Ortadoğu coğrafyası, tarih boyunca uluslararası siyasetin ana gündem konusu ve mücadele alanı olmuştur. Özellikle son yarım yüzyıldır yaşanan olaylar ve 2010 yılının sonunda Ortadoğu’da Arap Baharıyla başlayan değişim dalgası, bölgede yeni denklemler ortaya çıkarmıştır. Ortadoğu’da yaşanan bu gelişmelerle birlikte Türkiye’nin Ortadoğu’ya yönelik ilgi ve etkisinde de değişiklikler kendini göstermeye başlamıştır.
Bu bağlamda, Ortadoğu’da yaşayan yerleşik halkların hak, özgürlük ve hayati çıkarları da yeniden tasarlanmaya başlamıştır. Araplar, Kürtler, Süryaniler, Şiiler, Sünniler bazında mikro düzeye inen politik tercihler, Ortadoğu’nun yüzyıllardır yerleşik halkı olan Türkmenleri gündeme taşımıştır. Başta Irak olmak üzere, Suriye, Lübnan, Yemen, Libya, İran, Filistin gibi ülkelerde bölgenin asli unsuru olarak yaşayan Türkmenler, Türkiye’nin bölgeye yönelik politikasında ne derece yer almaktadır? Bu konu, derinlemesine incelenmesi gereken bir konu olarak karşımızda durmaktadır ve bu çalışmanın da konusunu da teşkil etmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti, kurulduğu günden bu yana Musul ve Kerkük bölgesindeki Türkmenlere özel bir ilgi göstermiş, Ortadoğu bölgesine yönelik ürettiği politikalarda Türkmenleri önceleyen bir pozisyonu korumuştu. Ancak, son zamanlarda Türkmenlerin bir öncelik olmaktan uzaklaştığı, Türkmenlerin yerine Kürtlerin ve Arapların öncelendiği politikaların tercih edildiğine dair karşı savlar de dile getiriliyor.
IRAK TÜRKMENLERİNİN DURUMU
2013’ün ikinci yarısında Irak Türkmeneli bölgesinde yoğun saldırılar gerçekleşmiş ve yüzlerce Türkmen katledilmiştir. Son zamanlarda Tuzhurmatu’da meydana gelen patlamalarda, daha çok Türkmenler hedef olmuş, binlerce Türkmen Tuzhurmatu’yu terk etmek zorunda kalmış, daha güvenli bölgelere göç etmeye başlamışlardır. (1)
Hatta Irak Türkmen Cephesinin başkanı Erşat Salihi’ye suikast girişiminde bulunulmuştur. Irak Türkmenlerinin büyük bir kısmı; Kerkük, Selahattin ve Musul’da yaşamaktadırlar. Bugüne kadar özellikle radikal grupların birçok kez saldırısına uğramışlardır. Güvenlik koşulları son derece olumsuz durumdadır. (2)
Irak'taki Türkmen varlığı, Osmanlı’dan bile daha eskiye dayanmaktadır. Türklerin Horasan’dan geliş yolu üzerinde bulunması sebebiyle Abbasiler döneminde birçok Türkmen ve Kıpçak boyu Ortadoğu coğrafyasına gelip yerleşmiştir. Yani, Türkmenler, Irak’taki üçüncü unsur değil ana unsurdur konumundadır.
Irak Türkmenleri, yüzyıllardır bölgedeki yoğun Arap baskısına, uygulanan asimilasyon politikasına karşı direnmekte, dilleri ve kültürlerini muhafaza etmek için tüm yollara başvurmaktadırlar. Her şeye rağmen Türkmen kimliğini ve kültürünü bugünlere kadar getirmeyi başarmışlardır. (3)
Saddam Hüseyin sonrasında, Irak’ın fiilen üçe bölünmesi karşısında Türkmenler için stratejik bir karar alınması zarureti ortaya çıkmıştır. Irak’ı bölen iradenin Kürtleri yeknesak bir şekilde ayrı tutup ülkenin kuzeyinde özerk bir statüye kavuşturması, Arapları ise mezhep ekseninde bölerek Şii ve Sünni Araplar şeklinde ayırması, Türkmenleri ise hiç hesaba katmaması, yeniden yapılanan ülkede Türkmenlerin yok sayılması sonucuna yol açmıştır. Ülkenin kuzeyi, etnik durum gözetilerek etnik temelde yapılandırılmış, diğer bölgeler ise mezhep temelinde yapılandırılarak çifte standartlı ve sakat bir yaklaşım sergilenmiştir. Etnik temelde ülke bölümlenecek ise Arap, Kürt, Türkmen şeklinde; mezhep temelinde bölümlenecek ise şii, sünni, yezidi şeklinde yeniden yapılandırılması gerekirdi. Ancak çifte standartlı davranılarak kürtlerin ayrıştırılıp özerk kılınması, fiilen Irak’ta iki devletin oluşmasına sebep olmuş, Türkmenler için ise herhangi bir yapılanma öngörülmemiş adeta arap ya da kürt olmak yönünde tercihte bulunmaya zorlanmışlardır.
