“ŞAPKA GİYMEYEN HOCALAR ASILDI” YALANI

06 Nisan 2017 18:01 Barış ATAGÜN
Okunma
50388
“ŞAPKA GİYMEYEN HOCALAR ASILDI” YALANI

“ŞAPKA GİYMEYEN HOCALARASILDI” YALANI

Barış ATAGÜN

Tarihin bir bilim dalı olduğunu bilmeyen,Cumhuriyeti neredeyse bir asır geçmesine rağmen içine sindiremeyen, bilgiden kültürden yorumdan habersiz tarih yalancıları toplumun cahil kesiminin desteğini  almak için bazı klasik sloganlar üretirler. Bu yalanların en başında gelenlerinden biri ise “Atatürk’ün gerçekleştirdiği şapka devrimi yüzünden binlerce âlimin idam edildiği” yalanıdır. İddiaya göre, “Atatürk millete zorla şapka giydirmiş, giymeyenleri ise sorgusuz sualsiz idam ettirmiş.”Sanırsınız ki, devlet sokakta kapı kapı dolaşarak şapka giymeyenleri yakalamış,başına zorla şapka takmış, giymeyeceğim diyenleri de idam etmiş. Böyle anlatınca komik gelen bu iddia allanıp pullanıp biraz da duygu sömürüsü ile soslanınca tarih konusunda cahil olan insanlar kandırılabiliyor. Yalanları bir kenara bırakalım ve gerçekleri yazalım. Şapka Devrimi’nde gerçekte ne oldu?Kimler, neden asıldı? Hepsine teker teker cevap verelim.

Şapka Devrimi hakkında konuşurken her şeyden önce bu devrimin ilk kez Cumhuriyet zamanında yapılmadığını bilmek zorundayız.İlk Şapka Devrimi 2. Mahmut zamanında 1828 yılında çıkarılan Elbise Nizamnamesi’yle resmî başlık olarak kabul edilmiştir. Fesin Osmanlıya geçişi de biraz ilginçtir. 2. Mahmut döneminde kaptanı derya olan Koca Hüsrev Paşa Tunus’tan getirdiği fesleri gemilerdeki askerlere giydirmiştir. 1828 yılında serasker olan Hüsrev Paşa bu kez de İzmir’de bir taburun er ve subaylarına fes giydirip İstanbul’a getirerek eski Bab-ı Seraskeri Meydanı’n da (bugünkü İstanbul Üniversitesi Meydanı)padişahın huzurunda talim yaptırmıştır.  Fesin Osmanlı ordusuna girişi bu şekilde olmuştur. Eğer o gün 2. Mahmut’un huzurundaki askerler fes yerine şapka giymiş olsaydı bugün tarih yalancıları “Atatürk şapka devrimi yüzünden binlerce âlimi astı. diyemeyeceklerdi.

2. Mahmut gerçekleştirdiği bu devrim yüzünden o dönemdeki gericiler tarafındangâvur padişaholarak anılmıştır. Şu komik duruma bakın ki fesi getiren padişaha “gâvur”diyenler yaklaşık 100 yıl sonra fesi kaldıran Atatürk’e de “gâvur” demişlerdir.Gerici her dönemde gericidir. Siz ne yaparsanız yapın eğer bir yenilik gerçekleştiriyorsanız gericiler için “gâvursunuz”, “kâfirsiniz”, “din düşmanısınız!”

Cumhuriyet’in ilanından sonra eskimiş, son kullanma tarihi geçmiş kurumlar teker teker kaldırılmıştır. Şapka Devrimi de yeni devletin insanının yaratılmasında atılmış önemli bir adımdır. Mesele sadece başlık meselesi değildir. Eğer öyle olsaydı bugün Şapka Devrimi din eksenli tartışılmazdı.Bu da bize çok  net gösteriyor ki “sarık”sadece “sarık” değildir. Aynı zamanda yüzyıllar içinde saçma sapan gerekçelerle dinî anlamlar yüklenen bir başlıktır. Durum böyle olunca cahilin koyu damarı,tedavi edilemez hastalığı konuyu içinden çıkılamayacak hâle getiriyor.

