OĞUZCULUK/TÜRKMENCİLİK

08 Nisan 2017 13:49 Prof.Dr.İsmet ÇETİN
Okunma
5388
OĞUZCULUK/TÜRKMENCİLİK

OĞUZCULUK/TÜRKMENCİLİK

 

Prof.Dr. İsmet ÇETİN

 

Türkiye’de ne olduğu belli olmayan hak arayışları, demokratik talepler, özgür toplum istekleri, kendi kimliğiyle yaşama isteği gibi iyi niyet gösterilerinin altına gizlenmiş ayırımcı, hatta bölücü idealler toplumsal başağrısı hâlindeyken “Ver kurtul.”a giden müzmin hastalık hâline dönüşmüştür. “Safrayı at kurtul.”  biçiminde daha yumuşak ama sinsice devam eden sosyal kangren oluş, Türkiye’de sağlanan millî birliği içten içe kemirmeye başlamıştır.  İnanç-ideoloji-ilkel ırkçılık anlayışının bileşenleri hak  (!) peşinde koşup dururken, ortaya çıkan/çıkartılan zamane ukalaları, koşuculara hıhçılık yapma yarışına girmişlerdir. Maalesef Türk toplumumum bıkkın ve bezgin şahin perspektifli aydınları, renk ayrımı yapamayıp her şeyi siyah beyaz gören kesimi de;  “Yetti artık,  herkes kendi alanında yaşasın.” demeye başlamışlar. Bu da başka bir hastalık ki, tedavisi ancak psikiyatri kliniklerinde yapılabilir. Zira toplumsal anomiye götürecek bir travma yaşamaya başlamışlardır. 


Geçtiğimiz yüzyılın başından itibaren Türkiye’nin baş ağrısı olan ayrışmalar, kimi zaman etnisite, kimi zaman inanç, kimi zaman ideoloji, kimi zaman da idari sistem üzerinden sürdürülmüştür. Türk milleti, millet olma bilincine ulaşmış, romantik alandan akli alana geçerek kendini Türk olarak tanımlamış olmasına rağmen yaşadığı inançlar, bölgeler, mensup olduğu fikir kulüpleri, hatta aksanı üzerinden ayrıştırılmaya çalışılmış, çalışılmaktadır. Ayrımcı politikaların sükûta ermesi, ancak birlikte yaşama iradesinin sergileneceği, inadına birlikte yaşama iradesinin hayata geçeceği bir anlayışla mümkündür. Bu anlayışın ikame edilebilmesi için de kısa vadeli, küçük hedeflerin ötesinde, milleti birliğe sevk edecek, heyecan duyulan düşünceler,  bunların hayata geçirilmesinde etkili olan projelerle mümkün olacaktır.

Albert Sorel’in; “Fransız milletini Fransa toprağı bin yılda yarattı.”ifadesi, toprağın millet yaratma, yarattığı millete kimlik kazandırma ve dolayısıyla o millet üzerinde tasarruf sahibi olma anlamına gelmeli. Zira bütün inisiyatif toprağa verilmiş.  Toprağın istediği bir toplum yaratılmış ve toplum kendini o topraklara bağlı kılmış olmalı. Bin yıllık bir geçmiş belki Fransız coğrafyasında yaşayan toplumların millet bilincine ulaşması için bir anlam ifade eder. Ancak toprağa bağlı kalmayıp toprağı kendine bağlı kılan, yaşanılan coğrafyadan ad almayıp, coğrafyayı siyasallaştırarak ona ad veren millet hayatında bu zaman dilimi anlamsız kalır.Zira insanlık tarihinde bahsedilen bin, hatta birkaç bin yıl dün gibidir.

Türkiye merkezli Türk yurtları, Sorel’in ifade ettiği gibi ne Fransız milletinin teşekkülü sürecini yaşayıp coğrafyanın yarattığı bir toplum olmuş nede zaman içinde kendine uydurma tarih yaratmış bir toplumun yaşadığı coğrafya parçası olmuştur.