Türkmenlerin çoğunlukla yaşadığı Musul-Kerkük bölgesinin yasal statüsünün belli olmaması Türkmenler arasında kaygı yaratmaktadır. Önemli petrol kaynaklarına sahip olması sebebiyle hem kuzeydeki kürtlerin hem de merkezi Irak yönetiminin çekişme ve çatışma sahası durumuna getirmiştir. Kuzeydeki kürt yönetimi Kerkük’e müdahale edebilmek için her türlü fırsatı değerlendirmektedir. Son zamanlardaki Kerkük’teki saldırılardan hareketle Kerkük şehrinde asayiş durumunun bozulduğunu belirten Kürdistan Bölgesi Başbakanı Neçirvan Barzani "terörist" saldırılarda bir değişimin yaşandığını ve Kürdistan Bölgesi'nin teröre karşı yardıma hazır olduğunu ifade etmiştir.(4)
Türkiye’nin 2000’li yıllardan sonra Türkmenleri önceleyen politikasını terk ederek kürt ve arapları önceleyen politikalara yönelmesi, Türkmenlerin sahipsiz kalmasına, kendilerini öksüz ve yetim hissetmelerine yol açmaktadır. Türkmenlerin çoğunlukla veya yoğunlukla yaşadığı bölgelerde özerk Türkmen yapılanmalarına gitmek, Türkmenlerin siyasi, sosyal ve kültürel haklarını garantiye almak yerine sünni araplar ile kürtlerin haklarını önceleyen bir politik tercih ortaya konmuştur. Bu politik tercih, Türkiye’nin bölgesel çıkarlarını ne denli koruduğu ve kolladığı 10 yıllık uygulamalar sonunda görülmeye başlamıştır. Sonuç ne yazık ki Türkiye lehine görünmemektedir.
SURİYE TÜRKMENLERİNİN DURUMU
Hâlihazırda Suriye’de yaşayan Türkmenlere ilişkin net bir rakam bulunmamaktadır. Suriye Türkmenlerine göre nüfusları dört milyon, Türkiye’deki muhtelif kaynaklara göre iki milyon civarındadır. Türkiye ile Irak Türkmenlerine benzer bir ilişki Suriye Türkmenleri arasında kurulamamıştır. Irak Türkmen Cephesi benzeri bir teşkilatlanma Suriye Türkmenleri arasında yakın zamana kadar kurulamamıştır. Suriye’de yaşanan iç savaşın belki de bu anlamda olumlu bir etkisi olmuş, Suriye Türkmenlerini Türkiye’nin gündemine sokmuştur.
Suriye Türkmenlerinin genel olarak iki önemli meselesi bulunmaktadır. Örgütsüz ve sahipsiz oluşları ve Türk dilini unutmuş olmaları. Örgütsüzlük ve sahipsizliğin yol açtığı teslimiyet psikolojisi, çok ciddi kültür erozyonuna sebep olmaktadır. Cumhuriyet döneminde kurulan hükümetler yayılmacı bir dış politika takip etmemeyi genel bir dış politika tercihi olarak kabul edip dışarıdaki Türklerin varlığını Türkiye adına bir güç odağı konumuna getiremediler. Suriye Türkmenlerinin ikinci en büyük sorunu ana dillerini unutuyor olmalarıdır. Özellikle Hama ve Humus’un iç kısımlarında huzuru Arap gibi yaşamakta bulanlar, yeni nesillere Türkçe öğretmekten uzak durmaktadırlar. Suriye’de Türkmen olmak iyi bir gelecek vaat etmediği için Araplaşmak onlara daha cazip görünmektedir. Şu anda, kimliklerini reddetmemekle birlikte, yakın bir gelecekte unutacaklar gibi görünmektedir.
