İSTİŞARENİN (DANIŞMANIN ) ÖNEMİ

05 Şubat 2016 14:17 Necdet BAYRAKTAROĞLU
Okunma
10206
İSTİŞARENİN  (DANIŞMANIN ) ÖNEMİ

 
 
İstişare; herhangi bir konuda doğruya ulaşmak veya yaklaşmak için ehline sormak, danışmak, görüş alışverişinde bulunmak, fikir almak ve birlikte karar vermektir. İstişarede asıl hedef; hakikatin gerçekleşmesi, netleşip ortaya çıkmasıdır. İnsan başkalarına muhtaç bir varlıktır. İstişare de muhtaç olma gerçeğinin ortaya konulmasıdır. Hayatımızdaki önemli meselelerde daha çok ihtiyacımız vardır. İstişare; isabetli görüşün, kararların ortaya çıkması için yapılır.
Dinimiz yapacağımız her işte istişareyle karara varmayı emretmektedir. Kur’an’ımız, Şûra suresi 38. ayetinde “Onlar işlerini aralarında danışarak yaparlar.” denilmekte, Al-i İmran suresi 159. ayetinde ise “Yapacağın işlerde onların görüşlerini al. Sonrada karar verince de Allah’a dayan, çünkü Allah, kendine güvenip dayananları sever.” denilmektedir.
 Peygamber’imiz, “Kendi düşüncenize göre hareket etmeyin.”, “Yapacağı işi ehliyle istişare edene, o işin en güzeli nasip olur.” demektedir. İslam idaresi istişare esası üzerine kurulmuştur. Peygamber’imiz; yapılacak işlere herkesin ruhen ve fikren iştirakini istemiş, “İstişare eden güvenlik içindedir.” demiştir. Atalarımız da“Ulu sözü dinleyen ulu dağlar aşar, ulu sözü dinlemeyen uluyakalır.” demişlerdir.
İstişare ederken kime, kimlere danışılmalıdır? Dinimizde istişare edilecek kişiler ve kişilerde hangi vasıflar olması gerektiği belirtilmiştir. Bu vasıflar şunlardır:
a)  Akıllı olmalı. “Akıllıya danışıp onu dinleyen doğruyu bulur, dinlemeyen pişman olur.” Hadis.
b)  İlim sahibi ve salih olmalı. “Salih olan âlimlerle istişare edin.” Hadis.
c)  Tecrübeli ve işin ehli olmalı. “Ehline soran kişi hakiki yolu bulur.” Hadis.
d)  Fikri kuvvetli ve sıhhatli olmalı. “Eğer bin bilsen bile sormalısın bir bilene.” demişler.
e)  Güvenli olmalı. “İstişare edilen güvenilen kişidir. Kendisine layık gördüğünü başkasına tavsiye eder.” Hadis.
Eski Türkler; devlet işlerini görürken danışmak, istişare etmek, aldıkları kararları topluma benimsetmek, doğru olanı yapmak ihtiyacını duymuşlardır. İstişareler toy ve kurultay denilen devlet işlerinin görüldüğü meclislerde yapılırdı. Orta Asya Türk devletlerinde hükümdarlar kağan, han, yabgu gibi unvanlar taşır; devleti düzenlemek, varlığını korumak ve halkın refahını sağlamakla görevliydiler. Bunları yaparken töreye uymak zorundaydılar. Törenin kaynağı ise halk, han, toy veya kurultaydı. Han, bu nedenle halka ve toy veya kurultaya bağlı olmak zorundaydı. Devlet meclisi toy veya kurultay, handan sonra devletin iç ve dış sorunlarının istişare edildiği, kararların alındığı yüksek kuruldur.