Tarihin eski dönemlerinde kuzey steplerinde yaşayan Türk grupları, Tarım Havzası’na,  Aral’ın güney kesimlerine kadar inmişlerdir. Doğu Türkistan’dan başlayıp Afganistan içlerinden Horasan bölgesini içine alan Doğu ve Güney Türkistan bölgeleri, Hazar’ın kuzey bölgelerinden Altay –Sayan Dağları’nı aşarak Saha Eli’ne kadar olan kuzey bölgesi Uluğ Türkistan’ı oluştururken Oğuz seferlerinin çizdiği harita Hazar’ı aşarak şimdiki Suriye içlerinden Akdeniz sahillerine kadar inen Turan bölgesini işaret etmektedir. Reşidü’d-din’in‘in Camiü’t-Tevarih’inde işaret edilen Oğuz seferinde Şamahı’dan geçip İran coğrafyasının güney kesimlerine,  oradan batıya dönüp Amed, Mardin, Dımişk ve Hatay’a sefer kılması, bir yandan adı şimdi Orta Doğu olarak anılan coğrafyanın kadim kültür ve milliyet sınırlarını belirlerken, bir yandan da Türk coğrafyasının sınırları hakkında fikir verir,  Türk gruplarının yayılma alanlarına işaret eder.

Türk grupları içinde Oğuz boyunun hareketliliği sık coğrafya değiştirmesini de anlatırken, ulaştıkları, yaşadıkları coğrafyayı siyasallaştırdıkları, vatan kıldıkları ve kendi adlarıyla anılmasını sağladıklarına işaret etmektedir. Zira Türkiye, Türkmeneli, Türkmen Sahra,Turan Düzlüğü, Turan Eli, Deşt-i Kıpçak gibi adlar buna işaret etmektedir.

Hunlar döneminde Avrupa içlerine kadar giden Türk grupları daha MÖ 3. yüzyıldan itibaren Tuna boylarında yerleşmeye başlamış, Orta Avrupa’dan itibaren Avrupa’nın doğu coğrafyası tarihî dönemler içinde Türklerce vatan kılınmıştır. Bu toprakların vatan oluşu âdeta Türkiye merkezli bir Türk birliğinin savunma hattını da oluşturur. Milletlerin genetiğinde var olan, bu insanların inisiyatifi dışında gelişen yapı günümüze kadar sürüp gelmiştir.

Daha M Ö 800’lü yıllarda Anadolu coğrafyasına ulaşan bozkır medeniyetinin kurucusu ve temsilcileri olan Türk grupları, bunların içinde hâkim unsur olan Oğuz grubu, Mezopotamya’da görünmüş,  Fırat ve Dicle çevresinde yurt tutmaya başlamışlardır. Dolayısıyla Türk grupları, bunların içinde hâkimiyet kuran Oğuz grubunun yaşama ve yerleşme alanı oldukça geniş bir coğrafyaya yayılmıştır. Hazar’ın kuzeyinden başlayıp ağırlıklı olarak Kafkaslar, Aral’ın batı bölgelerinden Türkmen Sahra, Horasan, Karakum düzlüğünün çevresi, Afganistan coğrafyasından Bağdat’ıda içine alacak biçimde Akdeniz’e uzanan bölgeler,  Golan’dan Mısır’a ve buradan Kuzey Afrika sahilleri, Cezayir ve Tunus’a kadar olan bölge ile Orta Avrupa içlerinden hemen hemen bütün Doğu Avrupa Türk yerleşimine ev sahipliği yapmış alanlardır.  Tarih içinde bu kadar geniş coğrafyaya yayılan Türkler, özellikle Oğuz grubu, sadece Türk topluluklarının /gruplarının değil, bu ve bu coğrafyaya komşu coğrafyalarda yaşayan diğer milletlerin de kaderlerini tayinde etkili olmuşlar, şimdi de olmalılar. Zira tarih buna işaret ediyor, akıl bunu gerektiriyor, dünyanın, bölgenin siyasi gerekleri bunu mecbur kılıyor.

Tarihî dönemler itibarıyla çizilen sınırlar, Türk gruplarının hâkim olduğu,  dolayısıyla diğer milletlerin hayatlarında da belirleyici olduğu alanı içine almaktadır. Günümüzde de Türk milletinin, özellikle bu coğrafyalarda hâlâ yaşamakta olan Oğuz grubunun belirleyiciliği söz konusudur.  Sınırları kabataslak belirlenen bu coğrafyada kurulu devletler ve bunların etnik olarak nüfuslarına bakıldığında daha anlaşılır bir sonuca ulaşılacağı kesindir.