Suriye’deki iç savaş sırasında Türkiye’nin ilgisini çeken Suriye Türkmenleri, örgütlenme çabaları içine girmişlerdir. Suriye Türkmen Platformunu oluşturarak Suriye Türkmenleri Meclisi Kuruluş Toplantısını 30.03.2013 tarihinde Ankara’da gerçekleştirmişlerdir. Toplantıya katılan Ahmet Davutoğlu Suriye Türkmenlerine “büyük bir şemsiye altında toplanın” çağrısında bulunarak, bu şemsiyenin bugün adının Suriye Ulusal Koalisyonu olduğunu kaydederek, orada etkin olmalarını talep etmiştir. Arap kardeşleri ile Kürt kardeşleri ile her konuda oturup konuşulması çağrısında da bulunan Davutoğlu, Hıristiyan kardeşleri ile kucaklaşmalarını, Alevi kardeşlerinin de gönüllerinin alınması isteğini dile getirmiştir.
Dış İşleri Bakanının ifadelerinde de görüleceği üzere Türkmenler, Suriye politikasında öncelik olmaktan ziyade Suriye Ulusal Koalisyonu içinde yer alan bir renk olarak algılanmaktadır. Esad yönetimine muhalif Sünni Arap koalisyonu içinde yer alarak rejimin devrilmesi sonrasına kendilerini hazırlamaları beklenmektedir. Sık sık Suriye Türkmenlerinin dağınıklığından bahisle Türkmenlerin Türkiye’nin dış politikasında işe yarar bir aktör olamadıkları vurgulanmaktadır. Hâlbuki Türkmenlerin örgütlenmesi, Türkiye ile yakın ilişkiler kurmalarını sağlamak üzere kültür merkezleri kurmak, sosyal ilişkiler ağları kurmak gibi faaliyetler geliştirmek Türkiye için politik araçlar olarak kullanılabilirdi. Onları örgütlemek işini Türkiye pekala yapabilirdi.
LÜBNAN’DA TÜRKMEN VARLIĞI
Orta Doğu Stratejik Araştırmalar Merkezi (ORSAM) 2010 yılında Lübnan’ın Türkmen köyleri konusunda ayrıntılı bir araştırma yaparak Lübnan’da yaşayan farklı Türkmen gruplarını ortaya koymuştur. Bu gruplar, Kavaşra sakinlerini de kapsayan Akkar Türkmenleri, Baalbek Türkmenleri, 19. Yüzyılın sonlarına doğru Yunanistan’ın Girti Adası'nı işgalinden sonra kaçan Girit Türkmenleri, 1940’larda ekonomik nedenlerle Lübnan’a göç eden Suriye Türkmenleri ve 1870’lerin sonlarında yaşanan Osmanlı-Rus Savaşı'ndan sonra bölgeye yerleşen Çerkezler. Bu Türkmen topluluklarının her birinin farklı göç dalgaları ile Lübnan’a geldikleri bilinmekle birlikte Lübnan’a ilk kez ne zaman geldikleri kesin olarak bilinmemektedir.