Toy geleneğinin ilk olarak yapıldığı toplantılar Asya Hun İmparatorluğu’nda başlamıştır. (MÖ 209-174) Devlet işlerinin görüldüğü üç büyük toplantı yapılırdı. Yılbaşı, ilkbahar ve güz dönemlerinde olan bu toplantılarda istişareler yapılır, kurbanlar kesilir, ibadetler yapılırdı. Benzer şekilde diğer Türk devletlerinde toyun yerine aynı şekilde kurultay veya başka ad altında meclislerin olduğu istişarede bulunduklarını görüyoruz.  Tabgaç Devleti’nde “nazırlar meclisi”, Hazar Devleti’nde “ihtiyarlar meclisi”, Peçeneklerde “komenton”, Tuna Bulgar Devleti’nde “millet meclisi”; istişarelerin yapıldığı önemli meclislerdi. Türk teşkilat yapısının temeli, birlik ve dayanışmaya önem veren bir toplum yapısına dayanıyordu. Bu güçlü yapı toy, kurultay gibi benzer danışma istişare meclisleriyle yürütülüyordu.
 Ayrıca Türklerde bilge kişilere danışmak da değer verilen bir gelenekti. Bu husus, Oğuz Türklerinin destanlarından olan Dede Korkut’ta şöyle ifade edilmektedir:
“Korkut Ata, Oğuz kavminin müşkülünü hallederdi. Her ne iş olsa Korkut Ata’ya danışmayınca yapmazlardı. Her ne ki buyursa kabul ederlerdi. Sözünü tutup tamam ederlerdi.”
Türk dil tarihinin yazılmasını sağlayan, Türkçenin bilinmeyen pek çok konusunu aydınlatan, Türkçe sözlüğün Atası Kâşgarlı Mahmud’un  (1008-1105) derlediği Divanü Lügati’t-Türk’te “Geniş elbise parçalanmaz, danışmakla gelen bilgi ise bozuk ve kötü çıkmaz.” yine bir sözde “Danışıklı bilgi gittikçe artar, danışıksız bilgi ise eskir.” denilmektedir.
Türkistan’ın Balasagun şehrinden Yusuf Has Hacib’in Türk-İslam edebiyatının meşhur eseri Kutadgu Bilig’de akıl, bilgi ve danışma çok fazla anlatılmaktadır. Kutadgu Bilig’de “Akıl ve bilgiyle hareket eden iki dünyada kutlu olur.”, “İnsan akıl ile yükselir, bilgi ile büyür. Her ikisi ile insan itibar görür.” denilerek akıl ve bilginin değeri çok güzel ifade edilir.
Selçuklularda da önemli konularda büyük ve geniş katılımlı kurultay düzenlenir ve istişarede bulunulurdu. Tuğrul Bey, Çağrı Bey’le birlikte Gazne Hükümdarı Mesut’u Dandanakan’da (23 Mayıs 1040) büyük bozguna uğrattıktan sonra, Merv’de toplanan kurultayda eline bir ok alıp büyük kardeşi Çağrı Bey’e vererek kırmasını istedi. O da oku kolayca kırdı. Ok sayısı üçe çıkınca zorlandı, ama dört oku kıramadı. Tuğrul Bey; bunu, Selçuklu ailesi arasında birliğin lüzumunu göstermek maksadıyla yaptığını belirterek kurultaydakilere, “Birlik hâlinde kalmadıkları takdirde tek ok gibi kırılabileceklerini, Selçuklu ailesinin birleşik oklar gibi birlik içinde kalmaları hâlinde hiç kimsenin kendilerini yenmeye muktedir olamayacağını, cihanı bile fethedebileceklerini” söylemişti.
Sultan Alparslan da ilim ve ilim adamlarına çok önem verir, âlim ve ulemaya devamlı danışırdı. Başveziri Nizamülmülk büyük bir âlimdi ve sultana, ülkenin yönetiminde ve savaş zamanlarında danışmanlık yapmıştı. Sultan Melikşah, Sencer, II. Kılıçarslan, Gıyasettin Keyhüsrev, Alaattin Keykubat ve diğer Selçuklu sultanları da istişareye önem verir, âlimlere saygı gösterirlerdi.
Osmanlılar da bilime, âlime ve istişareye çok önem verirdi. Meclis, Divan-ı Hümayun istişare prensibine dayalı bir meclisti. Konular istişare edilir ve karar altına alınırdı. Osman Gazi, önceleri Selçuklunun bir uç beyiydi ve bir karar alırken etrafındaki âlim ve beylerle istişare eder, ona göre davranırdı. Şeyh Edebali, onun hem danışmanı hem de kayınpederiydi. Osman Gazi; oğlu Orhan Gazi’ye nasihatinde, “Bildiklerini ulemaya danış, bir şeyi iyice bilmeden harekete başlama...” demiştir.