Türkiye dışında Türklerin yaşadığı en geniş coğrafya ve en fazla nüfus İran İslam Cumhuriyeti’n dedir. İran devlet sınırları içinde yaşayıp “Türk” genel adlandırması altında gösterilmeyen, ancak Türk soylu olan çeşitli gruplar bulunmaktadır. Bu gruplar yaşadıkları bölge, mensup oldukları boy, sülale ve kimi zaman inançları itibarıyla farklı adlandırılmışlar veya kendilerini öyle adlandırmışlardır. Bu da genel nüfusun etnik dağılımı hakkında güvenilir bilgi edinmeyi engellemektedir. Ancak genel bir değerlendirme yapıldığında İran siyasi coğrafyasında yaşayan Türk soylu nüfus, genel İran nüfusu içinde en fazla sayıdadır. Bunlardan Azerbaycan bölgesinde yaşayıp adlarını yaşadıkları bölgeden alan Azerbaycan Türkleri 25 milyon civarında bir nüfusa sahiptirler. Binlerle ifade edilebilen Karaylar en az sayıda olan Türk grubu olarak tahmin edilmektedir. Türkmenler,  Kaşkaylar, Afşarlar, Kaçarlar, Şahsevenler, Karadağlılar, Salarlar, Karapapaklar,Hamse Türkleri, Kengerlular, Horasaniler, Keresunlu,  Boçagçiier, Bayat, Karaçorlu, Eynalîular,Baharlular,  Nefer ve başka küçük Türk grupları bir arada düşünüldüğünde bu sayı 35 milyonun üzerindedir. Bazı kaynaklar bu sayıyı Azerbaycan Türkleri ve kendilerini Türkmen olarak adlandırılan grupların toplamını, genel nüfus içinde %18’lik bir oranda yaklaşık15 milyon göstermektedir ki bu sayı 2006 yılı sayımında %32 ile yaklaşık 22-25 milyon civarında Azerbaycan Türk nüfusunun varlığı kabul edilmektedir.  Kendilerini Azeri olarak adlandırmayan diğer Türk grupları bunların dışında kalmaktadır. Biz İran sınırları içinde yaşayan Türk gruplarının toplam nüfusunun 35 milyon olduğunu varsaymaktayız.

Azerbaycan Cumhuriyeti 2014 sayımına göre yaklaşık 10 milyon nüfusa sahiptir. Bunun 9.5 milyonluk kesimi kendini Azeri/Azerbaycan Türk’ü olarak ifade etmektedir.

Türkmenistan’ın 5.5 milyonluk nüfusunun 4.5milyonu Türk/Türkmen’dir.  Oğuz grubundan olmayan yaklaşık 500 bin kişi Özbek Türklerinden oluşmaktadır.

Irak’ta yaşayan toplulukların nüfus oranlarını tespit etmek mümkün değildir. Zira yıllarca süren ve hâlâ devam eden iç çatışmalarla yer değiştirmeler, ülke dışına kaçış ve nüfus kaybı güvenilir bir istatistikî sonuç vermez. Ancak Irak sınırları içinde 3 milyon civarında kendilerini Türkmen olarak adlandıran Türk bulunmaktadır.

Suriye nüfusunun 20-23 milyon olduğunu varsayarsak, bu nüfus içinde Türkmen, El Beyli, Bayır Bucak Türkmen’i ve Türk adlarıyla anılan 2-2,5 milyon Türk bulunmaktadır.

Balkanlar’da en büyük Türk grubu Bulgaristan’da yaşamaktadır. Yaklaşık 1 milyon Müslüman ad ve kimliğiyle de anılan Türk’ün bulunduğu Bulgaristan, Balkanlar’ın en büyük Türk nüfusa sahip ülkesidir.

Gürcistan nüfusunun ( yaklaşık 5 milyon) %10’unu Azeri,Tatar, Türk, Kabartay adlarıyla anılan Türk grupları oluşturmaktadır. Bu da yaklaşık 500 bindir.

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti 250 bin, Romanya 200 bin, Moldovya 200 bin, Makedonya 150 bin civarında Türk nüfusa sahip ülkelerdir.Yunanistan’da Müslüman kimliğiyle yaşayan 150 bin Türk de bu sayıya katıldığı zaman diğer devlet sınırları içinde yaşayanlarla birlikte yaklaşık bir milyon Türk bulunmaktadır ki bunlar genellikle Oğuz grubundandır. Romanya, Ukrayna, Rusya Federasyonu sınırları içinde yaşayan diğer Oğuz olmayan Türk gruplarını bu sayının dışındadır.

