YOL AYRIMI

24 Temmuz 2015 18:47 Prof. Dr.Pakize AYTAÇ
Okunma
6353

 
  Dersin: “Kişinin takati neymiş, gücü ne?”

    Bir dev gibi davran, işlerin en gücüne!
  “İnsan” dediğin, insan olur gerçekten,
  Sahipse eğer kendini aşmak gücüne!
      Arif Nihat ASYA
 
Millî ruha kilit vurmuş, sosyal entropiye ve sosyal hipnoza uğramış toplumlarda feraset ve basiret nitelikleri yok olduğu için, kendi kimlik kökleri üzerinde kafa yormayı bir nevi maziperestlik olarak görenler çoğalır. Bu tür insanlar bilmezler ki küresel sistem ve içimizdeki uzantıları zihinlerimizi ne denli altüst etmeye çalışsa da er ya da geç su yatağını bulur.
Egemen güçlerin, küresel ahtapotların refahı paylaşmamak adına dünyaya dayattığı politik argümanlar bir gün çöker. Başkalarının ıstırabı üzerine saadet kurulmaz. Tarihin çöplüğünde yatan sözde devletlerin çöküş nedeni bu değil midir? Millî coğrafyaların vahdetini bozarak, binbir hile ve tavizlerle millî güvenliğin kırmızı çizgilerini silmeye çalışanlar, doğacak felaketlerin yükü altında ezileceklerdir. Siyasi felsefesi olmayan siyasi aktörler, politik inşanın siyasi ve sosyoekonomik sistemini kendi özgün değerleri üzerine kurmazlarsa ağır bedeller öderler.
Fikir iffeti taşımayan, güdümlü siyasete cevaz veren, sömürge zihniyetine teslim olan, toplumsal değerleri yerle bir eden, millî menfaatleri hiçe sayan, köşe dönmeyi, kısa yoldan zengin olmayı meşrulaştıran, gücün hâkimiyeti adına vahşi kapitalizmi onaylayan, birey merkezli çıkar ahlakını kışkırtan anlayışların toplumdan silinip atılması, mutlu bir geleceğin olmazsa olmaz şartıdır.
Bu manada güzel Türkiye’miz bir yol ayrımındadır. Politik hesaplaşmaların, üstü örtülen Türk ruhunun, ilkesizliğin, ahlaktan yoksun para kazanma hırsının, açısı daraltılmış görüş ufkunun, vicdan ve inanç hürriyetini kaybetmiş yığınların, şer güçlerin değirmenine su taşıyanların; ülkülerini kaybetmiş, pragmatizmin kurbanı olmuş nesillerin, vicdanını ülkemizin düşmanlarına satmış sömürge aydınlarının bilmesi gereken şudur ki siyasetin birinci şartı, uzak hedefleri idrak, ikincisi belirli bir stratejik hüviyete sahip olmaktır. Ruh asaleti ve ahlaki cesarete malik olanların amacı, ikbal zevkine yenik düşmemek, siyasetin zaaf ve noksanlarını iyi kavrayıp topluma yeni vizyonlar sunacak iradeyi yaratmaktır.
Bir fikir hareketi ancak, ilim ve muhakemesi sağlam aydınlarla kurulabilir. Millî kültür, millî mefkûre ve millî ahlak sükûtuna düşmüş sözde aydınlarla, kendi tarihî referanslarıyla bağını koparmış devşirme köşe yazarlarıyla bir ülkeyi kalkındıramazsınız. Öz tarihini, kültürünü, felsefesini şuur kaynağı olarak görmeyenler, geleceği yepyeni bir hayat hamlesiyle kucaklayamazlar. Millî belleği tahrip olmuş bireylerle ideal bir toplum düzeni de ideal bir devlet sistemi de kuramazsınız.