Atatürk Şapka Devrimi’ni gerçekleştirmeden önce halkı şapkaya alıştırmak istemiş ve yurt gezisine çıkmıştır. Gezisine koyu muhafazakâr bir il olan Kastamonu’dan başlamıştır. Yıllar sonra neden İzmir gibi aydın bir ilde değil de Kastamonu’ya gittiğini soranlara şu cevabı vermiştir:

İzmir tarafı halkı beni birçok defa gördü.Eğer orada şapka giysem, bana değil, şapkama bakarlardı. Beni ilk defa görenler ise şapkamla olduğum gibi kabul ettiler.[1]

24 Ağustos 1925’te Kastamonu’ya gelen Atatürk halkın yoğun sevgi ve ilgisiyle karşılanmıştır. Belediye binasında yaptığı konuşmada şehir esnafının temsilcilerini de odaya çağırmıştır. Dinleyiciler arasında oturan bir terziye elbiselerini göstererek Bu elbiseler her hâlde ucuzdur. Kumaşı da düz. Uluslararası kıyafetmidir? diye sormuş, terziEvet, uluslararasıdır. diye cevap vermiştir.  Konuşmasının devamında şu yorumda bulunmuştur:

Biz her nokta-i nazardan medenî insan olmalıyız. Acılar gördük. Bunun sebebi dünyanın vaziyetini anlamadığımız içindir. Fikrimiz, zihniyetimiz medenî olacaktır. Şunun, bunun sözüne ehemmiyet vermeyeceğiz. Medenî olacağız. Bununla iftihar edeceğiz. Bütün Türk ve İslâm âlemine bakınız. Zihinleri medeniyetin emrettiği şümul ve tealiye uyamadıklarından ne büyük felâketler, ne ıstıraplar içindedirler. Bizim deşim diye kadar geri kalmamız ve nihayet son felâket çamuruna batışımız bundandır. Medeniyet öyle kuvvetli bir ateştir ki, ona bigâne olanları yakar ve mahveder.[2]

25 Ağustosta Kastamonu’dan İnebolu’ya geçen Atatürk burada meşhur şapka konuşmasını yapmıştır. İşte tarihe geçen o konuşma:

Ey memleketini seven ve memleketi, milleti için hayatını fedâdan çekinmemiş bulunan kıymetli vatandaşlar! Hep beraber bütün cihâna sarih ifade edelim ki, bunca inkılâbâtınşuurlu kahramanı olan bu millet, medeniyet güneşinin bütün hararetini almıştır.

Efendiler, Türkiye Cumhuriyeti’ni te’sis eden Türk halkı medenîdir. Tarihte medenîdir, hakikat temedenîdir. Fakat medenîyim diyen Türkiye Cumhuriyeti halkı; fikriyle,zihniyetiyle medenî olduğunu isbât ve izhâr etmek mecburiyetindedir. Velhâsıl medenîyim diyen, Türkiye’nin, hakikaten medenî olan halkı başından aşağıya vaz-ıharicisiyle dahi medenî ve mütekâmil insanlar olduğunu fiilen göstermeye mecburdurlar. Bu son sözlerimi vâzıh ifade etmeliyim ki, bütün memleket vecihân ne demek istediğimi suhûletle anlasın. Bu izâhâtımı heyet-i âlinize, heyet-iumûmiyeye bir sualle tevcih etmek istiyorum, soruyorum:

Bizim kıyafetimiz millî midir? (hayır sadâları).

Bizim kıyafetimiz medenî ve beynelmilel midir? (hayır, hayır sadâları).