Bazı tarihçiler, bugün Lübnan’da yaşayan Türkmenlerin bölgeye Mısır seferi sırasında Yavuz Sultan Selim’in ordusuyla birlikte getirildiğine ve lojistik amaçlı olarak Halep’ten başlayarak fethedilen yerlere yerleştirildiğine inanıyor. Diğer bir araştırmaya göre ise Türkmenlerin bölgeye gelmeleri, 1500’lerden çok daha öncelere, Memlûkların Lübnan coğrafyasına hâkim oldukları 12. Yüzyıla dayanıyor.(5)
Türkiye’nin Ortadoğu politikasında çok fazla yer tutmasa da Lübnan’da Türkmenlerin varlığı Türkiye için önem arz edebilir. En azından Lübnan ile daha iyi geliştirilmesi açısından Türkmenler bir köprü olabilir. Lübnan’da yaşayan Türkmenlerin karşı karşıya kaldığı sorunları sıralamak gerekirse, Türkmenlerin tek bir kurum çatısı altında toplanmamaları, Lübnan toplumu tarafından kabul görmemeleri, topluma aktif bir şekilde katılmayı ihmal etmeleri, daha da önemlisi medeni ve siyasi haklarının tanınmaması, parlamento ve belediye meclislerinde temsil edilmemeleri ve Lübnan vatandaşlığına sahip olmamaları başlıca sorunlar olarak ifade edilebilir. Çoğunluğu Akkar bölgesinde olmak üzere Lübnan’da 30 bin civarında Türkmen yaşamakta ancak parlamentoda temsil edilmemektedirler. Türkiye, Türkmenlerin Lübnan’da bir lobi yapısına kavuşmalarını sağlamalıdır. Türkmenlere Türkçe eğitimi vermek, Lübnan vatandaşlığı kazanmalarını sağlamak, onları kucaklayan sosyal ve eğitim kurumları inşa etmek Türkiye’nin Lübnan’daki Türkmenlere yönelik diğer faaliyetleri olabilir. (6)
GENEL DEĞERLENDİRME
Ortadoğu coğrafyasındaki Türkmenler, bölgesel güç olma iddiasındaki Türkiye’nin en yakın müttefiki olacaktır. Türkmenler, yerleşik oldukları ülkelerin vatandaşları olmakla birlikte Türk’türler. Türkiye dışında sadece Türkçe konuşan insanlar değil, Türk milletinin bir parçasıdırlar. Sadece Irak, Suriye, Lübnan değil, tüm Ortadoğu coğrafyasında yaşayan Türk olmakla birlikte Türkçeyi unutan kitlelerin de ortaya çıkarılmasını sağlayarak Türkiye’ye müzahir hale getirilmesinde stratejik yarar bulunmaktadır.
Kıpçak Türklerinin kurduğu Memluk Türk Devletinin egemenliğinde yaklaşık 300 yıl kalan, sonra da Osmanlı Türk Devletinin egemenliği yaklaşık 500 yıl kalan Mısır’da dahi yoğun bir Türk kitlesinin bulunduğu düşünülmektedir. Arapça konuşuyor olsalar bile köken itibarıyla Türk olduklarının bilincine varmaları halinde Türkiye ile stratejik ortaklıklar içine girebilecekleri değerlendirilmektedir.
Ortadoğu ülkeleri ile kurulacak ilişkilerde dini ve mezhepsel mülahazaların gözetilmesi elbette ki mümkündür. Ancak Türk kökenli kitleler arasında mezhep ve din farklılığı gözetilerek tavır geliştirilmesi son derece tehlikeli ve sakıncalıdır. Türkmenler ister şii olsun ister sünni olsun bizim eşit derecede değerli kardeşlerimizdir. Kan kardeşliğinin gönül kardeşliği ile de birleştirilmesi elzemdir. Araplar ile gönül kardeşliği ve din kardeşliğine sahip olabiliriz. Türkmenler ile hem kan, hem gönül hem de din kardeşliğimiz vardır. Türkmenlerin bize yakınlığı diğerlerine göre hep bir adım öndedir; önde olmak zorundadır. Bu bilinç dışında geliştirilecek her politik yaklaşım, eksik ve sakat kalacaktır.
Ortadoğu coğrafyasında önder ülke olma iddiasını taşıması, Türkiye’nin en temel hakkıdır. Abbasilerden, Selçuklulardan, Tolunoğullarından, Memlüklülerden, Osmanlılara kadar bu coğrafya, yaklaşık 1000 yıldır Türkleri tanımaktadır. Çoğunlukla da Türklerin egemenliği altında bulunmuştur. Bundan sonra da önderlik iddiası ve talebi olacaktır. Ancak bu iddiayı gerçekleyebilmek için Araplaşmak değil, Türkleşmek gerekmektedir. Bölgede Araplaşarak değil Türkleşerek liderlik mümkün olabilecektir.