Fatih Sultan Mehmet de ulemaya ve istişareye önem verirdi. Değerli hocası Akşemsettin büyük bir âlim, yönlendirici ve güçlendirici bir danışmandı. Fatih Sultan Mehmet, fetihten sonra İstanbul’a giriyordu. Rum kızları padişah zannedip ellerindeki çiçekleri Akşemsettin’e uzattılar. O da Fatih Sultan’ı işaret ederek “Padişah odur.” dedi. Bunun üzerine Fatih de “Padişah benim ama o benim hocamdır, çiçekleri ona götürün.” diyerek kızların çiçekleri ona götürmesini söyledi.
Yavuz Sultan Selim de âlimleri sever ve istişareye önem verirdi. 1516-1517 yıllarında, Mısır Seferi sırasında Şeyhülislam İbn-i Kemal de Yavuz Sultan Selim’in yanındaydı. Dönüş yolunda atbaşı giderlerken İbn-i Kemal’ın atının ayağından bir parça çamur, Yavuz Selim’in kaftanına sıçradı. O büyük âlim telaşlandı, ne yapacağını şaşırdı. Onun bu telaşlı hâline karşılık, Yavuz Sultan tarihe geçen şu sözleri söyledi:
“Âlimin atının ayağından sıçrayan çamur parçası bizim için şereftir. Öldüğümde şu çamurlu kaftan üzerime örtülsün.”
Kanuni Sultan Süleyman da âlimlere ve istişareye çok değer verirdi. Danışmanı Ebussuud Efendi’ye sevgi ve saygısı yüksekti. Onun nasihatlerini dinlerdi. Kanuni,  sarayının önündeki bir bahçeye kendisine hediye edilen bir armut ağacını diktirmişti.  Zaman zaman onun büyüyüp büyümediğini kontrol ederdi. Her nasılsa karıncalar armut ağacını kemirerek kurutmuşlardı. Bunun üzerine Kanuni, Şeyhülislam Ebussuud Efendi’den karıncaları öldürmek için yazdığı şu beyitle fetva istemişti: “Dirahta ger ziyan etse karınca, zarar var mıdır anı kırınca?” (Ağaca karınca zarar verdiği zaman onu kırmanın, yok etmenin mahzuru var mıdır?) Ebussud Efendi de bir beyitle cevap vermişti: “Yarın Hakk’ın divanına varınca, Süleyman’dan hakkın alır karınca.”
Osmanlının yedi maddelik Anayasa’sının birinci maddesi “Her nerede ilim ehli duyarsan ona kulak ver.” diyordu. Osmanlıda devletin işleri Divan-ı Hümayunda istişare edilir, padişaha arz edilerek karara bağlanırdı. Atalarımız “Büyüklere hürmet eden, saadet bulur.” demişlerdi.
Devlet başkanı, başbakan dâhil ve devletin kurumlarında ( Büyük Millet Meclisi, Bakanlar kurulu, il ve ilçe meclisleri, köy ihtiyar meclisi gibi) vakıf, cemiyet, dernek, kooperatif ve şirketlerde ve iş yerlerinde istişareye önem verilmeli ve kararlar alınmalıdır. Devlet yöneticilerinin bütün kararların tek başına alması ve uygulaması mümkün değildir. İdare akla bilgiye dayanmalıdır. En akıllı insan başkalarının düşüncelerine saygılı olan, onlardan yararlanan, doğruya ulaşmak için başkalarının görüşüne başvuran insandır. Zira kişi ne kadar akıllı, zeki ve tecrübeli olursa olsun; istişarede bulunmadıkça faydalı neticelere varması, problemlerini iyi bir şekilde çözümlemesi mümkün değildir. Bir atasözünde “Akıllıya danışırsan, onun aklı seninle olur.” denilmektedir. Akıllı ile istişare etmek, galip gelmek demektir. “Baş başa vermeyince taş yerinden kalkmaz.” derler. Bu nedenle iş yerlerinde her türlü konu ve problemlerde fikir alma, danışma, bilgilendirme şeklinde yapıldığı takdirde başarı her zaman yüksek olur. Düşünür Konfüçyüs, “Bir sorunu çözmek için en güzel yol, başkalarının da fikrini almaktır.” demektedir.