Size iştirak ediyorum.Tabirimi ma’zûr görünüz. Altı kaval üstü şişhâne, diye ifade olunabilecek bir kıyafet, ne millîdir ve ne de beynelmileldir. O hâlde kifayetsiz bir millet olur mu arkadaşlar? Böyle tavsif olunmaya razı mısınız arkadaşlar? (hayır,hayır, kat’iyyen sesleri). Çok kıymetli bir cevheri çamurla sıvayarak enzâr-ıâleme göstermekte ma’nâ var mıdır? Ve bu çamurun içinde cevher gizlidir, fakat anlayamıyorsunuz demek câiz midir?

Cevheri gösterebilmek için çamuru atmak elzemdir; tabiîdir… Arkadaşlar, Turan kıyafetini araştırıp ihyâ eylemeye mahal yoktur. Medenî ve beynelmilel kıyafet bizim için çok cevherli,milletimiz için lâyık bir kıyafettir. Onu iktisâ edeceğiz. Ayakta iskarpin veya fotin, bacakta pantolon, yelek, gömlek, kıravat, yakalık, caket ve bittabi bunların mütemmimi olmak üzere başta siperi şemsli serpuş, bunu açık söylemek isterim. Bu serpuşun ismine şapka denir. Redingot gibi, bonjur, smokin gibi,işte şapkanız!

Buna câiz değil, diyenler vardır. Onlara diyeyim ki, çok gafilsiniz ve çok cahilsiniz ve onlara sormak isterim:

Yunan serpuşu olan fesi giymek câiz olur da şapkayı giymek neden olmaz ve yine onlara, bütün millete hatırlatmak isterim ki, Bizans papazlarının ve Yahudi hahamlarının kisve-imahsûsası olan cübbeyi ne vakit, ne için ve nasıl giydiler?[3]

Atatürk millete zorla şapka giydirdi diyenler bu konuşma için ne diyecek? Tarihte hangi diktatör milletine şapka giydirmek için böyle bir açıklama yapmıştır? Birazdan şapka isyanlarını açıklayınca meselenin sadece şapka olmadığını daha net anlayacağız  ama önce şapka devriminin yurt içindeki yankılarından birkaç örnek verelim:

Konya’da lise öğrencileri fes giymemeye yemin etmiş, feslerini fırlatarak protesto etmişlerdir.

Bursa’da düzenlenen mitingde binlerce fes yırtılmıştır.

İstanbul’da hamallar feslerini denize fırlatmışlardır.

Konya’da şapkanın tükenmesi üzerine eskiden Mevlevi takkesi üretenler fötr, melon, panama şapka üretmeye başlamıştır.

Bilecik’te valinin önderliğinde insanlar feslerini atarak şapkalarını giymişlerdir.

Edirne’de memurların tamamı ve halkın büyük bir kısmı şapka giymeye başlamıştır.  Her günfarklı kılıkta dolaştığı için halkın“Şeyh Türlü” ismini taktığı kişi  bile  sarığını bırakarak melon şapkayla dolaşmaya başlamıştır.[4]

Görüldüğü gibi Şapka Devrimi 25 Kasım’da yasalaşmadan iki ay önce bile halk şapka giymeye başlamıştır. Bu da “Atatürk millete zorla şapka giydirdi.”iddiasını kökünden çürütmektedir. Eğer Şapka Devrimi anlatıldığı gibi halk tarafından şiddetle reddedilmiş olsaydı bunu devletin zorla giydirmesi mümkün olamazdı. 13 milyonluk bir ülkede hiçbir güç halka istemediği bir şeyi zorla dayatamaz.  Üstelik o günün koşullarını göz önünde bulundurulursa savaştan yeni çıkılmış bir ortamda çok büyük çapta isyanlar çıksaydı devletin bunları bastırması mümkün olmazdı.  



[1] Falih Rıfkı Atay, Çankaya, İstanbul, 1984, s. 434.

[2] Atatürk’ünSöylev ve Demeçleri C: II., AtatürkAraştırma Merkezi Yayını, Ank., 1997, s. 216.

[3] Atatürk’ünSöylev ve Demeçleri, C: II,  s. 220 – 221.

[4] İkdam, 20 Eylül 1925. Cumhuriyet, 17, 19, 27 Eylül 1925, 21 Kasım 1925.