçakları eylülde uçakların silah olarak kullanıldığı terör eylemlerine dönüştü.
90’lı yıllarda güneydoğuda PKK’nın portakal sandıklarının tahtalarının arasına sünger koyup uçlarına iletkenliği sağlaması için gazoz kapakları çaktığı ateşleyici mekanizmalar günümüzde yerini uzaktan kumandalı, elektronik sinyaller kullanılan düzeneklere terk etti.
Zombi bilgisayarları oluşturduğu Botnet ağı ile siber saldırılar günümüz terör eylemlerinin ayrılmaz bir parçasına dönüştü. Drone’lar IŞİD’in eylemlerinde sıklıkla kullandığı araçlar hâline geldi.
Bu örnekleri çok daha yakından bildiğiniz için ayrıntılara girmek istemiyorum. Ancak önemli bulduğum bir noktaya dikkatlerinizi çekmek istiyorum.
    Terörizmle mücadele ile teröristle mücadelenin farkına... Teröristle mücadele güvenlik güçleri aracılığı ile yürütülen askeri ve polisiye bir mücadele yöntemi iken terörizmle mücadele sosyoekonomik, sosyoekonomik, sosyopolitik, sosyokültürel ve psikopolitik yönleri olan çok daha geniş kapsamlı, uzun erimli ve güvenlik güçlerinin ancak destek unsuru olarak yer alması gereken bir alanı ifade etmektedir.
    Teröristle mücadele eylem coğrafyasında yürütülen sonuç odaklı bir mücadele yöntemi iken teröristle mücadele siyasi coğrafya da eş zamanla icrası gereken neden odaklı ve geniş kapsamlı bir mücadele türüdür.
Terör örgütlerinin evrimine koşut olarak istihbarat kavramı ve kapsamında da önemli değişimler gündeme geldi.
Tehditlerin boyut değiştirmesine koşut olarak istihbarat çeşitli değişkenlerin anlık fotoğrafları yerine yaşanan sürecin bütünlüklü analizlerinin makro strateji üretilmesinde en önemli araç hâline gelmiş bulunuyor. Tek kare anlık fotoğraf ve bilgiler bir eylemin engellenmesinde yeterli olabilirken gelecek eylemler ve taktik uygulamalar konusunda yeterli bilgi veremez.
Çünkü istihbarat durum tespiti yapmaktan çok elde edilen ham verilerin işlenerek geleceği şekillendirme sanatıdır. Bu nedenle klasik aksiyoner istihbarat yerini vizyoner istihbarata terk etmelidir. Tehditler ortaya çıktığı ve ufuk hattına düştükten sonra yapılan istihbarat o tehditleri etkisizleştirmede gerekli uyarı ve ihbar sürecini tanımaz. Tam aksine bu tehditleri yaratan odaklar gündemi belirlemeye başlar, bunun sonucunda mücadele edenler yönlendirme gücünü kaybederek edilgen konuma indirgenirler.
    Günümüzde teknolojinin gelişmesine koşut olarak sinyal (signit) ve teknik (technit) istihbarat olarak adlandırılan insana dayalı (humint) istihbaratın desteği özellikle terörizmle mücadeledeki önemini korumayı sürdürmektedir.