SONUÇ
2000’li yıllara kadar Atatürk’ün tercih ettiği politikaların bir sonucu olarak Türkiye’nin yönetici ve aydın elitleri kendilerini Avrupalı addediyorlardı. Bu sebeple de Ortadoğu bölgesinin karmaşık sorunlarından uzak kalmaya çalışmışlardı. Ancak 2002’den sonra hükümet bu yaklaşımı değiştirdi. 2002 yılında AK Parti iktidara gelince Ankara, Orta Doğu’ya yönelerek yeni ve çok yönlü bir dış politika izlemeyi seçti. Türkiye’nin, AK Parti döneminde ekonomik alanda önemli gelişmelere imza atmasıyla bölgedeki olayların şekillenmesinde rol alma isteği de paralel olarak yükseldi. Bu hedefe ulaşmak için Ankara’da iktidar olan yeni kesim, Irak, İran, Lübnan, Ürdün, Suriye ve Mısır olmak üzere civar ülkelerle derin ekonomik ve politik ilişkiler kurma yoluna gitti.
Türkiye’nin 2002 yılından itibaren Orta Doğu bölgesine odaklanması onun sadece bölge hükümetlerine değil, İhvan-ı Müslimin düşüncesine yakın olan partilere de yakınlaşmasını sağladı. Bazıları bunun, Avrupa Birliği üyesi olması hususundaki umutsuzluktan kaynaklandığını düşünürken diğerleri, Türkiye’nin Avrupa’da bölgeyi etkileyecek güçlü araçlara sahip olduğu intibasını yaratma planı olarak değerlendirdi. Böylece Türkiye, Avrupa’ya daha kolay bir şekilde girmiş olacaktı. Üçüncü bir grup ise bu eğilimin, İslamcı AK Partinin iktidar olmasıyla yönetim kadrosunda, bölgeyi yüzlerce yıl hükmeden Osmanlı İmparatorluğu'nun rüyasını canlandırdığını düşünüyor. Bu rüyanın sahipleri, Mısır’da İhvan-ı Müsliminin iktidara gelmesiyle hayallerinin gerçekleşmeye yakın olduğunu hissetti.(7)
Hangi yaklaşım doğru olursa olsun bu dönemde Türkmenler bir öncelik olarak görülmemiştir. Türkmenler ile aynı milletin menbusu olma bilincinden mahrum bir şekilde politikalar geliştirilmiş, Türkmenler, müstakilen ve münhasıran muhatap alınmamış, araplar ya da kürtlere eklemlenmiş olarak Türkiye ile görüşmeleri istenmiştir. Adeta Türkmenler, araplaşmak ve kürtleşmek tercihleri arasında kalmışlardır. Hâlbuki Türkiye için Türkmenler birincil öncelik olmalı, diğer unsurlar Türkmenler üzerinden Türkiye ile görüşmek durumunda olmalıydı. Türkmenler, içinde yaşadıkları toplumlar ile Türkiye arasında köprü görevi görüyor olmalıydı.
KAYNAKÇA:
1-Necat Husen: Türkiye, Türkmenlere Yalan Söylüyor, Basnews, 01 Ağustos 2013, Tuzhurmatu, Irak
2-Irak Türkmen Cephesi Başkanı Erşet Salihi'ye Bombalı Saldırı, Rûdaw, 01 Aralık 2013,Erbil,Irak
3-Davutoğlu:Iraklı kardeşlerimizle birikte Irak’ın geleceğinin şekillenmesi konusunda katkıda bulunmaya hazırız, El Kuds El Arabi, 07 Aralık 2013, İngiltere
4-Silahlı Bir Grup, Kerkük İstihbarat Binasını Ele Geçirdi-2, Rûdaw, 04 Aralık 2013,Erbil,Irak
5-Brooke Anderson ,Lübnan'ın Kuzeyinde Bir Parça Türkiye, The Daily Star, : 05 Ekim 2013,Lübnan
6-Türkler Lübnan’da Lobi Kurmak İçin Uğraşıyor, El Kabas, : 09 Ekim 2013, Kuveyt
7-Atıf El Gumari ,Türkiye’nin, “İhvan” İle Evlilik Gerçeğine Yönelik Bakışı, El Halic, 18 Aralık 2013, Birleşik Arap Emirlikleri