Türkiye’nin etnik yapısıyla ilgili birçok tartışma var. Tartışmaların çoğu da ideolojik/politik amaçlıdır. Herkes, kendi düşüncesine, mensup olduğu fikir kulübü ve belki daha da önemlisi irtibatlı olunan başka merkezlerin anlayışları/istekleri doğrultusunda istatistikî veriler oluşturmuş veya tespitler yapmıştır.

ABD Merkezî İstihbarat Teşkilatı (CIA) verileri,Türkiye nüfusunu 2014 yılı itibarıyla 81milyon 620 bin, TUİK rakamı ise 2015Mayıs’ı itibarıyla 77 milyon 700 bin olarak göstermekte.  CIA’nın istatistikî bilgi kaynağının güvenilirliği tartışmalı olmalı. Zira TUİK’in verileriyle oldukça farklı.

KONDA’nın yaptığı (Milliyet-KONDA, Biz Kimiz Toplumsal Yapı Araştırması 2006) adlı bir çalışmada Türkiye’de yaşayanların %84,5 oranında bir kesimin ana dili olarak Türkçeyi konuştuklarını söylemektedir. Bu da Türkiye’de kendini etnik olarak Türk hissedenlerin sayısının en az 66 milyon olduğuna işaret eder. Ancak aynı araştırmanın sonuçlarına bakıldığında kendini Türk kimliğiyle ifade edip ana dili olarak başka dilleri tercih edenler dikkate alındığında bu oran ve nüfus sayısının daha fazla olduğu görülmektedir.

Türkiye’nin bulunduğu, dolayısıyla yaşadığımız, yaşamak zorunda kaldığımız ve yaşama iradesini inatla göstermek zorunda olduğumuz bu coğrafya, Türk, dolayısıyla Oğuz grubunun inisiyatifi dışında hareket edemez.Zira bulunulan coğrafya Türk kültür havzası, Türk kültür coğrafyasıdır. Sadece coğrafi alan olarak değil, nüfus yoğunluğu olarak da aynı şekildedir. Türk nüfusunun yoğun olduğu, dolayısıyla diğer nüfuslara baskın olduğu da görülür.Zira yukarıda verdiğimiz rakamlar alt alta sıralandığında yaklaşık 123 milyon Türk/Oğuz nüfusunun olduğu görülür. Buraya Ürdün, Lübnan, Mısır, Tunus gibi ülke sınırları içinde yaşayan küçük gruplar alınmamıştır. Bunların sayasının dayaklaşık 500 bin olduğu varsayılmalı. 

Türkiye’nin içinde yaşadığı coğrafya, Balkanlar’dan Hazar’ın güneyine, Horasan bölgesine kadar olan geniş bir alanda diğer devlet veya milletlerin, etnik grupların toplam nüfusuna bakıldığında Türk nüfusunun oldukça fazla olduğu görülmektedir. Buna kültür alanı ve devlet olma geleneğinin devamlılığı da eklendiğinde Türklerin bu bölgede daha etkili olması gerektiği anlaşılır.

Kaldı ki Türkiye’nin çevresinde yaşayan devletve topluluk nüfuslarına bakıldığında kendini Arap sayan Irak ve Suriye’nintoplam nüfusu yaklaşık Irak 25 milyon, Suriye 21 milyon nüfusu ile bölgenin en büyük nüfusuna sahip, kurucu milletlerin Arap olduğu ülkelerdir. Bunların tamamı Arap kabul edilse bile toplam Arap nüfus 56 milyondur. İran içinde yaşayan Arap nüfus da eklenince toplam 66 milyonluk bir Arap varlığından bahsedilebilir.

İran’da Türk ve Arap nüfus dışında başka milletlerden unsurlar da bulunmaktadır. Bunların tamamı da İran’ın kurucusu unsuru sayılan Fars kabul edilse bile Fars nüfus 35 milyon civarındadır.

 Balkanları, Bosna-Hersek, Yunanistan, Hırvatistan,Makedonya, Romanya, Moldovya, doğuda Ermenistan ve Gürcistan’ın toplam nüfusları yaklaşık 16 milyondur.