Bütün bu bunalımlara neşter, Türk–İslam medeniyetinin temel niteliklerini, ülküsel kavramlarını, yücelik algılarını geliştirmiş şahsiyetler tarafından vurulabilir. Aydın sorumluluğu ve misyonu değer yitimine uğramış bir toplumu, millî ahlak ve siyasi değerlerle yeniden buluşturmak zorundayız. Zira her siyasi sistem mensuplarıyla değer kazanır. Türk’ün ahlak sistemi buna imkânlar sunacak çaptadır. Bir toplumu ahlak fesadına uğratan, sosyokültürel yıkıma götüren yoz yaşama kalıplarına set çekmek zorundayız. Unutmayalım ahlaki filtreler tıkanınca ferdî yapı da çöker. Türk siyasi felsefesinin yaşamsal özü, ahlaklı birey-aile-toplum-devlet hayatındadır. Türk medeniyetinin asyatik sembollerinin çekirdeğinde çiğ akıl yerine pişmiş gönül vardır. Devlet zemininde “kut”a verilen değer boşuna değildir. Kuta ulaşmak için, her türlü beşerî ihtirastan arınmak gerekir. Nefsine yenik düşen kutu kaybeder. Mazimizdeki görkemli kaynaklar, bilgeliğe ve ahlak kuvvetini vurgulayan bilgilerle doludur. Tarihin gidişine yön veren atalarımızın devlet kurma yeteneği ve yönetim erkini kavramak için bu kaynaklar yeniden ele alınmalıdır. Millî hafızamızdaki her derin mana, anlayanın idrakine göredir. Yakın tarihimizde bile, dev bir imparatorluğun çökerken küllerinden nasıl bir yeni devletin doğduğunu, yeni bir zihniyet ve estetiğin nasıl oluştuğunu görebiliriz. Bu gerçeğe pürdikkat eğilmek, emin bir geleceğin en önemli teminatıdır. Zira insan güçlü ise sistem güçlenir. Türk medeniyeti asırlar boyunca bu zorlu coğrafyada ayakta durduysa bu devleti yönetenlerin kabiliyetlerinin dayandığı değerlerle mümkün olmuştur.
Kadim tarihimizden bu yana Türk devlet adamının dik duruşunu taşıdığı özelliklerle mümkün olmuştur. Bu manada Kutadgu Bilig’den yola çıkarak, söz konusu vasıfları şöylece sıralayabiliriz: Bilge olmak, akıllı ve bilgili, cesaretli, kuvvetli, kahraman olmak, asil soydan gelmek, dürüst olmak, doğruluktan ayrılmamak, fazilet sahibi olmak, sözünde durmak ve verdiği sözden dönmemek, hasis olmamak, eli açık olmak, yumuşak huylu, alçak gönüllü, himmet ve hayâ sahibi olmak, ihtiyatlı olmak, uyanık olmak, ihmalkâr olmamak, aceleci değil sabırlı olmak, zalim olmamak, merhametli ve şefkatli olmak, yalancı olmamak ve yalandan hoşlanmamak, siyasette mahir olmak, inatçı olmamak, temiz olmak, dili yumuşak olmak, mağrur ve kibirli olmamak, tok gözlü olmak, gönlü temiz ve kalbi doğru olmak, anlayışlı olmak, nefsine hâkim olmak, harama el uzatmamak, Tanrı’ya kulluk etmek, içki içmemek, kumar oynamamak ve fesattan uzak durmak, kan dökmemek, düşmanlık besleyip kin gütmemek, dünya malına değer vermemek, dünya malına aldanmamak ve varlığının fâni olduğunu unutmamak.
Yeni bir Türkiye yaratmanın yolu, bu eşsiz değerleri bağrımıza basarak millî hatıralarımıza sahip çıkarak yenileşmekten geçer.
Bir yandan geleneksel kültür değerlerini anlamış, özümsemiş, öte yandan yenilikçi, üretken nesillere ihtiyacımız var. Özgün olan, fark yaratan yeni terkiplerle siyasete fikir ve ruh kazandırmak mümkündür. Batı’nın spekülatif ve çatışmacı tezleri bizim mayamıza uymaz.
Türk-İslam terbiyesinin vakar ve zarafeti; iman, irfan ve ahlakı; sevgi ve merhameti, feragat ve fedakârlık anlayışı, adalet ve sadakat ruhu; huzur, sükûn ve güven dolu dünyası, yürekli ve cesur tavrı, alın terine verdiği değerle, ehliyet ve liyakat yüklü zihniyetle beşeriyetin yüz akı şahsiyetler yetiştirmek hepimizin boynunun borcudur. Siyasi teoride başarılı olmak ancak millî ruhu kavramakla mümkündür.