Ailede de işler istişare ile görüşülmeli, fikirler söylenmeli, istekler konuşulup karar verilmelidir. İstişare aileye işlerlik kazandırır, sıcak bir yaklaşım sağlar. Ailenin dirlik ve huzurunun sağlanmasında önemli bir payı vardır. İstişarede olan ailelerin mutluluğu, diğer ailelere göre daha fazladır. Beraberce yaşama paylaşma ile olur. İşte zorlukları yenmenin, hayatı kolaylaştırmanın ve yuvayı mutlu kılmanın yolu istişaredir. “Bir elin nesi var, iki elin sesi var.” derler. Hayatı beraberce paylaşan, sıkıntıları birlikte göğüsleyen her eş, istişareyi yuvasının mutluluğu için her zaman istemelidir.
Kur’an’ımız, ailenin yönetimini prensip olarak erkeğe vermiştir. Aile reisliği ağır bir sorumluluk olup kişiye özgürlük değil, temsil ve yükümlülük yükler. Problemlerde paylaşımcı, istek ve beklentilere önem veren, çözüm üretme yolunda istişare yapan, bir aile reisi olunmalıdır. “Tek kanatlı kuş uçmaz.” derler. Birlik ve beraberlik sayesinde evlilik başarılı yürür.
Ailede babanın, annenin, karı kocanın her konuda birbirlerine danışmaları, aralarındaki sevgi ve güveni artıracak, çocuklara örnek teşkil edecektir. Yeri geldiğinde çocuklarla da istişare edilmelidir. Hz. Ali, “7 yaşına kadar olan çocuğunuzla oynayınız, 15 yaşına kadar arkadaşlık ediniz, 15 yaşından sonra istişare ediniz.” demiştir. İstişare yapılan evlerde çocuklarda istişare yapmayı öğrenir. Çocuklar ve gençlerde, anne ve babalarından, dedelerinden, ninelerinden diğer büyüklerinden kendi hayatları, toplum ve ülke meselelerinde, çevre ile ilgili sorunlarında sorarak danışarak karar vermiş olurlar.
 İstişarede bulunan devletler, milletler, fert ve toplumlar doğruyu bulmanın ve isabetli icraatın, başarılı bir geleceğin yolunu bulur. Peygamber’imiz “Bir millet istişare ettiği müddetçe zillete düşmez.” demekte, Hz. Ömer ise “Davalarını istişari yolla halletmeye çalışan bir millet, idaresinde en doğru yolu bulmuştur.” diyerek devlet ve millette istişarenin önemini çok güzel ifade etmektedirler. Atalarımız “Nerede birlik, orada dirlik.” derler. Düşmanlar bile, yıkıcılık, hainlik, fitne ve fesadın yapılmasında, yayılmasında birbirlerinin fikirlerine başvurmakta, birbirinden faydalanmaktadırlar.
Günümüzde insanların istişareye daha çok ihtiyacı var. İnanç ve değer hükümleri giderek bozulmaktadır. Eğitim ve öğretim kurumlarında, basın ve medyada gazete ve dergilerde sokakta, parkta her yeni günde millî ve manevi değerler kaybolmaktadır. Bu nedenle insanlarımız, özellikle gençlerimiz ülkesi, ailesi, çevresi ve kendisinin geleceği ve hayatı için, bilmediklerini işin ehline, uzmanına, büyüğüne, bilenine danışarak hareket etmelidir. “Bin bilirsen de bir bilene danış.” derler.
 
KAYNAKLAR
1-Muharrem Ergin, Dede Korkut Kitabı, İst., 1969.
2-Bahattin Ögel, Türklerde Devlet Anlayışı, Ank., 1982.
3-İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, İst.1995; Türkler ve Medeniyet, Ank., 1957.
4-Osman Turan, Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkuresi Tarihi, İst., 1979.
5-Erol Güngör, Tarihte Türkler, İst., 1990.
6-A. Arslan, Z. Demirel, Osmanlı Tarihinden İlginç Hikâye ve Anekdotlar, Akçağ Yay., Ank., 2008.