Türkiye’nin merkezî durumda bulunduğu bu coğrafyada Türk olmayan unsurların nüfusları tek tek Türk nüfusuyla mukayese edilemeyecek kadar azdır. Bütün unsurların nüfuslarının toplamı da bölgede yaşayan Türk nüfusuna ulaşmamaktadır. Buna rağmen Türkiye kendi bölgesinde tek belirleyici durumda değildir. Özellikle Azerbaycan ve Türkmenistan’la askerî, siyasi, ekonomik birlikteliklerin olmaması, tek tek bu ülkeleri etkisizleştirmektedir.

Ziya Gökalp’ın bir asır önce işaret ettiği Türkiyecilik, Türkiye birliğinin sağlanması da bölgede Türk birliğinin sağlanmasına bağlıdır. Aksi takdirde içerideki ayrışma derinleşerek devam edecektir.

Ziya Gökalp’ın yüz yıl önce bütün Türkler için dile getirdiği endişe “Türk'ün bazı kolları Anadolu Türklerinden ayrı bir dil, ayrı bir kültür yapmaya çalışıyorlar.” cümleleriyle ifade edilirken, Türkiye ve Oğuz/Türkmen grubu bu ayrışmanın dışında tutulmaya çalışılmış. Ancak günümüzde değil Türkmen/Oğuz grubu, Türkiye’de ayrışmanın tohumları ekilmiş, tehlikeli boyutlara ulaşmıştır. Bütün olumsuzluklara rağmenTürkiye’de millet olma süreci tamamlanmış, Türk birliği sağlanmıştır. Sağlanan bu birliğin yeniden zayıflamaması, daha da güçlenmesi için Oğuzculuğa geçilmenin gerekliği anlaşılır. Ziya Gökalp’ın; “Bugün kültürce birleşmesi kolay olan Türkler, özellikle Oğuz Türkleri yani Türkmenleredir. Türkiye gibi,Azerbaycan, İran, Harezm ülkelerinin Türkmenleri de Oğuz uyruğundandır. Bundan dolayı, Türkçülükteki yakın idealimiz (Oğuz birliği) yahut (Türkmen birliği)olmalıdır. Bu birlikten amaç nedir? Siyasi bir birlik mi? Şimdilik, hayır!Gelecek hakkında bugünden bir yargıya varamayız. Fakat bugünkü idealimiz Oğuzların yalnız kültürce birleşmesidir.” cümleleriyle ifade ettiği ve yakın ideal olarak gördüğü Türkmen/Oğuz kültürel birlik, bugün büyük ölçüde gerçekleşmiştir. Zira Türkiye merkezli bir kültür alanı oluşmuş, son çeyrek asırda bağımsızlığını kazanan Türk toplulukları kendi devletlerini oluşturmuş ve Türkiye’nin de katkılarıyla hayatın her alanında Türkiye’yle aynı kültür alanı içinde yaşama iradesi sergilemişlerdir. Bu irade gittikçe güçlenmekte ve zihniyet sınırlarını aşarak devlet sınırlarını zorlamaya başlamışlardır.

Türkiye uluslararası kuralları göz ardı etmeden, ilgili ülkelerin iç dinamiklerinin de dikkate alınacağı ve gerekirse devletlerarası ilişkilerde yeni bir sistem değişikliğini de düşünerek birinci derecede Azerbaycan,  Türkmenistan ve KKTC ile Avrupa örneğinde olduğu gibi her alanda birleşmeye gitmelidir. Siyasi,askerî ve ekonomik birliktelik bu ülkeleri güçlü kılacağı gibi, üç ülkenin,  hatta bugün birlikte bir devlet oluşturmaya çalışılan Kuzey Kıbrıs Türk Devleti’nin de içinde olacağı dört devletin birlikte hareket etmesi de uluslararası platformda kabul edilebilir bir güç olacaktır.Söz konusu güç birliği oluştuğunda başka ülkelerde yaşayan/yaşamak zorunda bırakılan Türkler de bu güç birliğinde yerlerini alacaklardır.

Ziya Gökalp’ın uzak ideal dediği Türk birliği, Turan, Türkiye ve diğer Türk devletlerinin birçok alanda yaptığı işbirlikleriyle filizlenmeye başlamıştır. Oğuz/ Türkmen birliğinin sağlanması,bu idealin canlı kalmasını, hatta büyümesini de sağlayacaktır. Aksi takdirde başta Türkiye olmak üzere diğer Türk grupları kendi içlerinde bölge, boy, inanç ayrışmasını yaşayacak, gittikçe zayıflayacaklardır.