Millî ruhun gelişmesi demek, şahsiyetli, erdemli, imanlı, bütün varlığa sevgi ve saygıyla bakabilen, cesur, dinamik, adalet duygusu taşıyan, sorumluluk bilincine erişmiş, ilkeli, bağımsız, dürüst… olmak gibi kimliğini kuran temel değerleri taşımak demektir. Bu kavramlarla dolu bir hayatı tercih eden bir birey, siyasi manipülasyonların açık pazarı olmaz.
Milliyetçiliği bir millî kültür ve medeniyet meselesi olarak görenler, şer güçlerle ittifak yapmazlar. Türk halkının tarihî şuur ve hafızasına, felsefi düşüncesine, pedagojik tecrübelerine, ahlaki sistemine dayanarak millî kökler üzerinde filizlenen bir zihniyetin sahipleri olarak arkalarına sermaye tekellerini, Türk düşmanlarını almadan millî, dinî ve siyasi referanslarını kendi öz değerlerinden devşirirler. Politikayı hiçbir şekilde bir çıkar paylaşımı, ganimet felsefesi, rant kapısı olarak görmezler.
Büyük Türkiye davasının çilesini çekmiş, devlet terbiyesi kazanmış, millî terkip zihniyetiyle yetişmiş, Türk tefekkür sisteminin inceliklerini kavramış, kifayet ve dirayetleriyle en keskin virajlarda bile sarsılmamış, haysiyetli, vakur, meziyet ve liyakatleriyle temayüz etmiş ülkü erleri bilirler ki ”Siyaset ahlak iledir.” Hayata bu zaviyeden bakan fikir adamlarını var ettiğimiz gün, zafer bizim olacaktır. Bu sonuca ulaşmak için de hep birlikte şu soruları kendimize sormak zorundayız.
Kalbimizi, vicdanımızı süsleyen değer yargılarımıza o masum, kutsal ahlak anlayışımıza ne oldu? Cesaretimiz, yanlışa dur diyebilen karakter yüklü duruşumuz nerelerde takılı kaldı? Doğruluk, vakar, alın teri, ahde vefa gibi önemli duygular neden suskun? Yaşanılan bir yığın hoyratlık neyin nesi? Dostluk ve sadakat neden yerlerde sürünüyor? Bu sömürü düzeni, bu sefil zihniyetler içimize nasıl çöreklendi? Şeref ve haysiyet ölçülerindeki bu daralma neden? Millî duruşumuzdaki kırılmaların sebebi nedir?
Acılar, mağduriyetler artıyor, aldırmıyoruz. İnsanlar çile kuyruklarında ölüyor umursamıyoruz. Sefil vicdansızlara prim veriyoruz. Türklüğe kin ve haset kusuluyor aldırmıyoruz. Çocuk yaşta büyümek zorunda kalanların dertlerine eğilmiyoruz. Yokluktan haysiyet doğuran alın teri emekçilerini yüceltmiyoruz. Zalimleri, merhametsizleri, kul hakkını korumayanları beşerden temizleyecek güç nerede?
Bu soruların cevabı elbette vardır. Görüş ufku daralmış, millî ve dinî hafızası zayıf, millî vicdanını terketmiş, gaflete düşmüş, ahlak fesadına uğramış, beşerî hırs ve tutkularıyla insanları idrak komasına sokmuş, iç hürriyetini kaybetmiş; köle ruhlu, sömürge zihniyetine, güdümlü siyasete teslim olmuş insanları karar mekanizmalarından ayıklayarak, toplumu yönetme hünerine ve özel kabiliyetlere sahip olanlara yol açarsak içine düştüğümüz siyasi, ekonomik ve kültürel ablukadan anında kurtuluruz. Toplumsal sorunların hiçbiri hafife alınmadan;
“Kenar-ı Dicle’de bir kurt aşırsa bir koyunu,
Gelir de adl-i ilahî Ömer’den sorar onu.”
mısralarına sinen ruhu kaybetmezsek yaşam cennet olur; aksi cehennemdir. Türk’ün tarihî misyonunda “insanlığın vicdanı olmak”, bu sebeple çok önemlidir.